TC FAŞİZMİNE KARŞI MÜCADELE ÖZGÜRLÜĞÜ YARATACAK
Hegemon güçlerin son yüz elli yıllık politikalarının iflas ettiği, yeni hegemonik dengelerin oluşturulması için kapitalist modernitenin tüm gücü ile Ortadoğu başta olmak üzere, tüm coğrafyalarda saldırılara yöneldiği dönemden geçmekteyiz. Küresel çapta yeni işgal ve istilaların geliştiği, coğrafyaların talan edildiği, halkların umutsuz kılınmaya çalışıldığı üçüncü dünya savaşı döneminin önümüzdeki süreçte çok yönlü gelişmelere gebe olduğu görülmektedir. Sistemin yüzünü açık gösterdiği bu dönem çöküşe en yakın olduğu dönem olarak nitelenebilir. “İçinde değişim potansiyelini barındıran” tarihin kısa süreli dönemlerinde, bu değişim potansiyeli kadınların ve halkların devrimci mücadelesi ile kapitalizmin yenilgisine yol açacak güçtedir. Bugün dünyanın her tarafından Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya, Avrupa’dan Afrika’ya mevcut kapitalist ulus devletçiliğin toplumlara-halklara dayattığı deli gömleğini yırtmak için halklar sokaklara çıkmakta ve mevcut durumu kabul etmediğini belirterek ‘değişim zamanının’ geldiğinin mesajını vermektedir. Halklar artık bu sistemin yükünü kaldırmak istememekte ve demokratik özgürlükçü bir sistem arayışını her fırsatta dile getirmekte, taleplerini dillendirmekte, mücadele etmektedirler.
Halkların değişim talepleri ise kapitalist modernite güçleri tarafından kanla bastırılmakta ve yaratılan savaşlarla, savaş ekonomisi ile kendi varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Ortadoğu’da krizi derinleştiren hegemon güçler, zaman zaman ekseni Kafkaslar ve Doğu Avrupa’ya kaydırarak, ulus devletleri birbirine karşı savaştırmakta ve arkasında sözde ‘barış ve anlaşma’ adı altında kan ve gözyaşıyla kendini beslemektedir. Karabağ’da Azarbeycan ve Ermenistan’ın savaştırılmasında Karabağ’daki insanlar yerinden yurdundan edildi, sonra hiç acılar yaşanmamış gibi inşaat işine soyundular. Hegemon güçlerin, kışkırtması ve Rusların hegemonik güç yarışındaki hevesleri ile Ukrayna’da başlayan savaşta şimdiden on binlerce insan yaşamını yitirdi. NATO bir yandan Ukrayna’yı silahlandırmaya devam ederken, diğer yandan bölgenin kan tüccarı Erdoğan’ı ve BM’yi devreye koyarak, ülkenin buğdayını çalmakta ve daha yıkıntıların altındaki insan cenazeleri çıkmadan, yeni inşaat projeleri için ellerini ovuşturmaktadır.
Kapitalist sistem bir yandan ciddi bir kaos yaşarken diğer yandan kaostan, kriz ve savaştan beslenmeye çalışıyor. Kapitalist sistemin cilası Ortadoğu’da tutmuyor ve boşa düşüyor. Bu nedenle sistemini ayakta tutmanın ve güç olmanın yöntemi olarak savaşı tüm dünyaya yaymanın çabası içindedir. 3. Dünya savaşının merkezi Ortadoğu ve Kürdistan olsa da Ukrayna savaşıyla birlikte Avrupa sınırlarına ulaşması, “beyin ölümü gelişti” diye nitelenen NATO’nun kendini güç yapma arayışı ve ABD’nin hegemonyasını sürdürme çabasıyla ilgilidir. Bu ittifakın varlığı Sovyetlerin yıkılmasından sonra aslında tartışmalı bir durumken sürekli düşman ve terör tehlikesi yaratarak birliği ayakta tutma ve ABD etkisini canlı tutma arayışıdır. Amerika tüm dünya güçlerini ve ülkelerini Rusya ve Çin karşıtlığı üzerine kurulmuş yeni bir taraflaştırma ve bu savaşın bir parçası yapmaya çalışmaktadır. Bu bir yandan da miadını dolduran 20. yüzyıl paradigmasından medet ummaları anlamına geliyor. Biliyoruz ki 20. yüzyılda sosyalist bloğun varlığı, karşıtlık üzerinden kendini örgütlemesine ve ömrünü uzatmasına neden oldu. Sosyalizmin savunduğu değerlere karşı sosyal devlet ve demokrasi söylemleri ile kendisini cilalayan kapitalizm 21. yüzyılda ise derinleşen yapısal kriz karşısında kendini yenileyip krizden çıkamadığı için eski politikalarını tekrardan güncellemiş bulunmaktadır. Oysa biliyoruz ki kapitalist ulus devletler gerçeğinde sürekli ilişki ve çıkarlar temelinde bir politika söz konusudur. Tümden karşıtlaşma 19. yüzyıldaki gibi cepheleşme ve blokların oluşması finans kapitalin gerçeğine aykırıdır. Yaşanan durum toplumda korku yaratmanın, toplumu iktidara bağımlılaştırmanın, tüm güçleri bu çelişki etrafında taraflaştırmanın ve çatıştırmanın çabasıdır. Bugün, batı ile Avrasya devletleri arasındaki güç kapışması şeklinde ortaya çıkan hegemonya mücadelesi sistemin kendi içindeki güç savaşı olarak ifade edilebilir.
Böylesi bir dönemde Önderliğimizin de öngördüğü gibi üçüncü yol olmanın, yani sistem güçlerinden beklentili ya da taraf olma yerine kendi özgürlük ve devrim çizgisini geliştirerek, toplumlar lehine gelişme yaratacak bir mücadele yürütmenin önemi her zamankinden daha fazladır. Önderlik paradigması çerçevesinde diyalektik anlayışımız bizi keskin kutupların mahkumu ve tarafı olmaktan kurtarmıştır. İlkeler temelinde daha özgür, bol seçenekli ve çokluğu esas alan, toplumcu bir yaklaşımla bu dönemin temel politikalarına alternatif sunabilecek durumdayız. Toplum zaten bunun özlemi içindedir. Çünkü kendisini “ölümlerden ölüm beğen” ikilemine sokan bir iktidar gerçeği ile yüz yüzedir. Bu nedenle üçüncü yol ya da alternatif diyebileceğimiz bir yaklaşımla ve öngördüğümüz toplumsal sistemi, örgütlenmeyi kendi gücümüzle yaratarak böylesi bir dönemde çok önemli çıkışları yaratabiliriz. Böylece alternatif olunabilir ve paradigmasal yaklaşımımız somutlaştırılabilir.
Kriz dönemleri her zaman alternatif fikir ve örgütlenmelerin büyük başarısının önünün açık olduğu ve etki gücünün yüksek olduğu dönemlerdir. Yeter ki bu fikrin örgütlenmesi gelişsin. Örgütlülük yeninin temsili ve kuruluşu olmaktadır. Bu nedenle de görünür olan, somutlaşan yeni seçenek, kaos aralığından yeni bir yapılanma olarak çıkma koşullarına sahip olacak, o gücü gösterdikçe başarıyı yaratacaktır.
Kürdistani mücadele evrensel bir mücadeledir
Kapitalist sistemin Ortadoğu’ya yönelmesinin önemli bir yanı ekonomik sömürü ve talan olsa da diğer bir temel yanı da direnen, mevcut sistemle bütünleşmeyen toplumları ve direngen kesimleri hizaya getirmek, bu direnişi tümden ortadan kaldırarak sistem karşısında hiçbir güç bırakmamaktır. Bunun için de tarihi ve komünal değerleri, toplumsal-kültürel temeli güçlü olan tüm sistem karşıtı güçleri hedeflemektedirler. Özellikle PKK ve Kürt halkı gibi güçlü bir direniş damarı olan ve tüm halklara, sistem karşıtı güçlere bir alternatif yol sunan, sistem karşısında direnme umudu ve gücü veren bir hareketin yok edilmesi de “hayali Kürdistan burada metfundur” diyen zihniyetin günümüzdeki halidir. Kürtlerin, direnenlerin yok edilmesi ve onlara dönük saldırılar herkese ibret olacak düzeyde geliştirilmeye çalışılmaktadır. Dünyada gerilla mücadelesi veren nadir hareketlerden biri olarak bu direnişin tasfiyesi çabası, tüm direnen tarihin izlerinin silinmesi ve umudun ortadan kaldırılması çabasıdır. Bizler sadece Kürt kadınlarının ve halkının özgürlük umudunu temsil etmiyoruz. İdeolojimiz gereği, demokratik sosyalizm çizgisine sahip olduğumuzdan ve Önderliğin savunduğu paradigma gereği bu misyona sahibiz. Evrensel olarak taşıdığımız bu misyonla beraber içinde bulunduğumuz jeopolitik ve stratejik güncel durumdan kaynaklı, kadınların ve Kürt halkının kalıcı özgürlüğü Ortadoğu’yu temsiliyetten geçmektedir. Yani Ortadoğu devrimciliğini yerine getirdiğimiz oranda kendimizi savunmuş olacağız.
Ortadoğu’da bu sisteme karşı radikal mücadele temelinde kendini var eden ve kapitalist sistem karşısında alternatif oluşturan bir hareket olarak mücadeleyi yürütüyoruz. Tüm sosyalist ve demokratik mücadelelerin kapitalizm karşısında yenilgiye uğradığı, halkların devrim mücadelesinin kapitalizm karşısında başarılı olamayacağı fikrinin oturduğu ve toplumların alternatifsiz kaldığı bir dönemde Önderlik paradigması ile sisteme, dünyaya, devrimler tarihine müdahale eder duruma geldik. Konfederal sistem anlayışı ile, komünal yaşamı kurma mücadelesiyle, kadın özgürlüğünü teorik alandan çıkarıp pratik ve gerçekleşen bir yaşam sistemi, gücü haline getirdik. 21. yüzyılın teknik ağırlıklı savaşına, liberalize edilmiş mücadele tarzına karşı gerilla mücadelesiyle ve güçlü bir direniş odağı olarak bu kadar fedaice bir mücadele içinde olmak bizi farklı kılmakta. Bu da gelişimimizin ve dünyada umut olmamızın nedenidir. En önemli gücümüz ideolojimizi pratikleşme ve inandıklarımız için yürüttüğümüz hesapsız mücadele, ideolojik olarak sistemin tuzaklarından ve zihniyetinden kopuşun sağlanabilmesidir. Bu tabii ki Önder Apo’nun gücüdür. Bu anlamda Kürdistan’da yürüttüğümüz mücadelenin evrenselliği bir kez daha kendini göstermektedir. Dünyayı etkileme gücü açığa çıkmıştır. Bu etkiyi kırmak ve hareketimizin tasfiyesi için tüm uluslararası egemen güçler birleşerek rol paylaşımı temelinde bize karşı bir savaş içindedir. Bu konuda temel rol ve tasfiyeyi askeri yöntemlerle, katliamlarla yapma görevi de TC devletine verilmiştir. Kuruluşundan bu yana faşist Türk devleti bölge halklarının direniş damarlarını kesmede ve emperyalizmin Ortadoğu’da rahatça at koşturmasında, talan ve işgalini sağlamasında rol oynamıştır. 24 Temmuz 1923’te emperyalist güçlerin sözde ‘barış’ adı altında yaptığı Lozan antlaşmasıyla yüz yıldır kızıl ve beyaz soykırım ile yüz yüze bırakılmıştır.
Hareketimize karşı savaşı yürüten temel güç olan NATO’nun son toplantısında alınan kararlar bu nedenle yeni değil, zaten yıllardır süren savaşın yeni boyuta geçtiğinin göstergesidir. Aynı zamanda bu temelde görevlendirilen ve yıllardır hareketimizi tasfiye etmek için her türlü yöntemi deneyen faşist Erdoğan rejiminin, “ben artık PKK ile baş edemiyorum” itirafıdır. TC gerilla karşısında kaybettikçe, kendisini besleyenlere sığınmakta ve çöküşünü geciktirmek için yeni yol ve yöntemler aramaktadır. Jeopolitik konumunu kullanarak hegemon güçler arasındaki çelişkilerden faydalanarak, Kürt soykırımını gerçekleştirip hegemonlardan pay almak isteyen ve varlığını Kürdün soykırımı üzerine kurgulayan faşist şef Erdoğan’ın, NATO’dan beslendiği tüm teknik imkanları kullanarak, kimyasal silahlar dahil her türlü savaş suçunu işlemesi artık son çırpınışlarıdır.
Güney Kürdistan’a dönük yedinci ayına giren işgal saldırıları son derece orantısız, vahşi ve kimyasal silahlarla yürütülmektedir. Bu saldırılara karşı gelişen gerilla direnişi özgürlük mücadelesinin büyüklüğünü ve ulaşılacak başarının da görkemini ortaya koymaktadır. Bir halk şahsında dünya insanlığı, özgür toplum duruşu, komünal ve demokratik değerler direnmekte, bir halk şahsında tanrıça kültürü, ahlaki ve politik toplum direnmekte, bu halkın seçkin ve güzel evlatları şahsında tarih güncellenmektedir. Tarihin ve toplumların yitirdiği o kahramanca, insanca, fedakarca duruş APOCU militanlık şahsında tekrar dirilmekte ve özgürlük tarihine mal olmaktadır. Bazen Zagros ve Cenga Xabur devrimci hamleleriyle Zap, Metina, Avaşin başta olmak üzere tüm alanlarda üstün bir irade ve inançla sergilenen direniş, demokratik modernite gerillasının 50 yıllık zafer mirasının bir göstergesi olarak şimdiden tarih sayfalarında yerini almıştır. AKP-MHP faşizmi Zap’ta ve gerilla karşısında tarihinin yenilgisini yaşamaktadır. KDP ihaneti bile bu yenilgiyi engelleyemeyecektir.
Bugün herkes, AKP-MHP iktidarı için yolun sonunun geldiğini biliyor. PKK tarihte tüm iktidarları nasıl yenilgiye mahkum kıldıysa bir özel savaş aktörünü daha direnişin gücüyle tarihin çöp sepetine atıyor. Önderliğimiz “Tarih iki nehirdir, bu nehirlerin akışını tarih boyunca direniş belirledi” diyor. Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılına girerken artık Kürtler soykırım kıskacını parçalamış, Önderlik paradigmasıyla varlık ve bilinciyle tüm zaferi garantileyecek duruma gelmiştir. TC faşist rejimi ise saplandığı bataktan kurtulmak için çırpınıp durmaktadır. Bu iktidarın son çırpınışları ile ne zaman can vereceğini ise bizim direnişimiz ve halkımızın duruşu belirleyecektir.
Kadınların mücadelesi zaferin garantisidir
20.yüzyıl işçi sınıfının ve ulusal kurtuluş hareketlerinin direniş ve mücadelesine, alternatif sistem kurma çabasına tanıklık ederken günümüzde en önemli gelişmeler ve yükseliş kadın mücadelesinde ortaya çıkmıştır. Kadın mücadelesinde gelişen yükseliş ve bilinçlenme sistemi korkutacak düzeye ulaşmış, tedbirler almaya götürmüştür. İdeolojik olarak kadın özgürlüğünü saptırmaktan, liberalize edip sistem içleştirmeden tutalım faşizan yönelimler ve katliamlara kadar her yöntemi denemektedirler. Bunu en çok radikal özgürlük mücadelesi veren kendi özgürlük hareketimize karşı yönelimlerde görüyoruz. TC devletinin Kürt kadın devrimcilere, siyasetçilerine ve hareketimizin öncü militanlarına dönük saldırılarını bu politikadan ayrı ele almamak gerekir. Devrimci tarzda ve radikal bir alternatif olma gücüne ulaştığımızı, bu çağın mücadelesine yön verdiğimizi kendileri de itiraf ediyorlar. Bundan da büyük korku duyuyorlar. Bu nedenle Kürt kadınlarına ve öncülerine saldırının emrini vererek, önünü açarak gelişme ve dünyayı etkileme gücümüzün önüne geçmek istiyorlar. Bizler de bu politikaları boşa çıkarmak için devrimci bir alternatif olma gücümüzü daha etkili ve dönüştürücü kılmalıyız. Kadın özgürlük ölçüleri ve ilkeleri temelinde toplumsal özgürlüğü geliştirmek, erkek egemen sistem ve iktidar güçlerine karşı mücadeleyi büyütmek, kadınların kendi yaşam alanlarını ve özgür dünyalarını inşa etmekten sorumluyuz. Ayrıca dünyadaki kadın hareketlerine ulaşma, ittifaklar geliştirme ve çağın en dinamik ve gelişme yaratacak gücü olan kadın hareketleriyle ortak mücadeleyi geliştirme konusunda daha aktif olmalıyız. Mücadelemizin sonuçlarının yarattığı bu büyük etkiyi birebir ilişkilenme, ideolojik ve teorik düzeyimizi mal ederek, pratik yetkinliğimiz ve öncülüğümüz ile büyük devrimci çıkışa evriltme gücüne sahibiz. Önderliğimiz kadın hareketlerinin temel sorunlarını “Güçlü örgütsel temelden yoksunluk, felsefesini tam geliştirememe, kadın militanlığına ilişkin zorluklar iddiasını zayıflatmaktadır.” şeklinde tanımladı. Tüm bu hususlarda bizler Önderlik paradigması temelinde ve büyük mücadele yıllarımız içinde çok önemli gelişmeler yaşadık. Bu gelişmeyi kadın özgürlüğü ve mücadelesine daha güçlü mal etmek ve rol oynamaktan sorumluyuz.
Bu dönemin en dinamik ve mücadeleci gücü kadınlardır, en önemli mücadele alanlarının başında kadın özgürlük mücadelesi gelmektedir. Kadınların cins olarak kurtuluş ve özgürlük mücadelesi genel özgürleşme mücadelesinin bir ayağı değil kendisidir, çünkü kadın özgürlüğü tüm özgürlüklerin temelidir. O nedenle kadın özgürlük mücadelesi toplumsal mücadeleden, dönemin mücadelelerinden kopartılamaz. Kadın özgürlüğü için mücadele ikincil gündemler olarak görülemez. Önderliğimiz 21. Yüzyılı kadın özgürlük mücadelesinin ve kadınların yüzyılı olarak ön gördü. Bu tespit sınıfsal mücadelelerin akıbetinin ve kapitalizmin çözümlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Önderliğimiz toplumsal sorunları ve dünya-sistem gerçeğini iyi çözümlediği için temel çelişkiyi ve özgürlüğün şartını kadın eksenli ortaya koymuştur
Kürt kadın hareketi olarak ordulaşmadan partileşmeye ve kadın sistemini kurmaya kadar uzanan büyük mücadele yıllarımız ve ideolojimiz bugün de faşizmin, kapitalist sistemin, erkek ordularının karşısında en direngen, en güçlü şekilde savaşmanın koşuludur. Dünyada eşi görülmemiş bir güç ve irade temelinde bugün kadınlar adına bu sistemden, faşizmden hesap sormanın öncü gücü haline gelmiş durumdayız.
Kadınlar özgürlük mücadelesinin fedai militanları özgürlük dağlarında efsanevi bir direniş yürütmektedir. Kadın özgürlük çizgisinin en güçlü, en amansız mücadelesi verilmektedir. Bu militanlık tüm topluma, kadınlara takip edilecek, esas alınacak bir ölçü ve çıta belirlemiştir. Dönemin fedai militanları olarak Avzem, Ekin, Berfin, Arin, Mizgin, Rojda ve daha sayamayacağımız onlarca yoldaşımız bizlere APOCU tarzda savaşmanın, direnmenin, yaşamanın ve özgürleşmenin yolunu gösterdiler. Onların izinde mücadeleyi yükseltme ve zaferi kazanmak tarihsel bir görevdir.
PAJK KOORDİNASYONU
1 KASIM 2022
YORUM GÖNDER