PARİS KATLİAMINDAN MİT'İN 'ARKA BAHÇESİ' ALMANYA'YA (3.BÖLÜM)
Brüksel’de suikast timine açılan dava, dikkatleri özellikle Fransa ve Almanya’daki MİT’in faaliyetlerine çevirdi. Suikast timinin merkezi Fransa olsa da Almanya tarihsel olarak Türk milliyetçiliği ve paramiliter yapılarını besliyor.
Paris’te 9 Ocak 2013’te üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesine ilişkin soruşturmada da Türk istihbarat servislerinin işi olduğu ortaya çıkmıştı ancak Fransız makamları bu davada da cesur davranmayarak gizlemeyi tercih etmişti.
Belçika’daki suikast girişimi ile Paris’teki infazlar arasında doğrudan bir bağlantı olup olmadığı “hukuksal” olarak kanıtlanmasa da siyasi olarak aynı merkezden yönlendirildiğine dair ciddi şüpheler var. Bu açıdan birbirinden kopuk ele alınamaz.
Peki Paris’te ne olmuştu, nasıl sonuçlandı? PKK’nin kurucularından Sakine Cansız (Sara), KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan (Rojbîn) ve Kürt Gençlik Hareketi üyesi Leyla Şaylemez (Ronahî), 9 Ocak 2013’te Paris’in kalbinde başlarına sıkılan üçer kurşunla katledildi.
Katliamdan hemen sonra soruşturma başlatıldı ve tüm oklar Türk istihbarat servisi MİT’e yöneldi. 2014 yılında ortaya çıkan belgeler de katliam emrinin Ankara’dan verildiğini gösterdi.
18 Kasım 2012 tarihli gizli ibareli talimatta MİT yetkililerinin imzası vardı. Talimatta Sakine Cansız’ın Ömer Güney tarafından “etkisiz hale getirilmesine yönelik operasyonel bir planlama” yapıldığı ortaya çıktı.
12 Ocak 2014’te internet üzerinden sızdırılan bir ses kaydında da Ömer Güney’in MİT elemanları ile suikast planları yaptığı anlaşılmıştı. Katil Ömer Güney, Paris’teki bir cezaevinde 2014 yılında kaçış planı yaparken de MİT’ten yardım istemişti.
17 Ocak 2013’te gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Ömer Güney, 17 Aralık 2016’da diğer bir ifadeyle davanın başlamasından yaklaşık bir ay önce şüpheli bir şekilde cezaevinde öldü. Davanın aralık ayında başlaması öngörülüyordu ancak açıklanmayan nedenlerle 23 Ocak 2017’ye ertelenmişti. Fransız yargısı da katil zanlısı öldüğü gerekçesiyle dosyayı kapattı.
Ancak Güney Kürdistan’da yaşanan önemli bir gelişme dosyanın yeniden açılmasına katkı sağladı. PKK yetkililerine yönelik suikast planlayan iki üst düzey MİT sorumlusu, Güney Kürdistan’da 4 Ağustos 2017’de gerillanın düzenlediği özel bir operasyonla yakalandı.
Yurt dışı operasyonlarından sorumlu Erhan Pekçetin ve insan kaynakları sorumlusu Aydın Günel, itiraflarında gizli ibareli belge ve ses kaydını doğruladı ve görüşmelerde yer alan MİT yetkililerinin isimlerini verdi.
Paris Katliamı’nı planlayanlar arasında 2018’de Stratejik İstihbarat Müsteşar Yardımcısı olan ve 2013’te Etnik Bölücü Faaliyetler’de Başkan Yardımcılığını yapan Sebahattin Asal da vardı. Bu kişi, PKK ile Türk devleti arasında müzakerelerin yapıldığı görüşmelerde MİT’in şefi Hakan Fidan’ın sağ kolu olarak yer almıştı.
Tüm bilgiler Ankara’yı doğrudan işaret ediyordu. Paris’te yargı-polis-siyasetçi üçgeninde talimatı verenleri ortaya çıkarma konusunda tıkanma yaşanırken, Belçika’da ortaya çıkan suikast girişimi, Paris’te de Kürtleri harekete geçirdi.
Üç Kürt kadın devrimcinin aileleri, Paris’te yeni bir soruşturmanın başlatılmasını sağladı. Ancak katliamın tüm yönleri ile aydınlatılması önünde özellikle siyasetçiler ve polis servisleri; diğer bir ifadeyle devlet engeli var. Fransız hükümeti ve istihbarat servisleri, tüm çağrılara ve tepkilere rağmen ellerindeki bilgileri açıklamayı reddediyor. Fransa’daki Kürt organizasyonlar Devlet Sırrı’nın “gerçeğin ortaya çıkarılması önünde engel oluşturduğu” tepkisinde bulunuyor. Bu durum aynı zamanda Türk gizli servisleri tarafından Fransız topraklarında işlenen bir terör suçunun cezasız kalmasını sağlıyor.
Kuşkusuz Türk devletinin suikastları ve suikast girişimleri sadece Fransa ve Belçika ile sınırlı değil. Avrupa’nın hemen her ülkesinde geniş bir casusluk ağı olan Türk devleti, muhaliflerini sindirmek için farklı yöntemlere başvuruyor. Tehditler, fiziki saldırılar, suikastlar, Türkiye’ye girişlerde gözaltı ve tutuklamalar, Interpol ve kaçırma gibi yöntemler kullanılıyor.
ALMANYA, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE MİT’İN ARKA BAHÇESİ
Almanya, Türk casus ağının en aktif olduğu AB ülkeleri arasında yer alıyor. Türkiye kökenliler Almanya’da yaşayan en büyük yabancı nüfus olarak önem kazanıyor.
Ancak Türk-Alman ilişkileri, en az 1888’de imparator II. Guillaume ile II. Abdulhamid arasındaki anlaşmaya dayanıyor. Prusyalı general Colmar Freiherr von der Goltz, diğer bir adıyla Goltz Paşa, Osmanlı ordusunu reorganize etmek ve geleceğin Jön Türk kadrolarını yetiştirmekle görevlendirilmişti.
Ermeni Soykırımı’ndan Alman Nazizmi’ne kadar karanlık ve kirli bir ilişkiye sahip olan her iki ülke, daha sonra Türkiyeli işçilerin Federal Cumhuriyet’te çalışmaya teşvik edilmesi için Ekim 1961’de bir anlaşma imzaladı. Dalga dalga göç yaşandı. Türk milliyetçiliği ve paramiliter yapıları da böylece kök salmaya başladı. Türk ırkçısı Alparslan Türkeş'ten 1980 darbesinin mimarı Kenan Evren'e, 1990’lı yılların Başbakanı Tansu Çiller'den bugünün Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli ikilisine Türk faşist liderlerin ilişki ağının merkezinde bulunan Almanya; son yüzyılda Türk milliyetçiliği ve istihbaratının “arka bahçesi” haline geldi.
Nazi ideolojisi ve “Turancılık” fikri her dönem birbirini besledi. Nitekim İkinci Dünya Savaşı günlerinde Türkeş, Nazilerle yakın bağ kurmuş, bu “dostluk” savaş sonrasında da sürmüştü. İki ülke arasındaki ilişkiler askeri darbe zamanlarında bile aksamadı. Kısaca; bugünkü iş birliği ve suç ortaklığı, köklerini tarihten alıyor.
Bu açıdan Paris’te 2013’te üç Kürt kadın devrimciyi katleden Ömer Güney’in özellikle Bavyera’dan çıkması bir tesadüf değil.
Ömer Güney’in Almanya’daki işbirlikçisi Ruhi Semen’in rolü hala tam olarak aydınlatılmış değil.
2003 yılında evlilik gerekçesiyle Almanya’ya gelen ve Bavyera Eyaleti’nin Bad Tölz kasabasına yerleşen Ömer Güney’in o tarihten itibaren en fazla ilişkide olduğu isim, Ruhi Semen’di. 2009 yılına kadar Güney’in çalıştığı "Kinshofer GmbH" isimli bir fabrikada ustabaşı olan Semen, uzun bir süredir Türk devletinin Almanya’daki kuruluşlarına eleman sağlayan hatta Bavyera’daki Türk milliyetçi grupları örgütleyen bir isimdi.
2013 yılının ocak ayının son günlerinde Ömer Güney’in kimliğinin deşifre olmasının ardından ANF’ye konuşan Güney ile Semen’in çalıştığı fabrikadaki iş arkadaşları, ikilinin sıkı ilişkisine dikkat çekmiş, ancak hiçbir şekilde Fransız ve Alman makamları Semen hakkında bir soruşturma açmamıştı. Üstelik Semen, Güney’i cezaevinde ziyaret eden tek isim olarak kayıtlara geçmişti.
Paris’teki cezaevinde 4 Ocak 2014 günü Güney ile yaptığı görüşmede MİT’e kuryelik yaptığı tespit edilmesine rağmen Alman devletinin polis ve yargı birimleri tarafından sorgulanmayan Ruhi Semen soluğu Türkiye’de aldı. Ocak 2021’de ANF’nin yaptığı araştırmaya göre yıllar sonra Almanya’ya dönen Semen, MİT’in şubesi gibi çalışan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ndeki (DİTİB) faaliyetlerine kaldığı yerden devam etti.
Semen uzun yıllar DİTİB’in Miesbach kentindeki cami ve derneğinde aktif bir isim oldu. Zaten Ömer Güney’in Bavyera’da yaşadığı her iki kasaba Bad Tölz ve Schliersee Miesbach’a bağlı. ANF’nin elde ettiği bir fotoğrafta Semen, 2013 yılının yaz aylarında DİTİB’in organize ettiği bir kermeste DİTİB’in bir yöneticisiyle görülüyordu. İkilinin samimi pozu dikkat çekiyordu. Semen’in 2020 yılının yaz aylarından Türkiye’den döndükten sonra yine DİTİB’de aktif olduğu ortaya çıktı. Güney’e yönelik soruşturma açma veya takibe almaya gereği duyman Alman güvenlik birimlerinin bu kez de işbirlikçisi Ruhi Semen’e göz yumması dikkat çekiyor.
ALMANYA’DA SUİKASTLER VE CEZASIZLIK POLİTİKASI
Türk devletinin Almanya’da Kürtlere yönelik suikast girişimleri de oldu. Yakın zamanda deşifre olan isimlerden biri M. Fatih Sayan’dı. Alman yargısı 2017 yılında aldığı skandal kararlardan birisini bu isim üzerinden alacaktı. Avrupa’daki Kürt siyasetçileriyle ilgili bilgi toplayıp, suikast planlayan MİT ajanı Mehmet Fatih Sayan’a ilişkin kararını 10 Ekim 2017’de açıklayan Hamburg mahkemesi ödül gibi bir ceza verdi. Sayan için 'profesyonel değil' diyen mahkeme 2 yıllık ‘adli kontrol’ şartıyla cezaevinden çıkmasına karar verdi.
Sayan, ajan kimliğinin deşifre olmasından sonra 12 Aralık 2016 günü Hamburg'da Federal Göç ve Mülteciler Dairesi'ne gidip iltica başvurusunda bulunmuştu. Buradaki ilk ifadesinde MİT'in Kürt siyasetçilerine yönelik hazırladığı suikast ekibinde olduğunu anlatan Sayan apar topa gözaltına alınmıştı. Daha sonra ilk ifadesini değiştiren Sayan deyim yerindeyse Hamburg'daki tarihi mahkeme binasını tiyatro sahnesine çevirdi.
Suçlamaların hemen hepsini özel hayatındaki tesadüflere bağlayıp reddeden Sayan, MİT’i aklayıp suçu AKP’nin eski ortağı Gülen Cemaati’ne yakın polislere atmak istedi. Duruşmalar sonunda mahkeme, savcılığın istediği 2 yıl 6 hapis cezasının fazla olduğunu belirterek Sayan'ın 2 yıllık 'adli kontrol' şartıyla serbest kalmasına karar verdi.
Savcılık mahkemenin aksine Sayan'ın 2013 yılından beri Türk istihbaratına çalıştığını ve bunun karşılığında 30 bin Euro para elde ettiğini açıkladı. Ancak birçok bilgi ve onlarca belgeye rağmen Sayan'ın dosyası da 2017 yılında Almanya'nın üstünü örttüğü MİT dosyalarından biri olarak arşivlerindeki yerini aldı.
Sayan’ın yargılanması bile Almanya-Türkiye ilişkileri göz önüne alındığında “küçük bir mucize” olarak değerlendiriliyor. Zira sayısız tehdit, suikast girişimi ve açığa çıkan casusluk faaliyetlerine rağmen cezasızlık temel bir politika oldu.
Mayıs 2015’te Türk istihbaratın hücresine açılan bir davada yargılanan üç kişi, 70 bin Euro kefaletle serbest bırakıldı. Aralarında MİT’in üst düzey yetkililerinden ve Erdoğan’ın danışmanlarından Muhammed Taha Gergerlioğlu vardı. Ahmet Y. ve Göksel G isimli diğer iki kişi ise çalışanlarıydı. Bu ajanlar, Almanya’da yaşayan Kürt ve Alevi muhalifleri gözetlemek ve topladıkları bilgileri MİT’e göndermekle görevliydiler. Gergerlioğlu, 17 Aralık 2014’te Frankfurt Havalimanı’nda gözaltına alınmıştı. Polisin Gergerlioğlu’nun üzerinde ele geçirdiği bir defterde yüzlerce Kürdün isim ve adresleri kayıtlıydı. Telefonunda da benzer şekilde yüzlerce isim ve onlarca pasaport kopyası tespit edilmişti. Serbest bırakılması ise 19 Ekim 2015’te Berlin’de Erdoğan ve dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel arasında yapılan görüşmeden sonrasına denk geldi. Taşıdığı defterin gizemi, yürüttüğü faaliyetler hasır altı edildi.
DİTİB’in Erdoğan rejiminin bir istihbarat kurumu gibi çalıştığı birçok kez belgeleriyle ispatlanmasına rağmen DİTİB’e yönelik açılan soruşturma 2018 yılında kapatılmıştı. Bir yıl süren soruşturmada hiç yol kat etmeyen federal savcılık sadece 19 DİTİB görevlisi hakkında MİT için çalıştıkları gerekçesiyle soruşturma açmıştı. Ancak bu dosyada da daha ileriye gidilmedi ve iptal edildi.
Kuşkusuz daha gerilere gidildiğinde, suikastlarda da aynı cezasızlık politikası karşımıza çıkıyor. 1980 yılında sosyalist sendikacı Celalettin Kesim, Berlin’deki Kreuzberg semtinde Türk ırkçıları ve dincilerin yardımıyla MİT tarafından katledildi. Ancak Alman soruşturma makamları bu işte parmağı olan Ankara’nın izini takip etmeyi tercih etmedi.
1986’da MİT, Türkiyeli solcu örgüt Dev Sol’un 4 üyesini Stuttgart’tan Ankara’ya kaçırarak mahkum etti. Söz konusu 4 kişi, Almanya’da iltica için başvurmuştu. Konuya ilişkin soru önergesi sunan Sol Parti’ye (Die Linke) cevap veren hükümet, kaçırmadan haberdar olmadığını iddia etmişti.
31 Aralık 1994’te Rheinland Pfalz Eyaleti sınırları içerisinde bulunan Germersheim kasabasında TKP ML-TİKKO üyeleri Nurettin Topuz, Mustafa Akgün ve Mustafa Aksakal, girdikleri bir kahvehanede MHP’li bir faşistin kurşunlarıyla katledildi. Kimliği uzun süre gizlenen, gözaltına alındıktan sonra mahkemece serbest bırakılan katilin, 1980 öncesi Yozgat’ta polisin “anti-terör” biriminde görev yaptığı yıllar sonra ortaya çıktı.
3 Eylül 1995’te Kürt genci Seyfettin Kalan, Neumünster kentinde bir grup Türk faşistinin saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Aynı günlerde Almanya çapında Kürtlere karşı ırkçı paramiliter yapılanma “Ülkücüler”, polisin sessizliğinden cesaret alarak; saldırı ve linç dalgası başlattı. Ulm, Bielefeld ve Mülheim’de Kürtlere ait yerler yakıldı. Seyfettin Kalan’ı katleden ve iki genci yaralayan “Ülkücü” grubun üyesi katil, sadece izinsiz silah taşımaktan ceza aldı ve bir süre sonra serbest bırakıldı.
BİNLERCE KİŞİLİK CASUS AĞI
Almanya’daki casusluk ağı ve paramiliter yapılara ilişkin tarihçi-yazar Nick Brauns, 19 Aralık 2017’de Yeni Özgür Politika gazetesindeki bir yazısında şu bilgileri aktarıyordu: “Bugün MİT’in (Almanya’daki) ajan ağının yaklaşık 6 bin çalışandan oluştuğu tahmin ediliyor. MİT’in ajan ve muhbirleri camilerde, Türk derneklerinde olduğu gibi Türk banka ve seyahat acentalarında aktif olarak çalışıyor. Bu şekilde muhaliflerin seyahat ve konto bilgilerine de erişebiliyor. Ayrıca Alman soruşturma makamlarının görüşüne göre MİT, Osmanen Germania gibi paramiliter örgütlerle de etkili olmaya çalışıyor. Osmanen Germania, rejim muhaliflerine gözdağı verme, korkutma, sindirme ve hatta saldırma hesabıyla oluşturuldu.”
ALMANYA’DAKİ PARAVAN ŞİRKETLER
Türk devletinin Almanya’da casusluk faaliyeti yürüten ve muhalifleri hedef alan paravan şirketleri de var. 1 Nisan 2016’da AKP iktidarının kurduğu Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) bunlardan sadece biri. UETD'nin Rhein-Neckar bölgesi başkanı Yılmaz İlkay Arin'ın "Osmanen Germania" çetesi lideri Mehmet Bağcı ile yaptığı telefon bir görüşmesinden sonra Alman polisi buna ikna olmuştu.
AKP'nin Almanya'daki gençleri örgütlemek için kurduğu bir başka kuruluş Avrupa Türk Spor Birliği'nin (ATSB) kurucu başkanı da olan Arin, AKP'li vekil Metin Külünk'ün en has adamıydı. Külünk ise Erdoğan’ın danışmanlarından emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin yakın arkadaşı olarak dikkat çekiyor. Birbiriyle doğrudan bağlantılı olan bu yapılar özellikle 2017’de Alman komedyen Jan Böhmermann'a yönelik saldırı planlamış ve tehdit nedeniyle komedyen polis korumasına alınmıştı.
Ağustos 2015 yılında Almanya-İsviçre sınırında polis durdurduğu küçük bir nakliye aracında Çek yapımı "Scorpion" marka üç makineli tüfek bulmuştu. Polis daha sonra bu kargonun alıcısının "Osmanen Germania" çetesi olduğunu tespit etmişti. Kasım 2016'da Darmstadt Savcılığının talimatıyla bu çeteye yönelik yapılan baskınların bir gerekçesi de bu silahlardı.
Kısaca deşifre olana kadar, Almanya, Hollanda, Belçika ve İsviçre başta olmak üzere Avrupa ülkelerine sıkça ziyaretlerde bulunan AKP’li Külünk, camii, dernek ve AKP’nin sivil toplum örgütü görünümlü gayri resmi kuruluşlarında toplantılar yapıyordu. Almanya’da birçok suçlara bulaşan "Osmanen Germania" çetesinin de Metin Külünk’e bağlı çalıştığı ortaya çıkmıştı.
TEHDİT KARŞISINDAKİ ÖLÜMCÜL SESSİZLİK
Bu dosyada yer alan bilgiler, Türk devletinin dünyanın birçok yerinde örgütlediği ve aktifleştirdiği karanlık faaliyetlerinin çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Türk devleti kuruluşundan bu yana hem yurt için de hem de yurtdışında insanlığa karşı ağır suçlar işledi. Her fırsatta insan hakları ve demokrasi dersi veren Batılı hükümetler ise, ittifakı Türkiye’nin işlediği suçlar karşısında ya sessiz kalarak cesaretlendirdi ya da sözlü bir kınamanın ötesine geçmedi. Avrupa hükümetleri bugün Türk devletinin insanlık düşmanı olarak değerlendirilen DAİŞ gibi yapılarla yoğun ilişkileri olduğu bilinmesine rağmen de üç maymunu oynamaya devam ediyor. Bir yandan genişleyen casusluk ağı ve saldırı tehdidi, diğer yandan tüm insanlık değerlerine karşı DAİŞ gibi yapılarla olan inkar edilemez bağları, başta Kürtler ve Ortadoğu halkları olmak üzere dünya genelindeki özgürlükler ve demokrasi açısından ciddi tehdit oluşturuyor.
MAXİME AZADİ/ BRÜKSEL
KAYNAK: ANF
YORUM GÖNDER