KOMPLO KÜRT SOYKIRIMI SALDIRISIDIR (1.BÖLÜM)
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: Uluslararası komplo, imha amaçlı ve esas itibarıyla Kürt sorunu kapsamında ortaya çıkan; Kürt soykırımının hayata geçirilmesi için ortaya çıkartılmış, planlı ve örgütlü bir saldırıdır.
Kürt sorunun yaratan ve soykırımı öngören küresel sistem ve bölgesel ittifaklarının, PKK’nin sistemden kopuşu esas almasıyla üzerine salınan kesimleri bertaraf etmesi üzerine 12 Eylül’le Türk ordusunun devreye girdiğini, 15 Ağustos Atılımı’ndan bir yıl sonra ise artık NATO’nun savaşı yürüttüğünü hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, 15 Şubat 1999’daki uluslararası komplodan önceki şu aşamaların detaylarını paylaştı: 1987-88 küresel saldırısı, 1992 Güney Savaşı dayatması, 1993 ateşkesinden sonra anlama ve yeni yol/yöntemler bulma süreci, esas uluslararası komplo olan 9 Ekim 1998’in hazırlığı ve uygulaması, son olarak 15 Şubat 1999’a evrilmesi…
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla 15 Şubat 1999’da Türk devletine teslim edilmesinin yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. Dört bölümlük söyleşinin ilk bölümü şöyle:
Kürtlerin ‘kara gün’ olarak tanımladığı uluslararası komplonun 24. yılına giriliyor. Tarihsel olarak bakıldığında uluslararası güçlerin Önder Abdullah Öcalan’a yönelik saldırıları 1990’lı yıllara kadar gitmektedir. Bu güçler neden bu süreçten sonra Önder Apo’ya yönelik saldırılarını arttırdı, bunun arka planında ne bulunmaktadır?
Ben öncelikle 23. yıl dönümünde uluslararası komployu bir kere daha lanetliyorum. 23 yıllık tarihi İmralı direnişini ve bu direniş etrafında uluslararası komploya karşı yürütülen tarihi mücadeleyi selamlıyorum.
Böyle bir mücadele içerisinde 23 yıldır kahramanca direnip şehit düşen tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. 24. mücadele yılında İmralı işkence ve tecrit sistemini parçalama, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelemizin büyük zaferler ve önemli sonuçlar kazanacağına inanıyorum. Bu temelde de 24. yılda komploya karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyorum.
Kuşkusuz soruyu cevaplamak için öncelikle komplonun ne olduğunu, 15 Şubat komplosunun neden ve nasıl gerçekleştiğini kısaca izah etmek gerekli. Çünkü, komplo bir tarihi kesitte ortaya çıkmış ama birden bire ortaya çıkan bir durum değil. Bir tarihi sürecin gelişim seyrindeki bir aşamasında ortaya çıkan bir durum. Kuşkusuz en gerici, en faşist, en insanlık dışı bir saldırı, hedefini imha etmeyi, yok etmeyi öngören, bunu gerçekleştirmek isteyen bir saldırıdır.
SOYKIRIM AMAÇLI PLANLI VE ÖRGÜTLÜ BİR SALDIRI
Bu bakımdan da şunları belirtmemiz lazım; uluslararası komplo, imha amaçlı bir saldırı ve esas itibarıyla Kürt sorunu denen sorun kapsamında ortaya çıkan bir saldırı oluyor. Kürt soykırımının hayata geçirilmesi, pratikleştirilmesi, başarılması süreci içerisinde ve bu amacı gerçekleştirmek için ortaya çıkartılmış, planlı ve örgütlü bir saldırı. O halde kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değildir. Tamamen Kürt sorunu denen ve esas olarak da Kürt halkını yok etmeyi hedefleyen, inkâr eden ve imha etmeyi amaçlayan zihniyet ve siyasetin bir ürünü olarak ortaya çıkartılan bir saldırı. Kısaca Kürt sorunuyla bağlantılı, bu sorunu ortaya çıkartan zihniyet ve siyasetle bağlantılı. Kürt sorununun devam etmesini, çözülmemesini, sürmesini isteyen bir saldırı, Kürt soykırımını başarıya götürme amacını, hedefini güden bir saldırı.
Başlangıçta bu tanımlamaları yapmamız gerekiyor. Hangi tarihte, niçin ortaya çıktığını, hangi güçlerin rol oynadığını doğru değerlendirebilmek için bu tanımlama gereklidir. Eğer uluslararası komploya, Önder Apo’ya yöneltilmiş bir saldırı diyorsak, o zaman Önder Apo Kürt sorununun çözümünü istiyor. Kürt halkına dayatılan soykırıma karşı çıkıyor. Ona karşı mücadele ediyor. Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü savunuyor. Onun mücadelesini yürütüyor. Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini yürüttüğü için de Kürt sorununu çözüme götürüyor. Kürt soykırımını öngören zihniyet ve siyasete karşı mücadele ediyor. Böyle bir konumda olduğu için Önder Apo’ya uluslararası komplo saldırısı yöneltilmiş bulunuyor. Uluslararası komplo saldırısı, Kürt soykırımının varlığını, sürdürülmesini, başarıya götürülmesini istiyor.
O halde bu saldırı Kürt varlığına, Kürt halkının özgürlüğüne, Kürt halkının demokratik birliğine ve yaşamına karşı, aslında Kürtler şahsında özgürlüğe ve demokrasiye karşı, sorunların demokratik çözümüne ve dolayısıyla insanlığa karşıdır. Böyle tanımlamamız lazım. Çünkü öbürü yok olsun diyerek kendini var edemezsin. İnsanlık ilkesi bununla uyuşmaz. Sen diğerinin köleliği üzerinden özgürlük kuramazsın. Diğerinin yokluğu üzerinden sen varlık inşa edemezsin. İnsani değer bunu kabul etmez. Varlığı ve özgürlüğü de ortak kılmayı, birlikte yaratmayı ifade ediyor. İnsanın sosyal varlık olması, sosyalitesi bunu gerekli kılıyor. Dahası canlılık bunu gerektiriyor. Bu sadece insan ile ilgili bir durum değil. Bütün canlılar ile ilgili bir durum. Hayvanlar âlemi de, bitkiler alemi de böyle, doğada canlı olarak var oluşun kendisi böyledir.
Evet, hayvanlar aleminde birbirine karşı bir çatışma var fakat birlikte hareket de var. İnsan zekası gelişen sosyal bir varlık olması nedeniyle sözde bu birbirine karşıtlığı ortadan kaldırarak birlikte var olmayı daha çok geliştirecek, hâkim kılacak bir tür oluyor. İnsanı diğer türlerden ayıran temel özelliğin bu olması gerekiyor. İnsanlaşma buna deniyor. Fakat ne yazık ki iktidar-devlet zihniyeti ve siyaseti böyle bir insanlaşmaya karşıdır. Tam tersine hayvanlar âleminde var olan ‘büyük balığın küçük balığı yutması’ gibi, ‘orman kanunu’ denen güçlünün zayıfı yok etmesi gibi tekelleşme, azami kâr üzerinde oluşan bir sistem. Bunu kabul eden bir zihniyet ve siyaset, dolayısıyla insani dediğimiz ilkeler işlemiyor. Özellikle Kürdistan’dan baktığımızda bunu net bir biçimde görüyoruz. İnsanın sosyal, komünal bir varlık olarak tanımlamamız pratikte gözükmüyor, tam tersine vahşi, bireyci, aileci, hanedancı çıkar savaşlarına kurban edilmiş bir tarihsel gerçeklik görüyoruz.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA SIYKIRIM DAYATILDI
Şimdi bütün bunları Kürdistan’da son yüzyıldır çok daha net görüyoruz. Aslında sadece bu yüzyılla bağlı bir durum değildir. Beş bin yıllık iktidar ve devlet sisteminin Kürdistan’daki varlığı bu temeldedir. Daha baştan Önder Apo çıkış yaparken merkezi-devletçi uygarlık altındaki Kürdistan tarihini işgal-istilalar ve ona karşı direnişler tarihi diye tanımlamıştı. İktidar ve devlet sistemi, Kürdistan’a işgal ve istila olarak yansıdı. Hep dışardan egemenlik kurdu. Şu ya da bu biçimde yabancı egemenlik hakim oldu. Bu öyle bir noktaya vardı ki Kürt özgürlüğünü adım adım ortadan kaldırdığı gibi Kürtlerde bir devletleşme, egemen güç haline gelme durumuna bile izin vermedi. Bunu engelledi. Beylik düzeyini aşamadı. Kürdistan’daki devletleşmeler kısa süreli hanedanlıklar düzeyini aşamadı. Sistemin kendisi ona da izin vermedi. Esas egemen yabancı oldu, dıştan gelen oldu, işgalci, istilacı oldu. Yabancı egemenlik sürekli hakim oldu.
Bu, 17. yüzyılın ortalarına doğru Kürdistan’ın iki imparatorluk tarafından parçalanmasına yol açtı. 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması, Osmanlı-İran imparatorlukları arasında Kürdistan’ın ikiye bölünmesini getirdi. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda da Osmanlı Kürdistan’ı üçe bölündü. İngiltere ve Fransa’nın yapılandırdığı Ortadoğu siyasi statükosu içerisinde bu üç parça, üç ulus devletin egemenliği altına bırakıldı. Bu üç ulus devletle birlikte Kürt soykırımı yürütülmeye ve başarıya götürülmeye çalışıldı.
Kürt soykırımının sömürgecilikten, yabancı egemenlikten öte yanları da var. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürtlere soykırım dayatıldı. Önce de sömürgecilikler dayatılıyordu. Yabancı egemenlik dayatılıyordu. Bunlardan farkı vardır. Yabancı egemenlik yine de siyasi-ekonomik-askeri çıkarları öngören egemenliktir. Sömürgecilik de bunu ifade ediyor. Egemenlik altına alınmak isteneni inkâr ve imha yoktur. Egemenlik altına alma, zenginliklerini, emek gücünü, gelir kaynaklarını sömürme istemi vardır. Tabii soykırım bundan farklı, karşıdakini yok ederek, kurutarak her şeye el koymayı ifade ediyor.
Kürtlere dayatılan soykırım bundan da ötedir. Bu genel, dünyanın birçok alanında görülen bir durumdur. Örneğin Ermeni toplumuna uygulanan soykırımdı, soykırım yapanlar Ermenileri inkâr etmiyor. Ermenilik aşağılanıyor, hakaret, küfür sözü haline getiriliyor. Ama inkâr edilmiyor, yok sayılmıyor. Ermeni toplumuna fiziki kırım ve tehcir, sürgün dayatılıyor. Ermeni soykırımı sadece bu yöntemlerle yürütülmeye çalışılıyor. Kürt soykırımı bunun da ötesinde olan bir soykırımdır.
Evet, fiziki kırım, katliam var, yine değişik yerlere tehcir, sürgün var. Ama ondan öteye bir de asimilasyon ve demografik yapıyı değiştirme plan ve projeleri, bu temeldeki uygulamaları var. Demografyayı değiştirme ile asimilasyon neyi ifade ediyor? Fiziki olarak yok etmeyi değil, ruhsal, duygusal, kültürel, tarihsel, dil, toplum olarak yok etmeyi, yani fiziken yaşayıp ama ulusal kültürel değerler olarak yok olmayı, başkasına dönüşmeyi, başkasına ham madde olmayı, başkası haline gelmeyi ifade ediyor. Buna kültürel soykırım da deniliyor. Kendini inkâr eden, yok eden, başkasına dönüşerek onu yaşayan varlık olarak fiziken var olma ve yaşama dayatılıyor.
Diyarbakır zindanındaki itirafçılık dayatması buydu. Kendini inkâr et, kendini yok et, bana dönüş, her bakımdan beni besle, bu, bana hizmet et değil. Zenginliklerini bana ver değil, aslında benim ol da değil. Onun da ötesinde bana dönüş, kendini dönüştür, her şeyinle kendini yok et, sadece posa biçiminde fizik olarak kal, ondan sonra benim değerlerimle yeniden var ol, yaşa demek. İşte böyle bir soykırım var.
GEREKTİĞİNDE FİZİKİ KATLİAM GEREKTİĞİNDE KÜLTÜREL KATLİAM
Bunun üzerinde Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı ulus devletler egemenlik kurdular. Böyle bir zihniyet ve siyaset temelinde egemenlik altında tuttukları Kürdistan’da, Kürt toplumu üzerinde böyle bir soykırım uyguladılar. Yani gerektiğinde fiziki katliam, gerektiğinde kültürel soykırım biçiminde ama her halükârda Kürtlüğü yok etmeyi öngören bir saldırı yürüttüler. Her devlet bunu kendi egemenlik alanında yürüttü ama birbiriyle anlaşmalı oldular. Aralarında belli bir ortaklık oldu. Örneğin birbirlerinin aleyhine diğer parçalardaki Kürtlere destek vermeme ilkesiyle hareket ettiler, kendi egemenlikleri altındaki Kürtleri tanımama, onlara herhangi bir hak vermeme ilkesiyle hareket ettiler.
Hiçbir devlet böyle bir soykırımı kendi başına, özgürce yürütmedi. Bir yanıyla kendisi yürüttü, diğer yanıyla ortak bir yönetim olarak yürüttüler. Osmanlı İmparatorluğu dağıldı ama TC-İran-Irak devletleri imparatorluğun egemenlik altında tuttuğu Kürtler üzerinde ortak bir soykırım yürüttüler. Sadece bu devletler de yapmadılar. Aynı zamanda bu devletleri ortaya çıkartan, sistemi kuran, yöneten güçler de bu ortak yönetimin içinde oldular. Başta İngiltere, Fransa, daha sonra İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren ABD, gelişim seyri içinde İsrail, bu yönetimi oluşturdular.
Kapitalist modernite sisteminin yürütücü öncü güçleri, Kürt soykırımını da söz konusu ulus devletlerle birlikte yürüten güçler oldular. Bu doğrultuda Bağdat Paktı vardı, CENTO vardı. Bu ortak yönetimi çeşitli dönemlerde bazı ortak örgütlenmelere kadar vardırdılar. Açık ittifak düzeyine getirdiler. Bazen de bunları ortadan kaldırdılar ama fiili olarak bu ortak yönetim yaşadı.
KÜRESEL KAPİTALİST MODERNİTE SİSTEMİ SOYKIRIMI ESAS ALIYOR
Şunu ifade etmek istiyorum: Kürdistan’ı parçalayan, Kürtleri yok sayan, yok etmek isteyen soykırımcı zihniyet ve siyaset sadece Kürdistan’ı egemenlik altında tutan devletlere ait değil, onları da var eden iktidar ve devlet sistemini, küresel kapitalist modernite sistemine ait bir zihniyet ve siyasettir. Dolayısıyla Kürt sorunu Kürdistan’ı egemenlik altında tutan birkaç devletin ortaya çıkarttığı sorun değil, küresel kapitalist hegemonyanın, iktidar ve devlet sisteminin kendi iç çatışmalarının ortaya çıkardığı bir sorundur. Dolayısıyla Kürt soykırımı da küresel kapitalist modernite sisteminin, iktidar ve devlet sisteminin esas aldığı, uyguladığı bir saldırı, soykırım, yok etme. Bunu böyle bilmek gerekli.
Buradan ele aldığımızda şunu görüyoruz: Kürt soykırımını, sadece Kürdistan’ı egemenlik altında tutan devletlere bağlamak çok dar ve yetersizdir. Kürdistan’a dayatılan soykırım gerçeğini doğru ve yeterli anlamamak olur. Kuşkusuz onların da bir rolü var, bir pay biçilmiştir ama bu sorun Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarına göre savaşın galipleri, yani küresel iktidar ve devlet sistemi tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bu sistemin öncü güçleri tarafından da dikkatle yönetilmiştir, yürütülmüştür. İktidar ve devlet sistemi içerisinde yer alan herkes, bu zihniyet ve siyasete hizmet etmiştir, onun dışına çıkamamıştır. Bu bir kural ve kaide, bunları böyle tanımlarsak o zaman sorunun cevabı kendiliğinden açığa çıkıyor.
DEVLET SİSTEMİNDEN KOPUŞU GERÇEKLEŞTİREN ÇIKIŞ
Demek ki Kürt sorunu sadece Türkiye-İran-Irak-Suriye devletlerinin sorunu değildir, küresel kapitalist modernite sisteminin sorunudur. Dolayısıyla Kürt sorununu çözmek için yürütülen mücadele sadece bu devletlere karşı yürütülen bir mücadele değil, küresel kapitalist sisteme, iktidar ve devlet sistemine karşı bir mücadele oluyor. Zaten PKK mücadelesi de böyle ortaya çıktı. Önderliksel doğuş, Önder Apo’nun çıkışı sadece soykırıma karşı mücadele ediyorum şeklinde gelişen bir çıkış değil, bunu yapabilmek için mevcut iktidar ve devlet sisteminden kopuşu gerekli kılan ve gerçekleştiren bir çıkıştır. Önderlik, böyle bir mücadeleye karar verdiğinde iktidar ve devlet sisteminin bütün özeliklerinden kopuyor. Önder Apo’ya katılış, Apocu gruba katılış, PKK’ye katılış hep bu sistemden kopuşu gerektirdi. Hem sistem içinde ol hem de PKK’ye katıl biçiminde olmuyor. PKK ile diğer devrimci, sol-sosyalist, özgürlükçü, ulusal-kurtuluşçu örgütler, hareketler arasındaki temel farklılık buradadır. Bu çok somut bir farklılık olarak yaşandı.
Önder Apo ve PKK, bu durumu çok yönlü anlamaya, izah ve ifade etmeye çalıştı. Herkes de anlasın diye çaba harcadı ama herkes aynı düzeyde anlamadı. Çünkü kopamayanlar, sistemden kopmadan sözde Kürtçülük yapmak, Kürt varlığı ve özgürlüğünden yana olmak isteyenler bu durumu hiç anlamak istemedi. Daha çok muğlaklaştırdılar. Küçük-burjuva eğilimler, reformist-milliyetçi küçük-burjuva akımları dediğimiz akımlar temelde böyle rol oynadı. Çünkü sisteme göbek bağı ile bağlıydılar. İktidar ve devlet sistemi tarafından özümsenmişlerdi.
Önderlik gerçeği, Apocu grup, PKK ise sistemden kopan, kopuşu gerçekleştiren, kendisini özgürlük temelinde yeniden var eden, sistemleştiren bir gelişme oldu. Bir yandan soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele ederken, diğer yandan özgürlük ve demokrasi temelinde kendisini inşa eden, alternatif bir sistem haline getiren bir konumda bulundu. PKK mücadelesi baştan itibaren böyledir ve şimdiye kadar da böyle geldi.
Bu mücadele her ne kadar başlangıçta genelde böyle bir anlam taşısa da, somutta dardı, küçüktü, ideolojik mücadeleydi, küçük askeri birimlerin bireysel eylemleriydi, dar toplumsal kesimlerin protestolarıydı. Onun için dar alanda yürüdü. Öncelikle kendisiyle yüz yüze olan böyle bir soykırımı uygulayan güçlerle çatıştı. Bir taraftan bu soykırım sisteminin özümsediği, asimile ettiği, teslim aldığı, kendi gerçeğine ihanet ettirmiş olduğu; ajan, iş birlikçi, hain kesimlerle mücadele etti.
Diğer yandan ikinci adımda TC devletiyle -çünkü bu sistemi en önde ve en vahşi bir biçimde hayata geçirmeye çalışan TC devletiydi- çatıştı. Dikkat edelim 77’den itibaren ‘ajanlaşmış yapı ve kurumlara karşı devrimci şiddet temelinde mücadele’ taktiğinin birinci planda öne çıkması boşuna değildi. Çünkü söz konusu sistem öyle bir noktaya gelmişti ki toplum üzerinde bu soykırımcı hâkimiyeti gizleyen, en çok yürüten, böyle bir ajan-iş birlikçi-hain ağ yaratılmıştı. Onları parçalamadan ne esas düşmanı, TC devletini ve kapitalist modernite sistemini görmek, onunla çatışmaya girmek mümkündü ne de halka, işçiye, köylüye, gence, kadına ulaşmak. Dolayısıyla öncelik bu sistemi en somutta uygulayan, yürüten iş birlikçi-ajan ağı parçalamak oldu. Hilvan-Siverek direnişleri etrafında Kuzey Kürdistan’da gelişen ajan yapı, kurum ve kişilere karşı mücadele, bu ağı dağıttı. Ağ parçalanınca esas cisim ortaya çıktı. 12 Eylül 1980 darbesi oldu, TC devleti, yani Türk ordusu çıplak bir biçimde yönetime girdi. Buna karşı da Lübnan-Filistin sahasında yürütülen gerilla hazırlığı temelinde 15 Ağustos 1984 hamlesiyle mücadeleye girildi.
KÜRT SOYKIRIMINI YÜRÜTEN ESAS GÜÇ DEVREYE GİRDİ
84’te üç aylık bir planlama temelinde Türk ordusuna karşı bu mücadeleyi yürüten güç, Türk ordusu tarafından ezilip tasfiye edilemeyince daha geniş cisim, esasta Kürdistan’ı parçalayan, Kürt soykırımını küresel düzeyde yürüten güç devreye girdi. Yani uluslararası devletçi sistem, onun yürütücüleri; ABD ve müttefikleri, örgütlü gücü olarak NATO devreye girdi. Başta Kenan Evren ‘üç-beş çapulcu hemen yiyip yutacağız’ demişti. 1984 güzünde yok edip yutmak yerine gittiği her yerde darbe yiyince mevcut soykırımı yalnız başına Türk devletinin, ordusunun da yürütemeyeceği açığa çıktı, zaten kendileri de 85 başında 5. maddenin uygulanması için NATO’ya başvurdular. 5. madde; ‘herhangi bir üye devlete karşı dışarıdan bir saldırı gelirse bu saldırı bütün NATO’ya yapılmış olur ve bütün NATO bu saldırıya karşı saldırıya uğrayan devleti korumak için savaşır’ şeklindedir. TC böyle yaptı. NATO’ya götürdü. PKK’yi, Kürt direnişini dışardan TC devletine karşı bir saldırı olarak tanımladı. Dolayısıyla ‘NATO’ya saldırıdır’ dedi. O halde NATO PKK’ye karşı savaşmalı, TC devletini korumalıydı.
1985’TEN BERİ SAVAŞI NATO YÜRÜTÜYOR
Böylece 1985 başından itibaren NATO bizzat devreye girdi. Küresel kapitalist sistem devreye girdi. O günden bu yana hep savaşı NATO yürütüyor, uluslararası sistem yürütüyor. Bu sistem 1987 yazında Olağanüstü Hal ilanıyla küresel düzeyde PKK’ye karşı bir imha ve tasfiye planı hazırladı ve uygulamaya koydu. Gerillayı ezmek, Önder Apo’yu imha etmek, Avrupa’da PKK’yi yargılayıp mahkum etmek, geri kalanlarını ‘PKK Devrimci Birlik’ adı altında sahte bir oluşum içinde birleştirerek sistemin içine çekmek hedefiyle bir küresel saldırı yürüttü.
Daha önce böyle bir saldırı vardı. 85’te biraz destek verdiler. PKK dünyaya savrulmuş Kürt halkına dayanarak Ortadoğu’da, Avrupa’da çalışmaları yürütüp, direnişi geliştiren gelişmeler yaratınca, bu durumda PKK’ye karşı mücadeleyi de uluslararası düzeyde bir saldırı planıyla yürütmek istediler. O önemliydi. Bunu bilmek lazım. 87-88 saldırısını bilemeyenler, 90’lı yıllardaki gelişmeleri, olayları ve uluslararası komployu anlayamazlar. Öncelikle küresel düzeyde planlı bir saldırı olarak 87-88’de gelişti. Bu planlı bir saldırıydı. Olağanüstü Hal sistemi özünde böyle bir saldırıyı ifade etti. İran-Irak savaşını da bu temelde durdurdular. İran-Irak ordularını örs, Türk ordusunu çekiç yaptılar. 87-88 kışında, baharında ve yazında gerillayı ezmek için en azgın saldırılar yürüttüler. Önder Apo’yu imha edebilmek için bir sürü ajan faaliyeti, saldırısı örgütlediler. Olmayınca Alman devleti Hafız Esad yönetimi üzerinde baskı kurarak Önder Apo’nun iadesini istediler. PKK’yi yargılayıp mahkûm etme davası olarak Avrupa’da Düsseldorf davasını düzenlediler.
12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi, 81-82’de bunu yapmak istemiş ama başaramamıştı. Zindan direnişi bunu tersine çevirmiş, yargılamak isteyeni yargılamış, Türk sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetini mahkum etmiş, yenilgiye uğratmıştı. Başarılı olamamışlardı. Amed’de TC sistemi içinde yapılıp da başarılamayan PKK mahkûmiyetini küresel düzeyde, Avrupa ortamında Almanya eliyle yürütüp mahkûm etmek, başarmak istediler. Küresel düzeyde PKK mahkûmiyetini sağlamak istediler. Böyle bir mahkûmiyet gerçekleştirilebilseydi artık PKK’lilik bu dünyada yok edilmesi gereken, herkesin karşı çıkması gereken bir olgu haline getirilecekti. Apocu çizgi orada mahkûm edilmek isteniyordu. Önder Apo da böyle bir yargılanma altına alınmaya çalışıldı. Nasıl ki TC, Önder Apo’yu elinden kaçırdı 12 Eylül askeri mahkemelerinde yargılayamadıysa, bu sefer küresel sistem, ABD sistemi gittiği yerden iadesini alıp tutuklayıp yargılayacaktı.
İLK KÜRESEL HAMLE BOŞA ÇIKARILDI
PKK büyüktü, geriye kalan, parçalanmış örgütün kadrolarını ve geniş halk sempatizanlarını Fatma ve Hüseyin Yıldırım’ın başını çektiği ‘PKK Devrimci Birlik’ adındaki ajan örgütün içine çekilerek sistem içine çekileceklerdi. Yani o da KDP ve benzeri örgütler gibi Kürt soykırımının uzantısı olan bir örgüt haline getirilecekti. Adı ‘PKK’ olacaktı ama Kürt’e soykırımı dayatan zihniyet ve siyasete karşı Kürt özgürlüğü ve demokrasisi için mücadele eden değil de, Kürt özgürlüğünü ve varlığını yok etmek üzere sistemle birlikte mücadele eden ama sahte bir biçimde Kürt’ü savunuyormuş gibi, Kürt adıyla, Kürt diliyle bunu yapan bir konuma getirilecekti. Bu bozuldu. Bu, gerilla ve Önder Apo’nun direnişiyle kırıldı. Düsseldorf’ta da yargılanan ve mahkûm edilen PKK olmadı, PKK’yi yargılamak isteyenlerin kendileri yargılandılar ve mahkûm oldular. Ceza veremediler, PKK’yi yasaklı örgüt ilan ediyoruz diye Bonn’daki federal mecliste siyasi karar çıkartıp ona göre ceza vermeye, PKK’yi mahkûm etmeye çalıştılar. O karar da AİHM’den döndü. Kendi oluşturdukları hukuk kurumu bile ‘bu kadar hukuksal ihlali kabul edemeyiz’ dedi. Böylece bu ilk küresel saldırı boşa çıkartıldı.
BOŞA ÇIKARTILINCA GÜNEY SAVAŞINI DAYATTILAR
İkinci hamle 1992 Güney Savaşı hamlesi oldu. Güney Kürdistan’daki mevcut yönetimin kurulmasına dayandı. Yani sadece 87-88 olmadı. Orada yenik düşenler, 90 başında Körfez Savaşı‘yla birlikte Güney Kürdistan’da boşluk oluşunca Kuzey Kürdistan’da Ulusal Diriliş Devrimi temelinde gerilla öncülüğünde büyük bir serhildan hareketi gelişince, PKK, Kuzey ve Güney’i birleştirerek bir kurtarılmış alan, Kürdistan yaratır korkusuyla hızla yeni bir plana yöneldiler. Güney Kürdistan yönetimi ya da sistemi böyle kuruldu. KDP’yi, YNK’yi bir araya getirip o sistemi kurdular. Çekiç Güç Operasyonu‘yla onu güvenceye aldılar. PKK’ye karşı ortak savaşmak üzere Türkiye’yi buna kattılar, ikna ettiler. Ondan sonra ABD-Türkiye-KDP-YNK birlikte yine Medya Savunma Alanları dediğimiz sahada Xakurkê’den Heftanîn’e kadar Botan ve Behdinan’ın omurgasını oluşturan o dağlık coğrafik alanda üstlenmiş böyle bir kurtarılmış alana karargahlık görevi görecek olan gerilla gücünü ezmeyi hedefleyen bir saldırıyı Ekim 92’de yürüttüler. Bu da ikinci planlamaydı.
Bunların hepsi uluslararası komplonun ön biçimleridir. Ön aşamalarıdır. Aslında bunlar da uluslararası düzeyde bir saldırıdır. Komplonun başlangıçlarıdır. Onun için belirtiyorum. Bu saldırı da gerillanın kurtarılmış alan yaratma imkânını ortadan kaldırdılar. Öyle bir sonuç aldılar fakat gerillayı tümden ezme ve böylece Kürt özgürlüğünü bilinç ve pratik olarak yok etme amacını başaramadılar. PKK geri çekildi. Kendisini toparladı. Ondan sonra 93’te ateşkes ilan etti. Ortaya yeni çözüm projeleri koydu. Sistemi Kürt varlığı ve özgürlüğü temelinde yeni biçimlerde zorlar hale geldi.
YENİ YOL YÖNTEM ARADILAR
Böyle olunca, şiddetle PKK’yi kuşatıp yok etme stratejisi yürütülemez hale geldi. Bunun üzerine Kürt soykırımını yürüten küresel kapitalist modernite güçleri, bu yeni durumu anlamaya, ona göre bir yeni saldırı planlayıp yürütmeye yöneldi.
Önce Önder Apo’nun ne yapmak istediğini anlamaya çalıştılar, 93’ten itibaren yoğun olarak Önderlik sahasına geldiler. Görüşmeler yaptılar. PKK’nin çeşitli kurumlarıyla görüşmeler yaptılar. ‘PKK nedir, ne yapmak istiyor, nasıl ateşkes ilan etti? Gerçekten Önder Apo ne düşünüyor? Onu en kolay yoldan nasıl etkisiz hale getirebiliriz?’ arayışı içinde oldular. ABD’nin ve Avrupa’nın istihbaratları bu yönde çok yoğun bir çaba harcadılar. Bunlar belgelidir. Bir yorum değil. Örneğin Fransız istihbaratı komplo sürecinde açıklama yaptı, ‘biz 93’ten bu yana bunun hazırlığını yapıyorduk’ dedi. Onun için ‘gidip kaç sefer Apo ile görüştük’ dediler. Bunlar kendilerinin yaptığı somut bilgilere dayanıyor.
Kürtleri, PKK’lileri tanımaya çalıştılar. Çünkü iki büyük planlamaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Önder Apo, halk direnişi bu başarısızlığı getirmişti. O halde bu gerçekleri biraz daha somut tanımaya yöneldiler. Nasıl bir yöntemle mücadele edersek başarılı oluruz? diye Önder Apo gerçeğini, ne yapılması gerektiği noktasında anlamaya yöneldiler. 87-88 saldırısı başarı getirmemişti, 92 güz saldırısı başarı getirmemişti, onun üzerine yeni yol-yöntem aradılar. Uluslararası komplo bu arayışın sonucunda ortaya çıktı. Önder Apo ve PKK’ye karşı üçüncü planlı küresel saldırıdır. İlk ortaya çıkan değil, üçüncüsüdür. Böyle bir arayış sonucunda oldu.
ULUSLARARASI KOMPLONUN ÖNCEKİLERDEN FARKI
Daha önce gerillaya saldırdılar, olmadı. Halka saldırdılar, sindirmeye çalıştılar, başaramadılar. Amed’de, Düsseldorf’ta tutuklamalar yaptılar, başaramadılar. Bölüp parçalama girişimleriyle başaramadılar, PKK karşısında başarılı olamadılar. Yeni yöntem aradılar. Yeni yöntem uluslararası komplo oldu. Şu sonuca vardılar: Gerillaya, PKK’ye, Kürt halkına saldırarak bu hareketi ezemeyiz, yok edemeyiz. O halde nereye saldırmalıyız? Önder Apo’ya saldırmalıyız, sonucuna ulaştılar. Bu sefer hedefi daralttılar, saldırıyı Önder Apo’da odakladılar. Uluslararası komplo saldırısının önceki saldırılardan farkı budur. Önceki saldırılar gerillayı, örgütü, halkı ve tüm bunlarla birlikte Önderliği de hedefliyordu. Uluslararası komplo sadece Önderliği hedefledi. Bütün saldırı oklarını Önder Apo’ya yönelttiler. Bu sonuca 87-88 planlı saldırıları, 92 saldırısı boşa çıkınca, onlardan çıkarttıkları derslerle, 93’ten itibaren yürüttükleri çalışmalarla ulaştılar. Yani büyük bir mücadeleydi. Arayış içinde oldular ve bu sonuca ulaştılar.
Bu noktada Şahin Dönmez ile Şemdin Sakık’ın bilgileri de yönlendirici oldu. Bence ona da yer vermekte yarar var. Belirleyici oldu denemez. Hainlerin sözünü, efendiler olduğu gibi almazlar. Fakat bir etken oldu. Şahin Dönmez yakalandıktan sonra MİT’e şunu söylemişti: ‘Apo var oldukça siz PKK’yi 40 sefer yok etseniz 41. sefer yine bir PKK örgütler karşınıza çıkartır’ demişti. ‘O halde saldıracaksanız, savaşacaksanız Apo’ya saldırın.' Şahin Dönmez’in çizgisi buydu. Yıldırım Merkit’in düşüncesi de tersiydi. O da ‘örgüte saldırmak lazım’ diyordu. O şundan kaygı duyuyordu: ‘Apo’ya saldırılır PKK yok olursa devlet bizi de yok eder. PKK’ye karşı mücadele etmek üzere devlet bize yaşama imkânı veriyor’ diyordu. Diyarbakır’da ‘Genç Kemalistler’ adı altında bu itirafçı-hain örgütlenme kurulduğunda ‘PKK’ye karşı mücadele nasıl yürütülmeli’ diye kendi aralarında MİT ile birlikte yoğun tartışmalar yürüttüler. Bu tür görüşler ileri sürüldü. Farklı görüşler oldu. Yoğun tartıştılar. Bunlar hep basına yansıdı. Belgeleri vardır. Bu noktada Şahin Dönmez’in görüşü baştan itibaren buydu ve hep bunu savundu. Şemdin Sakık ise 98 baharında KDP’ye kaçıp oradan TC’ye teslim olduktan sonra da aynı şeyi söyledi. Hedef olarak Önderliği gösterdi. Şahin Dönmez’in görüşünü onayladı. Onlar da birer etken oldu.
Fakat sistem esas olarak daha önceki süreçte 87-88’de, 92’de yürüttüğü mücadelelerin sonuçlarına, 93’ten itibaren yaptıkları arayışın sonuçlarına dayanarak bu sonuca vardı. Şunu gördüler: PKK’yi yok edeceksen önce Önder Apo’yu yok edeceksin, Kürt soykırımını başaracaksan da PKK’yi yok edeceksin. O halde Kürt soykırımını yürütmek istiyorsan PKK’yi yok etmek zorunlu. PKK’yi yok edeceksen de Önder Apo’yu yok edeceksin. Önder Apo’yu yok etmeden PKK’ye ne kadar saldırsan da yok olmuyor. PKK’yi yok etmeden Kürt halkına ne kadar saldırsan da soykırımı geliştiremiyorsun, tam tersine direniş gelişiyor, daha çok yayılıyor ve alevleniyor. Bunun üzerine Önder Apo’yu hedefleyen bir saldırı stratejisi oluşturdular. Önder Apo’yu tek hedef yaptılar. Buna göre bir planlama geliştirdiler, kararlar aldılar, nasıl uygulanacağına dair arayışta bulundular ve uygulamaya koydular.
ESAS ULASLARARASI KOMPLO, 9 EKİM KOMPLOSUYDU
Aslında 1 Eylül 1998’de ateşkese teşvik etmekle başladılar. Cezaevinden yine Avrupa’dan Önderliğe ateşkes teklifinde bulunmalar -ki bunu TC’nin askeri ve sivil kurumları yaptılar- bu amaçlaydı. Önce gerillayı ateşkese çektiler. Zaten gerilla yorgundu. Böylece mücadeleyi durdurdular ki, Önder Apo mücadele ile kendini savunamasın. Ateşkes bunu sağladı. Ardından 17 Eylül 1998’de Celal Talabani ve Mesud Barzani’yi Washington’a götürdüler anlaşma yaptırıp yeniden birleştirdiler, PKK’nin terör örgütü olduğunu ve Güney Kürdistan’ı terk etmesi gerektiğini kararlaştırdılar. Böylece güya Kürt liderlerden PKK’ye karşı, dolayısıyla Önder Apo’ya karşı mücadelede onay aldılar.
Ondan sonra da PKK’nin de 6. Kongre’ye yönelmesi, kadroların kongre sürecine girmesinden de yararlanarak Önder Apo’yu öyle bir sürece katılamadığı için yalnızlaştırdılar. 1993’ten itibaren Önderlikle yürütülen görüşmelerdeki hazırlıklarını da devreye koyarak Önderliğin hem Suriye’den çıkarılmasını, hem de Yunanistan ve Avrupa’ya yönelmesini sağladılar. Hafız Esad yönetimi üzerinde baskı uyguladılar. Bizzat ABD Başkanı Clinton bunu yürüttü. Bu, ABD’de yasaldır, belgelidir. Danışmanları bunu ilan etti. Şimdiki Dışişleri Bakanı o zaman Clinton’un danışmanıydı. Uluslararası komplo planını hazırlayanlardan birisidir. Götürüp Clinton’a imzalattırdılar. Nedir? ABD, Önder Apo’nun tutuklanması ya da imha edilmesi kararını aldı. Onun üzerine Önder Apo’ya dönük saldırıya geçti. Bu temelde Suriye’de tutma diye Hafız Esad yönetimini uyardılar. Türk devletini, Esad yönetimini tehdit et diye uyardılar. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i Suriye ve Türkiye yönetimlerini bu temelde uzlaştırsın diye devreye koydular. O da görevini yürüttü. Demirel, Suriye yönetimini tehdit etti. Hafız Esad yönetimi de Mübarek’in isteği temelinde Türkiye ile anlaştı. ABD tehdidi karşısında korktu ve Önderliğin Suriye’yi terk etmesini istedi. Anında bunu yürüten güçler Yunanistan’daki önceki hazırlıklarını devreye koydular. Hemen ‘biz sizi Yunanistan’a davet ediyoruz, istediğiniz gibi çalışacaksınız’ diye teklifte bulundular. Önderlik de onu görünce 9 Ekim’de özel bir uçakla Suriye’den çıkıp Yunanistan’a gitmek istedi. Gidince kendisini davet edenlerin hiçbirisini havaalanında bulamadı. Yunanistan’a sokulmadı. Geri dönmek isteseydi, Akdeniz üzerinde vurulup yok edilecekti. Esas uluslararası komplo 9 Ekim komplosuydu ve vurup imha etme komplosuydu.
Önderlik resmen Şam’ı terk etmiş, başka hiçbir yere de girememiş, dolayısıyla kimsenin haberi yok. Böyle bir kişi havada vurulup okyanusa, denize gark edilseydi kimsenin haberi bile olmayacaktı. Kürtler, PKK, Önder Apo’ya ne olduğunu, nereye gittiğini, kimin ne yaptığını hiçbir zaman bilemeyecekti. Böyle bir plan yaptılar. Önder Apo geri dönmeyip de Rusya’ya gidince aslında bu plan bozuldu. Uluslararası komplo 9 Ekim komplosuydu. O da bir günlük imha komplosuydu. O bozuldu. Komploya karşı mücadele o temelde açıldı. Rusya’ya gidince Rusya’dan çıkartmak için bu sefer Rusya üzerinde baskı yaptılar. Önder Apo Rusya’dan çıkıp İtalya-Roma’ya gitti.
15 ŞUBAT KOMPLOSU HALİNE GELMESİ
Komployu ABD yönetimi, ABD Dışişleri Bakanlığı yönetiyor ve koordine ediyordu. Onlar bu durumu görünce taktik değiştirdiler. Hata yapıyoruz, dediler. Böyle baskı yaparak gidecek yer kalmasın diye sıkıştırıyorlardı. Önderlik de yer bulunca planları bozuluyordu. O temelde başarılı olamayınca, gittiği yerden çıkartmak yerine, teklifte bulunup bu sefer geri çekerek bir pusuya düşürüp denetim altına almak istediler. Roma’dan Rusya’ya öyle götürdüler. Rusya’da önemli ölçüde denetim altına aldılar. Yunanistan’a götürdüler. Önceden her şey Yunanistan’da planlanmıştı. İmhayı Yunanistan’da gerçekleştirmek istediler. Başarılı olmadı Kenya’da gerçekleştirelim diye Kenya’ya aktardılar. Onu da başaramadılar. Önder Apo bütün bunların hepsini sağ duyusuyla boşa çıkardı, dikkatli hareketiyle boşa çıkardı. Kenya’da da bu imha girişimi başarılamayınca bu sefer baktılar ki süreç uzuyor, durum açığa çıkacak, olay siyasallaşacak ve komplo bozulacak, onun üzerine ‘imha edemiyoruz, idam eder yok edersiniz’ diye CİA, MİT ile anlaştı. 15 Şubat günü böyle bir teslim etme durumu Kenya’dan Önder Apo’yu kaçırıp İstanbul’a götürme durumu yaşandı. 15 Şubat komplosu böyle ortaya çıktı. Dört ay imha etmek için ABD öncülüğündeki sistem çaba harcadı, başarılı olmayınca Türkiye yasaları zaten idam edecekti, açıktan idam edilmesine razı oldular, çünkü tersi gelişebilirdi, bütün planları bozulabilirdi. Mesela siyasallaşabilirdi. Ona meydan vermemek için Türkiye’ye teslim edip idamla Önderliğin yok edilmesini istediler. Komplo, 15 Şubat komplosu haline öyle geldi. İmralı işkence ve tecrit sistemi, İmralı yargılaması böyle ortaya çıktı.
KAYNAK: ANF/BEHDİNAN
Devam edecek…
YORUM GÖNDER