PKK 1 MAYISLARLA BÜYÜDÜ (2.BÖLÜM)
PKK ORTAK MÜCADELEYİ HER ZAMAN ÖNEMSEDİ
Şimdi bu çabalar neden tam başarıya ulaşmadı, pratiğe dönüşmedi, uzun süreli olmadı? Bunun önünde ne tür engeller oldu? Bu sorular uzun süredir tartışılan, cevabı çokça verilen sorular olmasına rağmen önemlidir. Bu konuda somut durumları bilen birisi olarak şunu ifade edebilirim: Önder Apo’nun ve PKK’nin gerçekten kayda değer bir eksikliği, hatası olmadı. Pratikte yanlışlar yapmış olabilir. Zamanında hareket edememiş, kendisini iyi anlatamamış, tam örgütlü davranamamış olabilir, ama anlayış ve pratik uygulama bakımından birliği zayıf ele alan, ortak mücadeleyi küçümseyen, onun dışında kalan, ona karşı ayrı mücadeleyi ve kendisini tekleştiren bir yaklaşımları olmamıştır.
Ortak mücadeleyi, ortak örgütlülüğü her zaman önemsedi. Bunun için her türlü çaba harcamayı, fedakârlık yapmayı da öngördü. Bunu net ifade edebilirim. Bu çerçevede bazı dönemlerde PKK’ye yöneltilen eleştiriler oldu, ama onlar doğru değildi, gerçeği yansıtmıyordu. Sahipleri tekrar tekrar ele almalı, değerlendirmeliler. Bu anlamda birliğin yürümemesi, Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketlerinin üst-ortak bir örgütlenmede birleşememelerinin, ortak mücadele geliştirememelerinin önündeki en temel engel Türkiye sosyalist hareketinin düşüncelerinden ve tarzından kaynaklandı.
Düşünce olarak şovenizmin etkileri vardı. Buna sosyal şovenizm diyoruz. Kürt gerçeğini, Kürt varlığını inkâr eden, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni yadsıyan yaklaşımlar vardır. Kemalist hareket için şöyle bir şey söyleniyor: Güya Mustafa Kemal “bu ülkeye komünizm gerekirse onu da biz getiririz” demiş. Şimdi Türkiye Sosyalist Hareketi de şunu söyledi: “Bir Kürt özgürlüğü olacaksa onu da biz getiririz.” Bu da bir tür Kürt inkârıdır. Kürdü küçümsemedir, yok saymadır. “Sen bir şey yapamazsın, sana bir şey lazımsa onu da ancak biz verebiliriz” biçimindeki bir yaklaşımdır. Esas şovenizm, sosyal şovenizm bu oluyor. Türkiye sol-sosyalist hareketi bundan kurtulamadı. Bunun derin anlamına, bilincine varamadı. Bunun içerdiği tehlikeyi göremedi.
O büyük ulus şovenizmi çeşitli biçimlerde hep var oldu. Tarz bakımından da ortak mücadeleden kaçınıldı. Egemen sınıfların, devlet yönetiminin Kürdü kötüleyen, tehlikeli gösteren yaklaşımlarından etkilenildi. Mümkün olduğu kadar Kürt’ten uzak durarak TC Devleti’nin vahşi saldırılarından korunma esas alındı. İşte bir baskı gidecekse Kürt’ün üzerine gitsin, ben öyle hedef olmayayım, o şiddete maruz kalmamayım biçimindeki kurnaz, faydacı yaklaşım egemen oldu.
Diğer yandan büyüklük yaklaşımı vardır. Mesela ADYÖD devlet tarafından kapatıldığında, yerine AYÖD kurulurken nasıl oldu? Sadece Devrimci Yol grubunun yönetiminde bir gençlik örgütü ortaya çıktı. “Biz çoğuz, bizim sayımız fazla, o halde bütün kararları da biz alırız, yönetim de biz oluruz, siz bize katılmak zorundasınız” biçimindeki anti demokratik yaklaşım her zaman hâkim oldu. Türkiye sol hareketinde kim güçlendiyse o benzer bir yaklaşımı gösterdi. Oysa demokrasi bu değildi. Demokrasi azınlığın haklarını da gözetmektir. Onlara da yer vermektir, onlarla birlikte olabilmektir. Ama böyle olunmadı.
Şu elbette ki olacaktı; Türkiye daha geniş bir toplum, daha geniş bir nüfus, geniş bir coğrafya, Kürtler nüfus, sayı olarak küçükler, birçok yerde Kürt örgütlenmesi az sayıda olabilir. O halde her zaman parmak hesabı olunca Türkiye’dekine bağlı olacak. Zaten sömürgecilik bağlamış. O zaman sol-sosyalist hareket de bağlayacak. Bunun mevcut sömürgeci bağlanmadan farkı ne? “Sömürgeci bağlanma kötü, ama bana bağlanma iyidir’ diyemeyiz. Bağımlılığın her türlüsü kötüdür. Hepsini kırmalıyız. Bağımlılığın olduğu yerde özgürlük olmaz. Özgür irade gelişmez. Böyle parmak hesabına, sayıya dayalı demokrasi anlayışının da birliğin gelişmesini engellemede önemli bir etkisi oldu.
12 EYLÜL’DEN SONRA PASİFİZE OLMA DURUMU GELİŞTİ
Son bir neden olarak da oportünizmi söylememiz lazım. Aslında Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin çıkışı büyük, tarihi bir çıkıştı. Gerçekten yiğitçe, kahramancaydı. Türkiye Devrimci Hareketi böyle bir kahramanlığı, yiğitliği ortaya çıkardığı için her zaman gurur duyabilir. Ama bu çıkış da vahşice katledildi, ezildi. Denizler idam edildi, hem de görüntüleri çekilip topluma yayılarak. Herkesin gözü önünde Mahir Çayan ve arkadaşları Türk ordusu tarafından vahşice katledildi. İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi. Göz korkutmak için bunları her zaman topluma, kadınlara, gençliğe, devrimcilere gösterdiler. “Böyle hareket edenlerin sonu bu biçimde olur” denilerek, adeta bir dehşet yayılmaya çalışıldı. Kimse bunun etkisi olmadı diyemez. Özellikle 12 Mart darbe sürecinde ilk defa öyle özel savaş işkenceleri geliştirildi. Yüzlerce devrimci-genç militan tutuklanıp işkencelerden geçirildi. Ağır baskıya maruz kaldılar. Bir de devrimcilere dönük böyle bir katliamın, idamın sürekli canlı tutulması, gösterilmesi insanları duygu ve düşüncede etkiledi. Hiç kimse etkisi olmadı, göz korkutma yaşanmadı diyemez.
Önder Apo bunlardan ders çıkartarak Kürdistan’da hata yapmamayı, doğru bir çalışma ve mücadele tarzını geliştirmeyi öngördü. Bu yaklaşım ve tarz başarıya götürdü. Türkiye’de ise böyle olmak yerine ürküntü, korku, geri çekilme hâkim oldu. 1975- 1980 arasında gençlik düzeyinde faşistlere karşı önemli bir mücadele verildi. Sonuç olarak 12 Eylül 1980 darbesine gidince öyle bir mücadele ile sonuç alınamadığı değerlendirilerek daha fazla geri çekilme, pasifize olma yaşandı. Böylece oportünizm, pratikten kaçış, devrimci savaş pratiğine girmeme tutumu gelişti. Genelde örgütsel düzeyde bu tutum ortaya çıktı.
1980 SONRASI ORTAK GERİLLA HAREKETİ ORTAYA ÇIKABİLİRDİ
Bu da 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesine karşı mücadelede Türkiye devrimci örgütlerinin çıkış yapamamasına, direnişe geçememelerine yol açtı. 12 Mart darbesine karşı o kadar güçlü eylemlere yönelen bir hareketin devamı, mirasçısı olduğunu söyleyenler, 12 Eylül darbesine karşı başarılı bir gerilla yapma mücadelesini geliştirmekle yükümlüydüler. Pratiğin öyle olması gerekiyordu. PKK bunun gelişmesi için büyük çaba harcadı, öncülük de etti. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) tamamen bunu ifade ediyordu ve bu cephenin Kürdistan kolu 15 Ağustos Atılımı temelinde böyle bir gerilla direnişini geliştirdi. Bu da çok güçlü bir dayanaktı. Örneğin buna dayanarak Türkiye’de FKBDC direnişi gelişebilirdi. FKBDC’nin Türkiye kolu da Kürdistan’daki gerilla direnişine dayanarak 1971- 1972’de başarılamayanı başarabilirdi. Yaşanan yenilgiyi zafere dönüştürebilirdi. Türkiye’de büyük bir gerilla hareketini ortaya çıkartarak bu faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratabilirdi.
Eğer böyle olsaydı, 1990’lara giderken reel sosyalizmin çöküşü değil, Türkiye’de faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin çözülüşü yaşanacaktı ki, bu NATO’nun çözülüşü olacaktı, kapitalist sistemin çöküşü olacaktı. Türkiye devrimciliğinin dünyadaki gelişmelerle ilişkisi bu düzeydedir. Devrimci direniş gelişebilse, irade gösterilebilseydi dünya devrimine gidilebilirdi, kapitalist modernite sistemi dünyada yıkıma götürülebilirdi, çöküş ve çözülüş yaşatılabilirdi. Fakat bu olmadı. Bu olmayınca reel sosyalizmin çözülüşü buna da dayandı denilebilir. Her şey buraya bağlanamaz. Ama örneğin Rusya’daki yenilenme çabaları başarılı olmadı. Eğer Türkiye’de kapitalist modernite sistemini yıkmak üzere doğru bir ideolojik-siyasi çizgi çerçevesinde devrimci hareket gelişseydi, bunun Rusya’daki değişim, yenilenme, yeniden yapılanma üzerinde olumlu etkisi olurdu.
Tabii iktidar ve devlet paradigması aşılmadıkça ne kadar gelişme sağlasa da sonunda çöküş yaşanırdı. Tarih boyunca özgürlük akımlarının pratik mücadele içinde büyük başarılar kazanmalarına rağmen onu kalıcı kılamamalarının temel nedeni iktidar ve devlet paradigmasına dayanmaları, özgürlüğü ve demokrasiyi iktidar ve devlet gibi baskı ve sömürü aracıyla gerçekleştirmek istemeleri olmuştur. Bu araç değiştirilmeden, iktidar ve devlet paradigması aşılmadan özgürlükçü gelişmeler kalıcı olamazlardı. Ama Türkiye Devrimci Hareketi gelişse, 1990’lara doğru zaferi dayatsaydı, bu pratik paradigma değişimini de ideolojik yenilenmeyi de kendi içinde ortaya çıkartabilirdi. Pratiğin öyle bir gücü vardır. Fakat öyle olmayınca çözülen reel sosyalizm oldu.
Şimdi 1970’ler başında ortaya çıkan büyük devrimcilik neden zafer kazanmadı da böyle bir durumu yaşadı denilecekse, bunun temel nedeni olarak bu şovenizmin etkileri, sosyal şovenizm görülmeli. Sosyal şovenizmi hafife almamak lazım. Sosyal şovenizm pratikte oportünizm demektir. Kendinden başkasını dikkate almamak demektir. Anti demokratik bir yaklaşımdır. Demokrasisi olmayanın da özgürlüğü geliştirmesi ve kalıcılaşması mümkün değil. Türkiye devrimci hareketinin durumu da bunu net olarak gösteriyor. Temel engeller olarak insan bunları ifade edebilir. Daha da derin değerlendirilmesi gereken bir konu ve mutlaka doğru dersler çıkartılarak düzeltilmesi gereken bir durum oluyor.
HBDH İLE ŞOVEN ETKİLER BÜYÜK DÜZEYDE KIRILDI
Diğer yandan Türkiye’nin devrimci hareketleriyle de bir çatı altında buluştuğunuz Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) gerçeği var. Kuruluşundan günümüze beklediğiniz düzeyde devrimi gerçekleştirebilecek bir ruh oluşturuldu mu? Bu anlamda HBDH’ye nasıl bir misyon biçiliyor, ne gibi sonuçlar ortaya çıkarıyor?
2016 yılının Mart ayından itibaren Türkiye’nin bazı devrimci örgütleriyle birlikte Halkların Birleşik Devrim Hareketi adıyla yeni bir örgütlenme, ittifak ve birlik geliştirdik. Bu ADYÖD’ün ve FKBDC’nin bir devamı oluyor. Bizden yana aynı anlayışa ve tutuma dayanıyor. Bunu kesinlikle ifade edebiliriz. Bu anlamda yaklaşımımızın stratejik olduğunu baştan ve açıklıkla ifade etmemiz gerekli. HBDH içinde bulunan dostlarımız iyi bilsinler ki; bizim yaklaşımımız kesinlikle taktik değildir, politik değildir, güncel çıkarlara dayalı değildir. Tam tersine Türkiye’nin demokratik devrimini öngören, tüm Türkiye halklarının kurtuluşunu ve özgür yaşamını hedefleyen, Türkiye işçi ve emekçilerinin, kadın ve gençlerinin özgür ve demokratik yaşama ulaşmalarını amaçlayan bir yaklaşımdır. Bu hedefleri PKK kendi hedefleri olarak görüyor. Baştan beri de bunları içeren stratejik ilişki ve ittifak içerisinde oldu. Bunun önü açıldığında ADYÖD pratiğinde olduğu gibi en önde mücadele eden, savaşan bir konuma da geldi. Yine FKBDC pratiğinde olduğu gibi müttefikleri gerekli adımlar atmasalar bile PKK yalnız başına özgürlük için direniş adımını atmaktan, bu temelde mücadele edip bedel ödemekten geri durmadı. Bunlar somut gerçekliği ve PKK yaklaşımının ne olduğunu ifade ediyor. Bu konuda herhangi bir yanlış anlayış ve tutuma kesinlikle girilmemeli.
HBDH’yi doğuran koşullar neler oldu? Diğerlerinden farkı ne? Neden bu kadar uzun ömürlü olabildi? Şimdi altıncı yılı içerisindedir, bu önemlidir. Türkiye ve Kürdistan’ın devrimci örgütleri bu kadar uzun süren bir ittifak içinde olamadılar. Türkiye Devrimci Hareketi bile kendi içinde bu kadar uzun süren bir ittifak geliştiremedi. Bu da ilk defa oluyor. Aslında HBDH’nin kuruluş koşullarıyla da bağlantılı. Bu noktada iki etkene dikkat çekebilirim.
Birincisi; Kürt sorununa yaklaşımdaki değişimdir. HBDH içinde yer alan örgütler daha önceki süreçlerde olan tutumları, Kürt sorununa ve onun çözümüne gösterilen yaklaşımları önemli ölçüde aşmışlardır. Kuşkusuz tam PKK gibi düşünüyorlar, her bakımdan ortak bir ideolojik duruma gelmişlerdir denemez. Öyle olsa zaten yaklaşımlar, ittifak düzeyi daha da farklı olabilir. Ama temel konularda sosyal şovenizmi aşan, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesine doğru ve olumlu yaklaşan bir çizgiye ulaşılmıştır diyebiliriz. Kürt halkının varlığını inkâr etmeyen, onun örgütlenmesini, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmesini gerekli gören, böyle bir mücadeleye destek veren, katılım gösteren bir çizgiye gelmişlerdir. O sosyal şoven etkiler önemli ölçüde kırılmıştır. Tabii paradigmasal olarak reel sosyalizmin etkileri tam aşılamamıştır. Dolayısıyla özgürlüklerin örgütlenme ve pratikte nasıl yaşanacağı, gerçekleşeceği konusunda tam görüş birliği oluşmuş, her şey çözümlenmiş değil ama ortak mücadele etmek için gerekli, onun önünde engel oluşturan sosyal şoven bakış açısı önemli ölçüde aşılmıştır diyebiliriz. Böyle olmasaydı bu birlik olamazdı ve altı yıl süremezdi. HBDH’nin dayandığı önemli bir düşünsel boyut budur. İdeolojik olarak bir boyut, gelişme, yakınlaşma vardır. Dostluk diyebileceğimiz bir boyut oluşmuştur.
İkincisi; politiktir. “Çöktürme eylem planı”yla AKP-MHP faşizminin ittifak yapıp PKK’yi ve onun şahsında Kürt varlığını ve onun özgürlüğünü yok etmeyi hedefleyen, Kürt soykırımını sonuca götürmeyi içeren saldırıları olmuştur. Bu, tabii basit bir saldırı değildir. Çok kapsamlı, ideolojik, derin tarihsel anlamı olan bir siyasi ve askeri saldırıyı ifade ediyor. Aslında Kürdü yok etmeyi öngörüyor. Kürdü yok etmeyi öngören bir siyasi-askeri yaklaşımın Türkiye için nasıl büyük bir tehlike ifade ettiğini, Türkiye halklarının varlığı, işçi ve emekçilerinin özgür ve demokratik yaşama ulaşması bakımından nasıl büyük bir tehlike içerdiğini görmemiz lazım. Kürt soykırımını sonuca götürmek isteyen zihniyet ve siyasetin Türkiye içinde nasıl bir faşist baskı, terör ve diktatörlük anlamına geldiğini görmek, anlamak gerekir.
HBDH’İ OLUŞTURAN ÖRGÜTLER KÜRT SOYKIRIMINI GÖRÜYORLAR
İşte HBDH’yi oluşturan devrimci örgütler politik süreci bu biçimde değerlendiren örgütlerdir. HBDH’yi oluşturan örgütler, “çöktürme eylem planı”yla ve AKP-MHP ittifakıyla geliştirilmek istenen Kürt soykırımının Türkiye’de nasıl katmerli bir faşist diktatörlük ortaya çıkartacağını gören örgütlerdir. Bunun Türkiye halkları, işçi ve emekçileri, kadın ve gençleri açısından felaket düzeyinde nasıl bir tehlike içerdiğini anlayan ve bunu önlemek için PKK ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile ittifak kurup ortak direnişi geliştirmek gerektiğine inanan örgütlerdir. PKK de bu gerçeği görmüş, bu temelde AKP-MHP faşist-soykırımcı saldırılarını boşa çıkartabilmek için Türkiye devrimci-demokratik güçleriyle daha ileri düzeyde ilişki ve ittifak geliştirilmesi gerektiğine inanmış, böyle bir siyaset yürütmüş, bu yönlü çağrılar yapmıştır.
Tabii HBDH içinde yer alan Türkiyeli devrimci örgütler de bu gerçeği görerek sürece yaklaşmışlar. Bu durum, ideolojik olarak sosyal şovenizmin etkilerini aşmayla da birleşince çok tehlikeli bir durumu önlemek için Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketlerinin en ileri düzeyde birlik-ittifak oluşturarak ortak mücadeleyi geliştirmeleri gerektiğine inanmışlardır. Bir de bu inanç HBDH’yi doğurdu. Tabii buradan baktığımızda HBDH Kürt soykırımını önlemek, Türkiye’de uzun süre egemen olacak bir faşist-soykırımcı diktatörlüğün önüne geçmek üzere kurulmuş bir antifaşist demokratik devrimi başarmayı hedefleyen bir devrimci birlik, ittifaktır. Bunu gören hareketlerin ittifakıdır. HBDH’de yer alan hareketlerin siyasi-askeri süreci ele alma, değerlendirme yaklaşımları da böyle olmuştur. Bu boyutuyla bir pratik ittifakıdır, direniş ittifakıdır, mücadele ittifakıdır. Pratik boyutu önde olan, AKP-MHP faşizminin kurumsallaşmasını ve Kürt soykırımını gerçekleştirmesini önlemek üzere oluşan bir ittifaktır. Bunu önleyebilmek için de topyekûn faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı devrimci savaşı, direnişi esas alan ve her boyutta geliştirmeyi öngören bir devrimci-direniş ittifakıdır.
Kuruluş gerekçeleri esas itibariyle böyle özetlenebilir. Kuşkusuz başka nedenler, gerekçeler de görülebilir, ama esas olanlar bunlar ve bunlar gerçeği anlamaya, görmeye de yetiyor. Peki, pratikte bir yeterlilik var mı? Gelişmeler nasıl oldu? Bunlar da zaman zaman değerlendiriliyor. HBDH’nin altıncı yılına girişinde de bu durum çeşitli boyutlarıyla tartışıldı, değerlendirildi. Önemsenecek, doğru olarak ele alınacak, sahiplenilip geliştirilecek yönler de var; eksik, hata içeren, düzeltilmesi, giderilmesi gereken yanlar da var. Geçen altı yıllık süreç büyük bir mücadele süreci, en büyük direnme süreci oldu.
FAŞİZME ANLADIĞI DİLDE DARBE VURAN TEK GÜÇ HBDH’DİR
Şunu herkes bilmeli ki AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye ve Kürdistan’da direnen, savaşan, faşizme anladığı dilde darbe vuran tek güç Halkların Birleşik Devrim Hareketidir. AKP-MHP faşizminin topyekûn soykırımcı saldırganlığına karşı devrimci savaş çizgisinde tarihin en anlamlı ve büyük direnişini yürütmüştür, bu dağda olmuştur, şehirde olmuştur. Karadeniz’den İstanbul’a, İzmir’e kadar metropollere yayılan bir direniş savaşı HBDH tarafından geliştirilmiştir. Bu direnişin onlarca, yüzlerce kahraman şehidi olmuştur. Partimizin Kürdistan’da yürüttüğü devrimci direniş de Türkiye’nin antifaşist demokratik devrim mücadelesinin bir parçasıdır. Bu direnişin kahraman şehitlerinin hepsi HBDH şehitleridir. Buradan baktığımızda HBDH yüzlerce, binlerce şehidi olan bir hareket. Bir defa bu gerçeği görmek lazım. Bu oldukça önemli ve anlamlı.
HBDH direniş çizgisinden vazgeçmedi. Bu çizgisi, mücadelesi doğrudur, anlamlıdır. Demokratik Türkiye’yi faşizm karşısında devrimci çizgide temsil eden bir varlıktır.
Kuşkusuz demokratik mücadele yürüten güçler de var. Onların da önemi, anlamı var. Değer biçiyoruz, bir şey demiyoruz; ama bilinmeli ki demokratik siyasetin var olabilmesi bütünüyle devrimci direnişin varlığına bağlı. HBDH olmasaydı Türkiye’de demokratik siyaset adına şimdi hiçbir şey kalmazdı. Oysa şimdi AKP-MHP faşizmine karşı alternatifi oluşturacak kadar güçlü bir demokratik siyaset hareketi var. Bunu görmeliyiz, anlamalıyız. Bunun HBDH mücadelesinin yarattığı siyasi ortamda var olduğunu bilmemiz lazım. Dolayısıyla büyük yükü HBDH omuzluyor. Esas mücadeleyi HBDH yürütüyor. Bu anlamda dikkatle değerlendirilmesi gereken bir boyutu vardır.
Diğer yandan ADYÖD de FKBDC de çok kısa ömürlü oldu. Bir yılını bile doğru-düzgün dolduramadı. HBDH 6 yıldır direniyor, mücadele ediyor. Bu kadar uzun süreli bir ittifak haline gelmiş olması önemli. Önemli bir ilişki biçimini ifade ediyor. Ortaklaşmada ruh, duygu, düşünce olarak önemli gelişmeler yarattı. Bunu biz yaşıyoruz. Bu kadar ağır baskı karşısındaki direniş içinde yaşıyoruz. Çok sıkı ilişki ve tartışma yürütemesek bile herkes kendi sorumluluğu altında bu birlik içinde mücadele yürütüyor. Bu şunu gösteriyor; HBDH adımı doğrudur. Halkların Birleşik Devrim Hareketi ile AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye ve Kürdistan’ın ortak mücadelesi için yeni bir kimlik yaratılmıştır. Bir mücadele mevziisi açılmıştır. Mücadele zemini oluşturulmuştur. Herkes HBDH çizgisinde, HBDH bayrağı altında birleşip antifaşist, demokratik, özgürlükçü mücadeleyi yürütebilir. Böyle bir mücadele bayrağı açılmıştır. 6 yıllık süreç bunun zaferde ısrarlı ve zaferi yaratmaya muktedir bir güç olduğunu da göstermiş, kanıtlamıştır.
Tabii eksiklikleri var. Biz yürütülen mücadeleyi, böyle bir zafer çizgisindeki yürüyüşü, 6 yıla yayılmış direnişi, bunun tarihi, büyük önemini her zaman dikkate almakla birlikte, yürütülen mücadelenin hata ve eksiklerini de görüyoruz. Yetersizlik bakımından değerlendirilmesi gereken yanları var. Faşizm bu kadar saldırırken, Türkiye halklarının bu kadar gücü, imkânı varken neden daha fazla direniş olamıyor? Niye büyük gelişemedi? Niye savaşı kentlere daha fazla yayamadı? Kitle gücü daha büyük geliştirilemedi? Bunlar da mücadelenin sorunlarıdır ve bunları HBDH içinde yer alan hareketler düzeyinde tartışıyoruz. Her hareket bu sürece eleştirel ve özeleştirel yaklaşarak ders çıkartma temelinde ele alıyor. Bu bizim için bir özeleştiri nedenidir.
AKP-MHP FAŞİZMİ EN ÇOK HBDH’DEN KORKTU
Tabii HBDH etkinliği çok daha güçlü olmalıydı, AKP-MHP faşizmine daha fazla öldürücü darbeler vurmalıydı. Bu anlamda eksik, yetersiz kalındı, zayıflıklar var. Bunu görüyoruz. Tam istendiği gibi pratikleşemedi. Yani Türkiye’nin, Kürdistan’ın devrimci-demokratik potansiyeli AKP-MHP faşizmine karşı topyekûn direnişe etkili bir biçimde sevk edilemedi. Bu potansiyel bilinçlendirilemedi, örgütlendirilemedi, savaşa çekilemedi. Savaş daha çok gerillanın, öncünün omuzlarında kaldı. Toplumu eğitip örgütleyerek savaşa tam çekemedi. Toplumsal direnişi, kitle direnişini kalıcı ve zafer kazanıcı düzeyde geliştiremedik. Bunlar hep önümüzdeki süreçte geliştirmemiz gereken temel görevlerimiz oluyor. İnanıyoruz ki bunları gerçekleştirmenin zemini oluşmuştur. Temelleri atılmıştır, çizgisi ortaya çıkartılmış, HBDH olarak bayrağı açılmıştır. Gerisi pratik çalışma, eğitim, örgütlenme ve eylem işidir. O da tüm devrimcilerin ve örgütlerin pratikleşmesiyle gerçekleşecek.
HBDH’yi engellemek için düşmanın saldırılarından da söz etmemiz lazım. Unutulmamalı ki AKP-MHP faşizmi en çok HBDH’den korktu. Bu geçen 6 yıllık süre içinde en çok HBDH’ye saldırdı. Evet, görünüşte demokratik siyasete, çeşitli kitle örgütlerine saldırıyor. HDP başta olmak üzere kadın, gençlik hareketlerine saldırıyor, tutukluyor. On binlerce insanı tutukladı. Şimdi baskı uyguluyor, zindanlarda işkence yapıyor. Ama bunlar görülen, açık olan noktalardır. Bir de açık olmayan baskı ve saldırılar var. Bu da HBDH’ye yöneltilen saldırılardır.
Baştan itibaren AKP-MHP faşizmi HBDH’yi kendisi için en büyük tehlike görmüş, HBDH içerisinde yer alan örgütlere yönelik yıllık, altı aylık özel planlamalar yaparak ağır darbe vurmayı hedefleyen saldırılar yürütmüş, operasyonlar geliştirmiştir. Bunu kentlerde, kırsal alanda yapmış, adeta HBDH’de yer almayı en büyük suç, kendisi için birinci tehlike görüp onları yok etmek üzere tüm gücünü imha saldırılarına seferber etmiştir. HBDH bir de bu tür saldırılara maruz kalıyor. HBDH içinde yer alan örgütler onlarca planlı saldırıya maruz kaldılar. Şehitler verdiler. Yüzlerce kadrosu tutuklandı, zindanlara atıldı. Binlerce taraftarı tutuklandı. AKP-MHP faşizmi HBDH’nin pratikleşmesini engellemek için Türkiye’nin bütün imkânlarını seferber ederek faşist baskı ve terör uyguladı, saldırıda bulundu. Bunun da görülmesi, bilinmesi lazım. Bu saldırıları zamanında görüp aşamamak, engelleyememek pratiğin gelişmesini zayıf bıraktı.
HBDH 2022’Yİ FAŞİZMİNİN ÇÖKÜŞ YILI HALİNE GETİRECEK
Şimdi zorluklar var, engeller çok. Bunlar düşman saldırılarının yarattığı zorluklardır. Kürdistan’da da var, Türkiye’de de var. Biz bu durumu aşacağız. Medya Savunma Alanlarına dönük saldırılar var. Zap, Avaşin hattı işgal edilmek isteniliyor. Rojava’ya, Şengal’e dönük sürekli saldırılar var. Türkiye’de, Kuzey Kürdistan’da sürekli saldırı, tutuklama, operasyon, işkence var. AKP-MHP faşizmi topyekûn saldırı halinde. Bizim de Türkiye ve Kürdistan halklarının, işçi ve emekçilerinin ortak direnme hareketi HBDH olarak, güçlerimizi daha çok mücadeleye sevk etme, potansiyelimizi daha çok eğitip örgütleyerek mücadele içine çekme, AKP-MHP faşizmine karşı seferberlik düzeyinde topyekûn devrimci halk savaşı direnişini geliştirme görev ve sorumluluğumuz var. Bunları geliştirmeye çalışıyoruz.
Tabii şimdi AKP-MHP faşizmi son bir çırpınışla gerillayı ezebilmek için Zap’a, Avaşin’e saldırıyor. Bu son çırpınışıdır. Buna karşı gerilla direniyor, halk direniyor. Bu direnişin en çok Türkiye’ye yayılması gerekiyor. AKP-MHP faşizmi Zap’a, Avaşin’e, Rojava’ya, Şengal’e saldırıp devrimci direnişi buralarda ezerek faşist diktatörlüğü hâkim kılmak, ömrünü uzatmak isterken, bizim devrimci direnişi dağda, ovada, şehirde daha çok Türkiye’ye yaymamız, metropollere taşımamız, AKP-MHP faşizmini ekonomik, siyasi, askeri bütün yönleriyle hedeflememiz, savaşı daha çok yaymamız, düşmanı en zayıf olduğu yerden, faşizmi yandan, içinden, arkasından vurarak darbelememiz gerekiyor. Faşizmi çökertmek ancak böyle olur. Bu HBDH’nin görevi. Bu süreçte HBDH Türkiye gençlerini, kadınlarını daha çok harekete geçirecek, direnişi kentlerde daha fazla geliştirecek. HBDH milisleri AKP-MHP faşizmine saldırı üstüne saldırı yapacak. AKP-MHP faşizmi Zap’ta, Avaşin’de cephe tutup gerillayı orada ezmek isterken, HBDH Türkiye’nin bütün kentlerini, İstanbul’dan İzmir’e, Karadeniz’den Çukurova’ya, Ankara’ya bütün şehirleri devrimci direniş cephesi haline getirerek faşizmi beklemediği yerden vurup 2022 yılını AKP-MHP faşizminin çöküş yılı haline getirecek. Kararlılığımız, yaklaşımımız budur. HBDH geçen süreçteki eksikliklerini de şimdi mücadeleyi bu temelde geliştirerek giderecek. Bu iddiası ve iradesi vardır. Geçmişin özeleştirel yaklaşımından da bu sonuçları çıkartıyor ve önümüzdeki süreçte her yeri mücadele alanı haline getirip her günü AKP-MHP faşizmine karşı eylem günü yaparak faşizmi çökertme iradesine kesinlikle sahip bulunuyor.
KAYNAK: ANF/ BEHDİNAN
YORUM GÖNDER