İMRALI'DAKİ İNSANLIK DIŞI TECRİDE ARTIK YETER DİYELİM!
BASINA VE KAMUOYUNA
Bugün itibariyle İmralı F Tipi Hapishanesinde tutulmakta olan müvekkilimiz Sn. Abdullah Öcalan, yasaların ve evrensel hukuk ilkelerinin kendisine tanıdığı en doğal haklardan biri olan avukatlarıyla görüşme hakkından tam üç yıldır yararlanamamaktadır. Kamuoyunun da hatırlayacağı gibi Sn. Öcalan 27 Temmuz 2011’deki avukat görüşmesinden sonra tamamen hukuksuz bir şekilde 2 Mayıs 2019’a kadar tek bir kez dahi avukatlarıyla görüştürülmemişti. 8 Kasım 2018 tarihinde, tutuklu HDP milletvekili Leyla Güven’in ve ardından binlerce siyasi tutsağın süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlamaları neticesinde, İmralı’da uygulanmakta olan mutlak tecritte bir gedik açılmış, ilki 2 Mayıs 2019, sonuncusu ise 7 Ağustos 2019’da olmak üzere Sn. Öcalan ile beş kez avukat görüşü gerçekleştirilmişti. Üç aylık kısa bir zaman diliminde gerçekleşen bu beş avukat görüşmesinde Sn. Öcalan, Kürt meselesinin demokratik, barışçıl yollardan çözümü için üstüne düşeni yapmaya hazır olduğunu tüm kamuoyuna ilan etmiş, yaptığı çağrılarla artık çok tehlikeli bir noktaya gelmiş bulunan açlık grevlerinin sonlandırmasını sağlamış ve kamuoyunu rahatlatacak mesajlar vermiştir.
2 Mayıs 2019’da yapılan avukat görüşmesinden kısa bir süre sonra, 16 Mayıs 2019 tarihinde dönemin Adalet Bakanı bizzat kameraların karşısına geçip, artık İmralı’da avukat görüşü ile ilgili hukuki bir sorunun kalmadığını açıklamıştı. Fakat ne yazık ki 7 Ağustos 2019’daki son görüşmeden sonra yapılan başvurular tekrar reddedilmeye başlanmıştır. Bugüne kadar geçen tam üç yıllık sürede İmralı’da tek bir avukat görüşü dahi gerçekleştirilememiştir. O dönem tecride karşı yapılan açlık grevleri ve sonrasında Adalet Bakanının ilgili açıklaması bile aslında İmralı’da hukukun değil, siyasi iradenin politikalarının belirleyici olduğunu yeterince ortaya koymaktadır.
27 Temmuz 2011 tarihli görüşmeden 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe kalkışmasına kadar geçen yaklaşık beş yıllık süre zarfında yapılan haftalık avukat görüşü başvurularının tümü, resmi yetkililerce “hava muhalefeti” ya da “gemi arızası” gerekçeleriyle reddedilmiştir.15 Temmuz kalkışmasıyla birlikte OHAL’in ilan edilmesinden hemen sonra ise ilk işlerden biri olarak Bursa İnfaz Hâkimliğine İmralı Hapishanesi için avukat yasağı kararı çıkartılmıştır. Daha sonra da hukuka aykırı OHAL kararnameleri ile avukat yasaklamanın önünü açan bir düzenleme yapılarak duruma “yasal” bir hava verilmeye çalışılmıştır. Böylece Türk Hukuk sisteminde ilk defa kişilerin avukatla temsil edilme haklarını kısıtlayan – İmralı’da ise fiiliyatta tamamen ortadan kaldıran – bir düzenlemeye yer verilmiştir. İmralı’daki tecrit sisteminin mevcut hukuk sistemini ne kadar olumsuz etkilediğini göstermek adına hatırlatmak isteriz ki; kişilerin avukat hakkını değil ama avukatların müvekkillerinin savunmanlığını yapmasını yasaklamayı amaçlayan düzenleme de 2004 yılında yine müvekkilimiz Abdullah Öcalan hedeflenerek yapılmıştı. İlgili yasa maddesi yürürlüğe girer girmez bir mahkeme kararı ile 15 avukatı Öcalan’ı savunmaktan bir yıl süre ile yasaklanmıştı. Ve daha sonra da bu düzenleme kapsamında Sn.Öcalan’ın bir çok avukatı hakkında sürekli yasaklama kararları verilmeye devam edilmişti.
İşte Adalet Bakanın 2019 yılında “Öcalan ile avukatlarının görüşmesinin önünde hukuki bir engel yoktur” derken kastettiği, ilk kez 15 Temmuz 2016’dan hemen sonra İnfaz Hakimliğince OHAL bahane edilerek verilen ve daha sonra da 6 aylık sürelerle sürekli uzatılan görüşme yasaklarıdır. Bugün yani 7 Ağustos 2022 tarihi itibariyle de İnfaz Hakimliğince artık otomatik bir şekilde verilen bu 6 aylık yasaklar gerekçe gösterilerek Müvekkillerimiz Sn.Abdullah Öcalan, Sn.Ömer Hayri Konar, Sn.Veysi Aktaş ve Sn.Hamili Yıldırım ile görüştürülmemekteyiz. Bu yasaklama kararlarının, “hukuki kılıf” olarak Ceza İnfaz Kanununa eklenen ilgili maddede aranan şartların hiç birini yerine getirmediğini de özellikle belirtmek isteriz.
İmralı tecrit sisteminin nasıl bir hukuksuzluk ve keyfilik demek olduğunu en iyi gösteren örneklerden biri de, Sn.Öcalan dışındaki diğer üç müvekkilimizin İmralı’ya getirildikleri Ocak 2015’ten beri her hafta yapılan başvurulara rağmen avukatlarıyla bir kez dahi görüştürülmemiş olmalarıdır. Oysa İmralı’ya getirilmeden önce tutuldukları ve İmralı Hapishanesi ile yasal olarak sözde aynı statüde olan hapishanelerde, hafta içi her gün mesai saatleri içerisinde herhangi bir süre sınırlaması olmadan avukatlarıyla görüşebilmekteydiler.
Bir ada hapishanesinde ağır tecrit koşullarında tutulan müvekkilleriyle 11 yılda sadece 5 kez görüşebilmiş ve kendilerinden tam 17 aydır hiçbir şekilde haber alamayan avukatları olarak başta Barolar, hukuk ve insan hakları örgütleri olmak üzere tüm kamuoyuna sormak isteriz; bu normal olarak kabul edilebilecek bir durum mudur? Anayasasında “Hukuk devleti” olduğu yazan bir ülkede, İmralı hapishanesi gibi hiç bir sivilin adım atamadığı bir hapishane olabilir mi? Hukuk sisteminde İmralı tecrit sistemi gibi bir kara delik olağan olarak kabul edilebilir mi? Türkiye toplumu İmralı’daki bu eşi benzeri görülmemiş hukuksuzluklara daha ne kadar sessiz kalacak, gerçekleri daha ne kadar görmezden gelecek? Hatırlatmak isteriz ki hukuk sistemleri böyle “ istisna” hallerini uzun süre kaldıramaz ve bu “istisna” halleri bir süre sonra tüm sisteme yayılarak sistemi işlemez bir hale getirir. Bugün Türkiye’de yaşadığımız toplumsal, siyasal ve ekonomik tablo da tam olarak bunun ifadesidir. Barışın toplumsallaşması ve kurumsallaşmış gerçek bir demokrasi ve hukuk devletine ulaşmamız için tüm kamuoyunun artık bu gerçeği görmesini ve haksızlığa, hukuksuzluğa artık yeter demesini bekliyor, herkesi İmralı’daki insanlık dışı tecride karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 07.08.2022
ASRIN HUKUK BÜROSU
YORUM GÖNDER