DİRENİŞ BAYRAĞINI GÖĞÜSLEDİK (6.BÖLÜM)
YPG-YPJ kendisini kendi kimliğiyle bütün dünyaya kabul ettirmiş bir yapıdır. Bizim yaptığımız onlara zor koşullarda sadece destek sunmadır. Türk devletinin sürekli bir biçimde YPG’yi ve PYD’yi PKK gibi saymasının esas nedeni, Kürtlerin Suriye’de haklarına kavuşmasını istememesi ve bunu kendisi için bir tehlike olarak görmesidir. Esas amacı da tasfiyedir.
Batılı güçler, karada DAİŞ’e karşı savaşmayı göze almadılar. Mesela ABD’nin birliklerinin bulunduğu yerlerin etrafını YPG’liler savunuyordu. Yerde savaş olmadan sadece havadan bir gücü bitirmek söz konusu olamaz. Kısaca bizim DAİŞ’e karşı herkesten önce bayrağı yükseltmemiz ve başı çekmemiz emek ve kanla yürütülen bir direnişle mümkün oldu.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Kürdistan Halk Savunma (HPG) Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan ile bugün söyleşi serimizin altıncı bölümüne, yani son bölümüne yer veriyoruz. DAİŞ'in Kuzey- Doğu Suriye'ye yönelik saldırılarında Kürt gençlerinin fedaice savaştığını söyleyen HPG Komutanı Karayılan, "Önder Apo’nun Demokratik Ulus perspektifi bu Kürt, Arap, Asuri-Süryani, Türkmen ve Ermeni bütünlüğünü Kuzey-Doğu Suriye’de sağlamıştır. Onun temel harcı Önder Apo’nun ideolojik-felsefi paradigmasıdır. Demokratik Ulus perspektifidir. Hem Kürt halkını DAİŞ’e karşı harekete geçiren Önder Apo’dur, hem de Arap, Asuri-Süryani ve diğer halkları DAİŞ’e karşı harekete geçiren yine Önder Apo’dur" diyor. İşte HPG Komutanı Karayılan'ın sorularımıza verdiği yanıtlar...
Niye Kürtlere saldırdılar? Sadece Kobanê değil, Şengal’e, Hewlêr’e, Kerkük’e, Mexmûr’a niye saldırıldı?
Kürt halkı zaten ezilen bir halk. Yıllardan beri bölgedeki devletlerin zulmü altında inim inim inleyen bir halk. Niye Musul ve Reqa’yı aldıktan sonra yönlerini devlet merkezlerine değil de Kürtlere verdiler! Bu bir plandır. Bunda Türk devletinin rolü kesindir ve belirleyicidir. Belki de onların kendi adlarına yaptıkları en büyük hata buydu. Eğer onlar, PKK gibi onlardan daha direngen, onlardan daha fedai, kendi davasına bağlı, kendini rahatlıkla davası uğruna feda edecek bir gücün olduğunu bilselerdi, kolay kolay yenemeyeceğini düşünüp belki böyle yönelmezlerdi. Ama onlar Kürdistan’a geldiler ve sert kayaya çarptılar. Onun için de kaybettiler. O yüzden biz daha Kobanê Savaşı’nın başlangıcında, bu savaşın DAİŞ’in bitişinin başlangıcı olacağını söyledik. Nitekim Kobanê kırsal alanı da temizlendikten sonra biz güçlerimizi oradan artık çekmeyi tartıştık. Çünkü Kobanê’de çok kadro kaybımız olmuştu.
Bütün bu verdiğiniz bedellere rağmen bazı çevreler tarafından Rojava’yla hareketinizin ilişkileri sorgulanıyor ve tartışma konusu yapılıyor. Hatta araya mesafe konulmasını telkin eden Kürt çevreleri bile söz konusu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve DAİŞ’e karşı mücadele ettiğiniz yerlerdeki son konumlanma durumunuz nedir?
Tabi kimileri ileri geri konuşuyor; ‘işte PKK orada var mı, yok mu; çıksın… Rojavalı güçler PKK’yle diyalogu kessin’ gibi… Zırnık kadar fedakarlık yapmamış, bir sürü geveze insan ortalıkta konuşuyor ama herkesin DAİŞ’in önünden kaçtığı o günlerde kim DAİŞ saldırılarına karşı göğüs gerdi ve DAİŞ’i yenilgiye uğrattı; bu gözardı edilmeye çalışılıyor. Bu başarı Kobanê’de, Şengal’de, Mexmûr’da, Kerkük’te bedel ödenerek elde edildi. Biz salt Güney Kürdistan’da DAİŞ’e karşı mücadelede 500 civarında şehit verdik. Kimileri “bunlar artık çekilmez, PKK bir kazma vurduğu yerden bir daha çıkmaz” diyorlardı. Ortalığı velveleye veren böyle çevreler vardı. Fakat durumlar normalleşince, yani DAİŞ güçten düşünce, artık saldıramayacağı anlaşılınca, önce Duhok’un etrafındaki gücümüzü çektik. Daha sonra Laleş’teki gücümüzü de çektik.
Diğer bölgelerden de mi çektiniz?
Evet, yine ihtiyaç olmayınca Kerkük’teki gücümüzü azalttık ve daha sonra da Şengal’deki gücümüzü çektik. Şengal’de başlangıçta sadece danışman mahiyetinde bazı arkadaşlar kaldı. Tabii arkadaşların savaş sürecinde örgütlediği Êzîdî gençlerinin oluşturduğu direniş gücü vardır. Çünkü Şengal’de arkadaşlarla birlikte direnen gençlerin örgütlenerek kendilerini YBŞ oluşumuna ulaştırmaları durumu oldu. Şehit Berxwedan, Şehit Dijwar, Şehit Zerdeşt, Şehit Sait gibi insanlar daha baştan beri bizim arkadaşlarla birlikte direnişe geçen Êzîdî arkadaşlardı. Onlar birer PKK’li değillerdi! Ama kuşkusuz Önder Apo’nun felsefesi temelinde bu güç ve iradeleşmeyi kazandılar. Onlar sıfırdan, yani direniş içerisinde kendilerini örgütlediler. Bu en gerçekçi bir kuruluş ve kutlu bir şeydir aslında.
Peki YPG ve YPJ?
YPG’nin durumu ayrıydı. YPG önceden kurulmuş bir yapıydı; bir örgüttü. Evet, geçmişte içimizde kalmış, savaşmış, sonradan ayrılarak Rojava Devrimi’ne katılan bir kısım arkadaşın buna öncülük etmesi durumu vardı ama bizden ayrılıp gidenlerin sayısı çok fazla değildi, küçük bir gruptu. Esas olarak toplum içindeki gençlerden, bağımsız-tarafsız insanlardan bir örgütlenme yapısı ortaya çıktı. Toplumun kendi kendini savunma eğilimi ön plandaydı. Çünkü saldırı altındaydı; savunma ve örgütlenmeye ihtiyacı vardı. YPG’yi şekillendiren esas gerçeklik budur. HPG güçlerinin Kobanê’de kendilerine destek sunması, orada fedaice savaşması da onlara güç ve moral verdi; onları savaşta ve örgütlenmede daha da yetkinleştirdi. Bunlar birer gerçeklik. Ama ‘her iki örgüt de aynıdır’ gibi bir varsayıma gitmek bir saçmalıktır ve doğru da değildir. YPG-YPJ -ki sonradan QSD oluşumuna da ulaştı- kendisini kendi kimliğiyle bütün dünyaya kabul ettirmiş bir yapıdır. Bizim yaptığımız onlara zor koşullarda sadece destek sunmadır. Türk devletinin sürekli bir biçimde YPG’yi ve PYD’yi PKK gibi saymasının esas nedeni, Kürtlerin Suriye’de haklarına kavuşmasını istememesi ve bunu kendisi için bir tehlike olarak görmesidir. Bu yüzden YPG ve PYD’yi terör listesine koyarak Kürt halkının oradaki meşru mücadelesini tasfiye etmek istiyor. Esas amacı budur. Israrla YPG-PKK, vb. söylemleri kullanmasının esas amacı doğrudan bir Kürt düşmanlığıdır.
Üst üste elde edilen bu zaferler serisinin DAİŞ’e karşı mücadelede önemli bir rolü de oldu...
Bu savaş insanlığı DAİŞ gibi dehşet, katliamcı bir terörist yapıdan kurtardı. Eğer o ihtişamlı gücüyle Kobanê’yi almış olsaydı, DAİŞ kesinlikle Rojava’nın diğer kısımlarını da alırdı. Böylece sonradan Suriye’nin tümünü alıp, belki de Güney’e yönelerek daha fazla yer alma durumu yaşanabilirdi. DAİŞ’in hedeflediği Irak-Şam imparatorluğunun ayakları kesin güçlü bir biçimde yere basacak şekilde oturtulurdu ama Kobanê’de en seçkin 5 bin kadrosunu kaybetmesi DAİŞ’in belini kırdı. Bu çok önemli bir sonuçtur. Hem de kimsenin DAİŞ’in karşısında duramadığı bir süreçte bu yapıldı.
Daha sonra bundan herkes güç aldı. İşte Irak devleti toparlandı, pêşmerge toparlandı; herkes DAİŞ karşısında daha etkili bir mücadele sürecine girdi. Doğru, DAİŞ’e karşı Uluslararası Koalisyon’un havadan savaşması önemlidir, nitekim pratik sonuçları da olmuştur. Yine Irak’ta Heşdi Şabi’nin örgütlenmesi, Irak ordusunun toparlanarak Musul’u alması sıradan bir şey değildir. Hakeza pêşmerge gücünün DAİŞ’e karşı savaşma durumu vardır. Suriye devletinin, İran’ın, Rusya’nın DAİŞ’e karşı geliştirdiği bir savaş ve mücadele vardır. Bunların hepsi önemlidir ama eğer PKK’nin geliştirdiği Şengal müdahalesiyle DAİŞ’e karşı direniş ateşi yakılmasaydı ve sonra da bu direniş ve zafer ruhu Kobanê’de daha da zirveye çıkarılmasaydı, DAİŞ’e karşı bu kadar cesaretli bir direniş sergilemek çok zor olurdu.
Örneğin batılı güçler, güçlerini karada DAİŞ’e karşı savaştırmayı göze almadılar. Evet karada güçleri vardı ama o güçleri de savunan yerel güçler vardı. Mesela ABD’nin birliklerinin bulunduğu yerlerin etrafını YPG’liler savunuyordu. Savunma içinde tutarak güçlerini getirdiler. Esas savaşları hava savaşları biçimindeydi. Hava savaşlarıyla bir güç bitirilemez. Yerde savaş olmadan sadece havadan bir gücü bitirmek söz konusu olamaz. Bu gerçek en son Afganistan pratiğinde de açığa çıktı. Kısaca bizim DAİŞ’e karşı herkesten önce bayrağı yükseltmemiz ve başı çekmemiz emek ve kanla yürütülen bir direnişle mümkün oldu.
DAİŞ’i yenilgiye uğratan güçlerin bir üyesi ve yöneticisi olarak neler hissediyorsunuz? Başarınızın sırrı ve yerel dinamikler üzerindeki etkisi hakkında neler belirtebilirsiniz?
Bu sorunuzla ilgili olarak, elde edilen başarılarda en büyük etkisi olan Önder Apo’nun rolüne özel olarak değinmek gerekmektedir: Önder Apo’nun öngörüsü, çabaları, çağrıları ve perspektifleri DAİŞ’e karşı mücadelede temel güç kaynağı olmuştur. Bu açıdan, DAİŞ’i yenmede herkesten çok birinci planda rol oynayan esas olarak Önder Apo’dur. O zaman şimdiki gibi mutlak tecrit yoktu ve heyetler gidip geliyordu. Önderlik o heyetler yoluyla Şengal, Kerkük ve Güney için perspektifler verdi. Yine Kobanê için seferberlik ilan etti. Halkımızın yönünü tayin etti. Güçlerimizin fedaice savaşmasının zeminini yarattı. Bunları Önder Apo yaptı. Bu insanlığa büyük bir hizmettir. Önder Apo’nun bu çabalarıyla insanlığa yaptığı hizmetler açık ortadadır. DAİŞ’i yenilgiye götüren bu çabalardır. Bu sonucun açığa çıkmasında Önder Apo ve şehitlerin rolü vardır. Çünkü Önder Apo’nun sadece HPG güçleri için değil YPG güçleri ve tüm güçler için ilham kaynağı olma durumu vardır.
Bütün YPG’li genç kız ve erkeklerin ve Rojavalı Arap genç yoldaşların bu kadar fedaice savaşmasının temel iham kaynağı Önder Apo’dur. Her genç Arap yoldaş, ‘Önder Apo aynı zamanda hem bizim hem de Ortadoğu’nun lideridir; biz onun görüşleri ışığında seve seve her şeyi göze alırız’ diyerek QSD’ye katıldılar.
Önder Apo’nun Demokratik Ulus perspektifi bu Kürt, Arap, Asuri-Süryani, Türkmen ve Ermeni bütünlüğünü Kuzey-Doğu Suriye’de sağlamıştır. Onun temel harcı Önder Apo’nun ideolojik-felsefi paradigmasıdır. Demokratik Ulus perspektifidir. Hem Kürt halkını DAİŞ’e karşı harekete geçiren Önder Apo’dur, hem de Arap, Asuri-Süryani ve diğer halkları DAİŞ’e karşı harekete geçiren yine Önder Apo’dur. Yine DAİŞ’in vb. türlü türlü örgütlenmelerin dogmatik ve kadını baskı altına alan yaklaşımlarına karşı Önder Apo’nun Ortadoğu’da kadın özgürlüğünü eksen alan çizgisi, bütün Ortadoğu gericiliğine karşı verilmiş güçlü-aydınlatıcı bir devrimci demokratik cevap olmuştur. Bütün bu konularda Önder Apo’ya karşı hem bizim hem de tüm insanlığın borçlu olduğu açık ortadadır. Bizim bu konuda yaptığımız pratik işlerdir. Bizler bu hareketin neferleri olarak, aslında sadece verilen genel perspektiflerin doğru uygulanması için belli düzeyde çabalar gösterdik ama esas alt yapısını oluşturan Önder Apo, uygulayıcısı da kahraman şehitlerimizdir.
Biz PKK olarak bu direnişi yürütmüş olmaktan dolayı gurur duyuyoruz. Biz Önderliğimizin perspektiflerini bir ölçüde pratikleştirmiş olduğumuz için mutluyuz. Kuşkusuz bu direniş kahraman şehitlerimizin emeği temelinde gerçekleşmiştir ve biz esas olarak onlara borçluyuz. Çok büyük ve değerli yiğitlerimizi şehit verdik. Tekrar hepsini tek tek minnetle anıyorum. Onların sayesinde bugün böyle konuşabiliyoruz. Onların sayesinde DAİŞ gibi gerici bir imparatorluğun çöküş süreci başlatıldı. Bu bütün insanlığa büyük bir hizmettir. PKK kendisini bir insanlık partisi olarak tanımlayan, çağdaş bakış açısına sahip, demokratik özgürlükçü bir partidir. Dolayısıyla, bu konuda vermiş olduğu bedeli seve seve vermiştir ve bundan hiçbir biçimde pişmanlık duymamıştır.
DAİŞ veya benzer yapılar tekrardan hortlarsa, hareket olarak bu sefer ki tutumunuz ne olur?
Bugün de istenilse PKK, kadın özgürlüğü başta olmak üzere insanlığın özgürlüğü ve demokratik değerleri uğruna aynı bedelleri vermeye hazırdır. Nitekim mevcut durumda, DAİŞ zihniyetinin örtülü hali olan AKP-MHP faşist terörüne karşı da mücadelemiz devam etmektedir.
Bu kadar kritik kararı alıp, dünya gericiliğinin ve vahşetin geldiği en son nokta olan DAİŞ gibi bir gücü yenmede rol oynadınız ve onu gerileme sürecine koydunuz. Ancak buna rağmen 2018 Kasım ayında hareketinizin üç yöneticisi hakkında ABD yönetiminin almış olduğu vur emri ve yakalama kararı vardır. Başınıza ödül konulmuştur. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet. Bu sürecin pratikleşmesinde karar alan, DAİŞ’e karşı mücadelenin bu biçimde gelişmesinde dışarda rol oynayan, Önder Apo’nun perspektiflerinin önünü açan üç kurumumuzun koordinasyonlarını; ABD’nin ödül listesine alması kapitalist modernitenin iki yüzlülüğünü gösteren bir vesikadır. Bu konuda çok şey söylemek istemiyorum ama DAİŞ’i yenilgiye uğratmada rol oynayan insanların bu biçimde hedeflenmesi, başlarına milyonlarca dolar ödül konulmasının vicdani, ahlaki ve hukuki hiçbir yanı yoktur. Sadece kendi ekonomik siyasi çıkarları uğruna Türk devletinin gönlünü hoş etmek için bu tür kararlar alınmıştır. Bunda J. Jeffry gibi kişilerin ve o dönem yöneticilerinin rolünün olduğu belirtilse de esas olarak bir sistemdir. Biz mevcut sistemin zihniyetinin ne olduğunu görebilmeliyiz. Sözüm ona DAİŞ’e karşı savaşıyor ama DAİŞ’e karşı en yetkin savaşı veren kişileri de hedefleyebiliyor. Bunun insani değer yargılarıyla, ahlakla, dürüstlük ve hukuki değer yargılarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Bu çıkarları uğruna her türlü insani değer yargılarını ayaklar altına alma tutumudur. Bu konuda bunları belirtebiliriz.
Bununla birlikte ayrıca CIA’nin de öteden beri genetik bir biçimde bir Kürt karşıtlığının olduğu da biliniyor. Özellikle PKK karşıtlığı ve PKK’ye alerjilerinin olduğu da bilinmektedir. Şimdi onlar da Rojava’da bulunuyor ve kendileri de birçok şeyi gözlemliyorlar ama ne kadar gerçeklikle yüzleşirler; o tartışmalı bir konudur.
Kobanê zaferine yaklaştığımız bugünlerde DAİŞ’in Hasekê bölgesinde yeni bir saldırı durumu söz konusu oldu. Henüz bilgiler çok taze. Ancak bu konudaki görüşlerinizi de alalım...
Henüz tüm detaylarıyla konuya biz de hakim değiliz. Ancak Hasekê’deki cezaevinde tutuklu bulunan 5 bin DAİŞ’liyi kurtarıp, yine Hasekê’nin de en az bir kısmını işgal etme ve yeniden eski gücünü kazanma hamlesi olduğu anlaşılıyor. Bölgedeki hegemon devletlerin böylesi kapsamlı bir girişimden haberdar olmamaları çok zordur. Çünkü bu saldırı, Serêkaniyê‘deki karargahlarda tertiplenen bir girişimdir. Yani Trump’ın Türkiye’ye izin vermesi ve Türkiye’nin gelip Girê Spî ve Serêkaniyê’yi işgal etmesi, aslında DAİŞ’in karargahı için alt yapı oluşturdu. O Serêkaniyê’dekilerin DAİŞ’ten ne farkı vardır! Kuşkusuz DAİŞ’in bugün Hasekê’de böyle bir hamleye girişmiş olmasının altında Türk devletinin Serêkaniyê’yi işgali vardır.
Peki Rusya ve ABD bunu bilmelerine rağmen niye ses çıkarmıyorlar? Bunun Türkiye’yle bağlantısı nedir?
Rusya çıkarcı yaklaşıyor; bütün bunları biliyor ama ses çıkarmıyor. ABD de açıkça iki yüzlülük yapıyor. Şimdi çıkarlarına uygun görmediği için göz yumuyor. Bu kadar dünyayı avucunun içi gibi denetim altına alan, güçlü istihbarat ve teknolojik imkanlara sahip olan bu süper hegemon güçler Türkiye’nin DAİŞ’le birlikte Efrîn’de, İdlib’de, Serêkaniyê ve Girê Spî’de yaptıklarını görüyor ve biliyorlar. DAİŞ’in lideri Bagdadi nerede bulundu ve vuruldu? Türkiye’nin denetimi altındaki topraklarda imha edilmedi mi? Şimdi göz boyamak için DAİŞ’in pasif elamanlarına karşı Türkiye’de operasyon yapıyor ve bunları abartarak veriyor. Ama bunların çoğu doğru değildir. Bir de yakalayıp mahkemeye sevk ettiklerini söylüyorlar ama mahkeme onlara ne ceza veriyor! Ya salıveriyor ya da yurtdışı ediyor; eğer üzeri kapatılamayacak bir suç durumu varsa da hafif cezalar veriyor. Bunların hepsi göz boyamak içindir.
Esasında AKP-MHP faşist rejimi bu DAİŞ, El Kaide, İhvan-ı Müslümin ve El Nusra gibi güçlere dayanarak Ortadoğu’da hakimiyet peşindedir. Kürtleri bu temelde güçten düşürüp tasfiye ederek, Kürtlere dönük terör ve soykırım politikalarını uygulayarak, bu temelde Ortadoğu’da ultra güç, bölgesel emperyal bir güç olmak istemektedir. Bunda da Katar, DAİŞ gibi varyantları kullanarak güç olmayı hedefliyorlar. Yeni Osmanlıcılık denilen şey budur. Bunu bu uluslararası güçlerin bilmemesi imkan dahilinde midir? Elbette ki biliyorlar ama çıkarları için ses çıkarmıyorlar. Yine Türkiye’nin Rojava ve Şengal’e dönük açıkça terör uygulamalarına göz yumuyorlar. Efrîn’deki insanlık dışı vahşi uygulamalarına ses çıkarmıyorlar. Bu da bu güçlerin hakikatini ortaya çıkaran bir gerçekliktir. Biz bunu iyi biliyoruz ama kamuoyu ve halkımız da bilmeli. Mevcut durumda AKP-MHP rejimi başta Kürt halkına olmak üzere bölgedeki halklara karşı hem bizzat kendisi devlet terörünü çeşitli biçimlerde uyguluyor hem de adını verdiğimiz bu cihadist örgütler yoluyla terör uygulamaktadır. Bu gerçeği bölgedeki ilgili güçler bilmektedir.
DAİŞ’in tamamen tasfiyesi nasıl gerçekleşebilir?
Şu bir gerçek: Türk devletinin hem Suriye topraklarında, hem de kendi topraklarındaki kimi yerlerde cihatçı örgütlere açtığı karargahlaşma imkanı ortadan kaldırılmadan, DAİŞ’in tümden tasfiye edilmesi imkansızdır. Çünkü şu anda Türkiye’nin işgal ettiği yerlerde diğer cihatçı örgütlerle iç içe geçmiş olan DAİŞ kendisini örgütlüyor, oralarda kadro devşiriyor ve bu temelde canlanma olanakları buluyor. DAİŞ’in tasfiyesi için öncelikle Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi ve Türkiye ile Katar’ın bu örgütlere destek sunmaması gerekiyor. Bunlar desteklediği sürece radikal İslam adıyla hareket eden terörist gruplar hep var olacak, DAİŞ bir örgüt olarak ortadan kaldırılsa bile DAİŞ’in zihniyeti hep yaşayacaktır.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Sonuç olarak; Kobanê ve Rojava halkımız başta olmak üzere tüm Kürdistan halkı gelişen savaş sürecinde çok önemli bir rol oynamıştır. Yine bu topraklarda yaşayan Arap, Asuri-Süryani, Ermeni, Çeçen, Çerkez, Türkmen halkları, gericiliğe karşı birleşerek Önder Apo’nun Demokratik Ulus Paradigması’nın doğruluğunun en seçkin örneğini göstermişlerdir. Özellikle bölgede etkin rolü olan hemen hemen tüm aşiretler, başta DAİŞ’e karşı mücadelede olmak üzere, gelişen tüm çatışmalı süreçlerde verdikleri sözlerin gereğini yerine getirmiş ve elde edilen tüm başarılarda önemli katkılar sunmuşlardır. Bunların hepsi, bizleri halklarımızın özgürlüğü ve refahı için daha fazla çaba içerisinde olmaya, daha yoğun mücadele etmeye teşvik ediyor.
Şunu iyi bilmeliyiz ki, bizler Ortadoğu halkları olarak ancak kendi öz gücümüze dayanarak, dış güçlere bel bağlamadan, onlardan fazla beklenti içerisinde olmadan, kendi içimizi sağlamlaştırarak, halkların birlikteliği ve kardeşliğine dayanarak bu topraklarda özgür ve demokratik bir yaşamı inşa edebiliriz. Tek yol budur ve başka yol yoktur. Birilerinin gelip elindeki sihirli değnekle sorunlarımızı çözeceğini sanmak, gaflet olur. O zaman halkların kardeşliği, birliği, ortaklığı, demokratik özgürlükçü çizgi ve bütün bunların bileşkesi olan Önder Apo’nun Demokratik Ulus Paradigması çerçevesinde safların sıklaştırmasıyla bu tür sorunlardan kurtulup, demokratik, özgür ve refah düzeyi yüksek bir düzeni bölgede inşa edebiliriz. Başta yurtsever halkımız olmak üzere tüm ilgili güçler, halkımızın öncüleri ve devrimci dinamiklerin bu çerçevede sorumluluklarına sahip çıkması halinde kesin başarıyı kazanacağımıza inanıyor, tüm halkımızı ve dostlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Bu önemli röportaj için bize vakit ayırdığınızdan dolayı size çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim.
DENİZ KENDAL/ZAGROS
YORUM GÖNDER