MÜCADELE TARİHİMİZİN EN OLAĞANÜSTÜ SÜRECİNDEYİZ
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la ilgili hiçbir bilgi olmadığını belirterek, "Hareket ve halk olarak mücadele tarihimizin en olağanüstü sürecindeyiz” dedi. Kalkan, “yediden yetmişe mücadeleye” çağırdı.
Tam bir seferberlik halinde mücadele etmek gerektiğini vurgulayan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Yediden yetmişe gerçekten ayağa kalkmak lazım. Önder Apo'yu sahiplenmek, savunmak üzere, varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmak üzere, avukatları ve ailesi İmralı'ya gidip Önder Apo’dan, İmralı'daki tutsaklardan somut bilgi ortaya çıkarana kadar kesintisiz bir eylemlilik şart” diye konuştu.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’nin ‘Özel Program’ında önemli değerlendirmelerde bulundu:
İMRALI’YA DAİR HİÇBİR BİLGİ YOK
Öncelikle ben tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo'yu saygıyla selamlıyorum. Gerçekten de son derece kritik ve hassas bir durum söz konusu. Asrın Hukuk Bürosu'nun açıklamaları gündemi bir bütün olarak değiştirdi, somutlaştırdı. İmralı'daki duruma, Önder Apo'nun sağlık, güvenlik, özgürlük sorununa odakladı gündemi. Şimdi biz daha önceki programlarda CPT'nin Türkiye ve İmralı ziyaretini, -ki kendileri açık söylemişlerdi biz yaptık diye, biz görmemiştik öyle bir tanıklığımız yoktu- onların açıklamalarına dayanarak değerlendirmiştik. "Sadece işte gördük, başka bir şey sormayın. Bununla yetinin" demek istiyorlar, demiştik. Şimdi Asrın Hukuk Bürosu'nun açıklamasıyla durum daha iyi açığa çıktı, netleşti ki bu bilgi de doğru değildir. Ortada bu kadarı bile yok. Çok ciddi bir durum. CPT gibi bir kurumun "ben gittim görüştüm" diye açıklama yapıp ilgili çevrelere bunu duyurmasından sonra böyle bir bilginin ortaya çıkmış olması çok vahim bir durum. Böyle bir görüşmenin olmadığının söylenmesi, CPT'nin "görüştük" açıklamasının yalanlaması, her şeyi altüst edebilecek bir durum. Eğer gerçekse böyle bir durum tehlikeli demektir. Şimdi gerçek olup olmadığını da bizim hiçbir biçimde kanıtlama durumumuz yok. Bunu ya bu bilgiyi veren kurum olarak CPT netleştirecek, derhal gerçekler neyse açıklayacak ya da avukatların, ailenin İmralı'ya gidişine acilen, derhal izin verilecek. Gidilecek, görüşme yapılacak. Böyle olmadığı müddetçe ortada herhangi bir netlik kesinlikle yoktur. Şu an var olan durum nedir denilirse hiçbir bilginin olmamasıdır. İmralı'ya dair hiçbir bilgi yok. Bir çok cevre tartışıyor; işte CPT'nin gidip görüştüğü ama başka bir şey söyleyemeyeceği söylendi. Şimdi deniliyor ki; Önder Apo görüşmeye çıkmamış, görüşmeye gidilmemiş bir sürü söylenti var. Bunların hepsi söylenti, varsayım, yorum. Çeşitli çevrelerin kendilerine göre yorumlamalarıdır. Bazıları diyor ki direnişe geçmiş, Önder Apo görüşmeye çıkmamış. Kim görmüş, nereden biliniyor? Böyle bir durum yok. Görüşme istenilmiş mi Önder Apo ile? O da belli değil. Yani bunun gerçekle bir alakası yok. Gerçek olan, bu söylentilerin hepsinin hiçbir tutarlı temelinin olmamasıdır. Önder Apo'ya, İmralı'daki tutsak yoldaşlara dair herhangi bir somut, net ve kesin bilginin olmaması gerçeğidir. Yani diğerlerin hepsi yorum; bilinmiyor. O halde durum nedir? Yani vahim olan bu: Durum nedir? Nasıl oluyor ki CPT gibi bir kurum gittiğini, ziyaret ettiğini söylüyor ama öyle olmadığı söyleniyor. Diğer yandan öyle olmadığı, gidip görmediği yönünde söylentiler çıkıyor. Dikkat edilirse herkes kendi çıkarına göre bir şey söylüyor. Yani İmralı'nın durumunu kendi çıkarına alet etmeye çalışıyor. Bu konuda gerçek ortada yok. Somutluk ortada yok. Bu konuyla ilgili kesimlerin somut bilgisi yok. Tam bir belirsizlik var aile, avukatlar düzeyinde. Önder Apo kendi durumuna dair herhangi bir şeyi açıklayamıyor ama başkaları konuşuyor bol bol. Değerlendiriyorlar, yorum yapıyorlar, kendi çıkarları doğrultusunda bu durumu kullanmak istiyorlar. Böyle olabilir mi? Hiçbir görüşme yaptırmıyorsun, hukuk diye bir şeyi tanımıyorsun, iyi de bu söylentiler neyin nesi? Nasıl böyle bilgisiz bırakılabilir?
KÜRT SORUNU CİDDİ BİR SORUNDUR
Bu çok tehlikeli bir durum. Bu konuda şu hususların altını bir kere daha çize çize ifade etmek isterim. Birincisi, Kürt sorunu ciddi bir sorundur. Bununla ilgili çevreler bu konuda ben konuşacağım, görüş belirteceğim ve böyle bir sorunda benim de katkım var diyenler herşeyden önce ciddi olmalılar. Bu sorun öyle herhangi bir siyasi çıkara, oyuna alet edilemez. O temelde yaklaşılamaz. Öyle yaparım da siyasi kazanç sağlarım, diyenler yanarlar. Öyle bir durumla karşılaşırlar ki, basit bazı siyasal çıkarlar sağlamak isterken altında kalmışlar.
Diğer yandan çözmek istiyorum diyenler, ancak büyük bir ciddiyetle yaklaşır, bütünlüklü davranırlarsa bunu basit siyasi çıkarlara, ekonomik çıkarlara alet etmezler, bu konuda oyun oyun oynamazlarsa çözüme girebilirler, çözümün önünü açabilirler. Çözüm için öncelikli şart bu. Çözüm için başka çabalar da lazım. Salt öyle olunca kendiliğinden çözülür, demek istemiyoruz. Çözmek için daha farklı çabalar da lazım. Çzüm kulvarına girebilmek, her türlü basit siyasi çıkardan, oyundan, hileden uzak büyük bir ciddiyetle ve bütünlüklü yaklaşım gerekli. Şimdi bunu göremiyoruz. Bu görülmüyor. Burada ciddi bir yanılgı, kendini kandırma yaşanıyor. Türkiye'de her şey basitleştirilmiş. Avrupa da oyun oynuyor. Bir sürü çıkar kavgası var. Günlük hile, oyun yapıyorlar. Her şeyi alet ediyorlar çıkarlarla. Siyasetten anladıkları bu; hile, oyun, basit kazanç sağlamak.
SOYKIRIMCI ZİHNİYET BU HALE GETİRDİ
100 yıldır milyonlarca insanın kanına girdiler. İnsanlığı yok olmakla yüz yüze getirdiler. Sistemi çıkmaza, krize, kaos içerisine soktular. Bunların hepsinin temelinde Kürt sorunu var, diyebiliriz. Kürt sorununu ortaya çıkaran zihniyet ve siyaset var. Nedir bu zihniyetle siyaset? Faşist, sömürgeci, soykırımcı. Bu sömürgeci, faşist, soykırımcı zihniyet ve siyaset, işte Kürt sorunu bu duruma getirdi. Diğer bütün sorunların da kaynağı Kürt sorunu en bariz biçimde bu zihniyet ve siyasetle somutlaşıyor. Sistemi bu hale getiren, insanlığı yok olmakla karşı karşıya getiren, nükleer savaş tehdidi altında tutan, soyup soğana çeviren, insanları açlık sınırının altında ve ölüm sınırında yaşatan sistem böyle ortaya çıktı. Daha fazla oynamaya kalkanlar yanarlar. Bu denli yakıcı bir durum. Neden? Çünkü bir halkın varlık yokluk sorunu. Sen soykırım uyguluyorsun. Bu şu an Kürt halkında somutlaşmış ama soykırım soykırımdır. Bugün Kürt halkına ediliyor ama herkese uygulanır. Öncesinde Ermenilere uygulandı, Rumlara uygulandı, Asuri Süryanilere uygulandı, başka halklara uygulandı. Yarın başka halklara uygulanır. Sadece Kürtlerle sınırlı kalır diye bir durum da yok. Öyle sananlar da yanılıyor. O bakımdan tehlikeli bir durum. Herkes uzak durmalı. Bu konuda kesinlikle uyarı yapıyoruz. Daha doğrusu doğru anlasın herkes diyoruz, Kendileri bilir ama yanarlar, yakıcı bir sorundur bu. Öyle basit çıkarlara alet edilecek, bilmem çıkar kavgasına vesile yapılacak bir sorun filan değil.
Bunun için doğru yaklaşım, ciddi yaklaşım, bütünlüklü yaklaşım şart. Sadece mevcut iktidarın bütünlüklü yaklaşımı değil, sadece Türkiye siyasetinin bütünlüklü yaklaşımı değil, küresel devletçi, iktidarcı siyasetin bütünlüklü yaklaşımı şart. Böyle olmazsalar çözemezler, çözüme giremezler; o da yaşadıkları krizi, kaosu daha çok derinleştirir, çıkamazlar ve bu kaosta boğulurlar. Bunun için uyarıyoruz.
BARIŞI SAĞLAYACAK YEGANE GÜÇ ÖNDER APO’DUR
Diğer yandan bu sorunu her defasında ifade ettik. Eğer Kürt sorunu denen sorun çözülecekse bu demokratik siyasi yöntemlerle çözülecek, barış getirecekse, bu temelde bir Kürt, Türk barışı olacaksa, Ortadoğu'da halklar, dünyada insanlık barış yolunda ilerleyecek, özgür ve demokratik bir yaşama kavuşacaksa bunu gerçekleştirecek yegane güç, bütün bunları sağlayacak yegane güç Önder Apo'dur. Bunu yüz defa söyledik, bir kere daha ifade ediyoruz. Hiç kimse kendini kandırmasın. Başka türlü olur, demesin. Şuna bir şey demiyoruz. Biz bu savaşı sürdürürüz. Çıkarımız bu sorunun varlığıyladır, bu çatışmanın sürmesindedir. İşte Kürtleri yok etme temelinde çözeceğiz. Soykırımı başarıya götürme temelinde çözeceğiz. Her türlü katliamı yapacağız diyenler varsa, çözüm diye bunu ön görüyorlarsa ona bir şey diyemem. Sözüm onun dışında. Onlar yapabilirler mi yapamazlar mı, yüzyıldır uğraşıyorlar, 200 yıldır uğraşıyorlar. Yani biraz ilerleme yapmadılar denilemez ama bu kadar çabaya rağmen geldikleri nokta bu. Öyle kolay olmayacağı da açık. Yine de kendileri bilirler ama öyle değil de gerçekten sorunu çözeceğiz. Demokrasiyle, özgürlükle, barışla çözeceğiz. Bu sorun Kürtlerin, Türklerin, Ortadoğu'daki halkların, insanlığın yararına çözülecek deniliyorsa bunu sağlayacak tek kişi Önder Apo dur. Bunun değerlendirilmesini istedik. Bu durumu herkesin dikkatine sunduk. Defalarca yönetimimiz açıkladı, arkadaşlarımız açıkladı. Önder Apo bu konuda en kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Çözüm projeleri ortaya koydu.
Şimdi görünen o ki oyun oynanıyor. Ciddiyetle bu çözüm imkanını değerlendirmek yerine oyun oynanıyor. Göz önünde böyle basit çıkarlar uğruna oyunlar oynanıyor. Bu çok büyük tehlike burada, büyük ciddiyetsizlik burada. Herkesi yakacak, yani neredeyse kıyameti kopartacak bir sonuca doğru gidiş buradadır. Herkes aklını başına toplasın. Bunu ifade etmek istiyorum bu konuda.
İMRALI GERÇEĞİ BÜTÜN MASKELERİ DÜŞÜRDÜ
Gerçekten bu CPT'yi de anlamadık. Nasıl bir kurumdur. Adı böyle çekici geldi. İşkenceyi Önleme Kurumu, İşkenceye Karşı Mücadele Kurumu. Yani gerçekten de işkenceye karşı mücadele etmek en temel insan hakkı, en demokratik bir duruştur. Bu bakımdan biz bu kurumu anlamaya, önemsemeye çalıştık. Aslında baştan önemli bir kurum olarak gördük fakat sonra ortaya çıktı ki böyle bir durum yok. Herhangi bir çözümleyiciliği yok. Hiçbir şey yapamıyor. Ya avukat görüşlerini sağlayamıyor, aile görüşü sağlayamıyor. Yani bu İmralı'nın bu durumunu kendisi kurmuş. Önder Apo dedi ya geldiğimde karşımda CPT'yi buldum. Bunu kurmuş, bu mevcut hukuksuzluğu kabul ediyor CPT. Bu ne biçim Avrupa kurumudur? Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi bu mudur? Bunu mu gerektiriyor, AİHM kararları bu temelde midir bilemiyoruz. Yani tersi söyleniyordu hep. İmralı gerçeği bütün maskeleri düşürdü, yalanları açığa çıkardı, her şeyi aydınlattı. Sözler yalanmış, bir cilaymış o meğer. Cilayı kazıyınca nasıl bir baskı, despotizm çıktığı net görülüyor.
İMRALI’DAN EN ÇOK AVRUPA KONSEYİ SORUMLU
İşte İmralı'daki uygulamalar açıkça bunu gösteriyor. şimdi düşünebiliyor musunuz, bir sey istenmiyor kendisinden. Tutuklandık diyorlar, Tutukladıysan her tutukluya uygulanması gereken kurallar var. Kaldı ki İmralı TC yasalarına göre oluşmuş bir tutuklama yeri de değil. Avrupa hukuku işliyor orada. Biz öyle sorumlu görür, sorumlu tutarız. Bunun böyle bilinmesi lazım. Şimdi hiçbir şeyi yapamıyor. Gerçekten bu kadar etkisiz midir? Böyle etkisiz ise niye öyle bir kurum oldu? Değildir. Biz öyle etkisiz olduğunu söylemiyoruz, anlayışı bu. Gerçekten de Kürtleri kandırabilir sanıyor. Kürtlere her şeyi reva görüyor. Sömürgeci, soykırımcı zihniyet onlarda var ve bundan sadece CPT sorumlu değil. CPT kendi başına bir kurum değil. Avrupa Konseyi’ne bağlı, AİHM'in kararlarıyla bağlantılı, bu kararları uygulamaya koyan da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi. Demek ki aslında biz CPT diye söylüyoruz ama söylediklerimizden sadece CPT'yi sorumlu görmüyoruz. Öyle sayılmamalı, öyle de değerlendirilmemeli. Aslında CPT adıyla söylediğimiz tüm bu kurumları kapsıyor. Bunların hepsi sorumlu bu durumdan. Yani İmralı'daki uygulamalardan en çok da Avrupa Konseyi, onun Bakanlar Komitesi sorumlu. Demek ki bu durumu uygun görüyorlar, böyle bir uygulama geliştiriyorlar. O zaman gerçek yüzleri açığa çıkıyor. Demokrasilerinin nasıl bir maske olduğu, insan haklarının nasıl sözden öte geçmeyen bir durum olduğu, kendilerinin ekonomik siyasi çıkarlarını ifade ettiği, o çıkarların ötesine geçmediğini bu durum net gösteriyor. O halde kendilerini de kandırmasınlar, hiç kimseyi de kandırmasınlar.
YUNANİSTAN’A KARŞI AÇILAN DAVA
İmralı sistemi nasıl ortaya çıkartıldı? Onu ortaya çıkartan sistem, uluslararası komplo denen saldırı neydi? Onu ifade ediyor. O saldırıyla bağlantılı. Öyle görmek, anlamak, değerlendirmek lazım. İşin başlangıcını ifade ediyor. Gerçekten de bugün bir aile avukat görüşünün bile yasaklandığı sistem, o uygulamaların ardından kuruldu. Bugün hukukun en basit kurallarını bile işletemeyen durum, onun devamı oluyor. Birbirine bu kadar bağlı. Onu anlatmak istiyoruz. Elbette Yunanistan yargılanmalı. Yunanistan sadece sonrasından değil, Önder Apo'nun Suriye'den Avrupa'ya çıkartılmasında da Yunanistan üzerinden çağrılar yapıldı. Milletvekilleri, parlamento karar aldı diye çağrı yaptı, bilmem 100 kaç tane milletvekili her türlü şeyin verileceğine dair. Bu temelde Önder Apo'nun Suriye'den çıkışının yönünü Yunanistan'a çevirdiler, Yunanistan'a almadılar ama önce. Ondan sonra imha olmak üzere böyle boşluğa sürmek istediler. Onları bir tarafa itti Önder Apo. Rusya'dan Roma'ya kadar ama binbir türlü hileyle Roma'dan da çıkardılar. Tekrar yönünü döndürdüler Yunanistan'a. Yunanistan'da neler oldu? Minsk'e götürdüler. Orada uçaktan indirip imha edeceklerdi. Korfu'dan götürürken uçağa çarptırdılar içinde bulunduğu arabayı imha edeceklerdi, İmha edemeyince Yunanistan hükumetinin kararıdır, sözüdür diyerek Kenya'ya götürdüler. Kenya'da, Yunanistan'ın elçiliğinde kaldı Önder Apo. Elbette elçilikten çıkarıp Türkiye'ye teslim edildi. Yunanistan'ın Kenya elçiliği verdi. Yunanistan'ın istihbarat sorumluları Önder Apo'nun yanındaydı. Onlar teslim ettiler tabii. Kenya'ya kendi başına gitmedi. Kenya'dan alınıp Türkiye'ye kendi başına ve kendi isteğiyle gelmedi. Yunanistan'dan alıp Kenya'ya götüren de Yunan hükumetidir. Kenya'da CIA'ye, TC devletine teslim eden de Yunan hükümetidir. Dışişleri Bakanlığına bağlı kurum olarak Yunanistan elçiliğidir. O topraklar Yunanistan’a bağlı. Ondan sonra uçak teslim edilene kadar yanında Yunan istihbaratının özel subayları vardı. Onlar yönlendirdi. Onlar, söz vererek Önder Apo'nun gidişini sağladılar. Sonuç nereye götürüldü? İmralı'ya götürüldü. Elbette ki Yunanistan bütün bunlardan sorumludur.
YUNANİSTAN’DAN DA NATO VE AB SORUMLU
Aslında şimdiye kadar başka bir biçimde olsaydı çoktan yargılanır, çoktan ceza görürdü. Yunanistan'dan dolayı Avrupa hukuku gerçekten yeniden bir tartışmaya ve düzeltmeye tabi tutulurdu fakat sorun Kürt sorunu olunca, konu Kürtler olunca, Kürt varlık ve özgürlük iradesine saldırı olunca kimse işin üzerinde durmadı. Herkes kendisini haklı görüyor, çünkü Kürt’ü kimse kabul etmiyor, herkes yok sayıyor. Kürt’ün imhası üzerinde kendi varlığını, yaşamını, ekonomik, siyasi çıkarlarını düzenliyorlar. Dolayısıyla Kürt’e bir hak yok ki Kürt’e karşı işlenmiş suç olsun. Hak tanımıyorlar. Dolayısıyla suç da olmuyor. Hak olmazsa elbette suç da olmaz. Ondan sonra da işte şimdi İmralı sistemi oluşturuldu. 24 yıldır devam ediyor. İki ay sonra 25. yılına girecek. 24. yılı tamamlanacak. İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sistemi böyle oluşturuldu. Bunun temelinde uluslarası komplo, onun hileleri var, oyunları var. Bu hile ve oyunun merkezinde de elbette ki dönemin Yunanistan hükümeti var, Yunanistan siyaseti var. Onu yönlendiren de CIA'ydi tabii. NATO’nun süper gladiosuydu. Yunanistan, Avrupa Birliği'ne bağlı, NATO üyesi. Yaptıkların hepsinden NATO ve Avrupa Birliği sorumlu elbette. Onların bilgisi ve onayı dahilinde yapıyor yaptıklarının hepsini. Komployu da öyle yaptılar, İmralı'yı da öyle ortaya çıkardılar. Elbirliği ettiler. Açıktan insan kaçırma, yani böyle aldatarak zorla imha etme.
İMRALI HERKESİ İLGİLENDİRİYOR
Şimdi İmralı'daki uygulama da odur işte. Bakın CPT gittim diyor ki, öbürü de diyor gitmedi. Gitmiş mi gitmemiş mi belli değil. Yani bir avukat görüşü sağlayamıyor, bir aile görüşü sağlayamıyor. Gerçekten de ilk çağın zindanları bile böyle değildi. Yine de insanlardan haber oluyordu. 20 ayı geçti. İmralı'dan hiçbir haber yok. Belirttim ya şimdi bilgi nedir diye bize soru soran olursa ancak şunu söyleyebiliyoruz. Hiç birşey belli değildir. Hiçbir bilgi yok. Söylenenlerin hiçbirisi güvenilir ve doğru değildir. Hepsi spekülasyon, yorum tahmin o kadar. Doğru olan tek şey bilinmemezliktir. Bilgi yoktur. Yani kapatılmış, yasaklanmış durumun ne olduğu bilinmiyor. Dolayısıyla kuşkusuz sağlık, güvenlik sorunları çok ciddidir. Bu konuda herhangi bir bilgi yok ki. Her şey söylenebilir. Her şey düşünülebilir. Her yorum yapılabilir. Her şeye açık bir durum var çünkü. Tehlike bu düzeyde. Dolayısıyla buna karşı herkes duyarlı olmalı. Duyarlık çok önemli. Biz şimdi Hareket ve halk olarak, bütün Kürt toplumu olarak, tüm demokratik Türkiye, Ortadoğu, insanlık olarak İmralı'daki durumla sorumluyuz. İmralı'dan herkes sorumlu. İmralı herkesi ilgilendiriyor. Bütün insanlığın nabzı orada atıyor yani. O bakımdan da öyle basit, yüzeysel ya da normal yaklaşamaz. Normal değil. Normalin ötesinde bir durum. Olağanüstü de değil. Onun da ötesinde bir durum var. O halde bu durumda ne olmak gerekiyor? Seferberliğin üstünde olmak lazım. Tam bir seferberlik gerekli herkes için. Halkımız, kadınlar, gençler, 7'den 70'e tüm Kürtler, dört parça Kürdistan'da ve dünyanın dört bir yanında nerede olurlarsa olsunlar bundan, bu durumdan sorumludur. Kendilerini sorumlu görecekler, bu tehlikeyi anlayacaklar. Yani bu tehlikeye karşı nasıl durulur, nasıl mücadele edilir bunu bilecekler ve gerçekten durmak, uyumak, oturmak haramdır. Bu sadece Kürtler için değil, ben devrimciyim diyen, demokratım diyen, sosyalistim diyen, insan haklarından yanayım diyen, ekolojistim diyen, kadın özgürlükçüsüyüm diyen herkes için geçerli. Hepsinin turnusol kağıdı İmralı'dır. İmralı'daki duruma karşı tutumları onların ne kadar solcu, demokrat, özgürlükçü, ekolojist, insan haklarından yana olduklarını gösteriyor. Başka bir ölçü yok. Burada kendisini doğruya çıkartamayanın bu tür sözlerin hepsini bir kılıf olarak kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Netlik burada ortaya çıkıyor. İmralı hem dünya gerçeğini, iktidar ve devlet gerçeğini, Kürt gerçeğini, Kürt’e yaklaşımı, soykırımcı zihniyet ve siyasetin ne olduğunu aydınlatma bakımından tam bir aydınlatıcı merkez hem de yargılayıcı, netleştirici, kesinleştirici, hüküm verici bir alan, turnusol kağıdı gibi belirgin kılan bir alan. Kim, nedir, ne değildir? Maskeyle, sözle olmuyor. Ben demokratım diyebilir. Birisi ben şuyum diyebilir, buyum diyebilir. Onu demekle demokrat da olunmuyor. İnsan haklarından yana olunmuyor. Bu tutumla bağlantılı. Bu da kendi çıkarıma göre bunları ayarlıyorum demekle olmuyor. Çıkarla olmaz. Neyle oluyor o zaman? İmralı'daki gösterilecek tutumla oluyor. Örneğin İmralı bu konuda en somut, en kapsamlı, en netleştirici yerdir. Kürt sorunu da böyle. Kürt sorunun çözüm iradesi, Kürt halkının özgürlük iradesi İmralı'da tutuluyor. İmralı'da buna saldırı var zaten. Bunu anlatmak istiyoruz.
KESİNTİSİZ EYLEMLİLİK ŞART
Durum çok ciddi. Hareket ve halk olarak mücadele tarihimizin en olağanüstü bir sürecindeyiz. O halde gerçekten tam bir seferberlik halinde bu durumlara karşı mücadele etmeliyiz. Yediden yetmişe gerçekten ayağa kalkmak lazım. Önder Apo'yu sahiplenmek, savunmak üzere, varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmak üzere, avukatları ve ailesi İmralı'ya gidip Önder Apo dan, İmralı'daki tutsaklardan somut bilgi ortaya çıkarana kadar kesintisiz ve sürekli bir eylemlilik şart. Bu yönlü çağrılar oldu. Seferberlik ilan eden kurumlar oldu. KCDK-E ve benzeri kurumlar. Biz bunlara katılıyoruz. Birçok kurumun benzer açıklamaları var. Hepsi doğru, önemli, anlamlı açıklama olarak kalmamalı. Zayıf yaklaşılmamalı, sürece yayılmamalı. Bu bilgiler ortaya çıktığından itibaren bir tepki oluştu. Bu tepkiyi derinleştirerek, yayarak dört parça Kürdistan'da ve dünyanın dört bir yanında kesinlikle geliştirmeliyiz. Yediden yetmişe her Kürt insanı, kadını, genci, çocuğu, yaşlısı sorumluluk duymalı. Öyle bir şey beklememeli, çağrı beklememeli, örgütlülük beklememeli, kendisi sorumluluk duymalı, kendisi çevresini örgütlemeli, kendisi katılımcı olmalı ve mücadeleyi büyütmeli. Kesinlikle Önder Apo'nun özgürlüğü için, Önder Apo'nun sağlığı ve güvenliği için mücadelemizi yani somut bilgileri en azından somut bilgiler alana kadar kesintisiz sürdürmeliyiz. İmralı işkence sistemi parçalanıp, Önder Apo özgür olana kadar da tabii ki mücadelemizi çeşitli biçimlerde sürdürmeliyiz. Bu temelde şimdiye kadar yürütülen özellikle bu hafta sonu başta yurt dışı olmak üzere değişik alanlarda bu duruma karşı Önder Apo'nun güvenli sağlığı için sokaklara dökülen, eylemlere giren herkesi saygıyla selamlıyor, yürütülen eylemlerin devamını ve başarısını diliyorum.
GERİLLANIN DİRENİŞİYLE BAĞLANTILI
Biraz bu gerçeklerin açığa çıkmasının da gerillanın geliştirdiği eylemlerle bağı olduğunu düşünmek lazım. İmralı'daki durum aydınlatıcıdır. Uygulamaların, tutumların, neyin ne olduğunu ortaya çıkartıyor. Çeşitli çevreleri buna zorlayan ise gerillanın ve halkımızın direnişi oluyor. Böyle bir direnişe de bir bütün olarak gerilla öncülük ediyor. Günümüzde Zap, Avaşîn, Metîna gerillası böyle bir büyük direnişin öncüsü konumunda, öncülük ediyor. Zaten bu durumların açığa çıkması, bu tür bilgilerin yayılmasının da gerillanın geliştirdiği büyük eylemlerle bağının olduğunu düşünmek lazım. Hem PKK'nin 45. yıla girişinin görkemli karşılanışı hem de bu karşılayışı en büyük eylemlerle gerçekleştiren Zap, Avaşîn, Metîna gerillasının zafer kazanan, büyük başarılar elde eden eylemleri bu durumu ortaya çıkardı. Gerçekten de herkes gördü. Durumlar açık. HPG BİM yayınlıyor, görüntüleri de yayınlıyorlar. Üzerinde tartışacak görüntüler basına girdikçe önümüzdeki saatlerde, günlerde bu daha fazla olacak. Herkes durumu görecek ki PKK'nin kuruluş yıl dönümünde gerilla Zap'ta, Avaşîn'de, Metîna'da neler yapmış, ne tür darbeler vurmuş AKP-MHP faşist diktatörlüğüne, bunu herkes görecek. Bu bir zirve tabii. Son durumu ifade ediyor. Bütün bunlar özellikle Girê Hakkarî ve Girê Cûdî'deki eylemler, Zap'taki savaşın geldiği noktayı gösteriyor. Bu savaş ne durumda diyenler buraya bakabilir. Bu çerçevede şunu insan net ifade edebilir; çok ezici bir darbeydi. Zaten Savaş Bakanı da Genelkurmay da hepsi koştular, Çukurca olay yerine. Oradaki komutanın, savaş gücünün yaşadığı sendromu önlemeye çalıştılar. Kaçışı durdurmaya, dağılmayı engellemeye çalıştılar. Bir de daha önce de Hulusi Akar bir defa gittiklerinde moral vermemiz gerekiyor, zor durumdayız, demişti. Şimdi artık öyle potlar kırmıyor. Çünkü çok kırdı. Sessiz kalıyor ama durum o zamana göre çok daha vahim onlar açısından. İşte morale ihtiyacı var orada durabilmeleri için. Dağılma yaşanıyor, önleyebilmeleri gerekli. Ağır darbe yemişler orada durdurabilmeleri gerekli. Süpürüp atılmışlar Girê Hakkarî'nin önemli bir kısmından. Gerilla işgali kırmış, işgalciyi süpürmüş, özgürleştirmiş önemli stratejik alanların bazılarını. Bu düzeyde bir eylemlilik var. Çok ezici bir darbe yemiş. İşte bilançolar veriliyor. Bunlar HPG BİM'in açıklamalarında var. Benim bilanço belirtmeme gerek yok. Onlar savaşın durumunu net ortaya koyuyor. Yani 26-27 Kasım o süreçte gerilla güçlü bir devrimci operasyon yaptı. Girê Hakkarî saldırısı eylemi önemliydi. Büyük bir sonuç verdi. Başarıyla sonuçlandı. Girê Cûdî öyle. Bu ta Çemço'ya kadar böyle yayıldı. Başka yerlerde de irili ufaklı eylemler oldu. Sürüyor da böyle. Ben bu vesileyle parti yönetimimiz adına bu devrimci operasyonlarını, eylemlerini kutluyorum. Bunu gerçekleştiren HPG ve YJA Star’ın komuta ve savaşçı gücünü selamlıyorum. Şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
YENİ BİR SÜRECİ İÇERİYOR
Her gün bir sonrakine göre bir yenilik ifade ediyor, yeni bir zirveye yol açıyor, yeni bir gelişme yaratıyor. Bu sonuncusu ise aslında Kasım'ın sonu Partimizin yeni bir yıla girişi ise aslında gerillanın devrimci eylemlerinin de sonuncusu ama en derli toplusu, ezici, darbe vurucusu oldu. Bu bakımdan yeni bir süreci içeriyor.
Şimdi içine girilen süreçler de var. Bu kış ve bahar süreçlerinde savaş nasıl gelişecek onun bir göstergesi oldu zaten. Yani işgalciler zor durumdaydılar, darbe yiyorlardı. Mevsim değişti, çok fazla yayılmışlardır, kendilerini koruyamıyorlardı. Tekmillere de yansımıştı. Basın da verdi bazı güçlerini toparlıyorlar diye. Şimdi bu eylemlerin yapıldığı yerler, Türk ordusunun kendisini sağlama aldığı yerlerdi. Diğer yerlerden çekip orada kışın kalmayı hesapladıkları yerlerdi. Ortaya çıktı ki yani bu tedbirlerle gerilla karşısında ayakta kalmaları mümkün değil. Gerilla eylemleri bunu net olarak gösterdi, açığa çıkardı. Bir de gerçektende süreç açısından çok önemli bir cevap oldu. İşte tehditler vardı, konuşuluyordu. Rojava'ya girdi girecek, bombardıman ediyordu. Şöyle saldırın böyle kırarım diye Mexmûr, Şengal, Kuzey-Doğu Suriye halklarını tehdit ediyordu AKP-MHP faşizmi. Bilmem bir Amerika'dan yardım, bir Rusya'dan yardım, bir İran'dan yardım, bunları alarak da saldırı yapacağım diye hesap kitap içerisindeydi. Herkesi de tehdit ediyor, inandırıyordu da buna. Şimdi böyle bir durumda yani derler ya oturdu küt diye yerine, öyle tehditlerin kuru sıkı şeyler olduğu açığa çıktı. Aslında şuraya buraya saldırı değildi. Savaş Medya Savunma Alanları içindedir. Zap ve Avaşîn'de odaklanmış. Oradaki savaşta durumun nedir? Ne yaptın, hedeflediklerini ne kadar gerçekleştirdin, ne kadar ayakta kalabiliyorsun. Bu soruları sormuş oldu gerilla eylemleriyle. Maskesini düşürdü. O tehditlerin boş tehditler olduğunu ortaya koydu. Geriye açığa çıkan ise amansız bir savaş. Bu devam ediyor. Bu eylemler önemli. Askeri ve siyasi sonuçları olacak. AKP-MHP faşizminin işgali sürdürmesi çok daha zorlaşmıştır. Benzer darbeleri öyle anlaşılıyor ki daha fazla yiyecek.
BÜTÜN İMKANLARI SAVAŞA SEVK EDİYOR
Tabii o da Türkiye'nin tüm imkanlarını kullanıyor, dış imkanlarını kullanıyor. Rusya'dan, NATO'dan her yerden destek almaya çalışıyor. Aldığı desteklerin hepsini Kürt soykırım savaşına sevk ediyor. Türkiye'de bütçe yok, ekonomi yok. Diğer çalışmaların hepsi hikaye. Onlar boş boş konuşuyorlar halkı aldatmak için. Esas olan savaştır. Bütün imkanlar bu savaşa sevk ediliyor. Dolayısıyla sevk edip ayakta kalmaya çalışacak. Yani savaş sürüyor, derinleşerek sürüyor. Değişen mevsim koşullarına, her tarafa kar yağmış olmasına, çamura, kara, soğuğa rağmen savaş bütün yoğunluğuyla sürüyor, süreceği anlaşılıyor kış boyu. Bu olaylar onu gösterdi, sürecek. Niye? Çünkü işgalci planlarını uygulayamadı, başarılı olamadı, işgal edemedi. Değişik yerlere girdi ama gerillayı yok edemedi, işgali sağlayamadı. Tersine kendisini bir de her tarafa girmiş oldu. Şimdi gerillaya hedeftir. Elbette teknik gücünü, diğer gücünü kullanarak fırsat bulduğu yerde kendisi de gerillaya vurmaya çalışıyor ama yüzlerce yerde hedef. Gerilla da fırsatını yakaladı mı vuruyor. Öyle görülüyor ki daha fazla vuracak.
Önümüzdeki süreç daha şiddetli bir savaş sürecine sahne olacak. Bu Medya Savunma Alanları’nda böyle, Bakur’un farklı alanlarında böyle, kentlerde böyle. Artık Rojava'ya da yayılır mı yayılmaz mı onu tabii AKP-MHP hükümetinin kararları belirleyecek.
HERKESİN KAZANMADA PAYI OLMALI
Şimdi şunu söyleyebiliriz burada yani gerilla evet işgali önledi, büyük bir savaş verdi, ağır darbeler vurdu, büyük bir cesaret ve fedakarlık gösterdi. Gerçekten de fedailik, Apocu fedailik zirve yaptı 7-8 aylık Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında. Bu devam edecek. Yoğunlaşarak ve derinleşerek sürecek. Gerilla bu savaşı sürdürecek ve sonuç alacak. Sürdürme ve sonuç alma, zafer kazanma, işgalciyi yenme gücüne, imkanına sahip. Bu eylemler onu gösterdi. Mevcut gelişmelerin de bu yönlü olacağı anlaşılıyor. Biz buna inanıyoruz. Tüm gençliğin, tüm halkımızın bu gerçeği iyi görmesini, gerilla direnişiyle daha çok birleşmesini, bütünleşmesini, gerilla ile bütünleşen halk direnişini her alanda daha çok gerilettirmesini bekliyoruz. Özellikle gençlik, kadınlar bu konuda çok daha sorumluluk üstlenmeleri, daha etkili eylemler geliştirebilmeleri, dört parça Kürdistan ve yurt dışındaki halkımız ve dostlarımız, yani ilk gerillayı tamamlayacak bir halk direnişini kesintisiz olarak sürdürebilmeleri gerekiyor. Gerillanın çağrısı bu. Gerillanın eylemlerinden çıkaracağımız sonuç bu. Böyle olursa kazanırız. Herkesin kazanmada payı olmalı. Kazanmak için herkes bir şeyler yapabilmeli, görebilmeli. Çağrımız bu. Gerilla savaşının doğru anlaşılması ve onunla bütünleşen, kenetlenen bir halk direnişin her alanında ortaya çıkartılmalıdır. Gençliğe ve halka çağrımız bu. Gerillayı da bir kere daha selamlıyoruz.
MGK TOPLANTISI OLAĞANÜSTÜ BİR TOPLANTIYDI
Yılın son MGK’sı, şu bu diyorlar ama kimseyi kandıramazlar. Tamamen bu devrimci eylemlerin, gerilla saldırılarının arkasından geldi. Bunu değerlendirdiler. Zaten eylemin hemen ardından Savunma Bakanlığından bütün savaştan sorumlu heyet olay yerine gitti. O kadar sarsıldılar. Aynı o 2011'deki Çukurca’daki gerçekleşen büyük eylemin sonuçlarının etkisi gibi bir etki yaptı. Bu ne kadar büyük bir eylem olduğunu, ne kadar ağır darbe vurduğunu, AKP-MHP yönetimine, orada savaşan faşist sürülere ne kadar ağır darbe vurduğunu zaten gösterdi. Bizim söylememize gerek yok, öyle olmasaydı gitmezlerdi. Böyle bir şeye girişmezlerdi. Oradan alınan bilgiler Ankara'ya götürülünce ardından da MGK toplandı. MGK aylık olağan toplantı yaptı, diyemeyiz. Bu bir olağanüstü toplantıydı. Öncelikle bunu tespit etmemiz gerekiyor. Yani gerillanın vurduğu ağır darbenin sarsıntısını nasıl gidereceklerini tartıştılar, ne yapacaklarını tartıştılar. Onun gündeme getirdiği bir toplantı oldu bu MGK toplantısı. Sonuçları bildiri olarak yayınlıyorlar. Biz tabi o söylenenleri esas almıyoruz, inandırıcı değil. Bazı ipuçları dikkat çekiyor ama ne tartıştılar onu söylemiyorlar. Ne tartıştılar, içine düştükleri durumdan nasıl kurtulacaklar? Bunu tartıştılar. Ne tür görüşler oldu bilemiyoruz. Yani muhtemel görüşler ileri sürülmüş olabilir. Ben de varsayımlarda bulunabilirim. Mesela çekilmeyi tartışmış olabilir bazıları eğer korkmamışlarsa. Çünkü Zap'tan 2008’de geri çekildikten sonra Yaşar Büyükanıt'la İlker Başbuğ'un başına neler geldi bunu hepimiz biliyoruz, bütün insanlık biliyor. Daha canlı olarak yaşanıyor.
NASIL KURTULACAKLARININ ARAYIŞINDALAR
Şimdi Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli tir tir bunun korkusunu yaşıyorlar. Çünkü o zaman İlker Başbuğ ile Yaşar Büyükanıt'a en çok saldıran Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli idi. Onları suçlu tutuyorlardı. Bilmem teröre karşı şunu yapamadınız, PKK'ye karşı mücadele edemediniz, diye. Şimdi onların yerinde kendileri var. O duruma düşmemek için direniyorlar ve biraz da aslında yasak koymuşlar. Birçok şeyi tartıştırmıyorlar. İşleri emirle yürütmeye çalışıyorlar. Herşeyi kendileri belirlemek istiyorlar. Eğer serbest tartışma olmuşsa kesinlikle geri çekilme tartışılmıştır veya bazıları cüret etmişse gündeme getirmiş olabilirler. Yani o tür şeyler oldu mu bilemeyiz. Fakat şunu tartıştılar; durum ciddidir, ağır darbe yiyoruz, bu durumdan kendimizi nasıl kurtaracağız? Onun arayışı içindeler. Geri mi çekilecekler, başka yere mi saldıracaklar? Dikkat edelim birçok saldırı yaptılar, hemen onun ertesinde bir sürü tutuklamalar yaptılar, muhalefeti suçladılar, HDP'yi suçluyorlar, HDP'yi kapatma tehditlerini öne çıkartıyorlar. NATO, ABD nezdinde. PKK bilmem nedir? Saldırılarını daha çok gündeme getirirler. Özgür Kadın Hareketi'ne saldırdılar. Yani onlarca yurtsever, devrimci kadını tutukladılar işte. Kimyasal silahlara karşı çıkıyorlardı, devrimci mücadele yürütüyorlardı, özgürlük istiyorlardı. Halk aydınlatıcıydılar. Yani sanki Zap'takinin intikamını alır gibi. Başka yeni hiçbir şey yoktu. O tutuklamaların hiçbir gerekçesi yoktur. Sadece yedikleri darbenin böyle misillemesi gibi oluyor. Diğer yandan Rojava'ya saldıracağız diye Kuzey-Doğu Suriye'ye saldıracağız diye habire tehdit ediyorlar her gün.
TÜRKİYE ÇOK KRİTİK BİR SÜREÇTE
Şimdi çok tartışılıyor. Bugün basında deniliyordu ki ABD istemiyormuş, Almanya'yla Fransa tümden karşı çıkmış. İşte o Türk basınının bir kısmı diyordu Norveç iyidir onlar bize destek verdi. Norveçliler demişler Türk devletinin kendini savunma için teröre karşı mücadelesini anlıyoruz, anlayışla karşılıyoruz. Hangi teröre karşı, nerededir bu Norveç hükümeti, nerede yaşıyor anlamadık. Eğer gerçekse bu açıklamalar akıllarını başlarına toplamalılar. Kim terörist, hangi terörden söz ediyor? Kimin güvenlik sorunu var? Soykırım uygulanıyor. Bir halka soykırımcının güvenliğinden söz ediyorsun. O başkalarını yok ediyor. Cellat zalime sen hak tanıyorsun. Çığrından çıkmış bir insanlık denebilir. Böyle zihniyet mi olur? Böyle siyaset mi olur? Sözüm ona Avrupa'dır. Kendisini demokrat sayıyor. Ne demokratıymış. Soykırıma karşı çıkmayanın demokratlığı mı olur? Katliama karşı çıkmayanın demokratlığı mı olur? Bir halkın haklarını reddetmenin demokratlığı mı olur? Bunlar son derece net. Dolayısıyla zor durumda yani fakat saldırabilir. Öyle anlaşılıyor Kuzey-Doğu Suriye halklarının tedbirleri var. Bir sürü açıklamalar yaptılar. Dik duruyorlar, cesurlar. Cesaretle öyle duracakları da görülüyor.
Yeni askeri saldırılar yapabilirlerse Zap-Avaşîn hattına yapabilirler. Çok kritik bir süreçte Türkiye. Yani bu yönetimle yürümüyor. Yönetim de değiştiremiyor. Nasıl değiştirecek, belli değildir. Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli yönetimi bırakmaya niyetli değiller. Gerçekten de özellikle MHP'nin, Devlet Bahçeli'nin düşünceleri iktidarda. Her şeyi yönlendiriyor. 12 Eylül döneminde MHP'nin o zamanki başkanı Alpaslan Türkeş, fikirlerimiz iktidarda, biz hapisteyiz, demişti. Şimdi Devlet Bahçeli hapiste de değil. Fikirleri tamamen iktidarda. Kendisine bir şey de bulmuş. Emir veriyor, değerlendirme yapıyor. Uygulatıcı komutanı ortada Tayyip Erdoğan'a, onun etrafında oluşmuş ekibe uygulanıyor. Böyle bir durum var ve yani bunun nasıl değiştirileceği belli bile değil. Bir seçim olacak mı olmayacak mı belli değil. Muhalefet bir şey söyleyemiyor. Tayyip Erdoğan 24 saat dört dönüyor. Yani günde beş yerde konuşuyor, yazıyorlar, yazıyorlar, okuyor. Televizyona çıkıyor, yazılanları okuyor, toplantıya gidiyor, okuyor. Bir okuyucu olmuş, okuduklarını anlıyor mu, aklında kalıyor mu bilmiyoruz. Kendisinin yazmadığı zaten belli de ama böyle bu. Nasıl diyelim? Dört dönüyor. Niye? İktidarını korumak için. Bu kadar savaşa girmiş, bu kadar zulmetmiş, bu kadar baskı, sömürü uygulamış, insanları açlıktan ölür noktaya getirmiş, biliyor ki herkes hesabını soracak. Herkes yapılanın intikamını almak isteyecek. Hakkını almak isteyecek. Bir gün yakasını tutacaklar, hesap verme günü gelecek. Gittikçe de yaklaşıyor, daralıyor. Esas olarak bunlar tartışılıyor, görüşülüyor. Türkiye'nin gerçekten de gidişatı çok çok önemli. Artık değişmesi gerekiyor bu durumun ama nasıl değişecek? Tıkanmış bir durum var. Yani kendini değiştiremiyor. Böyle kilitlenmiş her türlü şey olabilir. İşte böyle bir durumda, yani baskıyla, şiddetle, savaşla AKP-MHP iktidarda kalmak istiyor. 2015'te savaş ilan ettiler, seçim yenilgisini tekrar iktidar olmaya dönüştürdüler. Yeniden iktidar olmanın yol ve yöntemlerini arıyorlar. Daha fazla saldırı geliştirebilirler. Savaşı derinleştirebilirler değişik yerlere dönük.
SON DERECE UYANIK OLUNMALI
Her türlü şey beklenebilir. Herkes uyanık olmalı bu konuda. Türkiye'nin halkları, kadınları, gençleri, işçi ve emekçileri, devrimci demokratları son derece uyanık olmalılar. Kritik bir süreçten geçiyoruz. Bu rejimden kurtulmak lazım ama ondan kurtulmak için tabi onun yerine geçmeye aday olmak yerini alacak aday ortaya çıkartabilmek lazım. Bu çok önemli. Başta belirttim. Bunun için çözüm. Önder Apo çözüm gücüydü, her düzeyde çözerim, dedi. Çözüm güç yaratabileceğini net ortaya koydu, gösterdi. Yani Türkiye'yi sevenler, gerçekten de özgür, demokratik yaşamak isteyenler, Türkiye'deki herkesin bu hakkı. Herkes bu gerçekleri görmeli. Önder Apo dışında kimse çözemez. Solcusu, sağcısı herkes aklını başına toplasın. Bir tıkatmışlık var. Bunu AKP-MHP zihniyeti, faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet bu tıkanmayı, kaosu, krizi ortaya çıkarıyor. Çözüm gücü de vardır. Çözümleyici güçler var. Versinler Önder Apo'ya; iki ayda çözerim, dedi. Bütün sorunlar. Kürt sorununu birkaç haftada çözerim, dedi. Çözüm gelişti. Yani çözüm de var, çözümleyici güç de var. Bunu herkes görmeli ve gerçekten ciddi olmalı. Herkes doğru yaklaşmalı. Sonra yani kaybedince ah vah etmemeli kimse. Yani simdi yanlış yapıp da sonra niye yanlış yaptık, dememeliler. O halde şimdiden herkes doğru düşünmeli, doğru anlamalı ve doğru tutum geliştirmeli. Bu faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyeti; Kürt düşmanı, hiçbir hukuk, ahlak, ölçü tanımayan, herşeyi kendi çıkarına göre düzenleyen rejimi, sistemi ortadan kaldırmalı. AKP-MHP faşizminin bugün geldiği nokta bu. Bundan kesin kurtulmak lazım.
HİÇ KİMSE YANLIŞ HESAP YAPMASIN
Bu zihniyet ve siyasetin aşılması gerekli. Bunun da yolu işte demokratikleşmedir. Kürt sorununun demokratikleşme temelinde çözümüdür. Bunu gerçekleştirecek yegane güç de Önder Apo'dur. Hiç kimse başka hesap yapmasın, yanılgıya düşmesin. Başka hiç kimse bu çözümü gerçekleştiremez. Eğer gerçekten demokratik çözüm ve özgür yaşam deniliyorsa, o halde bunun yaratıcısı güç ortada. Ona doğru yaklaşmalılar. Bugünkü İmralı karanlığını ortaya çıkarmamalılar. Bu kadar belirsizlik ortaya çıkartılır ise bundan sonra niye çözüm olmadı, nasıl çözüm olacak kimse demesin, bulamazlar. Onun için de herkes, Kürt düşmanı, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı çıkmalı. Gerçekten de kadın özgürlüğü temelinde, Kürtlerin özgürlüğü temelinde, Alevilerin diğer hak sahiplerinin özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleştirilmesi öngörülmeli. Bunu gerçekleştirirse Türkiye’nin geleceği olur. Eğer 21. yüzyıl, Türkiye yüzyılı olacak deniliyorsa ancak bunlar gerçekleşirse olur. Bunları gerçekleştiren bir Türkiye, 21. yüzyılı, Türkiye yüzyılı yapar. Bunları gerçekleştiremeyen Türkiye 21. yüzyılda ne tür felaketler yaşar? Hiç kimse şimdiden hiçbir şey diyemez. Yani Osmanlıyı da hatırlasınlar. O da çok görkemli duruyordu. Gümbür gümbür devrildi. Siyaset bu. Kimin ne olacağı bilinmez. Ancak doğru siyasetler ile toplumun özgür ve demokratik yaşamını öngörerek bir gelecek çizilebilir. Yoksa bu kadar çıkar kavgası, her türlü patlamayı, tehlikeyi içinde taşır, geliştirir. Türkiye, bu yüzyılda en büyük felaketleri yaşayan bir ülke olmaktan kesinlikle kurtulamaz. Bunu herkes böyle bilmeli.
KAYNAK: ANF/BEHDİNAN
YORUM GÖNDER