BİR TARAFI TC, ÜÇ TARAFI DAİŞ (3.BÖLÜM)
Kobanê Direnişi'nde gelişen sürece ilişkin en kilit noktalardan biri Önder Apo’nun seferberlik çağrısıydı. O süreçte Önder Apo’nun, Kobanê’nin mutlak surette savunulması gerektiğine dönük perspektifleri vardı. Zaten bizim elimizi güçlendiren ve doğru yolda olduğumuzu pekiştiren Önder Apo’nun bu seferberlik çağrısı ve çeşitli açılardan verdiği Kobanê’nin DAİŞ’e karşı savunmasına ilişkin perspektifleridir.
İki olasılık vardı: Ya herkes gibi Kobanê’nin düşmesi hazmedilecekti ya da bir şekilde müdahale edilerek Kobanê’nin düşmesinin engellenmesinin yolları bulunacaktı. Bu da ancak ağır bedeller göze almak ve sert bir direnişle mümkün olabilirdi. Kobanê düşmek üzereyken ve herkes hazin sonu beklerken, biz düşmesinin önüne geçme kararını aldık ve geçtik.
Kuzey-Doğu Suriye'de tarih, direniş ile tekerrür etmeye devam ederken DAİŞ’in yenilgisinin başlangıcı olan Kobanê'nin kurtarılmasının üzerinden 7 yıl geçti. Kürt halkının onurlu mücadelesinde tarihin sayfalarına bir bir yazılan zaferlerin perde arkasını dinlemeye devam ediyoruz. Türk Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan'ın 7 Ekim 2014 tarihteki, "Kobanê düştü, düşecek" mutluluk konuşması ve sonrasında yaşananlar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Kobanê için seberlik çağrısı üzerine Kürt halkının serhildanlarla cevap vermesi ve tüm bu süreci birinci ağızdan dinliyoruz. Kobanê'ye giden süreç nasıl oldu? Herkesin 'düştü' gözüyle baktığı Kobanê zaferi nasıl gerçekleşti? İşte PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Kürdistan Halk Savunma Merkezi (HPG) Karargah Komutanı Murat Karayılan ile söyleşi serimizin üçüncü bölümde, Kobanê ile ilgili merak edilen tüm detaylara yer veriyoruz...
Tekrar Kobanê’ye dönecek olursak; 15 Eylül 2014 öncesinde Kobanê’de ve Rojava’da durumlar nasıldı? 15 Eylül’de ilk saldırılar başladığında nasıl bir atmosfer vardı? DAİŞ saldırı için neden Kobanê’yi seçti?
Bu çok çeşitli açılardan değerlendirilebilir: Kobanê’nin eskiden beri bir yurtseverlik alanı olması, hatta Önder Apo’nun orada bizzat bulunup çalışma yürütmesi gibi nedenler de belki sayılabilir ama daha yakın ve gözle görülür esas nedeni, Kobanê’nin kuşatmada olmasıydı. Yani hiçbir yerden yardım alamayan en zayıf halkaydı. Çünkü Kobanê’yle Cizîrê arası, yine Kobanê ile Efrîn arası kopuktu. Arada DAİŞ güçleri vardı. Yani bir nevi DAİŞ’in ve TC’nin kuşatması içerisindeydi. Bir tarafı TC, 3 tarafı da DAİŞ’ti. Gidiş-geliş yoktu. Yani bir terör denizinin içerisinde bir ada gibiydi. Bildiğim kadarıyla bin civarında YPG’li Kobanê’yi savunuyordu ama ağır silahları yoktu. DAİŞ komutanları bütün bunları biliyorlardı ama YPG’nin diğer güçler gibi hemen kaçmadığını, direndiğini de biliyorlardı. Dolayısıyla, işte Irak’ta ele geçirdikleri ABD tankları ve gelişkin silahlarla 3 koldan Kobanê’ye karşı 15 Eylül 2014’te saldırıyı başlattılar.
Aynı saldırıyı mesela Cizîrê’ye karşı da yapabilirlerdi ama yapmadılar. Niye? Çünkü orada YPG güçleri daha yoğundu, sayıları ve kısmen silahları daha etkiliydi. Kobanê, belirttiğim gibi YPG’nin yumuşak karnı olarak tespit edildiği için Kobanê’yi hedeflediler.
Sonra ne oldu?
Bu arada şunu da söylemek gerekiyor: Biz Ağustos başında, hatta Temmuz ayı içerisinde Güney’e dönük güç hazırlarken ve yine saldırı başladığında alaylarla kapsamlı müdahaleler yaparken, YPG’nin istemi üzerine -ki YPG kendisi Cizîrê’den Kobanê’ye güç gönderemiyordu- biz Kuzey’den belli bir gücü Kobanê’ye takviye olarak gönderdik. Amed eyaletinden, hatta bir grup yeni savaşçı olmak üzere bazı savaşçı güçleri ve komutanları Kobanê’ye de takviye ettik. O süreçte bizim takviyemiz sadece Güney’e olmadı; aynı zamanda Rojava’ya ve özellikle Kobanê’ye dönük de takviyelerimiz oldu. Hatta DAİŞ’in Temmuz’da Kobanê’ye dönük bir saldırısı oldu. Sanırım 1-2 hafta sürdü. O zaman bizim güçler ulaştı; çatışmalar oldu, DAİŞ belli bir ilerleme yaptı ama durduruldular. Yani bizim YPG’yle böyle bir temasımız o zaman fiilen oldu.
Rojava’da etrafı sarılı bir biçimde kuşatmada olan bir tek Kobanê şehri değildi.
Efrîn’in de benzer bir durumu vardı. Oralarda da çatışmalar yaşanıyordu. İşte YPG’nin talebi üzerine Efrîn’e de Amanos üzerinden takviye yapıldı. Özellikle o zaman Amanos Komutanlığı olan Masîro arkadaş, yine Şehit Vedat, Şehit Şiyar Malatya gibi arkadaşlar etkili bir grupla birlikte Efrîn’e gelip, Efrîn’de yaşanan çatışmalara katılarak YPG güçlerine destek sunmuşlardı. Aynı dönemde Kobanê’ye DAİŞ’in yaptığı saldırı sürecinde, bu arkadaşlardan bir kısmı bir biçimde DAİŞ’in tuttuğu alanlardan gizli bir tarzda geçerek kendilerini Kobanê’ye ulaştırdılar. Bu açıdan Kobanê Komutanlığı bir ölçüde güçlenmiş oldu. Ancak bu gelen arkadaşlar direk komutanlığı üstlenmedi; eski komutası görev yürüttü; onlar da farklı destekleyici görevler üstlendiler.
Kısaca 15 Eylül’le birlikte DAİŞ’in gelişen kapsamlı saldırısı karşısında YPG’li güçler direndiler. Ama saldırı çok kapsamlıydı. İşte Serzorî gibi yerini bırakmayıp direnen ve o okulda kuşatılarak şehadete ulaşan direniş gibi önemli direnişler sergilendi ama her 3 koldan da DAİŞ güçleri ilerlediler. Çünkü saldırı hem zırhlı araçlar desteğinde ve hem de kapsamlı bir tarzda yürütülüyordu. Bir de bir taktik uyguluyorlardı: Güçlerini değiştirerek savaştırıyorlardı. Gece çatışan güçler gündüz istirahate çekiliyor ve yeni güçler devreye giriyordu. Bu biçimde 24 saat yürütülen daimi savaş durumu tabii ki karşıdaki gücü yıpratıyordu. Kobanêli güçlerin böyle bir durumu yoktu. Böylece DAİŞ araziden ilerleyerek Kobanê merkezine doğru giderek yakınlaşmaya başladı.
Bu yönelim karşısında siz nasıl hareket ettiniz?
YPG Komutanlığı’nın talebi üzerine biz Kobanê’ye bir takviye daha yaptık. Zaten o takviye olmasaydı, büyük ihtimal DAİŞ daha hızlı bir biçimde Kobanê merkezine doğru ilerleyebilirdi. Ama hem bizim yaptığımız takviye hem de YPG Komutanlığı’nın Cizîrê tarafından yaptığı takviyeler oldu. Çünkü bu arada yolun biraz gevşemiş olduğunu gördük. Örneğin Kobanê’ye doğru sivil bir biçimde giden gruplar herhangi bir ciddi engelle karşılaşmadan Kobanê sınırına ulaşabiliyorlardı. Bu yolun gevşemesinden yararlanarak YPG Komutanlığı da Kobanê’yi Cizîrê güçlerinden zaman zaman takviye edebildi. Fakat bu yapılan takviyeler DAİŞ’in o kapsamlı saldırısının durdurulmasına yetmedi.
Gelişen bu sürece ilişkin burada en kilit noktalardan birine değinmem gerekiyor: O da Önder Apo’nun seferberlik çağrısıydı. Esas süreci yönlendiren Önderliğin bu çağrısı oldu. O süreçte Önder Apo’nun, Kobanê’nin mutlak surette savunulması gerektiğine dönük perspektifleri vardı. Yine Kuzey Kürdistan’dan gençlerin gidip katılabileceğini söylemiş ve bu temelde seferberlik çağrısı yapmıştı. Zaten bizim elimizi güçlendiren ve doğru yolda olduğumuzu pekiştiren Önder Apo’nun bu seferberlik çağrısı ve çeşitli açılardan verdiği Kobanê’nin DAİŞ’e karşı savunmasına ilişkin perspektifleridir. Esas olarak Önderliğin o çağrısından sonra hem Kuzey kitlesinde güçlü bir hareketlenme oldu ve herkes Kobanê’nin karşısına gelerek sınırda nöbet tuttu hem de birçok genç direkt gidip YPG saflarına katıldı. Ayrıca, halk bir keresinde sınırı zorlayarak Kobanê’nin içine kadar geldi. Yani aslında o sürecin yönünü tayin eden güç Önderlik oldu. Yani Kobanê direnişi böylece en önemli bir noktaya gelmiş oldu. Zaten bizim de HPG olarak takviye etmemiz gerektiği, hatta son tahlilde daha fazla risk göze almamız gerektiği kanaatini oluşturan da bu durumdu.
ABD’nin ve diğer uluslararası güçlerin o zaman nasıl bir tutumu söz konusuydu?
Bu saldırı o zaman uluslararası güçlerin gündemine de girdi. Ama o zaman ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bir demecince, "bizim Kobanê için artık yapacak bir şeyimiz yoktur" dedi. Tabi bu sözleri, 'herhangi bir şey yapılamaz; Kobanê'ye artık DAİŞ hakim olacak, oradaki insanları katledecek' anlamına geliyordu.
Bir de Erdoğan’ın Antep’teki ‘düştü, düşecek’ sözleri...
Evet, Tayyip Erdoğan o sözleriyle Kobanê’nin kesin düşeceğini ima etmek istedi ama kursağında kaldı.
15 Eylül sonrası DAİŞ hızla Kobanê içlerine doğru ilerlerken ve herkeste Kobanê’nin düşeceği beklentisi varken sizler neler yaptınız? Kobanê’de nasıl bir hava vardı?
Biz o zaman durumu merak ettiğimiz için, YPG’nin Kobanê Komutanlığı’yla direk bağlantı kurduk. Cephelerin durumundan söz ederken, güney tarafından Kobanê’ye 5-6 kilometre yakınlıkta bulunan turistik bir yer var (oraya Metham Seyran deniliyordu); DAİŞ güçlerinin oraya ulaştığını, çatışmaların o bölgede sürdürüldüğünü belirtti ve oranın da düşebileceğini ima etti. O zaman ben de "peki, siz düşer diyorsunuz; orası düşerse düşman gelir ve Kobanê merkezine girer; komutanlık olarak o zaman ne yapacaksınız?" diye sordum. O arkadaş ise, "ben üstümdeki bombaların hepsini DAİŞ’e atar, son bombayı da kendime karşı kullanırım" dedi. Yani DAİŞ saldırılarını durdurmaya dönük inanç zayıflamıştı. Çünkü durdurulamaz bir biçimde ilerleme durumu vardı. Kısaca hem oradaki bir kısım arkadaş hem de uluslararası çevreler ve bir kesim Kobanê’nin artık düşeceğini varsayıyorlardı. Halk ise yürekleri derinden burkan, büyük bir acı ve üzüntü ile seyredilen bir biçimde kitlesel göç halindeydi. Buna karşı bir şeyler yapmak gerekiyordu ve biz bunu böyle seyredemezdik.
Tam o süreçte biz HPG Komuta Konseyi’nin Olağan toplantısını yapıyorduk. Toplantıda Kobanê’nin durumu da gündeme geldi ve tartışıldı. Çünkü takviye ettiğimiz güçlerimiz vardı ve bu vesileyle takviye ettiğimiz güçlerin bir kısmı şehit düşmüştü; aynı zamanda Kobanê’nin durumu da kritik bir hal almıştı.
O zaman nasıl bir karar aldınız?
İki olasılık vardı: Ya herkes gibi Kobanê’nin düşmesi hazmedilecekti ya da bir şekilde müdahale edilerek Kobanê’nin düşmesinin engellenmesinin yolları bulunacaktı. Bu da ancak ağır bedeller göze almak ve sert bir direnişle mümkün olabilirdi. Aslında her ikisi de çok zordu. Kobanê’nin DAİŞ’in eline geçmesini kabullenmek çok zordu; ayrıca bunun beraberinde getireceği sorunlar çok daha ağır olacaktı. Ama düşme aşamasına gelmiş Kobanê’de başarılı olabilecek bir direnişi sürdürmek de çok kayıplara yol açacaktı. Ayrıca DAİŞ’in savaş performansı karşısında durabilmek sıradan savaşçıların işi değildi. Bu ancak Kuzey Kürdistan’daki tecrübeli ve fedai güçlerin işi olabilirdi. Nihayetinde toplantıda, Önderliğimizin seferberlik çağrısı üzerinde duruldu; "Kobanê düşmemeli, PKK ve HPG olarak Kobanê’ye müdahale etmeliyiz; başlangıçta 400 savaşçı kadronun Kuzey eyaletlerinden Kobanê’ye aktarılması gerekir" biçiminde bir karar alındı.
1 Ekim günü bu karar alındı ve aynı gün Kuzey eyaletlerine hemen harekete geçmeleri talimatı verildi. Kararımızı KCK Eşbaşkanlığı’yla da paylaştık. Hareketimizin yönetimi de bu kararı yerinde gördü ve risk göze almayı uygun buldu. Zaten bu süreç boyunca Merkez Karargah olarak inisiyatifli davranma durumumuz vardı. Hem Önderliğimizin seferberlik çağrısı ve belirlediği doğrultu, hem de KCK Eşbaşkanlığı, PKK Genel Sekretaryası, Kadın Hareketi Koordinasyonu ve diğer kurum yönetimlerimizin kararlarımızın arkasında olduklarını bilmemiz bizleri daha güçlü bir şekilde sürece motive ediyordu. Bu biçimde DAİŞ’e karşı savaşta tek merkezden sürecin koordine edilmesi suretiyle Kerkük, Mexmûr, Şengal ve Kobanê gibi bütün cephelerde bürokratik sorunlara takılmayan, hızlı karar veren bir sistemin gelişmesine de yol açtı; bunun da birçok faydaları oldu. Böylece, Kobanê düşmek üzereyken ve herkes hazin sonu beklerken, biz düşmesinin önüne geçme kararını aldık.
YPG bu kararı nasıl karşıladı?
Tabii ki YPG Genel Komutanlığı da aynı biçimde Kobanê asla düşmemeli tutumundaydı. Bu destek kararımızı çok olumlu karşıladılar. Zaten onlar da Cizîrê’den aynı paralelde bir takviye planını hazırladılar. Sürekli takviye yapıyorlardı, fakat kayıplar fazla oluyordu ve DAİŞ saldırılarını durdurmaya yetmiyordu. Bu yüzden Kobanê’de savaşı yöneten komutanlardan bazıları biraz tereddüt taşıyordu. Şahsi olarak savaşmakta sorunları yoktu ancak sonuç alma ve başarma konusunda kaygısı olanlar vardı. Bir kısım güçlerinde de dökülmeler yaşanmıştı. Kapsamlı takviye ile birlikte Kobanê’deki komutanlıkta da kısmi değişim ve takviye yapıldı. Mesela Amed eyaletinden giden Çekdar Amed arkadaş (ki bu arkadaşımız daha sonra 2016 yılında geri döndüğü Amed eyaletinde şehit düştü) komutanlık üyesi olarak görevlendirildi. Yine kendi içinde bazı değişiklikler yapıldı. Kısaca Kobanê’ye böyle bir müdahale gerçekleşti ve bu temelde güç takviyesi Kuzey’den ve Cizîrê’den hızla alana aktı. Ciddi anlamda cephane sorunu da vardı. Biz Botan’daki tüm depolarımızı boşalttık. Hem oradan hem başka yerlerden cephane aktarımı da gerçekleşiyordu. Ama savaş o kadar şiddetliydi ki, sürekli cephaneye ihtiyaçları oluyordu.
Süreci tersine nasıl çevirdiniz?
Takviyenin akışında ciddi bir engel yoktu. Hatta bir keresinde (3 veya 4 Ekim olabilir) kritik bir yer olan Türkiye sınır kapısına 200-250 metre kadar yakın olan mevzilere karşı DAİŞ şiddetli bir saldırı hamlesi başlatmıştı. Orada şehadetler yaşanmıştı; zayıflama durumu vardı ve düşme tehlikesi doğdu. Bizler takviye olarak giden önemli bir gücün Mürşitpınar’a ulaştığını ve akşam geçeceğini öğrenmiştik. O zaman Kobanê’deki komutanlığa, "akşama kadar dayanın; akşama doğru takviye ulaşır" denildi. Ama komutanlık akşama kadar dayanmanın zor olabileceğini belirtti. Bunun üzerine Mürşitpınar’ın arkasındaki Etmanekê Köyü civarlarında bulunan arkadaşlarla ilişkiye geçtik ve "gündüz harekete geçmelisiniz; şimdi ulaşamazsanız şehir düşebilir" dedik. Çünkü o cephe düşerse DAİŞ gelip o kapıyı tutar, artık kimse içeri giremez, dolayısıyla şehri düşürmüş olurlardı. O zaman halk da Kuzey tarafında nöbet halindeydi. Arkadaşlar halkı da biraz devreye koyuyor ve halk sınıra yığılıyor. Halk oradaki askerlere taş, vb. atarak kargaşa çıkarıyorlar; bu arada tam 63 arkadaş sivil elbiselerle önce halkın içine karışıyorlar, sonra sınır telinden atlayıp gündüz sınırı geçerek Kobanê’ye ulaştılar. Hatta bu grubun geçişi kameralara da yansımış, televizyonlarda yer bulmuştu. Fakat kimse o geçenlerin tecrübeli, kendini halkının davasına adayan Apocu fedailer olduğunu bilmiyordu. Sınırdaki askerler ne halka ne de o geçen arkadaşlara herhangi bir müdahalede bulunmuyor. Böylece arkadaşlar Kobanê’ye gittiler. Kobanê’de işin iyi tarafı deposunda yedek silahların olmasıydı. Geçen her arkadaş hemen silahını alıp cepheye koşuyor ve böylece o cephedeki zayıflık giderilerek mevziiler sağlamlaştırılıyor.
Bu takviyelerin gidişi konusunda siz az önce yol durumunun gevşek olduğunu belirttiniz. O zaman arkadaşlarınız hangi eyaletlerden ve ne gibi yöntemlerle Kobanê’ye geliyorlardı?
Bizler o dönemde Botan’dan, Amed’den, Garzan’dan ve hatta Erzurum’dan güçleri Kobanê’ye yönlendirdik. Mesela kahraman komutan Cemşit arkadaş -ki kendisi de Kobanê’de büyümüş Kürdistan halkının bir öz evladıydı ve Kobanê’nin kurtarılmasında çok önemli bir rol oynadı- ta Erzurum’dan gelip yetişti. Bütün bu yolları arkadaşlar araçlarla geliyorlardı. Hatta bir yerde 9 kişilik bir grup polis kontrolüne takıldı ama sonra bırakıldılar.
Bütün bunlar DAİŞ’e karşı mücadeleyi destekleme amaçlı bir tutum muydu?
Hayır. Tabi ki öyle değildi. Türk devleti Kobanê’yi bizim için, yani PKK gerillaları için bir ölüm bölgesine dönüştürmek istedi. Adeta Kobanê’yi bir insan mezbahası haline getirmeyi planladı. Türk devleti yıllardır Botan, Amed, Garzan, Erzurum dağlarından sökemediği gerilla güçlerinin Kobanê’ye gidip hepsinin orada öldürüleceğini hesap etti. Bunun için bu geçişlere de göz yumdu. Çünkü Kobanê’de yaşanan süreci çok iyi izliyordu. MİT hemen hemen her şeyi biliyordu. Kobanê’de o tarihlerde günlük 50 zayiat vardı. Net söylüyorum; günlük 50 zayiat vardı. Bunun 13-14 kadarı şehit, diğerleri yaralıydı. Bunların hepsini Türk devleti biliyordu. Çünkü yaralıların hepsi Suruç’a tedaviye gönderiliyordu. Hatta şehitlerin de bir kısmı gönderiliyordu. Sonrasında şehitleri göndermeyi durdurmuşlardı. Yani kendileri de bu durumu görüyordu. MİT’in ve Türk devletinin yaptığı hesaba göre, tüm Kuzey eyaletlerinden giden güçler ve bunlara ek olarak bir de YPG’nin Cizîrê’den aktardığı güçlerin hepsi zaten Kobanê’ye ulaşınca DAİŞ tarafından tasfiye edilip öldürülecekti. Bu şekilde deyim yerindeyse 'kökümüzü kazıyarak' Kobanê’yi de bizim için bir mezar haline getirmek istediler. Onun için güçlerimizin geçişine göz yumuyorlardı.
Belirttiğiniz düzeyde zayiatların yaşandığı o ortamda, Türk devletinin amacını da görünce ne yaptınız?
Aslında bir noktadan sonra biz bu durumu anladık fakat artık zar atılmıştı ve sonuna kadar gitmek gerekiyordu. Biz başarıya kilitlenerek zafer ile bütün bu planları tersine çevirmeyi hedefledik. Bilindiği gibi Kobanê bize değil onlara mezar oldu. Bu nedenle o ilk yapılan 400 kadroluk takviyeden sonra da peş peşe takviyeler yapıldı ve Kobanê’de çok kapsamlı, göğüs göğse metre mesafesinde bir çatışma ve direniş süreci başladı.
O zaman bir Stalingrad benzetmeniz de olmuştu...
Evet. Kobanê düşmeyecek; bir Stalingrad’a dönüşecektir; Kobanê’de ev ev çatışma olacak ve Kobanê DAİŞ’in bitişinin başlangıcı olacaktır dedik. Aynen öyle de oldu. Belki DAİŞ bitmedi ama oluşturduğu imparatorluğun bitişinin başlangıç noktası Kobanê oldu. O zaman söylenen bu sözlerin kuru birer propaganda olmadığını yaşananlar kanıtladı.
Halkın o süreçteki tutumu ve yapılan eylemler üzerine kısaca neler dersiniz?
Halk anladığı için o meşhur 6-7-8 Ekim diye literatüre geçen ama aslında 1 hafta süren Kuzey halkımızın büyük direnişi oldu. Aynı dönemde Türk devleti tarafından çetelerin takviye edilmemesi için halkımızın nöbet eylemleri gelişti. Sınır boyunca insanlar el ele tutuşarak gece gündüz nöbet tuttular. Kuzey halkımızın tamamı Kobanê’nin önüne yığıldı. Mürşitpınar’ın hem sağında hem solunda adeta sınır nöbeti tutuldu. Kobanê Direnişi artık bir toplumsal-ulusal-demokratik direnişe dönüştü ve 1 hafta boyunca Kuzey Kürdistan adeta ayağa kalktı. Yani o büyük hareketlenme, yine Erdoğan’ın talimatıyla polisin halktan insanları vurması, toplam olarak 50’ye yakın şehadetin yaşanması, o ruh ve o duruş Kobanê’de direnenler üzerinde çok etki yarattı. Halkımız o sahiplenme direnişiyle Kobanê’nin düşmesini asla kabul etmeyeceğini ortaya koydu. Halkın bu tutumunun Kobanê direnişçileri üzerinde çok olumlu etkisi oldu. Aslında o zaman Cizre, vb. kimi yerlerden devlet bir nevi geri çekildi. Evet; Amed, Kızıltepe vb. yerlerde polisin saldırıları oldu, yaşanan şehadetler oldu fakat Cizre, Nusaybin gibi yerlerde başlangıçta devlet saldırıları olduysa da sonunda kendileri geri çekildiler. Yani kendi barınaklarına çekilmeleri suretiyle sokak bir tür halkın eline geçmiş oldu. O böyle bir süreçti. Bütün bunlar direnişe kesin anlamda büyük bir etkide bulunmuştur.
Şimdi o gelişen direniş süreci için yargılanan kimi HDP’liler var; hatta bir çoğu zindanda...
Alakası yoktur. Yaşanan sürecin toplumdaki yansımasıdır. Erdoğan’ın "buyrun; düştü düşecek" demesi ve aynı anda DAİŞ’in şehir merkezine saldırıyı başlatmasıyla tetiklenen bir kitlesel tutumdu. Yani halkı sokağa döken, Erdoğan’ın tamamen alaycı bir biçimde yaptığı o "düştü, düşecek" gibi sözleriydi. Bunlar toplumdaki insanları tahrik etti. Öyle oldu ki halkımız sokaklara döküldü ve bizler de aynı anda HPG olarak gerilla güçlerimizi Kobanê’ye yönlendiriyorduk. Bu Kuzey Kürdistan’ın topyekun bir biçimde DAİŞ vahşetinin tehdidi altında olan Rojava’ya üst düzeyde sahip çıkmasıdır.
O zaman DAİŞ sürekli ilerliyordu. Artık şehre girmişti. Şehir içinde de ilerliyordu. Demin belirttiğim gibi artık Mürşitpınar Sınır Kapısı’na 250 metre civarında bir mesafe kalmıştı. Orayı da tutsa şehir düşmüş olacak. Çok dar bir alan kalmıştı. Hatta o zamana kadar direnen güçlerin yanında duran 100’ü aşkın yurtsever insanımız vardı. Bir şekilde herhalde oradaki toplumsal alan yönetimi de artık başarıdan umudunu kestiği için onları da Kuzey’e gönderdi. Bunu Komutanlıktan habersiz yapıyorlar. Kısaca birçok kişide aslında tereddüt oluşmuştu ama biz taa Amed’den, Botan’dan oraya giden Gulanların, Arîn Mîrkanların, Hebûnların, Cudîlerin, Cemillerin sonuna kadar direneceğine ve geçit vermeyeceğine hep inandık.
DENİZ KENDAL/ ZAGROS
YORUM GÖNDER