ÖNDER APO’YA ZİLANCA KATILALIM ÖZGÜRLÜK SAVAŞIMIZI ZAFERLE TAÇLANDIRALIM! (6.BÖLÜM)
SORU-6) Bu saldırılara karşı Kürt Özgürlük Hareketi olarak hangi mücadele stratejisi ve taktiğiyle mücadele yürüttünüz? Bu mücadelenin açığa çıkardığı gelişmeler neler oldu? 25 yıllık mücadele sürecinde soykırım sistemi içerisinde Önder Apo’nun geliştirdiği mücadele çizgisi PKK’yi, halkı ve dünya toplumlarını ne düzeyde etkiledi? İdeolojik, siyasi ve askeri olarak nasıl bir gelişim seyri yarattı?
Uluslararası komplo temelinde kapitalist modernite sisteminin özgürlük hareketimize karşı yürüttüğü ideolojik, siyasi ve askeri saldırılara Önderlik ve Hareket olarak biz de bazı temel ilkesel, ideolojik, siyasi, stratejik ve taktik yaklaşımlarla yanıt verdik. Bu 24 yıl tarihin en anlamlı, en derinlikli, en yönlü, en büyük mücadelelerinden birine sahne oldu. Bu bilinen bir gerçek. Bunu çok fazla ifade etmeye gerek yok. Bu kadar çok yönlü bir mücadelenin 24 yıllık uygulaması içerisinde de kuşkusuz çok fazla ayrıntı var. Bu ayrıntıların hepsi de önemlidir. İncelemeyi, araştırmayı, bulmayı gerektiriyor. Kendisini eğitmek, Apocu çizgiyi doğru anlamak, Kürdistan Özgürlük Mücadelesinden gereken dersleri çıkartmak isteyenler bu ayrıntıları araştırmalı, incelemeli. Onların zengin derslerine ulaşmayı mutlaka bilmeliler. Ancak bu biçimde Apocu çizgiyi ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin derslerini öğrenebilirler. Kendilerini bu çizgi temelinde eğitebilirler.
Tabii biz burada bu denli ayrıntı üzerinde duramayız. Fakat genel çizgiler halinde birkaç başlığı dile getirmek istiyoruz. Bunlardan birincisi değişim ve dönüşüm kavramlarıdır. Bu kavramların içerdiği diyalektiktir. Uluslararası komplonun 24 yıllık saldırılarına karşı Önderlik ve hareket olarak en çok değişim ve dönüşüm diyalektiğini birey, örgüt, mücadele şahsında geliştirerek karşılık verdik. Önder Apo’yla avukatlar ilk görüştüğünde, daha İmralı mahkemesine sunduğu 25 sayfalık “Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi” başlıklı savunmayı hazırlamaya başladığında avukatlar üzerinden Önder Apo bize şunu iletti: Değişip dönüşeceğiz. Hem de tepeden tırnağa kadar. Her şeyimizi sorgulayacağız. Değişim ve dönüşüm temelinde yenileyeceğiz ve yeniden yapılandıracağız. “Ben süreci böyle ele alıyorum. Kendi geçmişimi bu temelde sorguluyorum. Kendimi bu temelde yenilemek üzere değişim ve dönüşüme uğratıyorum. Bütün arkadaşlar da sürece böyle yaklaşsınlar. Benim yaptığımı takip etsinler. Benim yaptığım gibi yapmaya çalışsınlar. Süreci çok yönlü ve derinlikli bir değişim ve dönüşüm süreci olarak değerlendirsinler” dedi. Bu çok önemli. Süreç açısından gerçekten başarı çizgisini ortaya çıkartıcı bir mesajdı.
Yönetimimiz bunu tartıştı. Bu yaklaşım bütün kadrolara taşırıldı. Hatta halka ulaştırıldı. Yoğun tartışmalara konu oldu. 7’nci Olağanüstü Kongre’den başlamak üzere tüm parti toplantılarında, konferanslarda, kongrelerde, yönetim toplantılarında değişim ve dönüşüm diyalektiği üzerinde tartışmalar oldu. Neleri değiştirmeliyiz, nasıl değişmeliyiz, dönüşüm nasıl olmalı, uluslararası komplo gerçeği neleri açığa çıkardı, ondan hangi dersleri çıkartmalıyız, dolayısıyla uluslararası komplo karşısında yenilen değil de, onu aşan ve yenilgiye uğratan bir zihniyeti, ideolojik-siyasi çizgiyi, strateji ve taktikleri, örgüt ve eylemi nasıl ortaya çıkartacağız sorularına cevap bulacak şekilde geçmişi sorgulayıp derslerini çıkartan, kendisini bu dersler temelinde yeniden ele alıp değişime, dönüşüme uğratan bir süreç içerisinde olundu.
Eğer komplodan sonraki ilk yılların arşivlerine bakılırsa, yazıları, değerlendirmeleri, tartışma, toplantı tutanakları gözden geçirilirse görülecektir ki o dönemde PKK’de en çok kullanılan kavram değişim ve dönüşüm kavramıydı. Tartışmalara en çok konu olan değişim ve dönüşümdü. Her şey değişim ve dönüşüm diyalektiği temelinde ele alındı. Doğru ve yeterli anlaşılamadı, istenilen gelişmeye ulaşılamadı. Hatta bazen değişim ve dönüşüm böyle ezbere söylenir, içeriği anlaşılmaz bir duruma da düştü.
Her şey güçlü, doğru mükemmel gelişti diyemeyiz. Pratikte dalgalılık vardır. Fakat değişim ve dönüşümü kimse yadsımadı. Hiç kimse reddetmedi, inkâr etmedi. Değişim ve dönüşüme karşı olmadı. Doğru ve yeterince anlayamadı, kendi şahsında mücadele ve örgüt tarzında yeterli değişim ve dönüşüm yaratamadı. Bu ayrı bir konudur. Ama değişim ve dönüşümü kavram olarak süreç açısından reddeden, benimsemeyen hiç kimse olmadı. En azından başlangıç açısından bu çok daha fazla başattı. Daha sonra 2002-2004 tasfiyeciliği bunu biraz da özünü, içini boşaltan, alaya alan bir noktaya getirmek istedi. Didiştirip çekiştirdi. Değişim ve dönüşümü bir yönüyle zayıflatmak istedi. Fakat Önderlik etkilemesi ve bir de sürecin zorlaması o denli güçlüydü ki tümüyle tasfiyecilik de kendini, değişim ve dönüşümü inkâr eder noktaya çekemedi. Ne yaptı? İçini, özünü boşaltmaya, tersyüz etmeye çalıştı. Değişim ve dönüşümü reddedemeyeceğini, inkâr edemeyeceğini, dolayısıyla değişim ve dönüşüme karşı çıkarsa kendisini parti içinde benimsetemeyeceğini görünce değişim ve dönüşümün yönünü saptırmaya çalıştı.
Önder Apo devrimci, özgürlükçü temelde, demokratikleşme temelinde, Kürt sorununu bu çerçevede çözme temelinde, daha çok Apoculaşma, militanlaşma, partileşme, gerillalaşma, demokratik uluslaşma yönünde değişim ve dönüşümü tanımlar, geliştirmek isterken tasfiyeciler değişim ve dönüşümü daha çok iktidarlaşma, devletleşme, KDP’lileşme, bürokratikleşme, düzen içileşme olarak tanımlamaya çalıştı. Böylece içeriğini bozmaya, anlamını değiştirmeye, amacından saptırmaya çalıştılar. Ama yine de değişim ve dönüşüm kavramlarına sahip çıkmak zorunda kaldılar. Ona sahip çıkarak bunu yapmaya çalıştılar. Önder Apo’nun öngördüğü doğru değişim ve dönüşümün kendilerinin söylediği gibi olduğunu iddia ettiler. Özellikle İmralı işkence ve tecrit sisteminden de yararlanmaya, dolayısıyla Önder Apo’nun dışarıyla ilişki ve irtibatının zayıf olmasından da yararlanarak, yine yeterince izah edilmemiş bazı Önderlik değerlendirmelerini tersyüz etmeye çalışarak değişim ve dönüşümün amacını saptırmak için gayret ettiler.
Tabii bu çok zayıf bir yönelimdi. Tersyüz ediyor, yalan söylüyorlardı. Aslında kadroların bunu kabul etmeyeceğini iyi biliyorlardı. Fakat yine de son bir çare olarak dört bir elle sarılıp bu yönlü çaba harcamaya çalıştılar.
Durum Önder Apo’ya yansıyınca ve Önder Apo AİHM yargılaması temelinde bulduğu kısa süreli imkânı bu temeldeki örgütsel değişime dair düşüncelerini “Bir Halkı Savunmak” adlı savunmasında genişçe izah etme ve bunu harekete ulaştırma imkânı bulunca maskeler düştü, kel göründü. Tasfiyecilerin bütün saptırma ve yalan yaklaşımları açığa çıktı. Dolayısıyla Önderlik düşünceleri artık saptırılamaz, yoruma tabi tutulamaz hale geldi. Bütün örgüt, herkes doğruları görür anlar bir noktaya ulaştı. Böylece de yalancının mumunun yatsıya kadar yanması gibi, tasfiyecilerin mumu da Bir Halkı Savunmak kitabının gelmesiyle söndü. Gelen savunmayla birlikte her şey aydınlandı. Bütün yalan lambaları söndü, ampuller patladı. Tasfiyecilik kendi yalanı içinde tasfiye oldu. Böylece değişim ve dönüşüm Apocu çizgide daha çok gelişme ve derinleşme yaşadı. “Bir Halkı Savunmak” adlı kitabın ortaya koyduğu demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigma temelinde, yine demokratik modernite çizgisinin ifade eden “Demokratik Toplum Manifestosu” adlı beş ciltlik savunmanın ortaya koyduğu çizgi temelinde bunlar gerçekleşti.
Genel doğrultuda Önderlik çizgisi temelinde bir yürüyüş, değişme ve dönüşme yaşandı. Ama yine de değişim ve dönüşüm konusunda iki yönden eksik ve zayıf kalındığını burada ifade etmemiz lazım. Birincisi Önder Apo’nun aydınlatılması temelinde tasfiyecilerin bütün maskelerinin düşmüş ve kaçarak tasfiye olmuş olmalarına rağmen, 2002-2004 döneminde örgüt içerisine yaymaya çalıştıkları değişim ve dönüşümün özünü saptırmaya dönük girişimleri anlayış ve kavram olarak bireyler ve örgüt içindeki etkinliğini bir düzeyde sürdürdü.
Başlangıçta daha çok etkiliydi. Özellikle Demokratik Toplum Manifestosunun harekete ulaşması sürecine kadar. Orada Önder Apo’nun geliştirdiği liberalizm eleştirisinin değerlendirmesinin kadrolara ulaşmasına kadar tasfiyeci kavramlar, anlayış bir düzeyde etkisini sürdürüyordu. Demokratik Toplum Manifestosuyla birlikte bu etki azaldı. Tasfiyeci anlayış ve literatürden uzaklaşma daha çok gelişti.
Tümden ortadan kalktı denilemez. Etkileri bir düzeyde hala da var. Çünkü tasfiyeciliğe karşı hareket olarak biz çok planlı, örgütlü, bütünlüklü bir mücadele yürütmedik. Önder Apo yürüttü. Savunmalar yazdı ama biz tasfiyeciliği değerlendiren, mahkum eden kitaplar, broşürler, raporlar hazırlayıp kadroları, partiyi bu temelde eğitip tasfiyeci etkilere karşı mücadeleye yeterince sevk edemedik. Eğitimlerde, yaşamda, pratik içinde bu oldu. Hiç olmadı değil. Ama parça parça oldu, bütünlüklü ve derinlikli olmadı. O nedenle tasfiyeci etkiler uzun süre devam etti. Kalıntı olarak yaşadı, bu temelde anlayış ve uygulama düzeyinde hareketi bozar bir etkiyi gösterdi.
İkincisi ise anlama, kavrama, özümseme, benimsemede eksiklikler oldu. Kapitalist modernite etkileri çok fazla var. İçinden çıkılan toplumun kişilik üzerindeki etkileri çoktur. Bir de geçmiş mücadelenin yarattığı etkiler, şekillenmeler var. Aynı zamanda iletişim tekniği nedeniyle de günün 24 saatinde tüm topluma yapıldığı gibi parti camiasına, kadrolara dönük de bir liberal bombardıman vardır. Bu çok yoğun ve yaygın bir biçimde basın üzerinden yapılıyor. O kapsamda yapılıyor ki dünyada hiçbir insan bunun dışına çıkamıyor. Zindanlara konan, her şeyden tecrit edilen, dağ başında çobanlık yapan bile bunun etkisini yaşıyor.
Bu aslında Önder Apo’nun yaşadığı ve geliştirdiği değişim ve dönüşümün özümsenmesine, benimsenmesine karşı bir mücadele oluyor. İnsanları bir düzeyde etkiliyor. Hele hele çok yoğun liberal ortamlarda olunursa örgütlü yaşam ve mücadeleden uzak konumda bulunulursa böylesi ortamlarda kadrolar kapitalist liberalizmin inceltilmiş saldırılarından çok daha fazla etkileniyor.
Tabii liberalizm açıktan saldırı değildir. Çok sinsi, gizli bir saldırıdır. Açıktan bir şeyi reddetmez. Sanki kabul ediyormuş gibi görünüp özünü saptırmayı ifade eden bir saldırıdır. Bu da uyanıklık istiyor, bilinç düzeyi gerektiriyor. Eleştirel bakış açısına ihtiyaç duyuyor. Bu konularda zayıflık yaşanırsa o zaman liberal etkileri görme, anlama, onlara karşı mücadele etmede zayıf kalınıyor. Dolayısıyla Önder Apo’nun yaşadığı değişim ve dönüşüm yeni dönemin partileşmesi, gerillalaşması, demokratik uluslaşması konusunda sorunlar yaşanıyor, hata ve eksiklikler pratikte ortaya çıkıyor. Bunlar tartışmalara ve eleştirilere konu oluyor. Birinci boyut olarak bunu ifade edebiliriz.
İkincisi paradigma değişimiydi. Değişim ve dönüşüm kavram olarak gelişti. Birçok yönde etkide bulundu, tüm pratiği içine aldı. Ama 2003’ten itibaren Önderlik düzeyinde paradigma değişimi olarak bu somutlaştı. PKK devlet odaklı ve iktidar endeksli bir parti olmaktan çıktı. Demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigmayı esas alan demokratik toplumcu bir parti haline geldi. Ulus devlet ideolojisinden koptu. Ulus devlete karşı demokratik ulusu geliştirdi. Demokratik ulusu dil-din-toprak-ekonomi ulusu olarak tanımlamadı. Bir zihniyet ve kültür birliği ulusu olarak tanımladı. Dolayısıyla her cinsten her milliyetten her inançtan insan topluluğunun kendisini özgür olarak örgütleyip demokratik özerklik temelinde, demokratik ulus birliği içerisinde kardeşçe yer alıp yaşayabileceğini öngördü. Bu oldukça önemli bir değişimdi.
Yine devletin yerine Demokratik Konfederalizmi koydu. Devletin her türlü baskı ve sömürüsünü kabul eden, toplum üzerinde belli bir kesimin egemenlik kurmasını ifade eden yapılanması yerine toplumun kendi kendini yönettiği, yönetenlerin seçimle geldiği, seçenlerin yönetenleri istediği zaman geri çağırabildiği, demokratik yönetimin bir toplumsal görev olarak yerine getirildiği bir sistem olarak tanımladı. Örgütlü topluma dayanan, demokratik komün ve özgür bireye dayanan bir siyasi sistem olarak tanımladı. Dolayısıyla yeni bir anlayış, yeni bir program, yeni bir strateji ve taktik, yeni bir devrim tanımlaması geliştirdi. Demokratik Konfederalizmi Demokratik Özerklik temelinde ele aldı. En üstte demokratik konfederalizm birliği var. Bunu da her düzeyde kendisini özgürce örgütlemiş olan birimlerin birliği olarak tanımladı. Dolayısıyla demokratik özerklik ve demokratik konfederalizmi, yine demokratik ulus gerçeğini Kürt ulusal sorununun çözümü için temel bir model olarak sundu. Yine tüm toplumsal sorunların benzer çizgiyle, projeyle çözüme kavuşturulabileceğini öngördü.
Devleti oluşturan düzenli ordunun yerine toplumun öz savunmasını tanımladı, geçirdi. Toplumun kendi bilinci, eğitimi ve örgütlülüğüyle kendi kendini savunması, dolayısıyla savunma araçlarının bazı kesimlerin elinde olduğu ve toplumun üzerinde bir baskı ve sömürü aracı olarak kullanıldığı bir sisteme son vererek savunma araçlarının toplumun genel savunmasında kullanıldığı, toplum içerisinde ayrıcalığa, baskı ve sömürüye alet edilmediği bir sistemi öngördü.
Tabii bunu kadın özgürlüğüne dayandırdı. Bütün toplumsal özgürlüklerin temeli ve esası olarak kadın özgürlüğünü değerlendirdi. Yine doğaya karşı ekolojik bilinci, ekolojik yaklaşımı esas aldı. Her türlü endüstriyalist yaklaşımın doğayı yok edici, bitirici, tahrip edici yaklaşımlarına karşı doğa ve toplum uyumunu, bütünlüğünü öngören bir sistem tanımladı. Kısaca PKK köklü bir değişim ve dönüşüm yaşadı. 2002-2004 sürecinde Önderlik gerçeği bu değişimi yaşadı. Bir Halkı Savunmak kitabıyla birlikte Demokratik Toplum Manifestosuyla da gelişerek bu değişim ve dönüşüm bütün partiye yayıldı. Ulus devlet ideolojisinden koptu. İktidar ve devlet paradigmasından koptu. Kadın özgürlükçü ekolojist demokratik toplum paradigmasını, demokratik toplumu, öz savunmayı ve demokratik siyaseti esas alan yeni bir parti haline geldi.
Dolayısıyla devrim anlayışı, stratejik ve taktik yaklaşımları buna göre değişim yaşadı. Devrimi bir devlet yıkmak, yeni bir devlet kurmak olarak tanımlayan o devletçi anlayışı reddetti. Ondan koptu. Tersine devleti küçülten, daraltan, demokratik ulus çizgisinde özgür birey ve demokratik komüne dayalı olarak demokratik toplumu ve özgür yaşamı örgütleyen, geliştiren, böylece devlete karşı demokratik toplumu var eden, koruyan, onu büyüterek devleti küçülten bir gelişmeyi, devrimci gelişme olarak değerlendirdi. Bunu devrim olarak gördü. Devlet artı demokrasi olarak bunu tanımladı ve bunun uzun bir süre yaşanacağını, devrimcilerin görevinin her şeyi devleti yıkmak için mücadeleye sevk etmek değil de demokratik toplumu eğitip örgütleyerek devleti daraltma, küçültme, demokratik toplumu ise sürekli büyütme temelinde bir mücadele anlayışını, tarzını esas alması gerektiğini belirledi. Bu da önemli bir değişim oldu.
Bu bütünüyle ideolojik-siyasi-askeri mücadele yaklaşımlarımızı değiştirdi. Komplo öncesi süreçteki anlayışlarımız, yaklaşımlarımız, dolayısıyla çalışma tarzlarımız, planlarımız değişti. Komploya karşı, komplo öncesinin yöntemleriyle mücadele etmedik. Paradigma değişiminin ortaya çıkardığı yeni yöntemlerle, tarzla, üslupla, tempoyla mücadele ettik. Bu temelde bütün mücadele tarzımızda, yöntemlerimizde değişiklik oldu. Örgütlenmemizde değişiklikler oldu. Bunlar komployu ortaya çıkartan etkenleri ortadan kaldırmayı, onları aşmayı, dolayısıyla komployu yenilgiye uğratmayı içerdi.
Diğer üçüncü bir halka olarak da mücadele stratejisini belirtebiliriz. Aslında PKK bugün Dördüncü Stratejik Dönemde bulunuyor. Birinci Stratejik Dönem 1970’lerin partileşme dönemiydi. Ajanlaşmış yapı, kişi ve kurumlara karşı devrimci şiddet temelinde mücadele stratejisiyle PKK kuruldu. İkinci Stratejik Dönem 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı uzun süreli halk savaşı stratejisiydi. 1990 başına kadar 15 Ağustos atılımı temelinde PKK böyle bir stratejiyle mücadele etti. Gerilla savaşını geliştirdi. Hem ’90 başında dünyada ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri değerlendirerek hem de Kürdistan’da ve Türkiye’de ortaya çıkan sonuçlara bakarak 1993 Mart’ında ateşkes ilan edip stratejik değişim gerçekleştirmek istedi. Halk savaşı stratejisinin yerine Demokratik Siyasi Mücadele Stratejisini geçirmek istedi. Fakat düşman ve sistem buna izin vermedi. Topyekûn faşist-soykırımcı saldırıyla PKK’yi imha ve tasfiye etmek istedi. Buna karşı ‘98’e kadar PKK büyük bir direniş yürüttü. Önder Apo, 1 Eylül ’98 ateşkesiyle, ’93 Mart’ında başlatılıp da yürütülemeyen süreci geliştirmek istedi. Ona da sömürgeci-soykırımcı sistem uluslararası komployu dayattı.
Uluslararası komploya karşı mücadele İmralı’da idama karşı mücadele olarak belli bir düzey ortaya çıkardı. Nitekim 2000 Ocağında bir sonuç ortaya çıktı. TC. sistemi İmralı’da verilen idam kararını uygulamayı durduğunu ilan etti. Buna karşı PKK de 7’nci Kongre’yle Halk Savaşı Stratejisi’ni durdurarak stratejik değişim yaptığını, uluslararası komploya karşı demokratik siyasi mücadele stratejisiyle hareket edeceğini ilan etti. Buna göre kendi çalışmalarını planladı. Kendini örgütledi.
Komploya karşı ilk elden demokratik siyaset temelinde mücadele etmek istedi. Paradigma değişimiyle birlikte bu süreç daha da güçlendi. Demokratik Konfederalizm olarak tanımladığı KCK sistemini, Önder Apo ve PKK demokratik siyasi mücadele stratejisi temelinde, siyasi çatışmaya girmeden demokratik siyasetle mücadele ederek hayata geçirmek, pratikleştirmek istedi. Bunun teorisini geliştirdi, buna göre planlar yaptı, kararlar aldı, örgütlenmeler geliştirdi. Bu temelde siyasi mücadeleye önem ve öncelik verdi. 1 Haziran 2004’te kısmi olarak silah kullanma gündeme gelse de yine de 2000 yılından 2010 yılına kadar olan süreç demokratik siyasi mücadele dönemiydi.
Eğer sömürgeci-soykırımcı sistemde de bir zihniyet ve siyaset değişikliği olsaydı mücadeleyi şiddet araçlarıyla, askeri boyutta değil de siyasi boyutta yürütmeyi, sorunları demokratik siyasetle çözmeyi esas alsalardı Önder Apo ve PKK demokratik siyasi mücadele stratejisini sürdürecek, KCK çözümünü demokratik siyasi mücadeleyle gerçekleştirmeye çalışacaktı.
Fakat AKP Yönetimi, ABD ile ittifak yaparak özellikle 2007-2008-2009 yıllarından itibaren bu süreci tersine çevirdi. Demokratik siyasi mücadelenin önüne engeller koydu. Demokratik siyaseti tasfiye etmeye çalıştı. Demokratik siyasi güçleri tutukladı. İşkence yaptı. Demokratik siyaseti işlemez kıldı. Demokratik siyaset araçlarını; partileri, dernekleri kapattı. Hâlbuki 29 Mart 2009 yerel seçim sonuçları aslında Kürt sorununun demokratik yerel yönetimler temelinde siyasi çözümü için mükemmel bir fırsat yaratmıştı. Buna karşı AKP 14 Nisan 2009 siyasi soykırım operasyonlarıyla karşılık verdi. Seçilmiş belediye başkanlarını, parti yöneticilerini tutukladı. Önder Apo üzerinde baskıyı geliştirdi. Bu süreci 17 Kasım darbesine ve 11 Aralık’ta Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasına kadar götürdü. Böylece siyasi mücadele yürütmenin ve sorunları demokratik siyaset temelinde çözmenin hiçbir imkânını ve fırsatını bırakmadı. Bunun üzerine Önder Apo 31 Mayıs 2010 tarihinde geri çekildiğini açıkladı. “Siyaset yapma, siyasi mücadele yürütme, sorunları demokratik siyaset temelinde çözme imkânları kalmamıştır. Dolayısıyla demokratik siyasi mücadele stratejisi sona ermiştir” dedi.
1 Haziran 2010’dan itibaren de PKK strateji değiştirdi. Üçüncü stratejik döneme son verdi, dördüncü stratejik dönemi başlattı. Bu Devrimci Halk Savaşı Dönemiydi. ‘80’lerde uygulanan halk savaşının yeni paradigma temelinde yenilenerek yeni bir stratejik çizgi biçiminde uygulanmasını ifade etti. Günümüze kadar da böyle bir strateji temelinde mücadele yürütülüyor.
Şimdi komploya karşı mücadelede böyle bir stratejik değişim yaşandı. 2000’de demokratik siyasi mücadele stratejisi esas alındı, üçüncü stratejik döneme geçildi. 2010’da üçüncü stratejik döneme son verilip dördüncü stratejik döneme geçildi, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi esas alındı ve bu temelde mücadele tarzı ve taktikler geliştirilmeye çalışıldı.
Uluslararası komploya karşı mücadelenin strateji ve taktiklerinde bir de böyle bir değişimi yaşadık. Önderlik düzeyinde bu değişimi yaşadık. Kısmen parti ve halk düzeyinde bu değişimi yaşadık. Hala da bu temelde mücadele ediyoruz. Bu stratejik değişim ve onun gerektirdiği taktik ve tarz yenilenmeleri ne kadar gerçekleşti, başarıldı? Gerçekten bu konuda ciddi eksiklikler, hatalar var. Aslında devrimci halk savaşı stratejisine girememe durumu yaşandı. Biraz kabullenmeme gibi bir durum oldu. Demokratik siyasi mücadele stratejisinin yarattığı alışkanlıklar aşılamadı. Bir anlayışa dönüştü ve stratejik değişim yeterince öngörülüp esas alınarak gerçekleştirilemedi. Zaten bugünün zorlukları, sorunları da biraz bundan kaynaklanıyor. Eksiklikler bundan yaşanıyor.
Bu eksiklikler olmasaydı AKP-MHP faşizmi ne kadar saldırgan olursa olsun bu kadar ayakta kalması, hükmünü sürdürmesi kesinlikle mümkün olmazdı. Şimdiye kadar çoktan yıkılır bir kenara atılırdı. Kürdistan’da, Türkiye’de faşizme ve soykırıma karşı mücadele etme potansiyeli bu kadar güçlüydü. Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin günümüze kadar var olması kendi gücünden çok aslında PKK’nin ve diğer devrimci örgütlerin doğru bir stratejik anlayış ve zengin taktik yaklaşımla mücadele edememesinden kaynaklanıyor. Ona dayanıyor.
Buradan baktığımızda Önder Apo’nun çizgisi sınırlı bir düzeyde pratikleşmiştir. Hala PKK’de, Kürt halkında, kadınlarında, gençlerinde, Kürdistan’da sınırlı düzeydedir. Önder Apo’nun yaşadığı değişim-dönüşüm, paradigma değişimi, stratejik değişiklik, stratejik ve taktik anlayışlar doğru ve yeterli anlaşılıp başarıyla pratiğe geçirilmiştir diyemeyiz. Bu sınırlı düzeyde oluyor. Hatası çok olan bir pratik uygulanma yaşanıyor. Geriden takip ediliyor. Merkez Karargâhın sık sık ifade ettiği gibi pratikte savunmacı, işleri geriden ele alan, zayıf yürüten bir anlayış var. Parçalılık çok, dolayısıyla henüz PKK’de ve Kürt halkında bunların somutlaşması yeni yeni gelişiyor. Başlangıç halindedir. Sınırlı bir düzey tutturmuştur. Bütün gelişmeler de aslında bu değişim ve dönüşüme dayalı olarak gerçekleşiyor. Bunu ifade etmemiz lazım. O halde şimdiye kadar değişim ve dönüşüm, paradigma değişimi, stratejik değişim zamanında doğru ve yeterli anlaşılsa, planlanıp pratiğe geçirilmiş olsaydı yaşanan gelişmeler rahatlıkla şimdiki değişimin on kat fazlası olabilirdi.
Bu durumun PKK ve Kürdistan dışına taşmasında da yeni bir yönelim var. Bölgesel ve küresel düzeyde Önderlik düşünceleri kısmen yayılıyor. Enternasyonal çalışmalar var. Özellikle Rojava Devrimi üzerinden kadınlar ve gençler Önderlik düşüncesiyle daha fazla tanıştılar. Kadın Özgürlük Devrimi’ni, yine demokratik ulus, demokratik konfederalizm projesini gördüler. Bunlar bölgede ve dünyada oldukça etkilidir. Hem Jîneoloji, Kadın Özgürlük Devrimi hem de Demokratik Konfederalizm, Demokratik Ulus projeleri bütün sorunlar için çözümleyici oluyor. Herkes kendi yaşadığı sorunları için çözümü burada görüyor. Dolayısıyla bunlar ulaştığı yeri etkiliyor. Hem de eyleme kaldırıyor. Fakat bu da henüz başlangıç halinde. Yeni yeni yayılıyor. DAİŞ’e karşı mücadele ve Rojava Devrimi biraz bunu yaydı.
Şimdi Doğu Kürdistan’da ve İran’daki gelişmeler bu yönlü etkileyici oluyor. Aslında hem Kürdistan’da hem dünyada özümsenmesi, benimsenmesi ve eyleme geçirilmesi yetersizdir. Fakat etkileme düzeyi çok güçlü. Son derece inandırıcı, eğitici, örgütleyici, umut yaratıcı, eyleme sevk edicidir. Cesaret ve fedakârlık kazandırıcıdır. Önder Apo’nun komploya karşı yürüttüğü mücadelenin çizgisi, tarzı, strateji ve taktikleri bu düzeyde etkileyici oluyor. Ulaştığı yeri derinden etkileyerek eyleme kaldırıyor. Bunun geliştirilmesini hem Kürdistan’da hem de dünyada büyük bir devrimci değişim-dönüşüme yol açacağı, devrimci altüst oluşları yaratacağı kesindir.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER