TÜRK ORDUSU ‘ZAP SENDROMU’ YAŞIYOR
PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, bölgede
2022 yılına her anlamda Kürdistan’daki durumun damga vurduğunu belirterek
özellikle gerilla direnişi karşısında Türk ordusunun “Zap sendromu” yaşadığını
ifade etti.
2022 yılındaki gelişmeleri değerlendiren PKK Yürütme
Komitesi üyesi Duran Kalkan, Türkiye’nin Kürt soykırımını hayata geçirmek için
önce gerillayı ezip sonra Rojava’yı işgal etmeyi planladığına işaret ederek “9
ay geçti ama gerillayı ezemedi, medya savunma alanlarını işgal edemedi. Dahası
ne oldu. En ağır darbeyi yedi. Binlerce kaybı var. Artık Zap sendromu yaşıyor.
Türkiye’nin devleti, polisi, ordusu bitti. Kontrası, hepsi o duruma geldi”
dedi.
Ajansımıza konuşan Duran Kalkan ile 2022’deki
gelişmeler ve 2023 yılından beklentiler konulu röportajımız şöyle:
Yeni bir yıla doğru gidiliyor, bu temelde şunu
sormak istiyoruz. Sistem açısından 2022 yılının en önemli olayı ne oldu?
2022’de özellikle Kürdistan ve Kürtler açısından, yine bölge ve dünya açısından
nasıl bir yıl yaşandı? Bu temelde 2023 yılında olası gelişmeler nasıl
seyredebilir?
-Miladi yılsonu itibariyle yılın önemli olayları
tartışılıyor, çeşitli kesimler kendileri açısından yılı değerlendiriyorlar,
yılın derslerini çıkarmaya çalışıyorlar. Biz daha çok değerlendirmelerimizi,
mücadele planlamalarımız çerçevesinde yapıyoruz. Parti yılımız var, Newroz
yılımız var, 15 Ağustos Atılım yılımız var, komplo ve komploya karşı mücadele
yılımız var. Bu temelde yılbaşlarımız çoktur. Aslında yıl değerlendirmelerimizi
esas itibariyle bu mücadele planlamalarımızı yaptığımız takvimlere göre
oluşturuyoruz.
Fakat miladi olarak 2022 yılını değerlendirmek de
önemlidir, büyük bir direnme yılıydı, savaş yılıydı, aynı zamanda dünyada da
Kürdistan’da da önemli sonuçlar ortaya çıktı, önemli birikimler oluştu
diyebiliriz. Mücadele, savaş, kendisini yeni yıla da devrediyor. Tabii 2022
yılında yaşanan mücadelenin sonuçları temelinde devrediyor. Yeni yıl ona göre
gelişecek. 2023 bu açıdan yani gelişmelere gebe bir yıl diyebiliriz. Bunu 2022
yılındaki gelişmeler yaratıyor.
Kapitalist modernite sistemi açısından 2022 yılının
önemli olayı kuşkusuz Ukrayna Savaşı’ydı. 24 Şubat’ta başladı, onuncu ayı
tamamlanıyor, bir yılı tamamlamaya iki ay kaldı. 2022 yılına tümüyle damgasını
vurdu diyebiliriz. Fakat bu şu anlama gelmiyor: ‘Kapitalist modernite
sisteminin çelişki ve çatışmaları sadece Ukrayna’daydı, Ukrayna Savaşı her şeyi
belirledi, onun dışındaki alanlardaki çelişki ve çatışmalar yoktu’ anlamına
gelmiyor. Tersine sistemin merkezi Ortadoğu’dur. Çelişki ve çatışmaların,
kapitalist modernite sisteminin yaşadığı kriz ve kaosun merkezi de
Ortadoğu’dur. Kapitalist modernite sistemi Ortadoğu’daki sorunlarını çözmüş
olarak Ukrayna Savaşı’na gitmedi, tam tersine çözemeyerek gitti. 2021 yazında
Afganistan’dan kaçtı ve Afganistan’ı Taliban gibi bir güce devretmek zorunda
kaldı. 2022 Şubatı’nda da Ukrayna Savaşı’yla var olan kriz-kaos ortamında
kendini yürütmeye, ömrünü sürdürmeye, bazı çelişkileri yeni çelişkilere dönüştürmeye
çalıştı. Öyle görülebilir. Ortadoğu’nun bütün çelişki ve çatışmaları devam
ediyor. Dünyanın diğer alanlarında da öyledir.
SİLAH TEKELLERİ KAZANDI
Ukrayna Savaşının aktif öğeleri olarak Rusya ve
ABD’yi görmek lazım. Her ne kadar bir Ukrayna yönetimi varsa da, savaş içinde
bir güç sayılıyorsa da, yine NATO, dolayısıyla Avrupa da çeşitli biçimlerde bu
savaşın içine girmişse de, sanki savaşı hazırlayanlar ABD ile Rusya oldular.
ABD-Rusya ilişkileri, çelişki ve çatışmaları Ukrayna Savaşı’na yol açtı.
Savaş, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başladı.
Fakat bu öyle şimdiki gibi bir savaş durumunu yaratma saldırısı değildi.
Aslında Putin yönetimi, Zelenskıy yönetimini düşürmeyi hedefliyordu. Bir-iki
günlük bir saldırıyla, hatta bir operasyonla yönetimi düşürmek ya da teslim
almak, dolayısıyla Ukrayna’daki Rusya karşıtı siyasete son vermek istiyordu.
Rusya bunda başarılı olamadı. Bu da Zelenskıy yönetiminden kaynaklı bir durum
olmadı, ABD ve NATO, Rusya’nın operasyonunu başarısız kıldılar. Bir operasyon olarak
başlayan Rusya saldırısı on ay süren bir savaşa dönüştü. Savaşın şiddetlenen
zamanları oldu, askeri şiddetin düştüğü zamanlar oldu. Savaş Ukrayna’nın bazı
alanlarında yoğunlaştı, Ukrayna ağır bir tahribat yaşadı. NATO devletleri ve
Rusya savaşta önemli silahlar denediler. Silah depolarını boşalttılar. Böylece
silah tekelleri yeni satışlar yaptı. Savaş ticareti, askeri ticaret hızlandı,
epey kazanç sağlamalarına yol açtı.
Askeri sonuç açısından Rusya için şunlar
belirtilebilir: Bir-iki planlaması başarısız kılındı. Sonunda Ukrayna’nın kendi
sınırına yakın birkaç bölgesini ele geçirdi, işgal etti. Bir de ABD’ye, NATO’ya
meydan okumuş oldu. Onlarla bir savaşa girmiş, askeri olarak kendini denemiş
oldu. Zelenskıy yönetimi açısından bir sonuç yok. Yönetim kendini ispatlamış
gibi değerlendiriliyor. Evet, NATO ve ABD sistemine hizmetçilikte, onlara
bağımlılıkta kendini denedi. En son ABD başkanı Biden’la bir görüşme de yaptı,
yılı böyle tamamlıyor. Herhalde en büyük başarısı bu görülebilir. Askeri-siyasi
bakımdan göreceli sonuçlar elde eden aslında ABD’dir. Silah tekellerinin
kazançlarından sonra, biraz kazanç sağladı diyebileceğimiz güç ABD oluyor. Daha
önce Fransa devlet başkanı Macron “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” demişti.
Aslında önceki dönemde çözülmekte olan bir NATO
vardı. ABD, Ukrayna Savaşına dayanarak NATO’yu yeniden toparladı. NATO kendi
etkinliğini yeniden geliştirdi. Şimdi İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye
olmasıyla biraz daha büyütülüyor. Bir de ABD, Avrupa ile Rusya’yı bir düzeyde
karşı karşıya getirdi. Bir çelişki ve çatışma durumu yarattı. Daha önce Biden
yönetimiyle Putin yönetiminin çelişki ve çatışmaları vardı. Buna Avrupa’yı da
kattı. Bunlar şimdiye kadar sağlanan sonuçlardır.
ABD buna dayanarak daha öteye de gitmek istedi.
NATO’daki gelişmelere, Ukrayna Savaşı’na dayanarak Ortadoğu’da İran’a karşı
Suudi merkezli bir ittifak oluşturmak istedi. Yine Pasifik’te Çin’e karşı büyük
bir ittifak oluşturmak istedi. Bu yönlü adımlar da atmaya çalıştı. Biden
yönetimi her iki alana da önem verdi. Ziyaretlerde bulundu, toplantılar yaptı.
‘ABD’nin 3 NATO’su’ diyorlardı: Ortadoğu NATO’su, Pasifik NATO’su diyerek
Rusya-Çin-İran’a karşı NATO benzeri ittifakları bu bölgelerde yaratmak istedi.
Bu yönlü çalışmalar yürüttü. Siyasi olarak gelinen nokta böyledir.
MEVCUT POLİTİKA YÜRÜTÜLEMEZ HALE GELECEK
Askeri bakımdan da şu an çatışmalar zayıf bir durumu
yaşıyor. Bir ateşkese de gidemiyorlar. NATO ‘sürecek’ diyor. Rusya ise artık
savaşı bitirmekten yanadır, daha fazla yapacağı bir şey kalmadı. Fakat ABD bu
durumları koruyabilmek için sürdürmek istiyor. Avrupa’yı da buna katmak
istiyor. 2022 yılı sonu itibariyle Ukrayna Savaşı’nın çıkan sonuçları budur.
Ama bu ne kadar kalıcı olacak, ne kadar ileriye gider? Bunlar tartışmalıdır.
NATO’da ortaya çıkan durum devam edecek mi? Daha önemlisi ABD, Avrupa-Rusya
çelişkisi ve çatışmasını bu biçimde sürdürebilecek mi? Bu durum hem devletler
düzeyinde hem de toplumlar düzeyinde tartışmalıdır. Rusya toplumu da savaşa
onay vermedi. Yakın zamanda Avrupa toplumu, Rusya-Avrupa çatışmasının ortaya
çıkardığı özellikle doğalgaz-enerji kriziyle bu duruma daha fazla karşı
çıkacaklar. Dolayısıyla devletler bu politikayı daha fazla yürütemez hale
gelecekler. Rusya ile böyle uzun süreli savaş durumunu Avrupa sürdüremez. ABD,
Avrupa’ya onu dayatmaya kalkarsa kaybeder. Onun için öyle kalıcı bir durum
gözükmüyor. Evet güncel olarak bazı sonuçlar oldu ama öyle kalıcı bir şeye
dönüşecek gibi değildir.
Almanya dışişleri bakanı ABD’ye gitti ‘liderliği
paylaşalım’ teklifinde bulundu. Yıllar önce Amerika Almanya’ya bu teklifte
bulunmuştu, şimdi sistem sorumluluğunu üstlenme yönünde mevcut Almanya hükümeti
olumlu yanıt verdi. Almanya silahlanma yönünde bazı kararlar aldığını da
açıkladı. Almanya’nın bu tutumu nereye varır, bunu takip etmek gerekiyor, çünkü
tehlikeli olabilir. Alman sermayesi böyle bir şeye yönelirse -ki bu da üçüncü
yönelim olacak. Tehlikeli olabilir, çelişkili durum orada da sürecek. ABD daha
önce Fransa’yı biraz aktif kılmıştı. Zaten İngiltere’yi AB’den kopardı,
kendisiyle daha yakın hareket eder hale getirdi.
Diğer yandan ise Ortadoğu ittifakı yürümedi. Suudi
üzerinden yürütmek istedi, o da hiç yürümedi, başarısızdır. Şimdi ABD’nin
tümden Ortadoğu’dan çekilip çekilmeyeceği de tartışılıyor. Suudi Arabistan
hemen arkasından İran’la görüşme yaptı, sonra Çin’le görüşmeler yaptı. Şimdi
‘Çin körfezde daha fazla ABD etkisini daraltacak’ deniliyor. Araplara dayalı
bir İran karşıtı ittifakı İsrail ile birlikte yaratamadı. Bu da fiyasko gibi
görünüyor.
ABD’NİN UKRAYNA’DA ELDE ETTİKLERİ KALICI DEĞİL
Zaten Çin karşısındaki Pasifik ittifakı bir düzeyde
vardı. Çin-ABD gerginliği çeşitli biçimlerde sürüyor, sürecek. Fakat Çin de
ABD’nin istediği ABD ile karşıtlaşmak istemiyor. Bunu Çin yönetimi de açıkladı.
Ekonomik boyutta mücadele ediyorlar. Biraz savunma durumlarını
geliştireceklerini söylediler ama Çin, ABD’nin istediği gibi iki blok haline
getirme ve birçok çevreyi ABD’nin yanına bırakıp karşısına alma siyaseti
izlemek istemiyor. Daha çok kendisi herkesle ilişki kurmak istiyor. Ama Çin’in
ekonomik-askeri olarak da gücü fazladır. Giderek çok daha etkili hale gelecek.
Dolayısıyla ABD’nin Ukrayna Savaşı’yla elde etmiş
gibi göründüğü şeyler çok kalıcı, uzun vadeli, devam edecek gibi görünmüyor.
Daha çok onun ortaya çıkardığı şeyler ne oluyor? Çin var, Rusya var, hatta
Ortadoğu sorunları devam ediyor. Almanya bir görünmek istedi ve bu temelde adım
atıyor. Bu arada Şangay ittifakı toplandı. Şu görüldü: Bazıları dünya iki blok
olacak gibi hesap yaptılar, Sovyet-ABD bloklaşması gibi, soğuk savaş dönem gibi
olur hesabı yaptılar. Öyle bir bloklaşma değil, çünkü birçok güç var. Ortaya
çıkan gerçeklik şu oldu: Kapitalist modernitenin ilk çelişki ve çatışmaları
daha çok derinleşti. Birçok merkez var, bunlar arasında çelişkiler daha fazla
artıyor. 3. Dünya Savaşı dediğimiz süreç giderek daha da derinleşerek sürüyor.
Sistem içinde bulunduğu kriz ve kaostan çıkma gücü gösteremiyor, çıkışı yoktur.
Bu açıkça görülüyor, savaş durumu devam edecek. Sistem çözümsüzdür,
çıkışsızdır. Krizi ve kaosu derindir. Bunalımını hafifletme imkanı yoktur.
Ukrayna Savaşı gibi savaşlarla, önceden de Irak Savaşı, Afganistan Savaşı gibi
çeşitli alanlarda çıkardığı savaşlarla, düşük yoğunluklu savaşlarla, bölgesel
çatışmalarla yönetimini sürdürmek, ömrünü uzatmak istiyor. Kapitalist modernite
sisteminin durumu budur. 3. Dünya Savaşından çıkma gücü yoktur. Ancak savaşı
sürdürme temelinde, düşük yoğunluklu sürdürerek kriz-kaos içerisinde ömrünü
uzatma çabası var. Bu anlamda çelişkili ve çatışmalı durum devam edecek.
Sistemin çıkışı yoktur. Halihazırda sistemin kendi gücüyle bu durumu aşma
yeteneği görünmüyor. Bu durum sistem karşıtı güçlere kalıyor. Genelde bu bir
kere daha gözüktü. Bu ne anlama geliyor? Afganistan Savaşıydı, Irak Savaşıydı;
ABD ve NATO Afganistan’dan çekildi. Böyle olunca da herkes artık savaş
olmayacak beklentisi içerisine girdi. Sonuçta ne oldu? Ukrayna savaşı oldu.
Demek ki bu sistem savaşsız duramıyor. İnsanlığı savaş tehdidi, savaş
uygulamaları içerisinde yönetiyor. Egemenliğini öyle sürdürüyor. Savaş
üretiyor, savaştan, çatışmadan çıkamıyor. Bunu herkes biraz daha iyi görür hale
geldi.
KORONAVİRÜS İLE BİRLİKTE DEVLET DENETİMİ ARTTI
Bir de öncesi vardı, hastalık üretiyordu.
Koronavirüs vardı, daha öncesinde kuş gribi, domuz gribi vardı. Her türlü
mikrobu üretiyor. Önder Apo ‘sistem kanserleşmiş bir sistemdir’ dedi. Bu çok
önemlidir. Dolayısıyla hastalık üretiyor, savaş üretiyor, insanlık için hep
tehdit ve tehlike üretiyor. Bunu insanlar daha çok görüyorlar. Örneğin
koronavirüsten zarar gördüler. Bazı tekeller çok fazla maddi kazanç elde
ettiler. Ama devletler toplumları daha çok denetler hale geldiler. Emekçiler,
toplumlar daha fazla sömürüldüler. Daha çok baskı ve denetim altına alındılar.
Daha çok kontrol ediliyorlar. İstihbaratın, devletin yaşam üzerindeki
egemenliği daha fazla arttı. Dünya hapishaneye dönüştürülüyor, adeta bütün
dünya mevcut sistem altında yarı açık hapishane gibidir. Ağır hasarlar var. Bir
avuç tekelci de kazanıyor. Koronavirüsten de kazandı, Afganistan savaşından da
kazandı, Ukrayna savaşından da kazanıyorlar. Silah tekelleri kazanıyor. Savaş
baronları kazanıyorlar. Ama toplumlar daha çok zarar görüyorlar,
sömürülüyorlar, yaşayamaz hale geliyorlar, açlık sınırının altındadırlar. Daha
fazla denetim altına alınıyorlar. Kapitalist modernite sistemi açısından durum
öyledir. 2022’nin Ukrayna savaşı etrafında ortaya çıkardığı sonuçlar bunlardır.
Garp cephesinde yeni bir şey yoktur. Kapitalist modernitede yeni bir şey yok, bunalımını
hafifletecek bir durumu yok. Demokrasiye duyarlılık zaten yok. Herkes
bekliyordu ki, Biden yönetimi belki biraz daha demokrasiye duyarlı olabilir.
Bir kadın başkan yardımcısı getirmişti, siyahi başkan yardımcısıydı. Kadın
özgürlüğüne, halkların özgürlüğüne açılır, biraz daha demokratik davranır, daha
doğrusu demokrasiye duyarlı olur. Beklentiler öyleydi. Doğrusu, biz de
görüntülere baktık öyle sandık. Öyle olsaydı bunu değerlendirmek de istiyorduk,
olumlu yaklaşmak da istiyorduk, fakat pratikte gördüğümüz daha fazla savaş,
daha çok hastalık oldu, kriz ve kaosu daha fazla derinleştirme oldu.
Demokrasiye duyarlılık açısından bir şey görmedik. Kapitalist modernitenin
çelişki ve çatışmaları, kriz ve kaosu daha çok derinleşiyor, derinleşerek
süreceği anlaşılıyor.
ÖNDER APO’NUN GELİŞTİRDİĞİ JİNEOLOJİ YAYILIYOR
-Peki diğer taraftan, dünyada demokratik modernite
güçleri ve hareketleri açısından 2022 yılı nasıl bir karaktere sahip oldu?
-Evet önemlidir. 2022’de demokratik modernite
güçleri açısından yeni gelişmelerden söz edebiliriz. Nicelik olarak çok fazla
olmasa da ideolojik derinliği olan, bu anlamda nitelik düzeyi olan ama böyle
nicel gelişmeler de gösteren gelişmeler de var. Bunun başında hiç kuşkusuz
Kadın Özgürlük Mücadelesi geliyor. Dünyada kadın özgürlük devrimi yayılıyor.
Bilinç, örgütlülük ve eylem olarak yayılıyor. Şunu gördük: her alanda kadın
direnişleri, mücadeleleri dünyanın dört bir yanında, hemen her ülkede ortaya
çıktı. Modernist geri görülen ülkelerde bile kadın direnişleri oldu. Kadınların
özgürlük talepleri oldu. Örgütlü olduklarını gördük. Bunu Afrika’da gördük,
Asya’da gördük, Amerika’da görüyoruz, Ortadoğu’da zaten gördük. Kürdistan
Özgürlük Mücadelesi esas olarak Kadın Özgürlük Devrimi temelinde yürüyor. Bunun
en son Türkiye’ye, Arabistan’a, İran’a etkilerini gördük. Rojhilat
Kürdistan’dan İran’a yayılan ‘Jin Jiyan Azadi’ sloganıyla nerdeyse dünyaya
açılan Kadın Özgürlük Mücadelesini dünyaya duyuran, bunun Önder Apo temelindeki
ideolojik tanımlamalarını, Kürt kadınının devrimci sloganlarını küreselleştiren
bir gelişme ortaya çıktı. Demokratik modernite güçlerinin öncülerinden kadın
kesimi bunu bilinç, örgütlülük ve eylemlilik olarak öncülüğünü kanıtladı. ‘21.
yüzyıl kadın yüzyılı olacak’ deniliyordu, aslında 2022 yılı, kadın yüzyılı olduğunu
kanıtladı. Bütün gelişmeleriyle, eylemleriyle her alanda kanıtladı. Afrika’da,
Arap alemindeki direnişler, yine İran’daki durum, Kürdistan ve Türkiye’deki
durum, dünyanın diğer alanlarında Hindistan’dan tutalım Latin Amerika’ya kadar
her yerde hem de çok etkili kadın eylemleri var. Bu konuda kadın özgürlük
bilincinde gelişme var. Başlangıçta işte ‘kadın hakları, taciz-tecavüze karşı
mücadele, kadın kazanımları’ deniliyordu. Şimdi ‘kadın özgürlüğü, kadın
kimliğine dayalı eşitlik, kadın özgürlük devrimi’ yüksek sesle ifade ediliyor.
Bu yönlü talepler programlanıyor. Önder Apo’nun geliştirdiği Jineoloji
yayılıyor. Hiyerarşinin ve devletçi sistemin ortaya çıkardığı erkek ve kadın
çözülüyor. Jineolojik kodlamalar bunları daha fazla çözüyor.
Bu anlamda şunu görmek lazım: Bilinç ve örgütlülükte
daha fazla derinleşme var. Sadece mevcut kapitalist modernitenin kriz ve
kaosuna, erkek-egemen zihniyetin ve siyasetin baskı, zulüm, taciz ve tecavüzüne
karşı bir tepki değil. Kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplum isteyen bir
ideolojik duruş, bilinç durumu ortaya çıkıyor. Bu çok önemlidir. Bunda en derin
değerlendirmeleri Önder Apo yaptı. Jineoloji gerçekten de beş bin yıllık erkek
egemen iktidar ve devlet sisteminin, hatta öncesi hiyerarşik döneminin bütün
kodlamalarını çözdü. Kadın özgürlüğünün ne anlama geldiğini her yönüyle
tanımladı. Kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplum nasıl oluşur, bunları
ortaya koydu. Bunun daha fazla yayılması gereklidir.
Bir de örgütlülükler var. Birçok alanda kadın
örgütlülüğü var. Bilinç, mücadele ve örgütlülüğe dayanıyor. 2022 yılında
kapitalist modernite egemenleri, toplantılarını yapıyorlar, BM ağır aksak da
olsa devletler toplantısı olarak kendisini sürdürmeye çalışıyor. Demokratik
modernite güçleri açısından küresel düzeyde örgütleme çabası gösteren,
toplantılar yapan kadın özgürlük hareketleri oldu. Tunus’ta, Berlin’de ‘Yaşamı
Özgürleştirmek’ sloganıyla 2. Dünya Kadın Konferansı oldu. Önemli tartışmalar
yürütüldü. Bir yılda iki uluslararası toplantı yapıldı. 30-40
ülkeden kadınlar katıldı. Bunlar oldukları yerlerde örgütlüdürler. Şimdi kadın
hareketleri daha yüksek sesle küresel örgütlülük durumunu tartışıyorlar. Dünya
Özgür Kadın Konfederalizmini oluşturmayı tartışıyorlar. Güncel olarak, gündem
olan ve tartışılan bu. Örgütlülük bakımından da bu düzeye geldi. Başka
kesimlerde bu yoktur. Demokratik modernite güçleri açısından bu düzeyde
örgütlülük içinde olan tek güç Özgür Kadın Hareketidir. Bu çok önemli ve
anlamlıdır. Bunu önemsiyoruz. Gerçekten de ‘Jin Jiyan Azadi’ kadın yaşamdır,
yaşam da özgür olmalıdır. Demokratik toplum da özgür kadın etrafında
örgütlenmeli. ‘Jin Jiyan Azadi’nin anlamı budur. Bu temelde bir gelişme var.
Paris Komünü nasıl ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ sloganıyla yürüdüyse, şimdi
21. yüzyılın öncüsü olarak kadın özgürlük devrimi de yüzyılın devrim sloganını
‘Jin Jiyan Azadi’ olarak belirledi. Kesinlikle kadın gerçek tanımlamasına
kavuşuyor. Yaşamın kendisi olarak yaşamda, toplumda gerçek yerini alıyor,
yaşamın özgür olması gerekiyor. Özgür olmayana yaşam denmez. Başka türlü yaşamı
insanlık kabul edemez. Demokratik toplum ancak özgür kadın etrafında
oluşabilir. Başka türlü oluşamaz. Bu da küresel düzeyde bir gelişmedir. Giderek
yüzyılı belirler hale gelen bir gelişmedir.
GENÇLİK VE SENDİKAL HAREKETLERE ELEŞTİRİ
Onun dışında gençlik açısından ciddi bir düşüş var.
Eleştirmemiz gereken yanlar var. Yeni açılımlar yapılması gereken yanlar var.
Gençliğin geçmişi farklıydı. Şimdi o düzeyde değildir, hem bilinç, örgütlülük
ve eylem bakımından hem de küresel bir güç olma anlamında da öyle bir pozisyonu
yok.
Diğer yandan işçi-emekçi, sınıf çelişkisi anlamında,
ezilen sınıflar bakımından şunlar söylenebilir: Sendikalarla, partilerle,
birlikler düzeyinde belli bir mücadeleleri var. Fakat bu sınıf hareketleri
kalıpçı ve dogmatiktirler, çağın gereklilikleri anlamında kendilerini
yenileyemediler. Örneğin kadın özgürlük devrimine, kadın özgürlüğü temelinde
demokratik topluma cevap verecek bir ideolojik-örgütsel duruş geliştiremediler.
Sendikalar kendilerini yenileyemediler, eski partiler kendilerini
yenileyemediler. Bu anlamda küresel ilişki ve ittifakları zayıftır. Ülkeler
düzeyinde var. Onların yenilenmesi gerekiyor. İdeolojik-teorik yenilenme ve
örgütlülüklerini yeniden yapılandırmalılar. Bu temelde bir küresel örgütlenmeye
de geçmek gerekiyor.
Ekolojist hareketler önemliydi. Yakın geçmişte Yeşil
Hareket önemli bir gelişme de sağladı. Küresel düzeyde bir hareket oluşturmaya
da çalıştılar. Doğayı koruma, iklim değişikliklerine dikkat çekme anlamında
kapitalizme karşı önemli bir mücadelenin aracı olarak ortaya çıktılar. Fakat
son dönemlerde zayıftır. Yeşil Hareketin bir bölümü ‘partileşiyoruz,
siyasallaşıyoruz’ adı altında sistemiçileşti. Demokratik topluma dayalı bir
partileşme-siyasallaşma değil de kapitalist modernite içine girme, iktidar ve
devletin bir parçası haline gelme anlamında partileşmeye, siyasallaşmaya
yöneldiler, iktidarlara ortak oldular. Aslında olabilirler de, onları da
eleştirmiyorum, devlet yönetimleri içinde de hiç yer almazlar da demiyorum ama
alternatif bir güç olarak, demokratik toplumun bir parçası olarak o tür
şeylerde yer alsalardı özgürlük ve demokrasi mücadelesine katkı sunarlardı.
Biraz iktidarlaşarak ve devletleşerek bunu yapıyorlar. Dolayısıyla ekolojist
hareket ideolojik olarak geriledi, bu anlamda bölündü. Böyle ortaklaşan güçler
kapitalist modernitenin yağmacılığına, doğanın, toplumun tahribatına karşı
yeterli mücadele edemiyorlar. Örneğin Almanya’da iktidarın ortağıdırlar,
Almanya dışişleri küresel kapitalist sistemin liderlerine ortak yapmaya çalışıyor
ve bunu iyi bir politika görüyor, buradan ezilenlere dönük herhangi bir
demokratik tutum göremiyoruz. Çok zayıftır. Kendilerini iktidarlaştıran,
devletleştiren boyutları var. Bu bakımdan zayıfladı. Dolayısıyla ekolojist
hareketleri yeniden değerlendirmek gerekiyor. Yeşil hareketlerin
değerlendirilmesi, tartışılması lazım. Bu devletleşme, iktidarlaşma
eğilimlerine bu anlamda partileşme, politikleşme eğilimine karşı çıkmak lazım.
Demokratik topluma dayalı partileşme, politikleşme olmalı, onu öne çıkartmak
gereklidir.
Ekolojik akımda da bir zayıflık oldu. Diğer
hareketler, partiler, devrimci demokratik güçler kendi ülkeleriyle sınırlılar,
böyle çok bölgesel ya da küresel kimlik geliştirecek pozisyonda değiller,
kendilerini yenileme bakımından zayıflar, aşırı ezbercilik var, dogmatizm var,
kalıpçılık var. Yeni dünyayı değerlendirme, gelişmeleri anlama, daha derinden
çözüm üretmede zayıflık var. Ekoloji ve kadın özgürlüğü bakımından daha çok
düşünsel derinleşmeye, zihniyet devrimine ihtiyaç var. Bu konularda yaklaşımlar
yüzeysel ve dardır. Kadın özgürlüğüne yaklaşımda devrimci temelde değil,
derinlikli değil, ekolojiye yaklaşım da derinlikli değildir. Onun için devrim
konusunda, iktidar ve devlet konularında, demokratik toplum konusunda, özgür
yaşam konusunda yeterince netleşemiyorlar, derinleşemiyorlar,
somutlaşamıyorlar, iktidar ve devletten kopamıyorlar. İktidar ve devletten
kopamayanlar, iktidar ve devlet üretir. ‘Öbürünün devleti kötü, benim devletim
iyi olacak’ kimse diyemez. Çünkü senin devletinin iyi olacağının garantisi
nedir, nihayetinde devlet baskı ve sömürü aracıdır. Bunu bütün sosyalistler
böyle tanımladılar. Baştan beri sosyalistlerin teorik tanımlamaları böyle oldu.
Sonunda ‘benim devletim iyi olacak’ biçimindeki yaklaşımlarla kendilerini kandırdılar.
Halbuki devleti doğru tanımlasalardı ya da yaptıkları tanımlamalara bağlı
kalsalardı, baskı ve sömürü aracı tanımlamasına gitselerdi. Özgürlüğün,
demokrasinin, sosyalizmin aracının devlet olmayacağını; özgürlük, farklılıklara
dayalı eşitlik, paylaşım, komünalizmin ancak demokratik yönetimle, demokratik
toplumla gerçekleşeceğini görürlerdi. Bu anlamda da demokratik modernite
güçlerinin teorik-ideolojik açımlanmaya ihtiyacı var. Önder Apo’nun
çözümlemeleri çok açımlayıcı, ufuk açıcı, yol göstericidir. Herkes okumalı,
incelemeli, faydalanmalıdır. Görüştür, bu görüşler insanlığın hizmetine
sunulmuştur, bu görüşler kimsenin tekelinde değildir. Onun için Önder Apo’nun
görüşlerini demokratik modernite kuramını okuma, anlama bu temelde demokratik
modernite güçlerini yeniden örgütleyip küresel düzeyde geliştirme çabası
olmalıdır. Çağrımız bu temeldedir.
-Küresel düzeyde yaptığınız değerlendirmeleri
Ortadoğu bağlamında ele alırsak 2022 yılında Ortadoğu için en önemli olay ve
gelişmeler neler oldu.
-Evet Ortadoğu’nun birçok bölümü var, birçok alanda
gelişmeler oldu, önceki yıllar için de söylenebilir, fakat 2022 yılı için şunu
çok daha iyi ifade edebiliriz. Bölgesel olaylara damgasını vuran gelişme
Kürdistan’daki mücadeledir. Kürdistan’daki mücadelenin temelinde de gerilla
savaşı var. İmralı direnişi var. Önder Apo düşünceleriyle, savunmalarıyla
teorik olarak insanlığı aydınlattı ama ununla sınırlı kalmadı. Bir de
duruşuyla, yaşamıyla, mücadelesiyle o düşüncelerini hayata geçiriyor, kendisi
öyle yaşıyor. İlgi duyan herkesi de etkiliyor. İmralı bir soykırım sistemidir.
Bir de İmralı yaşamı var, direniş yaşamıdır, özgür yaşamda sonuna kadar direnme
yaşamıdır. Önder Apo’nun yaşamı kesinlikle böyledir. Bunu bu biçimde
tanımlayabiliriz. Bölgenin yıla tümüyle damgasını vuran, bölgenin hepsini
etkileyen olay kesinlikle Kürdistan’daki durumdur. Son dönemde buna İran’daki
gelişmeler de eklendi. Ama o son üç ayda eklendi.
KÜRT HALKININ DİRENME MÜCADELESİ DAMGASINI VURDU
İran-ABD karşıtlığı geçmiş yıllarda bölgeyi
etkiliyordu. Kısmen bu etkileme devam ediyor ama aynı düzeyde değildir. İran’da
yeni olan kadınlar öncülüğünde halkın serhildana kalkışı oldu. Onun bir
bölgesel olay olarak bölgeyi etkileyen yeni bir olay olarak tanımlanması
mümkündür. Fakat bu da yılın son üç ayını karşılıyor, başat olarak bütün yılı
kapsayan Kürdistan’daki mücadeledir. AKP-MHP faşist diktatörlüğünün, ABD ve
NATO’dan, yine Kürt işbirlikçiliği, ihaneti olarak KDP’den aldığı destekle Kürt
Özgürlük Hareketini, Özgürlük gerillasını ezmek, imha etmek, bu temelde Kürt
soykırımını daha ilerletip tamamlamak üzere yürüttüğü topyekun faşist-sömürgeci
soykırımcı saldırıya karşı İmralı’da Önder Apo’nun, Zap-Avaşin ve Metina
merkezli olarak Bakur’da, Türkiye kentlerinde, Başur’da, yine Rojava’da Kürt
gençlerinin, kadınlarının, Kürt halkının topyekun direnme mücadelesi bu yıla
damgasını vurdu, bunu rahatça böyle ifade edebiliriz.
En son Amman’da toplantı yaptılar. İkinci Irak
toplantısı olarak Irak’ın sorunlarını tartışıyor, Irak’ı güçlendiriyoruz
diyorlar ama işin esası Irak değildir, Kürdistan etrafındaki gelişmelerin
değerlendirildiği bir toplantıdır. Kesinlikle öyle görülmesi lazım. Irak sorunu
demek Kürdistan sorunu demektir. Irak’taki durumun sistemden kaynaklanan
yanları var, iktidar ve devlet sisteminin kurulduğu alandır. Sistemin krizi en
ağır olarak burada yaşanıyor. Zenginlikleri kriz oluyor ama en önemli sorun
Kürt sorunudur. Kürt sorunu etrafında, Kürdistan’ın bölünüp parçalanması,
Kürdistan’da soykırım uygulanması temelinde ortaya çıkan sorunların hepsi Kürt
sorunu temelinde ortaya çıkıyor. Kürt sorununa bağlı sorunlardır. Böyle
görülmesi ve anlaşılması gereklidir.
Irak seçim yaptı ama hükümet kuramıyordu. Fakat
sonra hükümetini de kurdu. Aslında bir hükümet sorunu da değildir. Irak’ın
sorunu aslında insanlığın sorunudur. İktidar ve devlet sistemi bunları
yaratmış, toplumların da çözmesi gerekiyor. Bu anlamda sorunlar Amman’daki
toplantının ele alışı biçiminde değildir, çok daha farklıdır. Aslında sorun
olan değişemeyen Irak değildir, mevcut durumda Türkiye ve Suriye’dir. Sistemin
krizi bölge olarak en fazla Türkiye ve Suriye’de odaklanmıştır. Sistem
kendisini değiştiremiyor, yenilemiyor, adım atamıyor. Bir tarafta Esad yönetimi
var, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Türkiye’nin işgali var. Türkiye sürekli
hava saldırısı yapıyor. El Kaide ve DAİŞ’e kadar bir sürü çete ortaya
çıkmıştır. Suriye’nin önemli bir kesimini Türkiye’ye dayalı olarak denetime
almışlar. Kimse çözüm üretebilecek en ufak bir gelişme sağlayamıyor. Dikkat
edilirse Türkiye’de en çok tıkanma var, AKP-MHP faşist diktatörlüğü her şeye
karşıdır, herkesi tehdit ediyor, fakat kimse onu değiştiremiyor. Sistem
değiştirmek için muhalefet örgütlüyor ama AKP-MHP faşizminin ortaya çıkardığı
topyekun saldırı faşist-sömürgeci soykırımcı saldırı ve buna karşı Kürt
halkının PKK öncülüğündeki gerilla-halk direnişi tabi bunun önünü tıkıyor.
Sistem Erdoğan-Bahçeli yönetimini değiştiremiyor. Değiştirmeye kalkarsa
korkuyorlar, çünkü gerilla-PKK etkili olacak, demokratikleşme gelişecek
korkusunu yaşıyorlar. Altılı masa diye bir şeyi hazırladılar. Ama AKP dayattığı
savaşla kendi ömrünü sürdürmek istiyor ve PKK tehdidini göstererek sistemin
desteğini alıyor. Örneğin ABD karşıt görünüyordu ama sonunda Erdoğan-Bahçeli
faşizmine fit olmak durumunda kaldı. Rusya tüm gücüyle destekliyor.
DİRENİŞ HESAPLARI BOZDU
Şimdi şunu görmek lazım: Aslında savaşta AKP-MHP
saldırıları başarılı olsaydı her şeye hakim olacaktı, Kürt soykırımını
geliştirecekti, böylelikle mevcut tıkanıklığı aşacaktı. Öyle olmadı. Sistem de
değiştiremiyor. Şimdi savaşta başarısız olmuş, değişimi dayatan PKK’dir,
HBDH’dir, devrimci demokratik güçlerdir.
Daha güçlü bir demokratikleşmeyi dayatıyorlar. Bu da
sistemi korkuyor. Çıkmaz içerisine girmiş durumdalar. Fal bakar gibi ‘Tayyip
mi, Kılıçdaroğlu mu?’ basın tartışıyor. O noktaya geldi. Bunu görmek lazım.
Böyle bir denklem içerisinde önemli nokta, gerilla savaşı öncülüğündeki
devrimci demokratik gelişmenin siyasete dönüşmesi, demokratik siyaset olarak
etkili yönetici hale gelmesidir. Bu önemli bir dayatma, önemli bir gelişmedir.
Aslında tıkanıklığı aşma gücü gösteren en önemli gelişme budur.
Yıl sonu itibariyle bu konuda çok önemli bir düzey
vardır. Çünkü 14 Nisan’da baştan AKP saldırdı. Bir-iki haftada gerillayı
ezecekti. Ardından Kuzey Doğu Suriye’ye saldıracak Rojava Devrimini tasfiye
edecekti. Böylece zafer kazanmış bir güç olarak 2023 yılında yönetim
değişikliğinde kendisini yeniden yönetim yapacaktı. AKP-MHP faşizminin
planlaması böyleydi. Buna bir yönüyle destek verdiler, teşvik ettiler. Bir
bakıma PKK buna karşı direnir diye hesap ettiler.
Bazı güçlerin hesabı da şuydu: ‘AKP-MHP böyle
saldırsın, PKK’de dirensin herkes zayıf düşsün, arada biz başka bir gücü ya da
muhalefet denilen -altılı masa- gücü iktidara getirelim ve yumuşak bir
değişiklik yapalım’ biçimindeydi. Buna umut bağladılar. Onlarda bu
çatışmalı durumdan faydalanmak istediler. Peki sonuç ne oldu? AKP-MHP’nin
planları tutmadı. Değil iki haftada, iki ayda, 9 ay geçti ama gerillayı
ezemedi, medya savunma alanlarını işgal edemedi. Dahası ne oldu. En ağır
darbeyi yedi. Binlerce kaybı var. Artık Zap sendromu yaşıyor. Türkiye’nin
devleti, polisi, ordusu bitti. Kontrası, hepsi o duruma geldi.
Merkez karargahımız tarafından dokuz aylık bilanço
açıklandı. Düşman birçok alandan kaçmak zorunda kaldı. Birçok yeri boşaltmak
zorunda kaldı. Son kasım ayındaki, aralık ayındaki eylemlilikle gerilla ele
geçirdi. Bu daha da ileriye gidebilir. Önce plan başarılı olmadı. Arada
gibi göründü, o zaman altılı masayı iktidar yapmak isteyenler biraz
heveslendiler ama şimdi sadece AKP-MHP’nin planları boşa çıkmadı. Yenilgi
aldılar. Gerillayı ezmek için gelenler kendileri ezildiler. Zap, Türk
faşizmine, sömürgeciliğine, soykırımcılığına mezar haline geldi. Gerillanın son
eylemleri, savaşta gelinen nokta kesinlikle böyledir. Böylece ne AKP kesin
ömrünü uzatacak, ne zafer kazanmış durumda ne de AKP’yi CHP ile
değiştirebilecek bir ortam var. İkisi de yok. Tam tersine Zap’ta yenilen
AKP-MHP aslında yenilen TC oluyor, faşist soykırımcı-sömürgeci zihniyet ve
siyaset oluyor. Bu aynı zamanda sistemin yenilgisi anlamına geliyor. Kürt
sorununu yaratan kapitalist modernite sisteminin gerilla karşısındaki
yenilgisini ifade ediyor.
Böylece 2023 değişimini en güçlü yapacak unsur
olarak ortaya demokrasi hareketi çıkıyor. Bunun gerilla öncülüğü var. Halk
direnişi var. Demokratik siyaseti var. Bunun için son zamanlarda dikkate
ederseniz AKP-MHP faşizminin saldırıları çok yoğundur. Bu durum netleştikçe
saldırılarını daha çok artırdı. Kimyasal saldırılar, taktik nükleer silah
saldırıları, gerillayı ezmek için her türlü savaş suçu oluşturan silahları
kullandı, yöntemlere başvurdu. Rojava’yı tehdit etti. Rojava’daki sivilleri
vurdu. Tüm bunlar Zap’ta yenilginin önlenmesi içindi. Bunu önleyemeyince
Bakur’da, Türkiye’de bütün demokrasi güçlerini yok etmeye çalışıyor. ‘Kimyasal
silah var’ deyince Şebnem Korur Fincancı’yı hapse koydular. Bir inceleme
istedi. O kadar karşılar. Bunu haber yapan gazeteciler hapistedirler. Biraz
Kürt’ten, demokrasiden bahseden sanatçılar hapistedirler. Özgürlük için mücadele
eden, 6 yaşındaki çocuklara tecavüz eden sistemlerin maskesini düşüren kadınlar
hapistedirler. HDP’ye kapatma davası açmışlar. Demoklesin kılıcı gibi başında
tutuyorlar. En son DBP’ye saldırmışlar. Diğer partilere saldırıyorlar. Öyle ki
demokrasi mücadelesi yürütecek hiç kimseyi bırakmak istemiyorlar. Bu düzeyde
saldırı var. Bu saldırılar neye delalettir. Zap, Avaşin ve Metina’da AKP-MHP
faşizminin yenilmiş olduğuna delalettir. Yenilmeseydi, başarı kazanmış olsaydı
bunları yapmayacaktı. Yenildiği için bunları yapıyor. Sistem de destek veriyor.
Kimseden çıt çıkmıyor. Dikkat edin AKP-MHP faşizmi orada saldırırken, paralel
eş zamanlı Almanya’da saldırıyor. Onlarda destek veriyor. Niye destek
veriyorlar? Gördüler ki, AKP-MHP yenildi, demokrasi etkili hale gelecek.
Türkiye dünyanın en demokratik ülkesi haline gelecek. Demokratik Devrim
yaşayacak. 2023 yılı Türkiye için demokratik devrim yılı olacak. Bundan
korkuyorlar. Küresel kapitalist modernite güçleri faşist oligarşik bir
diktatörlüğün Türkiye’de hakim olmasını istiyorlar. Bu nedenle demokratik
gelişmeye karşı faşizmi destekliyorlar. Faşist diktatörlüğü destekliyorlar. Her
türlü katliamcı-soykırımcı saldırıyı destekliyorlar. Şu an geldiğimiz nokta
budur.
Yani bu durumda Suriye’de de çözüm olamaz. Yani 2023
yılına böyle bir durum aktarılıyor. Yenilmiş bir AKP-MHP var. Gerçekten
Türkiye’de, aynı zamanda Suriye’de nasıl yönetimi yenileyecek, bunda çok ciddi
bir durum yaşanıyor.
Yıl sonu itibariyle güçlü olan gerilla direnişi ve
demokrasi hareketidir. Değişimi dönüşümü gerçekleştirmeye aday olan,
Türkiye’nin yönünü belirleyen burasıdır. Bundan korkan çevreler de bunu ezmek
için saldırıyorlar. Böylece Ortadoğu’yu etkiliyor. Irak’taki gelişmelerde buna
bağlıdır. Başka herhangi bir sorunu yoktur. Amman’daki toplantıya DAİŞ’in
arkadaşları olan AKP-MHP’yi de çağırdılar. Halbuki DAİŞ’e karşı en büyük
mücadele Kuzey Doğu Suriye halkları yürüttü. Özerk yönetim kurdular. DAİŞ
karşıtı idilerse onlar gitmeliydiler, gidemediler. Aslında Irak’ı güçlendirme
değil de Irak tarafından AKP-MHP’ye destek olmanın yol yöntemleri
araştırılıyor. Tehlikelidir, bu konuda uyarıyoruz. Demokratik yaklaşım olsaydı,
gerçekten de Kürt sorununu çözmeyi, bölgede demokratikleşmeyi öngörseydi biz
önem veriyorduk ve katılmak istiyorduk. Bunların olması da gerekiyor, değer
biçiyoruz. Ama AKP-MHP faşizmini, Türk sömürgeci ve soykırımcılığını ayakta
tutmaya dönük yaklaşımlar tehlikelidir. Onlara karşı çıkmak, onlara karşı
mücadele etmek lazım.
Şunu diyelim, evet 2023 yılı bu durumda nasıl olacak, daha çok bu cepheden mücadele yılı olacak, daha derin mücadele yılı olacak, sadece mücadele yılı olmayacak, bazı sonuçlar ortaya çıkacak. Kürt sorunu etrafında Türkiye, Suriye ve Irak cephesinde yeni sonuçların ortaya çıkmasına gebe olan bir durum vardır.
KAYNAK:ANF/BEHDİNAN
YORUM GÖNDER