TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMLERDE KÜRT HALKININ MÜCADELESİ BELİRLEYİCİDİR
AKP-MHP rejimine karşı en çok mücadeleyi Kürt halkının verdiğini ve seçimlerde Kürtlerin rolünün belirleyici olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “Emek ve Özgürlük İttifakı Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin motorudur” dedi.
Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programa konuk olan KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, gündemdeki konulara ilişki değerlendirmelerde bulundu. Türkiye’deki seçimlere değinen Karasu, Kürt halkının mücadelesinin belirleyici önemde olduğunu söyledi.
Emek ve Özgürlük İttifakı sayesinde Türkiye’de bu kadar demokrasiden, özgürlükten bahsedildiğini ifade eden Karasu, “Şu da bir gerçek; AKP-MHP’ye karşı en büyük mücadeleyi biz verdik. Kürt Özgürlük Hareketi verdi, Kürt halkı verdi, demokrasi güçleri verdi. AKP-MHP ittifakı yıprandıysa, düşecek durumdaysa, bunu sağlayan Kürt Özgürlük Hareketidir. Esas biziz yani. Tabii ki başka güçler de var ama bizim mücadelemiz, Kürt halkının mücadelesinin belirleyicidir” şeklinde konuştu.
Karasu’nun değerlendirmeleri şöyle:
Önderliğin durumunu ve konferansı değerlendirmeden önce yazın şehit düşen ve yakın zamanda ilan edilen değerli yoldaşımız Raperîn Amed’i saygı ve minnetle anıyorum. Çok değerli bir çalışma arkadaşımızdı. Amed'in yurtsever çevresinden, ortamından mücadeleye katılan bir yoldaşımızdı. Silvanlı Azizoğlu ailesindendi. Gerçekten çok mütevazıydı. Hiç kimseyi incitmeyen ama ilkeli, çalışkan bir arkadaştı. Bütün arkadaşların değer verdiği, sevdiği bir arkadaştı. Gerçekten emektardı, sürekli çalışan bir arkadaştı. Önderlik gerçeğini kavramış, Önderliği anlamış bir arkadaştı. Bu yönüyle derinden inanan, Önderliğe, Partiye, Önderliğin paradigmasına, kadın özgürlük çizgisine derinden inanan ve bunun için yaşamının her anını veren fedai bir yoldaşımızdı. Bu yönüyle birçok çalışmaya katıldı. Bütün çalışmalarda başarılıydı. Gerçekten emek veriyordu. Zaten bu nedenle, bu yoğunluğu nedeniyle Kongra Gel Divanına seçildi. Kongre Divanı önemli bir kurum. Özellikle KCK sisteminin, komünlerin, meclislerin oturması, bu sistemin çalışması için çaba gösteren bir kurum ve bu yönüyle de yoğunlaşan bir arkadaştı. Raperîn arkadaş bu yönüyle emek kattı. Bu mücadelede emeği var. Özelikle Önderliğin paradigmasını anlama, pratikleşme konusunda yoğun emeği oldu. Bu yönüyle mücadelemizde hiçbir zaman unutulmayacaktır. Her zaman anılacaktır. Onların özlemlerini mutlaka gerçekleştireceğiz. Onlara layık olmaya çalışacağız. Onların özlemi yerde kalamaz. Onların özlemini gerçekleştirmemek olamaz. Biz yoldaşlarıysak, arkadaşlarıysak ve böyle büyük şehitlerimiz varsa hem hareket, hem halk olarak, bu şehitlere bağlılığın gereği olarak, hem Kürt halkını özgürleştirecek, hem Ortadoğu’yu demokratikleştireceğiz hem de Önderliğin paradigmasını tüm dünyada yaymaya çalışacağız.
ÖNDERLİĞİN 25 YILLIK DURUŞUNA LAYIK OLMAYA ÇALIŞACAĞIZ
Önderliğimizin 25 yıldır esaret altında olma gerçeği var. 25. yılındayız. Bu 25 yıl gerçekten destansı geçmiştir. Dünya tarihinde, insanlık tarihinde, zindanda böyle 25 yıl yaşayan başka bir ne siyasi tutsak olmuştur, ne kişi olmuştur, ne önder olmuştur. Gerçekten de başlı başına romanı yazılacak bir duruştur. Şunu söyleyebilirim: Önder Apo'nun İmralı'daki duruşunu anlamadan Önderlik gerçeği anlaşılamaz. Önderliğin kişiliği anlaşılamaz. Bu bakımdan kuşkusuz Önderliğin dışarıda da mücadelesi vardı. Onlarca yıl mücadele verdi, partiyi kurdu, gerilla mücadelesini başlattı, gerilla yetiştirdi. Kadın özgürlük çizgisinde militanlar yetiştirdi. Bu yönüyle önemli bir mücadele yürüttü. Halkımızın serhildana kalkmasının öncüsü oldu. Bütün bunlar tabii Önderlik duruşunun, Önderlik karakterinin, Önderlik yeteneğinin sonuçlarıydı. Ama derler ya, her şey zorluk anında belli olur. Zorluk anları toplumların, insanların kişiliklerinin ortaya çıktığı anlardır. Bu yönüyle Önderlik de 25 yıldır zindanda Önderlik nasıl bir halk önderi olduğunu, devrimci önder olduğunu ortaya koymuştur. Bu açıdan çok anlamlıdır, değerlidir, öğrenilmesi gereken bir 25 yıldır. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Örnek olacaktır bu 25 yıllık yaşam. Kürt halkı da unutmayacak, hareketimiz de unutmayacaktır. Oradaki duruşa hepimiz layık olmaya çalışacağız.
ÖNDERLİĞİN GÖRÜŞLERİ TÜM DÜNYAYA YAYILIYOR
Tabii ki Önder Apo'nun özellikle zindanda geliştirdiği paradigma öncesi de var ama zindanda daha somut hale getirdi, daha bütünlüklü hale getirdi. Kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum paradigmasını ortaya koydu. Demokratik modernite çizgisini ortaya koydu. Bu temelde devletçi sisteme karşı demokratik konfederalizm sistemini ortaya koydu. Sosyalizmin ancak böyle gerçekleşebileceğini, devletle değil de demokratik konfederalizm ile gerçekleşeceğini ortaya koydu. Kadın özgürlük çizgisini ortaya koydu. Bu şimdi tüm dünyada ezilenlerin, halkların, emekçilerin ideolojik doğrultusu haline gelmeye başladı, gelecektir. Nasıl ki 1800'lü yılların ortasında Marks, Engels, kapitalizmin ortaya çıktığı ve serbest rekabetçi kapitalizmin geliştiği dönemde emekçilerin, ezilenlerin mücadelesine cevap olduysa, geleceği için bir teori ortaya koyduysa ve bu teori 150 yıl ezilenlerin, emekçilerin kılavuz aldığı bir teorik düzeydir. 150 yıl önceydi ama 150 yıl önce kapitalizm de bu kadar gelişmemişti, bilim teknik de gelişmemişti. Sosyalist teori teori ilk defa ortaya konuluyordu. Bu açıdan onun getirdiği eksiklikler, yetersizlikler de oldu. Yoksa gerçekten Marks ve Engels yüksek sorumluluk duygusuyla düşüncelerini ortaya koydular, etkilediler. Hepimizi etkiledi, biz de etkiledi, Önder Apo'nun mücadelesini de etkiledi. Önder Apo da o sosyalist düşüncenin, ondan ortaya koyduğu düşüncelerin etkisinde bu mücadeleyi başlattı. Ama hem bizim mücadelemizin pratiği, hem reel sosyalizmin yıkılışı ve bu temelde de Önder Apo'nun tarihsel toplumu kapsamlı değerlendirmesi, kapitalizmi kapsamlı değerlendirmesi temelinde yeni paradigma ortaya koydu. Bugün bu insanlığın gerçekten yol göstericisi durumdadır. Bu yönüyle bugün gençler, kadınlar, bütün insanlık, sahip emekçiler sahip çıkıyor. Güney Afrika'daki konferansta bu yönüyle anlamlıydı.
ÖNDER APO TÜM İNSANLIĞIN SORUNLARINA ÇÖZÜM BULUYOR
Güney Afrika'da, Mandela'nın ülkesinde Mandela’nın yoldaşları Önder'e sahip çıkıyor, sahip çıkmaya devam ediyorlar. Dünyada Önder Apo ile Mandela'nın karşılaştırılması var, benzetilmesi var. Doğrudur, ortak yönleri çoktur. Mandela da büyük bir mücadele verdi. O da uzun yıllar cezaevinde kaldı. Önderlik gibi 25 yıl, herhalde daha fazla cezaevinde kaldı. Bu yönüyle halkın özgürlük mücadelesinin öncüsü oldu. Fakat şunu belirtmek gerekir. Önder Apo'nun durumu daha farklıdır. Sadece bir halkın, Kürt halkın özgürlük mücadelesini veren bir önderlik değil, bütün insanlığın sorunlarına çözüm bulan bir önderliktir. Kadınların, gençlerin, ezilenlerin, herkesin... Doğa yıkımına karşı yine ortaya koyduğu düşünceler var. Bu bakımdan Önderlik daha da fazla giderek insanlığın önderi haline gelecek. Her yerde Önderlik için konferanslar yapılacak. Önderliğin düşünceleri anlaşılmaya çalışılacak. Önderliğin düşüncesi anlaşıldıkça da dünyanın sorunlarına çözüm yolları daha kolaylaşacak. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu 21. yüzyılda tarihin tekerleği daha hızlı dönecek. Çünkü Önderlik insanlığın önüne özgürlük ve demokrasinin ideolojik teorik temelini ortaya koymuştur. Bunu ortaya koyduktan sonra tabii ki insanların özgürlük, demokrasi, sosyalizm mücadelesinin tekeri daha hızlı dönecektir, daha da gelişim gösterecektir. Biz bunu ileriki yıllarda göreceğiz. Bu vesileyle Önder Apo'yu, oradaki direnişin oradaki duruşunu selamlıyoruz ve onun ortaya koyduğu paradigmanın pratikleşmesi için hem ülkemizi özgürleştirme açısından, hem Ortadoğu'da demokratikleştirme hem de insanlığın özgürlük mücadelesini geliştirme açısından üzerimize düşen sorumluluğu dün olduğu gibi bundan sonrada yerine getireceğiz.
KADIN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİ YEPYENİ BİR DURUMDUR
Kadın özgürlük mücadelesinin bugün geliştiği düzey önemlidir ve bunda emeği geçen tüm kadınları, tüm kadın şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Özellikle de bizim mücadelemiz açısından da Paris'te iki defa gerçekleşen katliamlarda şehit düşen kadın yoldaşları da minnet ve saygıyla anıyorum. Kuşkusuz dünyada önceden de kadın hakları için mücadele veren örgütler vardı, feminist hareket vardı, onların da yarattığı bir birikim vardı, bir düşünce düzeyi vardı. Bunları da tabii ki inkar etmemek lazım. Ancak şunu söyleyebiliriz. Biraz önce belirttiğim gibi Önder Apo'nun kadın özgürlük çizgisi yepyeni bir durumdur. Kadınların dünyasında yeni ufuklar açtı. Kadının özgürlük mücadelesinin çok hızlı gelişmesini sağlayan bir zemini yarattı. Kesindir. Ve artık şunu söyleyebiliriz. Dünya değiştirilecekse, özgürleştirecekse, demokratikleşme sürecekse, bu kadın özgürlüğü ile olacaktır. Kadınların mücadeleye aktif katılımı olacaktır. Artık kadın özgürleşmeden toplumdaki hiçbir sorunlar çözülemez. Bu kadar karmaşıklaşan sorunların kördüğüm, esasında oradadır. Kadın özgürlük çizgisinde ilerlediğinde, kadın özgürlük çizgisinde toplumsal mücadele geliştiğinde, toplum kadın özgürlük ruhunda, kadın özgürlük değerleri temelinde şekillendiğinde insanlık özgür ve demokratik yaşama kavuşabilir. Zaten toplumun yarısı. Aslında toplumun yarısı da değil toplumun tümünü etkileyen bir gerçekliktir. Neolitik toplum bile kadın öncülüğünde gerçekleşmiştir. Kadın yaşamı kadın emeği, insanlık tarihinde çok çok önemlidir. Anadırlar, eştirler, kardeştirler. Çocukları yetiştirenlerdir. Bu bakımdan kadın sorununa sıradan yaklaşılmaması gerekiyor. Fazlasıyla önem verilmesi gerekiyor. Geçmişte reel sosyalizmin eksiklerinden biri de buydu. Evet kadın sorununa bir önem veriyordu ama kadın sorununa daha fazla önem verilmesi gerekiyordu. Önem verilseydi belki de reel sosyalizm tıkanmazdı, bir çözüm yolu bulunabilirdi.
Bu bakımdan kadın sorunuyla ilgilenmek, kadın özgürlük mücadelesinin geliştirilmesini sağlamak, buna destek vermek herkesin özgürlüğü için gereklidir. Herkes için, bütün toplum için, bütün insanlık için. Ve bunun dışında çözüm yolu olamaz. Olması mümkün değildir. Bu artık anlaşılıyor. Bu artık gerçekten tüm insanlık tarafından anlaşılıyor. Kadınlar zaten bunu derinden hissediyorlar. Artık erkekler de anlıyor. Onlar da anlıyor ki kadın özgürlüğü olmadan dünya özgürleşemez. Bütün düşünceler, ideolojiler, özellikle sol cenahtakilerini söylüyorum tab,i. Yoksa sağ, zaten sağ eğilimler kadın gerçeği karşıtıdırlar. Zaten düşünceleri kadın özgürlüğüne yakın olmadığı için, erkek egemen aklı olduğu için onların dünya sorunlarına çözüm bulması mümkün değildir. Sağ partileri, sağ iktidarlar, dünyanın hiçbir soruna çözüm bulamaz. Erkek egemen etksindedirler. Erkek egemenlikli zihniyet bırakılmadan da kimse insanın sorunlarına çözüm buluyorum diyemez. Ve bu bakımdan tabii ki hareketimiz bu yönüyle önemli mücadele veriyor. Önderliğimiz gerçekten önemli çaba gösterdi. Herkesin Önder Apo'nun kadın özgürlüğü çizgisini anlaması gerekiyor. Hiçbir komplekse kapılmadan herkesin Önderliğin kadın özgürlük çizgisini, kadın kurtuluşu doğuşunu anlaması gerekiyor. Bu yönüyle Önderlik anlaşıldığında derinden, kadın özgürlük mücadelesi dünya genelinde daha büyük gelişmelere yol açacaktır. Bu vesileyle 2023 yılının önemli bir mücadele, kadın mücadele yılı olacağına inanıyorum. Zaten Avrupa'daki kadın konferansı vardı. Gerçekten önemliydi. Dünyadaki kadın hareketinin önderlik çizgisini anlama çabası içinde olması, kadın önderlik çizgisinin orada kendini ortaya koyması çok çok önemliydi. Dünyada da gelişiyor şimdi. Dünyada gerçekten bütün kadın örgütleri Önder Apo'nun düşüncesini izliyor, takip ediyorlar. Ve biz inanıyoruz ki Önder Apo'nun düşüncesi ideolojik, teorik olarak yaygınlaştıkça o pratik mücadele daha da etkili gelişecektir. Kadın özgürlük çizgisinin önünü, kadın özgürlük mücadelesi önünü hiçbir güç alamayacaktır.
DEPREMİ GERÇEKTEN VE ISRARLA ELE ALMAK GEREKİYOR
Gerçekten büyük acılar yaratan bir depremdi. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Belki hala on binlerce insan enkazın altında. Kepçelerle, dozerlerle götürüp harfiyatların döküldüğü yerlere atıyorlar. Böyle bir durum var. Çok ciddi bir durumdur.
Bu nedenle bir daha bütün yaşamını yitirenleri rahmetle anıyorum. Ailelerine, halklarımıza başsağlığı diliyorum. Yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Çok trajik bir durumdur. Bu, herhangi bir deprem değildir. Bu depremin herhangi bir deprem gibi ele alınması çok yanlıştır, büyük bir yanılgıdır. Bu kadar ölümün nedenlerinin de çok kapsamlı ortaya konulması gerekiyor. Anlaşılması gerekiyor. Yine yaşanan acının, trajedinin çok iyi ortaya konulması gerekiyor. Onlarca roman konusu olabilir, sinema konusu olabilir. Bu herhangi bir deprem değildir. Ne 39 Erzincan depremidir ne Marmara depremidir ne de başka depremdir. Dünyadaki hiçbir deprem gibi değildir; yüz binlerce insan sorumsuz bir yönetimin sonucu enkaz altında kalmıştır. Yaşamını vermiştir. Bu açıktır. Görülmemiş bir şeydir. Hiçbir tedbir yoktur. Türkiye benim büyük ülkem diyor. Şöyleyim diyor, böyleyim diyor.
Daha önce depremler olmuş Şili’de, Meksika’da. Tedbirlerini almışlar. Şimdi deprem oluyor Şili'de, Meksika'da. Ölümler çok az oluyor. Bu açıdan bu kadar ağır ölümler yaratan, yıkımlar yaratan bu depremin, tabii kapsamı incelenmesi gerekiyor ve kapsamlı sonuçlar olacaktır. Türkiye'deki siyasi gelişmeleri de etkileyecektir. Toplumsal yaşamı da etkileyecektir. Bütün yaşamı derinden etkileyecektir. Kültürü de etkileyecektir. Bundan daha acı bir şey olamaz. Halkların, toplulukların kimliğini, kişiliğini bir yönüyle de tarihte yaşadıkları büyük olaylar belirler. Büyük mücadeleler belirler. Büyük acılar belirler. Topluluklar öyle şekillenir, kültür öyle şekillenir. Atasözleri öyle şekillenir, deyimler öyle şekillenir. Bu bakımdan bu depremin öyle sıradan ele alınması mümkün değildir. Olmuş geçmiş diyemez kimse. Ve bu açıdan gerçekten sonuçları ağırdı. Çok ağır oldu. Şunu hissetmek lazım. O insanlar için herkes hissetmeli. Hissetmeyen insan olamaz. Ne acılar çektiler? Enkaz altında on binlerce insan nasıl acı çekerek öldü? Kalanlar soğukta neler yaşadı? Bu yönüyle bu bakımdan bu depremi gerçekten ve ısrarla ele almamak gerekiyor. Daha fazla üzerinde durulması gereken bir gerçekliktir.
DEVLET İLK GÜN SUÇUNU NELERE YOL AÇTIĞINI GÖRDÜ
Şimdi (iktidar) niye saldırdı bu kadar? Gerçekten ilk günden sonra büyük bir öfke ile saldırıyordu. Çünkü çok ağır bir sonuç ortaya çıktı. Devlet denen, hükümet denen veya afetlerle ilgilenecek kurumlar denen kurumlar çöktü. Suçlarını gördüler. Nelere yol açtıklarını gördüler. Depremin bu kadar ağır sonuçlar olmasının nedeni kendileri olduğunu, hükümetin politikalarını olduğunu gördüler. Bütün toplum da gördü, halk da gördü, dünya da gördü. Bunun üstünü örtmek için saldırıya geçtiler. Kendi gerçeklerini, kendi izledikleri politikanın açtığı sonucun bu ağırlığını örtmek için her gün herkese saldırdılar, küfür ettiler. Nedeni bu.
İlk gün de ne diyordu insanlar? Devlet burada yok, kimse gelmiyor, dedi. Küfür ettiler. Hemen öfkelendiler. Daha sonra işte, zamanında gelmedik, birkaç gün geç geldik diyorlar. Ne birkaç günü ya!? Evet, 3-4 gün sonra gitmişler. AFAD gitmiş 3-4 gün sonra. Ama nasıl gitmiş, o gitme değildir. Binlerce enkaz var. 3-4 tanesinin üstüne gitmişler. Köylere gitmemişler bile. 10 tane binanın üzerine gitmek bir şehirde o kadar enkaz dururken, bu gitmek midir yani? Aslında gitmemişlerdir. Üç dört gün sonra gittikleri de sınırlıdır. Bu açıktır yani. Gidenler toplum olmuştur. Sivil toplum örgütleri olmuştur. Kurdistan'dan HDP gitmiştir, örgütlü toplum gitmiştir, mühendisler gitmiştir, kadınlar gitmiştir, gençler gitmiştir. Türkiye'nin batısından gençler, gönüllüler gitmiştir. Utanmadan bir de çalışmalarını engellediler. Aslında bu halk gitmeseydi, bu gençler, bu kadınlar gitmeseydi, gönüllüler gitmeseydi, tüm Türkiye'deki büyükşehir belediyeleri gitmeseydi facia daha facia olurdu. Yüz binlerin ölümünü kabul ederlerdi. Daha önce de söyledim. Toplumun dayanışması olmasaydı, harekete geçmesi olmasaydı. Bu halk bu hükümeti kovardı. Kaçar giderdi. Bu durumdan hem bu halk kurtardı, ilk günden gittiler. Hem halkı enkazdan çıkarmaya yardım ettiler. Hem soğuktan korumaya, hem açlıktan korumaya çalıştılar. İlk günleri onlar kurtardı.
ERDOĞAN NE SÖYLEDİĞİNİ BİLMİYOR
En fazla onlara saldırıp küfür etti. Devlete şirk koşma, cinayet… Koşullar uygun değildi yoksa belki hepsini tutuklayacaktı. Zaten bazı yerlere saldırdılar, dövdüler, işkence yaptılar. Yani öyle birkaç gün geç kaldık sorunu değil. Hala da insanlara diyor ki, aradan 20 gün geçmiş çadır götürüyoruz, konteynır götürüyoruz, ekmek veriyor, yemek veriyoruz. Utanmazlıktır!
Helalleşmeymiş. Neyin helalleşmesi, helalleşmesi mi olur bunun. Suç işlemişsin cezasını çekeceksin yani. Helalleşelim, ben iktidarda kalayım. Sanki toplumla bireyler arasında bir olay olmuş da, bir kişi ölmüş ya da yaralanmış, ya da yanlış bir şey yapmış, hata yapmış da helalleşiyor. Sen 13 milyon nüfusu çökertmişsin. Bazı devletlerin 13 milyon nüfusu var. Sen böyle bir toplumu çökertmişsin.
Ne diyor bu utanmaz adam? "Ölenleri geri getiremeyiz. Ölen ölmüştür." Utanmazlığa bak! Ne demek ölen ölmüştür? Senin iktidarının öldürdüğü bir-iki kişi değil, yüz binlerce insan öldü! Bu laf söylenir mi?
Peki bu ölüme neden olanlar ne olacak? Bu söz söylenmez, utanmazlıktır. Ölenleri geri getiremeyiz... Zaten geri getiremeyiz. Senin politikan nedeniyle yüz binlercesi böyle öldü; tabii geri getiremeyiz. Ama gelip böyle söyleyemezsin; ölenleri geri getiremeyiz, artık önümüze bakalım diyemezsin. Bu utanmazlıktır. Bu kadar pişkinlik olur mu? Bunu sen yarattın, sen neden oldun.
Kendisi bir ara diyordu, İstanbul'a ihanet ettik. Nedir? Dikey hep yüksek binalar, her tarafta yüksek binalar yapıldı senin zamanında. Bu açıdan gerçekten utanmazlıktır yani bu. Artık bu adamın dinlenmesi bile gerçekten zulhtür. Ne söylediğini bilmiyor aslında, hangi lafın nereye gittiğini bilmiyor. Ya söylenecek laf mı, ölenleri getiremeyiz, ölen ölmüştür, geride kalmıştır? Şuna bak! Sanki bir kişi ölmüş. Toplumda bir kişi öldüğünde taziye gidilir. Ne denir? Artık ölenle ölünmez. Çok acı çekerler, öyle denir. Teselli etmek için yani. Burada söylenecek laf mı? Bilmiyor lafın ne olduğunu, nereye gideceğini. Helalleşecekmiş! Gerçekten böyle diyenlerin yüzüne tükürülmesi gerekiyor. Ne helalleşmesi? Ölenle ölünmezmiş. Yüz binlerce insan ölmüş. Milyonlarca insan, yüz binlerce insan başka yerlere göç etmiş. Bu yönüyle gerçekten bu depremde ortaya çıkan bu durumun hesabının sorması lazım. Kalkmış şunu yapacağız, bunu yapacak, şunu edeceğiz, bunu edeceğiz, diyor. Zaten bundan sonra Türkiye'de kim yönetimde olursa bu depremden ders alıp ne yapacak? Binaları eskisi gibi yapabilir mi? Kim yaptırır sana? Yaptırmazlar, zaten kimseye yaptırmazlar; hesap sorarlar. Bundan sonra halk takip edecek. Kim olursa olsun. Nasıl bina yapıyor? Sağlam mı yapıyor? Demiri nasıl koyuyor? Bundan sonra takip edecekler.
Bundan sonra mühendisler odası da takip eder, mimar odası takip eder. Deprem uzmanları da takip edecek. Toplum etmeli zaten. Toplum örgütlenmeleri artık böyle bir daha evlerin insanlar için mezar olacağı yapıların yapılmasına müsaade etmemelidir. Zaten etmeyecek. Yani bilmem ben şunu yapacağım, bunu yapacağım, bilmem artık sağlam yapacakmış. Sen git hesabını ver. Gerçekten Erdoğan konuştukça, o kadar insanın ölümünden sonra insan öfkeleniyor.
MERKEZİYETÇİ YÖNETİM İNSANLARIN ÖLÜMÜNE YOL AÇMIŞTIR
Yerel yönetim anlayışı demek, demokrasi demek. Toplumun kendi yaşamı için söz ve karar sahibi olması demektir. Örgütlü toplum demektir. Toplumun her işin içinde olması demektir. Deprem oldu, AFAD gelecek, kurtaracak. Öyle değil. Yerel yönetim dediğin zaman, bir olay olduğu zaman toplum örgütlenecek, toplum koşacak. İşte gerçekten de bu yüz binlerce insanın ölümüne yol açan bu depremin en önemli sorumlularından biri de sistemdir. Merkeziyetçi yönetimdir, sistemdir. Bu sistem insanların ölümüne yol açmıştır. Yerelden müdahale yok. İstanbul'dan gelecek, Ankara'dan gelecek ya da bir bölge ise bölgeden gelecek ve kurtaracak. Gidene kadar zaten kıştır, hepsi öldü. Bu bakımdan tabii ki yerel demokrasi çok çok önemlidir. Dünyanın her tarafında zaten yerellik gelişiyor. Avrupa'da da böyledir. Yerellik var. Güney Amerika'da da var, Çin'de de var. Dünyanın her yerinde var. Yerelliğin olmadığı tek yer Ortadoğu’dur. Özellikle de Kürtleri egemenlik altında tutan ülkeler... Yenilikten uzak durmuşlardır. Giderek Irak'ta tabii ki farklı bir durum gelişti ve İran'da bile kısmen yerellik vardır tarihsel geleneğin sonucu olarak. Türkiye'de yerellik karşıtlığı vardır. Yerelliğe şunun için karşılar: Biz yerellere yetki verirsek Kürtler yararlanır. Bunun için belediye düşmanlığı yaptılar. Belediyelere bile düşmanlık yaptılar yani, o kadar ki. Onların öyle çok yetkisi de yok. Türkiye'deki belediyelerin böyle özerklik gibi bir yetkisi de yok. Ama ona rağmen yerel bir ünite olduğu için Kürtler yararlanır diye bütün hepsine kayyum atadılar. Yerellik karşıtlığı yaptılar. Bu konu önemli. Genelde bu tür şeylerde zamanında yetişmesi için önemlidir. Belediyeler örgütlü olursa zamanında yetişir.
Kent bilinci önemli. Yani kentinde olan olaylara karşı bütün toplum duyarlı olacak. Havasına duyarlı olacak, suyuna duyarlı olacak, yeşiline duyarlı olacak. İşte deprem olursa onun için harekete geçecek ya da duyarlı olacak ki depreme uygun evler yapılsın. Kentlilik bilinci onu da sağlar.
Bu bakımdan yerelin gelişmesi çok çok önemli. Toplumun bir sözü var. Daha önce de kullandım birkaç yerde. Gerçekten çok önemli bir sözdür: El kaşıyacağı yeri bilir. Bu bakımdan işte şehir bir bütündür yani. Şehrin sonlarının ne olduğunu en iyi kim bilir? Yerel bilir, yerel yönetim bilir. Bu bakımdan bu deprem olayı, bu acı, o merkeziyetçi iktidar anlayışının topluma ne kadar zarar verdiğini ortaya koydu. Bundan daha büyük zarar olabilir mi? Böyle anladık işte. Yüz binleri toprağa vererek anladık ki, merkezi devlet kötü, yerel yönetim iyidir. Bu açıdan toplumun bu gerçeği görüp bu merkeziyetçi yönetim anlayışına karşı çıkması lazım.
İşte Türkiye'de artık merkez yönetimi de değil, tek bir adam yani. Hitler gibi işte. Böyle bir sistemin sonucu bu ağır katliamlar yaşandı. Bu bakımdan yerel yönetim, yerel özerklik, yerel demokrasi çok çok önemli. Bu da neye dayanır? Örgütlü topluma dayanır. Şehirdeki insanların örgütlü hale gelmesi ve onların demokratik konfederal örgütlenmesi gerekiyor. Zaten belediyelerin yetkileri artarsa toplumu daha iyi örgütler. Şimdi dünyada, Avrupa'da öyledir. Yerel özerklik şartı var. Birçok şeyi belediyeler yapıyor. Artık o noktaya gelinmesi gerekiyor.
BU KADAR ACILARIN NEDENİ KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜDÜR
Ve bütün toplumun da şunu görmesi gerekiyor. Vurguluyorum. Bu kadar ağır acı çekmesinin nedeni Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür, Kürt düşmanlığıdır. Kürt düşmanlığından dolayı bu kadar yerelliğe karşılar. Bu sistemin Kürt karşıtlığının sonucu aratılan sistem, şu anda yüz binlerin ölümüne yol açtı. Bu bakımdan bütün toplumun demokrasi güçlerini, Türkiye yurtseverlerinin bu durumu aşması gerekiyor. Kürt düşmanlığı Türkiye'de her şeyi zehirliyor. Yanlış gelişmesine yol açıyor. Bu bakımdan herkesin bunu görmesi gerekiyor. Kürt sorunu çözülmeden Kürt düşmanlığı da aşılmadan zaten bu sorunları çözmek mümkün değil. Çünkü yerellik biraz gelişsin denirse hemen olmaz. Kürtler yararlanır der, Aleviler yararlanır der, Araplar yararlanır der, karşı çıkarlar. Bu yönüyle bu depremden böyle bir ders çıkarılması gerekiyor.
DEPREMDE KÜRDİSTAN’DA TOPLUMCU KÜLTÜR ORTAYA ÇIKTI
Depremden sonra Kurdistan toplumunun tepkisi önemliydi. Ve bu şundan da kaynaklandı biraz. Bizim mücadelemiz sonucu bir toplumcu anlayış ortaya çıktı. Toplumcu kültür ortaya çıktı. Toplumcu anlayış demek, toplumcu kültür demek, dayanışmacı toplum demektir. Toplum ancak dayanışmayla var olur. Toplumculuğun olduğu yerde dayanışma olur. Bireyciliğin olduğu yerde işte kapitalist zihniyetin geliştiği dayanışma olmaz. Bu bakımdan bizim ideolojik olarak yürüttüğümüz mücadele, Kürt toplumunda yaşanan değişimler ve Kürt toplumunda tarihten bugüne var olan toplumcu gelenek ve bu toplumcu geleneğin yanında bizim de ideolojik olarak örgütlü toplum anlayışımız, zihniyetimiz Kurdistan'da böyle bir dayanışmacı örgütlü toplum gerçeğini ortaya çıkardı. O hemen harekete geçti. Hemen Fırat'ın batısında Adıyaman'a, Maraş'a, Malatya'ya hızla gittiler. En yakın yerler orası. Antep'e gittiler ve gerçekten de toplumun acılarına çare bulmaya çalıştılar. Toplumun çaresizliğine çare olmaya çalıştılar. Gerçekten de önemli bir dayanışma, önemli bir yardımlaşma oldu. Bu gerçekten önemlidir. Türkiye'de de tabii. Türkiye halklarında da gerçekten önemli bir dayanışma oldu, önemli bir destek oldu. Bunlar önemlidir. Biraz toplumcu anlayışın olduğu yerde erken harekete etme ya da toplumcu zihniyetin olduğu yerde dayanışma daha hızlı gelişti. İşte bunlardan biri de Cemevleridir. Zaten Alevi toplumunda biraz toplumsallık vardır. Alevi toplumu devlet görmemiş. Tarih boyu komünal toplumcu yaşanmış bir gerçekliktir.
KADIN DAYANIŞMASI ÖNEMLİDİR
Yani devlet tanımamış, devleti yakın zamanda; özellikle 60'lardan sonra tanımış ama hala kültürel olarak toplumcudur. Belki şehirlere göç etmişse bile o inanç toplumcu karakteri de, onların da cemevleri üzerinden erkenden deprem bölgelerine gitmelerini sağlamıştır. Onları da gerçekten kutluyoruz. HDP önemli rol oynadı zaten ve Kurdistan'da sivil toplum örgütleri rol oynadı. Kadın hareketi önemli rol oynadı. Hala da kadın hareketi bu konuda gerçekten etkili olmaya çalışıyor. Çünkü kadın hareketi şunu söylüyor ve gerçeği de odur: Bu depremde en ağır sorun yaşayan yine kadınlar, çocuklardır. Bütün deprem yıktı ama esas yük yine kadınların üzerine yıkıldı, çocukların üzerine yıkıldı. Onlar erkeklerden daha fazla ağır sorun yaşıyorlar. Kadın hareketi bu bilgi ve bilince de kavuştu. 8 Mart'ta depremle dayanışma çalışması içine gireceklerini söylediler. Zaten bu yıl 8 Mart'ı yas olarak üretecekler.
Gerçekten şu anda deprem bölgelerindeki kadınların büyük dayanışmaya ihtiyacı var. Bu 8 Mart'ta; yani bütün motivasyonun böyle olması gerekir. Bu yönüyle kadın hareketinin aldığı karar doğrudur. Böyle olması gerekiyor. Bu 8 Mart'ta Türkiye ve Kurdistan'da bunu gerçekleştirmek gerekiyor. Az bir nüfus değil; milyonlarca insan. Gerçekten kadınlar depremin ağır yükünü çekiyor. Çocuklara bakan onlar. Depremde kalmış, yemek yapacak, şunu bunu yapacak. Erkek egemen toplumun hakim olduğu yerde hala kadınlar bu işleri yapıyor. Belki geçmiş dönemde bu işlerin önemi çok belki görünür değildi ama şimdi neredeyse yaşamı sürdürmenin esas seyri kadınların üzerine kalmış durumdadır. Bu bakımdan tabii ki kadın hareketinin bu 8 Mart'ta oraya da yönelmesi, mor dayanışmanın yönelmesi de önemlidir.
Bu açıdan Türkiye toplumu da dahil önemli dayanışma ruhu gösterildi. Bu yönüyle gerçekten kutlamak lazım. Sonradan işte iktidar, hükümet şunu gördü. Baktı ki sivil toplum çok yardım etti, toplumun içinde var; işte bu dönemde sivil toplum örgütlere de herkese teşekkür ediyoruz dediler sonunda. Dövdüler, küfür ettiler, hakaret ettiler, devlete şirk koşuyorlar, dediler. Devlet varken siz ne oluyorsunuz dediler ama sonunda mecbur kaldılar. Zaten gerçekten teşhir oldular. Kızılay’ın yaptıklarından söz ediyorlar. Zaten AFAD yok. Üç dört gün sonra gelir o da. Yani derde derman değil. Bilmem bin tane ev çökmüş; 5-10 evin üzerine gidiyor ama toplum gerçekten hala desteğini sürdürüyor, sürdürmeli. Televizyonda herkes de söylüyor, biz de katılıyoruz. Bu dayanışma bir ay ile olamaz. 2 ay da değil yani. Bu 15 milyona yakın insanın yaşadığı travma, bir haftalık dayanışmayla giderilemez. Süreklileşmesi gerekiyor, sürekli sahip çıkılması gerekiyor.
EYLEMSİZLİK KARARI İDEOLOJİK ÇİZGİMİZİN GEREĞİDİR
Hareketimiz hemen kısa sürede eylemsizlik kararı aldı. Eylem yapmama çağrısı yaptı. Yani talimat verdi bütün eylemci güçleri askeri güçlere. Tabii ki saldırırsa kendisini savunacağını söyledi. Bu önemli durumdu. Böyle bir durumda başka ne yapılabilirdi yani? Bunu yapmamak, şu anda Türk devletin durumuna düşmek olurdu. Hulusi Akar'ın durumuna düşmek olurdu. Yüz binlerce insan ölüyor. Biz ne yapalım, demek gibi bir şey olurdu. Böyle olabilir mi yani, bu kadar insan enkaz altındayken, bu kadar acı çekerken. Biz tabii ki eylemsizlik kararı alacaktık. Biz Türkiye halklarıyla birlikte ortak bir Türkiye kurmak istiyoruz. Ortak bir yaşam kurmak istiyoruz. Demokratik bir Türkiye içinde birlikte yaşamak istiyoruz. Bu halkların acısını, duygularını tabii ki dikkate alacaktık. En zor dönemlerinde bu kararı almazsak doğru yapmamış olurduk. Bu hem ideolojik çizgimizin gereğidir hem de insani vicdani bir durumdur.
Ama tabii ki Türk devleti Kürt'ü yok etmek istiyor, soykırıma uğratmak istiyor. Bu nedenle savaşta ısrar ediyor. Ne diyor? Zaten söylüyor; tek bir terörist kalmayana kadar yok edeceğim, diyor. Politikası bu, zihniyeti bu. Herhangi bir Kürt sorunu çözüm politikası yok. Her şeyi ezmek, çözmekr, yok etmektir. Yüzyıllık politikası bu. Yüz yıldır Kürt'e karşı savaş açmış, soykırım savaşı yürütüyor. Şêx Saîd döneminde yaptıkları ortada. Dersim'de yaptıkları ortada. Yine Ağrı'da. Bizim mücadelemiz döneminde işledikleri insanlık suçları ortadadır. O tabii ki savaşta ısrar edecek. Ne zaman bırakır? Türkiye'nin demokratikleşmesiyle Türkiye'deki bu soykırımcı zihniyet kırılır. O zaman bu savaş politikası bırakılır. Şimdi gerçekten Hulusi Akar'ın söylediğine de bakıldığında özrü kabahatinden büyük. Gerçekten özrü kabahatinden büyük. Bu, aslında bu depremde 200 bin insanın ölmesini, on binlerce insanın, yüz binlercesinin enkaz altında kalmasını benimsemektir. Ya sana bir saldırı mı var Suriye sınırında? Suriye sınırını kim koruyacak, diyor. Sana bir saldırı mı vardı? Kaldı ki onlar da deprem zamanında askeri eylemde bulunmayacaklarını söyledi.
Sen niye göndermiyorsun toplumun en dinamik, genç kesimini? Ne yapıyorlar? Orduya alıyorlar. Hepsi genç 20 yaşında. 22 yaşında, 25 yaşında insanlar ya. Evi çöken 50 yaşında var, 60 yaşında var, 70 var, 40 var. Gençleri de var ama genç olmayanlar da var. Ama ordunun hepsi genç. Böyle her yerde, her şeyi yapabilirler. Yani enkazdan insanlar rahatlıkla çıkarabilirler. Genç insanlardır yani. Bu yönüyle binlerce insan ölürken böyle demek, gerçekten utanmazlıktır. Bu halkı düşünmemektedir. Ölebilir. Ya bu askerleri de o halkın evlatları. Evet, Türk ordusu sürüyor; halkın evlatlarını savaşa sürüyor. Bizimle de savaşa duruyor. Ölüme sürüyor. Hatta cenazelerini yakıyorlar bilinmesin diye. Ve şimdi orduyu oluşturan insanların ailelerinin evleri çökmüş ama diyor ki, askeri götüremezdim.
Depremde kurtarmaya koşmadı genç insanlar. İlk gün oradaydı. İnandırıcı olmayınca sınırları bırakacak mıyım yani, dedi. Sanki sınırda herkes Türkiye’ye savaş açmış. Sen savaş açıyorsun, sen saldırıyorsun. Bu bakımdan, bu da aslında Türk ordu gerçeği nedir, devlet gerçeği nedir diye Türk halkı tarafından görülmesi açısından da Hulusi Akar'ın söylemleri de öğreticidir.
KENDİ TOPRAKLARIMIZI SAHİPLENMELİYİZ
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1926'da Şark Islahat Planı uygulamaya geçiliyor. 24'te, 25'te artık Kürt soykırımı konusu karar altına alınıyor. Önderlik Şeyh Sait olayını Kürt soykırımı olarak değerlendirdi. Şark Islahat Planı uygulamaya konuldu. Şark Islahat Planının esas hedefi ya da öncelikli hedefi Fırat'ın batısıdır. Bu bakımdan bu deprem de Fırat'ın batısında gerçekleşti. Esas sorun ağırlıklı olarak, işte Maraş Katliamını oradaki demografi değiştirmek için değerlendirdi, Malatya olaylarını öyle değerlendirdi. Bu yönüyle de bu depremden sonra bütün oradaki Kürt nüfusu göç ettirme politikası izliyor. Çünkü zihniyeti böyle. Kürtlerin çoğunluğu da Fırat'ın batısında, yüzde 70-80'i Alevidir. Tabii hem Sünni Kürtler vardır hem Alevi Kürtler vardır. Hem Sünni Kürtler ağır zarar gördü, hem Alevi Kürtler ağır zarar gördü Fırat'ın batısında. Şimdi buraların demografi değişimi, geçmişten beri bir politika olduğu için bu adım adım uygulandığı için uygulanmıştır. Ve şimdiki uygulamalar da böyle bir demografi değişimini gösterdiği için biz uyardık Alevi toplumunu. Alevi dernekleri de bu konuda hassasiyet gösterdi. Avrupa'daki Maraşlılar da hassasiyet gösterdi. Bu önemli. Bu konuda buna dikkat edilmesi gerekiyor. Bu konuda yapılan çağrıların dikkate alınması gerekiyor. O alanı yeniden inşa etmesi gerekiyor. İşte soğuktan, zorluktan Avrupa'ya gitmiş metropollere gitmiş insanların tekrar yerlerine dönmesi gerekiyor. Kendi topraklarına sahiplenmeleri gerekiyor. Kendi topraklarını sahiplenmek, geçmişini, sathını ve atasını, anasını, dedesini, geçmişini sahiplenmektir. Topraklarına gitmemek, kopmak, geçmişten kopmak olamaz.
Biz Fırat'ın batısındaki halkımıza bu konuda inanıyoruz. Fırat'ın batısında olan ama metropollere ve Avrupa'ya göç edenlerin de oranın yeniden inşasında, can almasında üstlerine düşecek rolleri oynayacaklarına inanıyoruz.
İYİ PARTİ'NİN DEMOKRAT OLMADIĞI GÖRÜLDÜ
Millet İttifakı işte bir yıla yakındır çalışıyordu. AKP-MHP iktidarından Türkiye toplumu bıktı. AKP-MHP ittifakı kendi yandaşları dışında memur almıyor, işçi almıyor, bırak bürokrasiyi. Bürokrasiye zaten kimseyi almıyorlar. Böyle bir Türkiye gerçeği ortaya çıktı. Türkiye'nin bütün imkanlarını kendi yandaşlarına rant olarak dağıtıyorlar. Buna karşı çıkanlara da baskı yapıyorlar, zulüm yapıyorlar. İşte Türkiye çok partili yaşama 1946-50’de geçti. O günden bugüne askeri darbeler döneminden daha fazla bir baskı ve zulüm dönemini geliştirmiş oluyorlar. Şimdi sadece belirli örgütlere değil, bütün topluma yönelik baskı var. Toplumu tümden ikiye bölme hatta toplumun çoğunluğuna karşı yürütülen bir savaş var. Böyle bir ortamda tabi, Altılı Masa'ya ilgi oldu. Altılı Masa bu durumu değerlendirerek AKP-MHP iktidarına karşı bir politika yürüttü. Belli bir etkisi de oldu tabii. Yani öyle toplumda umut da yarattı. Ama şu gerçek var, işte bu çok önemli. Altılı masa kurdular, hep neyden bahsettiler? Haktan bahsettiler, adaletten, özgürlükten bahsettiler, demokrasiden bahsettiler değil mi? Ve bu Altılı Masa'da kim var? MHP'den ayrılmış bir parti var. İyi Parti'nin demokrasiyle ne alakası var? İyi Parti'nin ne demokratik zihniyeti vardır, ne adalet zihniyeti vardır, ne hukuk zihniyeti vardır. Böyle bir zihniyeti yok. Zaten o masanın en büyük zaafı oydu. Zihniyeti yok. O nedenle işte Altılı Masa, işte demokrasiden söz etti. Halk onlara biraz rağbet etti. Demokratik adım atar diye. Ama İyi Parti öyle bir parti değil ki! Derdi demokrasi değil ki! Derdi özgürlük değil ki! Derdi, bu devletten pay almak. Kesinlikle özgürlük, demokrasi, adaletle alakaları yok. Bu nedenle rahatlıkla o kadar demokrasi dediler, özgürlük dediler sonra hemen bırakıp gittiler.
Bana aday dayattılar diyor. Sen aday dayatıyorsun. Diyorsun şundan başkası olmaz. Mansur Yavaş’tan başkası olmaz yoksa ben başka yol denerim. Kendime başka aday gösterir ya da başka yol denerim, diyor. İmamoğlu’nun ismini öne sürmesi aldatmacadır. Sadece Mansur Yavaş'ı kabul ettirmek içindir. Çünkü İmamoğlu ceza almış, her an o onu yasaklı hale getirirler. Böyle de bir köylü kurnazlığı yapıyor, ondan sonra ayrılıyor. Bana dayatma yapıldı diyor. Yok, kendisi dayatıyor yani. Ayrılmasının nedeni demokratik düşüncesinin olmaması. Öyle bir hassasiyeti yok. Bu yönüyle böyle olmasaydı denilebilir. Toplum diyebilir yani. Keşke demokratik refleksler olsa. Ama öyle bir parti değil. Bu yönüyle yüzünün açığa çıkması Türkiye halklar açısından iyi olmuştur. Gerçek görülmüştür yani. Takke düşmüş, kel görünmüştür. Demokrat olmadığı, öz gücünün olmadığı görüldü.
Onun için Emre Kongar ben özeleştiri veriyorum Meral Akşener için, onu işte şöyle demokrasiye duyarlı, şuna duyarlı, buna duyarlı, iradeli bir kadın sandım, dedi. Onun için olumlu gördüm, dedi. Gerçeğinin görülmesi bu yönüyle hayırlı olmuştur. Toplum gerçeği gördü. Artık o toplumlar aldatılamaz.
AKP-MHP’YE KARŞI EN BÜYÜK MÜCADELEYİ BİZ VERDİK
Emek ve Özgürlük İttifakı çok önemlidir. Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin motorudur. Kesinlikle böyle yani. Türkiye'ye bir demokrasi, özgürlük gelecekse Emek ve Özgürlük İttifakı'nın gücünden gelecek. Bu ittifak olmasaydı Türkiye'de bu kadar demokrasiden, özgürlükten söz edilemezdi.
Şu da bir gerçek; AKP-MHP’ye karşı en büyük mücadeleyi biz verdik. Kürt Özgürlük Hareketi verdi, Kürt halkı verdi, demokrasi güçleri verdi. AKP-MHP ittifakı yıprandıysa, düşecek durumdaysa, bunu sağlayan Kürt Özgürlük Hareketidir. Esas biziz yani. Tabii ki başka güçler de var ama bizim mücadelemiz Kürt halkının mücadelesinin belirleyicidir. Bu konuda Emek ve Özgürlük İttifakı ne yapacak?
Kürtler bu dönemde AKP-MHP ittifakını düşürmek, demokrasinin önünü açmak için üzerine düşen sorumluğu yerine getirecek. Onların tek istediği şudur. Kürt halkının da tek istediği, bana göre Emek ve Özgürlük İttifakı'nın da tek isteği, kabul edemeyecekleri bir aday olmaması. Yani reddedecekleri bir aday gösterilmesin. Tek hassasiyetleri bu. Bu da doğru bir hassasiyet. Yani demokratik hassasiyet, özgürlük hassasiyeti. Türkiye'nin özgürlük özgürlüğü için, demokrasi için mücadele veriyorlar. O zaman adayın belki kendilerinin istediği gibi özgürlükçü, demokratik bir aday olmayabilir ama en azından demokrasi karşıtı olmayan ya da demokrasiye belli düzeyde açık olan bir aday olmasını isterler.
Emek ve Özgürlük İttifakının hassasiyeti budur. Zaten açıklama yaptılar; “biz üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğiz” dediler. Biz inanıyoruz, hem üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecekler hem de AKP-MHP iktidarının düşmesinde belirleyici rol oynayacaklardır. Motor rol oynayacaklardır. Meral Akşener ayrılarak AKP-MHP ittifakına biraz güç verdi. Onlara moral verdi, onları sevindirdi. Onlar biraz herhalde zil takıp oynamışlardır. Meral Akşener'in yaptığı budur. Başka türlü izah edilemez. Kime yaradı, sorusu çok önemli. Demokrasi güçlerin mi yoksa demokrasi karşıtı güçlerin, AKP-MHP’nin işine mi yaradı? Bu açıktır. Meral Akşener'in tutumu, tabii koalisyona; yani Cumhur İttifakı'na moral verdi, destek verdi. Zaten dünyada öyle değerlendiriliyor. Muhalefetin elini zayıflattı. Ama şunu söyleyebiliriz. İyi Parti'nin gitmesi Erdoğan'ı kurtarmaz. Bahçeli'yi kurtarmaz. Kesinlikle demokrasi güçleri ortak hareket ederlerse, birlikte hareket ederlerse, yoğun çalışırlarsa Erdoğan gidecektir. Erdoğan'ı kimse ayakta tutamaz. Toplum kabul etmiyor. Depremle birlikte daha fazla bu iddianın gerçekleşeceğini gördü. Bu nedenle Meral Akşener'in tutumu Erdoğan'ı sevindiren, onlara destek anlamına gelen tutumu, Erdoğan'ı kesinlikle kurtaramaz. Olsa olsa Erdoğan yüzde 40 oy alacaktı. O çıkar 43 olur, o kadar. Bunun dışında İYİ Parti'nin böyle Erdoğan'ı kurtarması söz konusu olamaz.
ŞENGAL’E SALDIRILARI MEŞRULAŞTIRAN KDP’DİR
Şengal’deki saldırılarda şehit düşenleri minnet ve saygıyla anıyorum. Bu şehadetlerin en büyük sorumlusu KDP’dir. Türk devletinin saldırılarını meşrulaştıran da, isteyen de, ona istihbarat veren de KDP ve istihbaratıdır. Bu böyle bilinmeli.
KDP 74. fermandan önce orada hakimdi. Orayı yönetiyordu. DAİŞ saldırdı, kaçtı. Êzidîler soykırımla karşı karşıya geldi. PKK'liler, HPG gerillaları YJA Star ve YPG, YPJ gitti. Hem koridor açtı hem DAİŞ'e karşı direndi hem de DAİŞ’i oradan attılar.
Bunun sonucu Êzidîler Önder Apo'nun düşüncelerine sempati duydular. Yine o çerçevede kendilerine bir özerk yönetim kurmaya çalıştılar. Evet gerillalar onlara destek verdi, yardım etti, sonra çekildi. Şimdi orada Êzidîler Önder Apo'nun düşüncelerin etkisinde. Bu açıktır. Olmasın mı? Önder Apo'nun çizgisinde olan gençler, kadınlar, erkekler gitmiş onları kurtarmış. Bir de ötesi, bu Êzidîlerin itibarlı, onurlu, kendi kimliğine sahip hale gelmesinde Önder Apo'nun düşüncesinin, zihniyetinin rolü büyüktür. Yeni değil; PKK ilk çıkışından itibaren Êzidîlere sahip çıkıyor. Êzidî kimliğinin, kültürünün Kürt toplumu için de, Kurdistan için de özgürce varlığını savunuyor. Önder Apo bu konuda hassas. Defalarca Önder Apo, Şengal'i koruyun, dedi. Şengal'de katliam yaparlar, dedi. Önder Apo, DAİŞ saldırısından önce bunları söyledi, belgelidir. Böyle bir soykırım olur. Gelir saldırırlar, sahip çıkın dedi Êzidîlere. Böyle hassas olan bir Önderliği Êzidîler sahiplenmez mi, sempati duymaz mı? Onun düşüncesini dikkate almaz mı kadınıyla erkeğiyle? Şimdi Şengal'de Êzidîler Önderliğin düşüncelerini niye dikkate alıyor, önderliği niye seviyorlar diye KDP onlara düşmanlık yapıyor. Bu nedenle Türk devletiyle ortak hareket ediyor. Ve şimdi işte 9 Ekim Bağdat Antlaşması olmuş. KDP ile merkezi hükümet arasında böyle bir şey olabilir mi? Êzidîlerin düşüncesi alınmış mı? Êzidîleri KDP mi temsil ediyor? Ya da bu kadar soykırımdan sonra, katliamdan sonra merkezi hükûmetin Êzidîlerin düşüncesini alması gerekmiyor mu yani?
Şimdi BM de bu anlaşmaya destek vermiş olabilir. Ama yanlış. Niye ısrar ediyorsun? Diğer taraftan Êzidîler şöyle iyi, onlara çok şey borçluyuz diyorlar ama sonra da Êzidîlere bu kadar saldırı var. Ama sessiz kalıyorlar. Şimdi dünya da ikiyüzlü. Yani bunu ortaya koymak lazım. Tamam, Şengal'e DAİŞ saldırısını, soykırımı kabul etti. Almanya kabul etti, Hollanda kabul etti. Tamam iyi. Ama onun bir siyasi sonucu olsun. Bir insani sonucu olsun. O bir özerkliğini kabul etmekte birleşirse, özerkliğine destek verirlerse anlamlıdır. Soykırıma uğramış Êzidîlerin özerkliğine destek verin. Onlar kendi kimliğiyle, kültürüyle yaşasın.
Onları kimse savunamaz, kendileri savunabilir. Bizim düşüncemiz şu. Êzidîler kendini örgütlesin. Kendi öz savunması olsun Irak içinde. Başûrê Kurdistan’la da ilişkisi olabilir.
Şengal'in özerkliğinin kime zararı var? Bu açıdan gerçekten samimi olsunlar. Birleşmiş Milletler de samimi olsun. Öyle olmaz yani. “Bağdat Antlaşması uygulansın” diyorlar. Yanlışta ısrar etmeyin, özeleştiri verin. Deyin ki, biz zamanında Êzidîlerin düşüncelerini almadık. Nedir Bağdat Anlaşması? Şundan bundan biraz asker olacak, memur olacak. İdari bir şey yok. Êzidîlerin siyasi iradesini kabul eden bir şey yok. Şengal’in inşa edilmesinin önünde ne engel var? Şimdi engel yok. Ama o anlaşma ezbere. Özgürlük anlamında, demokrasi anlamında, irade anlamında bir şey tanımıyor. Böyle yaklaşılır mı? Soykırıma uğrayan bir toplum için böyle yaklaşamaz. Bu bakımdan dünyada herkesi, tüm demokrasi güçleri Şengal'de Êzidîlere sahip çıkmaya, özerkliği desteklemeye ve bu konuda sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyorum.
KAYNAK: ANHA
YORUM GÖNDER