BİR HAFIZADIR ŞENGAL, KADIN ŞAHSINDA KENDİNİ GÜNÜMÜZE ULAŞTIRAN
Şengali Şengal yapan Ezidi kadının tarih boyunca süre gelen yaşam mücadelesidir. Kadın kuşkusuz dayıma Kürt ve Kürdistan halkları için direne direne kendini günümüze taşıran bir hafızanın öncülüğünü temsil ediyordu…
Ezidi kökeninin doğal topluma kadar gittiği, kadın şahsında doğal toplum özelliklerinin özünü tüm gördüğü baskı ve zulümlere rağmen günümüze dek diri tuttuğuna tanıklık ediyoruz. Bu da bize kadın şahsında parçalansa da halen direnen doğal toplum kültürünü diri tutan bir halk gerçekliğine işaret ediyordu. Kadın çağı dediğimiz Neolitik toplum kalıntılarına bugünde Şengal ovası ve dağında karşılaşmaktayız. Kültepe adında bir köy M.Ö 6 bin, 5 bin yılları arasında yaşadığı tahmin ediliyor. Yine Alpaçya adında bir köy M.Ö 7 bin beş yüz ve 5 bin beş yüz yılları arasında tahmin edilen yerleşim yeri neolitik kültürün kalıntılarını günümüze taşımıştır. Aynı şekilde mitolojik anlatımları da neolitik döneme rastlamaktadır.
Hellele ağacı var bu ağaca bilge ağacı denilir. Ezidi rivayetine göre Ezidi mitolojisi bu ağaçtan başladığı söylenir… Birçok mitolojik anlatımlarında kadının ana tanrıça konumu, kadına zamanında verilen saygınlığı, kutsal görme yanı belirgin. Kutladıkları bayramlarla doğayı canlı görme ve ne kadar bir bütün oldukları bilinmektedir. Geçmiş tarih boyunca hem kültürel hem qeuli ve hem de öz savunma bazında sürekli bir direniş içinde olan Şengal bölgesi bugün bu baskı ve kıyımlardan ağır yaralarda alsa dimdik ayaktadır. Ezidiler için Laleş, dini bir mabet yeridir. Yılın belirli günlerinde ziyaret edilir. Fakat Şengal bir bütün anlamda tarih boyunca hem kültürel renklilik, hem de Qeuli yanını korumak için Ezidi direnişinin mekanı konumundadır. Onun için Şengal nasıl Ezidiler için bir kimlik ise genel Kürdistan içinde bu kimlik kadın şahsında bir hafızanın direniş özünü temsil ediyordu.
Yezidilik din olarak kendini günümüze kadar nasıl örgütlemiş ya da nasıl bir kavim olarak tanınıp bilinmiştir, sorularına cevap da kutsal kitap Avesta’nın Zerdüştlük dini ve inancıyla eş değer tutulması yanlış olmamalıdır. Kimdi bu değerlere öncü olan ya da direnişlere tarih sahnelerinden örnekler olanlar kimlerdi?. Zerdüşt peygamberin diyalektiği (iyi- kötü, doğru-yanlış) olarak bilinirken Yezidiliğin iki temel kutsal kitapları olan, Kitabul Cilwa (Vahiy Kitabı) ve Mishafa Reş’tir (Kara kitab). Her iki kitabın dili de Kürtçe’dir. Yezidiler, dualarını ve ibadetlerini Kürtçe yaparlar. Yezidilik, mîr, şêx, feqîr, kawude, pîr, koçek ve mûrid gibi teokratik ilkeler üstüne kurulu toplumsal bir yapıya sahiptir. Yezidiler, eylül ayının son haftasında Şêx Hadî’nin türbesini ziyaret ederek hacı olurlar. Günde iki defa, güneşin doğuşunda ve batışında güneşe yönelerek ibadet yaparlar. Yezidilikte, hacda yapılan secde dışında toplu bir tapınma yoktur. Şeyx Hadi kimdi sorusuna cevap verilirken Ezidilik inanç ve kültürlerinin başatı olduğunu söylemek gerekmektedir. Yezidiliğin kurucusu Şêx Hadî, Hakkâri’nin Beytülkar köyünde 1015 yılında dünyaya geldi. Şêx Hadi Bin Misafir (Şeyh Hadi) Güney Kürdistan’ın Laleş şehrinde 1162′de vefat etti. Halk arasında El Hekkârî adıyla bilinen Hadi Bin Misafîr, Zerdüştlüğü gözden geçirerek Ezidlik adı altında yeniden halk arasında böyle bir düzenlemeye gittiği bilmektedir. Ezidilik inancında olanları da Arapça’da Rab manasına gelen Yezdan sözcüğünden türettiği Ezdenî sözcüğüyle tanımladı. Bu sözcük zamanla tahrif olarak Ezidî, Ezdî ve Ezdî’ye dönüşerek Şêx Hadî’nin yolundan giden Kürt topluluklarına ad olarak verildi. Zerdüşt geleneğinin ardılları olan Mazdek ve Hürrem’in Sasanilere karşı direnişi deyim yerinde ise Avesta’nın kız ve oğullarının bu geleneği sürdürdüğüne şahitlik etmektedir.
Fermanlar nasıl ve ne zaman gelişti?
1254 tarihinde Musul da oturan Paşa Badr al-Din Lulu ve Şengal arasında bir savaş çıkıyor. Êzidilerin direnişini kırıyorlar, Şeyh Hasani’yi esir alıyorlar ve Musul da asıyorlar. Devam eden savaşta Şeyh Hasan‘ın oğlu Şerefeddini de öldürüyorlar. Bu savaşta on binlerce Êzidi de katlediliyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de bu katliamlar aralıksız devam etmiştir. 1832 ve 1840 tarihlerinde Rewanduz’lu Muhammed Paşa ve Bedrixan Beg Êzidilere karşı acımasız katliamlar yapıyor. Ancak her ne hikmetse bu sefer Osmanlılar Müslüman Kürdlere karşı 1849’da iki kere Êzidileri koruma altına alıyor. 1876’dan sonra Osmanlılar nezdinde Êzidilerin durumu tekrar kötüleşiyor, baskılar fazlalaşıyor, zoraki askerlik yürürlüğe giriyor ve zorla Êzidileri Müslüm anlaştırmaya çalışıyorlar. Êzidiler bu zulme karşı direniyor ve yine vahşi katliamlardan geçiriliyor. 1893, 1894 yıllarında Ermeni ve Hristiyan katliamlarında binlerce Êzidi de katlediliyor. Bu aşamadan sonra asimilasyon politikaları devreye konuluyor. 1940, 1950’e kadar çok sayıda Êzidi müslümanlaştırılıyor. Müslümanlığı kabul etmeyenler, mallarını mülklerini, topraklarını geride bırakarak kaçmak zorunda kalıyor. 1960 – 1980 arasında Şark Islahat Planı çerçevesinde devreye konulan baskı, zulüm ve asimilasyona karşı direnemeyen Êzidiler Türkiye‘yi terk ederek değişik ülkelere sığınıyor. Buradan da Rusya’ya giden Êzidiler Stalin tarafından tekrardan zulümle karşılaşıp sürgüne, Ermenistan’ın sınır köylerine yerleştirildiği bilinmektedir. 1965’lerde Irak rejimi, 400 Ezidi Köyü imha ediyor, Êzidileri toplu olarak başka köylere yerleştiriyor, buna karşı çıkanı da öldürüyorlar. Zorunlu olarak Müslüm anlaştırılan Êzidi halkı Baas rejimin etkisi altında kalıp Araplaştırılmak isteniyor. Kendi kimliği ve gerçekliğinden uzaklaştırılıyor. Ambargolarla onları maddi yönden zor koşullarla terbiye etmeye ve boyun eğdirmeye zorluyorlar. Baas Rejiminin halkı asimile etmesi dağlardan kopmalarına sığındıkları ve kutsal gördükleri tüm değerleri ikna yoluyla köreltmek istemektedir. Halen de Saddam Hüseyin etkisinde olan birçok aile ve aşiretin olduğuna tanıklık ediliyor. Saddam dan sonrada bu devlet politikası bitmemiş aksine daha fazla ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya bırakmıştır.
2007 Nisan ayında İslamcı bir grup adı altında T.C. faşist devletinden bağımsız olmayan bu grup Tılazer kasabasına baskın yaparak, kendilerini havaya uçuruyor. Çoğunluğunu çocuk ve kadınların oluşturduğu kasabada 700 kişi parçalanarak ve yanarak can veriyor. Son olarak da 03 Ağustos 2014 yılında 74 ferman olarak bilinen DAİŞ katliamında Irak güçleri ve KDP Peşmergeleri ferman öncesi Ezidi halkını inandırarak ‘sizi koruyacağız’ demesi üzerine halk ferman gününde her şeyden habersiz bir den bu güçlerin onları tümden yok oluşa sürükleyen bir fırtınanın içinde bırakıp arkalarına bakmadan gitmesine tanıklık etmişlerdi. Tarihten sonuç çıkarmayan acı bir tabloydu bu. Şengalde halen işbirlikçi bazı kesimlerin çıkarlarından dolayı aşılmayan birlik olamama noktasıydı. Ezidi halkın kendi içinde parçalı duruşu ve görüş birliğinde bir olmamaları yalnız ve hep başkalarına muhtaç bir durumda bırakmıştı. Ulusal düzeyde bir olamayan her halk ve kavim bu soykırım gerçekliği karşısında kendilerini kurtaramamışlardır. Yıllardır onurunu korumak için mücadele içinde olan Kürt halkı ulusal bir bütünlüğün oluşması için ve soykırım pençesinde olan Kürdistan toplumsallığın kendi kültürü ve inancı ile yaşaması için büyük bir mücadele içinde olmasına rağmen başarmış değildi. Umudunu yitirmeyen bu demokrasi mücadelesi özlemlerini hep diri tutmaktadır.
Reber Apo’nun öngörüsüyle önceden 12 süvari adı verilen kadın ve erkekten oluşan fedai öncü bir gurubun Şengale gizli girmesiyle kısıtlı imkanlarla hazırlık yaparken gruptan uç kişinin yakalanıp hapse atılmasına rağmen hazırlıklarına tüm risklere rağmen devam etmişlerdir. DAİŞ’e karşı ilk müdahaleyi yapan bu grup olmuştur. Hemen ardından Rojava tarafından açılan korudur ile YPG ve YPJ’nın gelmesi, yine güneyden HPG ve YJA Star gerillaları müdahalesiyle bu katliam sonuçlanmadan önlenmiş olsa da arkasında felaket bir tablo bırakmıştı. Bu fermanın bilançosu kesin olarak bilinmemekle beraber 20 bine yakın ölü ve kaçırılma vardı. Acımasızca katledilen binlerce kadın, çocuk, yaşlı ve yetişkin erkeğin yanı sıra 7 binden fazla kadın ve çocuk kaçırılıp Musul pazarında köle gibi satılması, kabuk bağlamayan bir yara gibi hep zihnimizde diri kalacaktı.
Önderliğin Êzidi halkına sunmuş olduğu perspektif
İnkâr, asimilasyon ve imha temelli politikalara karşı kültür, inanç ve kimlik ekseninde varlığımızı korumamız hayatidir. “Derdest edilip aşağılık pazarlarda köleleştirilmeye çalışılan Êzidî kadınlar, en amansız koşullarda yaşanan mülteci konumlar, yerle bir edilmeye çalışılan kutsal mekânlar gerçeği bile öz güç-öz yönetim ihtiyaç ve zorunluluğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Ezidiler birçok fermandan geçmiştir ve bu o halkta bir yandan içe kapalı, içine büzülmüş, feodal bir gelişim seyrini ortaya çıkardı ama öte yandan da 2014 sonrasında DAİŞ saldırıları sonrası faklı bir gelişim izledi. DAİŞ’in yaptığı katliamlar en çok kadın ve çocuklar üzerinde büyük etkiler bıraktı. Birçok kadın kaçırıldı, tecavüze uğradı, ortada bırakıldı, köle olarak satıldı, dünyanın dört bir yanına savurdular Ezidi kızlarını. Yine birçok kadın gözleri önünde yaşanan dehşeti, insanlık dışı uygulamaları kaldıramadı, ya intihar etti, ya delirdi. Bunla son fermanla tanık olduklarımızdır. Kim bilir öncesindeki fermanlarda kadın ne acılar, işkencelere, tecavüzlere maruz kaldı. Bundan dolayı fermanların Ezidi halkı üzerindeki derin etkilerinin bilimsel-sosyolojik analizi güçlü yapılmalıdır.
Neden Şengal neden en çok acı çeken hep kadın ve çocuklar oluyordu?
Kadın 5 binyıllık ikinci cinsel kırılmanın ezikliğin vermiş olduğu derin acı ile binyılların vermiş olduğu ağır yük unutulmaması gereken derin bir hafızayı temsil ediyordu. Unutulmak istenen kadın şahsında doğal toplumsal gerçekliğimizdi. Onun için yaşadığımız yakın tarihimizde kadına yapılanla yok edilmek istenen bir kültür, bir inanç, bir ahlaktı. Baskıya uğramış ve sömürüyle hep bitirilmek istenilen bir halk gerçekliği kuşkusuz kadını teslim almakla mümkündü.
Toplumsal değerleri koruyan kadın, tarih boyunca bütün fermanlara karşı doğal toplum özelliklerinin bilincinde davranarak ne sürgünlere boyun eğmiş nede işkence, hakaret tecavüzlere baş eğmişti. Hürremlerin direniş ve toplumsallığını örnek alan kadın duruşu bizleri en başa ana kadın şahsında direnen doğal toplum direnişlerine götürüyordu. Sitê Nesra gibi tanrıca anaya olan inanç, bağlılık müthiş seviyededir. Ana tanrıçaya bağlılık özellikle “onları koruyan ve savunan ilahi güç” olarak tanımlanmaktadır. Tarih sahnelerin de 1800 yılların sonlarına doğru yaşayan Mayan Osmanlıya karşı direnişi ile bir efsane kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine Hatun’a Ferxan Osmanlıya karşı direnişi de destanlarda dile getirilmiştir. Son fermanda DAİŞ’ e teslim olmayan Yade Güle de bu direnişin bir parçası olmuştur. Tek başına üzerinde bulundurduğu tabancasıyla DAİŞ çetelerine ait bir arabaya karşı çatışmaya girerek sorumlularını öldürür ve birkaç kişiyi yaralar. Bu direnişin sonucunda şehadete ulaşan Yade Güle bir kahramandır. Ve ismini yazamadığımız daha niceleri bu yolda DAİŞ karşısında direnişin sembol örnekleri olmuştur. Bu kadınlara güneş ve yıldızların kadınları demekte en doğrusudur. Bu yüzden bu gün kadın direniş kültürünün dillere destan olduğunu açık bir şekilde ifade etmekteyiz.
Bu duruş 1980 yılarında özgürlük mücadelesiyle kendini fedai kişiliklerle tarih sahnesine taşımıştır. Bu fedayı kişilikler kadın şahsında Ezidi toplumsallığın tükenmemiş yeniden kendini diri tutmak için direnen hafızasını temsil ediyordu. Berivan (Bınevş Êgal) yoldaşın 90 yıllarında Reber Aponun ideolojisi temelinde bu hafızayı halk içinde diri tutan ilk Ezidi kadını olmuştur. Toplumsal hafızanın Önder Apo felsefesiyle yeniden can bulması soykırım ve sömürgeci devlet zihniyetinin en büyük korkusuydu. Yüz yıllardır elinden gelen her turlu insanlık dışı uygulama ve saldırılarına devam eden soykırımı dayatan düşman karşısında, yok olmayan bir halk kimliği kendini yeniden bu hafıza ile dirilterek tekrardan tarih sahnesindeydi. Tarih boyunca öz değerlerini korumak için direnen Ezidi kadının militanlaşmış ve halka en ön cephede öncülük eden duruşundan korkan T.C faşist devleti bu yeniden diriliş karşısında Osmanlıdan aldığı komplo zihniyetiyle zayıf Kürdü kullanarak Berivan yoldaşın şahadete götürmüştür. Şahadeti ile serhıldanlara öncü olan Berivan yoldaş, Reber Apo’nun topluma yeniden can ve Selhıldan ruhu veren ideolojisi temelinde kendini feda eden onlarca yüzlerce Berivan ve Bınevş adında fedayı öncüler yaratmıştır.
Unutmamak gerekir ki barbarlığın korktuğu direniş kültürü de kadın şahsında yaşam bulmuştur. Son Fermanda DAİŞ çetelerinin kadına yönelik saldırısı da bunun tahammülsüz örneği olmuştur. DAİŞ çete örgütü son derece ideolojik ve Kürt halkının direniş geleneğinden haberdar bilinçli bir faşist zihniyete sahipti. Onun için Şengalin stratejik konumu ve Ezidi kadının başına gelenler bir rastlantı değildi.
Direniş geleneğinden gelen bu kadın özü geçmiş tarih boyu bütün acı dolu sınavlardan tek tek geçerek bugün özünde kalan kalıntılarla halende direniyordu. Bu direniş sadece dışardan gelen soykırım güçlerine karşı değildi. Kendi ailesinde de bu gün gelenek ve göreneklerin dayattığı katı kürarları karşısında iradesi tanıma orada kalsın, değersiz ve güvenilmeyen bir nesne konumundaydı. Tek işi tarım ve ev içinde çocuk dünya ya getirmek ve büyütmekti. Kadının vermiş olduğu emeği görmemezlikten gelen koca ve baba şahsında yansıyan erkek egemenlikçi zihniyetin hakaret ve şiddetinden maruz kalıyordu. Namus adı altında halende kadın büyük töhmet altındaydı. Şiddetle terbiye edilmek istenen bu kadın özde direnen kültür ve inanç ile özgürlüğe olan özlemiyle en küçük fırsatları bile değerlendirmeyi bilmiştir. Bu soykırım gerçekliğinin bilincine varan Şengal halkı bugün Kadın öncülüğüyle Önder Apo’nun ideolojisi ve felsefesi doğrultusunda YBŞ ve YJŞ başta olmak üzere Asayışa Ezidxan’e PADE, TAJE ve geleceğini garantiye almak için askeri akademilerini kurmuştur. Oluşa bilecek her turlu saldırı karşısında kendini örgütleyen Ezidi halkı Reber Apo’nun paradigması temelinde konfederal bir sistem temelinde kendilerini örgütlemişlerdir. İlk defa kendi kimliğinin öz değerlerine göre bir sistemin kendi yöneticiliğini yapma şansını bulan Ezidi kadını ve halkı bu imkanların Önder Apo perspektifleri doğrultusunda pratikleşen eylem birliğiyle kendini bu uğurda halkın geleceği için feda eden şehitler şahsında yaratıldığını iyi biliyorlardı.
DAİŞ sahsında amacına ulaşmayan T.C. faşist devleti ve KDP iktidarı bu seferde 02 mart 2017de Xanasor şehrine giren KDP peşmergeleri adı altında faşist T.C. devletinin kontralığını yapan Peşmerge Roj sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrardan önceki gibi Xanasoru kendi denetimlerine almak için baskın yaparlar. Ezidi Annelerinin öncülünde halkın müdahalesiyle durdurulunca bu seferde dozerlerle kanallar yapmaya başladılar. Naze öncülüğünde Ezidi Annelerin dozerlerin önüne girerek oturma eylemi yapıp kendi elleriyle yapılan metrelerce kanalları tekrardan kendi elleriyle toprak doldurmaya çalışmaları bilinçlendikçe örgütlülüğünü sağlayan özgür kadın iradenin bir yansımasıydı. 60 yaşın üzerinde olan bu annelerin buradaki direnişi toplumsal hafızanın kıvılcımlarını omuzlarında ki kleşlerle dost ve düşmana gösteriyorlardı. Gelen peşmergelerin gözlerinin içine bakarak dünya ya haykırdılar ‘siz bize ihanet edip bizi yüz üstü bırakarak soykırımın pençesine bıraktınız. Biz bu toprağı tekrardan en sevdiğimiz evlatlarımızı bedel vererek geri aldık. Size ihtiyacımız yok size artık güvenmiyoruz, ihanetçilerin yeri yoktur bu toprakta’ dediler. Annelerin sözlerine aldırmayan peşmerge roj KDP’nın talimatı ile 03 Mart gününde saldırdılar. Bu direnişte mecliste yer alan Naze arkadaş Peşmergelerin silahıyla suikast edilerek başından aldığı darbe ile şehit olur. Ayrıca Ezidi halkının yaşadığı haksızlıklar karşısında yürütmüş olduğu mücadeleyi dünya ya duyurmak için muhabirlik yapan Nujiyan Erhan yoldaş ta başından aldığı darbeyle ağır yaralanarak bir ay sonrasında şahadete ulaşmıştır. Ayrıca kahramanca savaşan 13 YBŞ ve YJŞ’ şahadete ulaşıyor. Sılahların namluları önünde hiç çekinmeden ısrarla duran annelerin bu direnişi derin bir öfkenin haykırışıydı. Bu direniş soykırımcı faşist düşman gerçekliğine büyük bir darbe indirmişti. Yok etmeye çalışırken yeniden kendini küllerinden yaratmak isteyen bir halk gerçekliği Kadın öncülüğü ile mücadelesi başta Erdoğan faşizmi ve Barzani ailesini çileden çıkartmıştır.
Bunun için bugün zalimce kirli ittifak içinde olan Barzani ailesi ve T.C faşist devleti kendi denetimlerinde ki zindan tipi kamplara yerleştirdikleri Ezidi ailelerine Şengalde tamamlanmayan soykırımcı zihniyeti ince bir yöntem ile kamplarda devam ettiriyorlar. Kamplarda genç kadınların dışında kimsenin dışarı çıkmasına izin verilmemesi, iş adı altında evlerde temizlikçilik yaparak ve sonradan kötü işlerde çalıştırılıp alçaltılması onursuz bırakmak içindi. Şu ana kadar onlarca kadının kendini bu kamplarda öldürmesi ve ya öldürülmesi yürütülen bu kirli siyasetin en belirgin sonucuydu. Bu kamplarda gerçekleşen kadın ölümleri fermanın bir devamıydı. Bugün Güney Kürdistan Zaxo ve Dıhok şehirlerinde bulunan Ezidi mülteci kamplarında bulunan Ezidilerin çoğunluğu Şengale dönmüş olsa da halen bu kamplarda kalan ailelerin üzerine yapılan kirli siyasetin faturası kadın kesiliyordu. Özelde kadın olmak üzere gençlerin üzerinde yürütülmüş olan özel savaşın kapitalist moderniteye karşı özenti duymalarına ve Avrupa yaşamını tek kurtuluş umut kapıları olarak görmelerine neden olmuştur. Yine Irak ve Berzani ailesi ile Almanya’yla olan anlaşmasıyla Fermanda annesini ve babasını kaybeden yüzlerce çocuğun bizzat Almanya’dan gelen yetkililere teslim edilip gönderilmesi soykırımın halen nasıl devam ettiğinin açık bir ifadesiydi. Ezidiliğin sadece kültürel bazda değil geleceği ve kök damarını oluşturan çocukları topraklarından koparılarak ırkçı bir devlete teslim edilmeleri. Ayrıca Alman devletinin Ezidi halkına kapılarını sonuna kadar açtığını beyan etmesi, yine otuz kırk yıldır Almanya da birkaç şehirde yoğun bulunan ve birbirleriyle sürekli bir dayanışma içinde olan Ezidi ailelerin örgütlü gücünü kendi çıkarlarına uygun görmeyen Alman devleti, şimdi bu aileleri çok sinsi bir şekilde başka şehirlere yerleştirmek için havadan sudan gerekçelere başvurması soykırım zihniyeti değil de nedir?
Sadece DAİŞ çete örgütüyle değil, bu çete örgütünü besleyen Türkiye gibi Almanya’nın da nasıl devam ettirdiğinin açık bir ifadesiydi. Yöntem incede olsa da bir zamanların Hitler Almanya’sının Yahudilere karşı yürütmüş olduğu soykırım siyasetini hatırlatıyordu. Şimdi koşulları birbirinden faklı olsa da hem Almanya da ki, hem güney kamplarında ve faşist Türk devletinin denetiminde olan kamplarda bulunan Ezidi ailelerin durumu aynıdır. Topraklarından uzakta olan bu aileler savunmasız bir şekilde ne zaman başlarına hangi felaketlerin geleceğinden habersizdiler. Almanya başta olmak üzere Irak, Türkiye devleti ve Barzani ailesinin eliyle DAİŞ’in yapamadığı soykırım gerçeğini Ezidilerin kendi topraklarından çıkartma yöntemiyle onları köksüz, tarihsiz, kültürsüz ve inançlarından uzak tutmak için bugün de her turlu kirli propaganda ve özel savaş yöntemlerini kullanmaktan vaaz geçmemişlerdir. Kuşkusuz Ezidi halkına olan bu düşmanlık Reber Apo’nun ideoloji ve felsefesinden bağımsız değildi. Reber Apo Ezidi halkın kırmızıçizgisi olduğunu bütün dost ve düşman iyi biliyordu.
Bu yüzden bu gün Ezidi halkın kadın öncülüğüyle kurduğu sistemin Reber Aponun Demokratik Ekolojik Kadın özgürlükçü paradigmasında ki KCK sistemi olduğu eş başkanlık sistemi olduğu için 19 Ekim’de Irak, Barzani ailesi ve T.C faşist devleti başta olmak üzere dış devletlerin onayıyla Şengal halkının uğruna büyük bedeller vererek canla başla inşa ettiği demokratik konfedere sistemi kabul etmeme ve tekrardan Ezidi iradesinin tanımladığı eski yılar gibi Barzani ailesinin hiç olmayan insafında kalsın gerçekliğiydi. Halen sürmekte olan bu kirli ittifaka karşı Irak devletin Şengal üzerindeki jenositti kabul edip özerkliğini onaylamasıdır. Ancak bu şekilde gelecekte olabilecek fermanlar karşısında Şengal koruna bilinirdi. Halen Şengal üzerinde olan kirli konseptin yarın ne getireceğini bilmemekle beraber Ezidi Anneler başta olmak üzere halkın bu kendilerini tanımayan bu soykırım zihniyeti karşısında tavrı netti ve bu aldıkların tavrı savunmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardı…
ŞANDA BAHOZ
YORUM GÖNDER