BİR DOĞUŞ DESTANI (2.BÖLÜM)
Feodalizme Karşı Demokrasi Hareketi
PKK bir başkaldırı ve isyan hareketi olarak en çok toplumu tutsak alan geriliklere karşı düşünce ve eyleme geçmedir.
Kürdistan’da gericilik denilirken ilk akla gelen feodal geriliklerdir. Daha doğrusu feodal komprador gericiliktir.
Kürdistan, feodalizmin boyunduruğu altında inim inim inlemiş ve adeta insanlığı kapatmıştır, insanlığa kapatılmıştır.
Öyle ki Kürdistan bir avuç derebeyin, ailenin, ağanın eline kalmış ve istediklerini topluma dayatan bir yapılanma hakim olmuştur. Bir adım ötesinde işgalcilerle el ele, Kürdistan toplumunu tutsak alan, nefes aldırmayan bir kompradorluk.
Bu bir yön, önemli bir yön.
İkinci yön ise belki de daha önemli olanı feodalizmin yarattığı toplumsal karakterdir. Feodalizm özü itibariyle donukluktur. Donmuşluktur. Soğukluktur. Başka bir deyimle doğmalarla yaşamadır.
Yaratılan ön yargılarla o toplum içerisinde yaşayan insanları tutsak almaktır. Öyle kalıplar oturtulur ki insanlar karşı çıkamaz olurlar. Bu bir sistem olarak böyledir.
Feodalizm tepeden tırnağa tahakkümdür. Hiyerarşidir. Tekçiliktir. Renksizliktir. Kendi dışında olanı rettir. Küçümsemedir. Kendisini her şeyin merkezinde görerek etraflıca bakamamaktır. Darlıktır, körlüktür.
Feodalizm kapalılıktır. Kendine dönük yaşayarak dünyayı, geçmişi ve geleceği kendinde öldürmedir. Öyle ki ufuksuz olmaktır. Ufuk’u varsa da dar olan feodal ufuktur. Bu ise oldukça sığ olan aile, akraba, kabile, aşiret sınırlarına takılarak yaşamaktır.
Denilecek ki aile, akraba, kabile ve aşiretçilik çokta kötü aidiyet unsurları değildir. Öyle sanılsın. Bir ülke param parça edilmişken, işgal altında inim inim inlerken, insanlar her gün işkencelerde katledilirken, her gün “namusuna” el atılmışken sadece ve sadece kendi dar aile çıkarlarını düşünmek işte feodalizmin yarattığı zihniyettir.
Evet, feodal zihniyet. Geçmişe ve geleceğe tabular temelinde kutsallaştıran zihniyet. Kendi kendini tutsaklaştıran zihniyet. Hapsettiren zihniyet. Değişimi ve dönüşümü kendisi için ölüm olarak ele alan zihniyet.
Öyle bir zihniyet ki tabularına dokunmayı bir görsün orada akacak olan sadece kandır. İnsan kanı…
Feodalizmin en belirgin özelliği aşırı maço kültürüyle bezenmiş sözde erkekliğidir. Öyle ki ağanın eline öpen, evinde eşinin, çocuğunun canını okuyandır. Kadını kendi malı bilen bu kültür kadına nefes aldırmaya izin vermez. Çünkü kadın nefes alırsa o artık nefes alamayacaktır. Böyle anlayan bir kültür…
Feodalizmin hakim olduğu toplumlarda kadının inleyişinde geçemeseniz. Kadın bir maldır, mülktür. Satılıktır. Başlık paralarını bir düşünün. Erkeğe ait olan bir uzuvdur. Erkeğin süreceği tarladır.
Böyle bir toplumda kadın lehine düşünce belirtmek hemen erkeklikten, zılam olmaktan çıkmışlık demektir. Ve de toplumun ağzında düşmeyen sakız olmak demektir.
Özcesi feodalizm hiçbir görüşe, yaşam biçimine yaşam şansı tanımayan hoşgörüsüzlüktür. Kendisini yaşatabilmesi içinde müthiş feodal kalıplar oluşturmadır. İlkelliktir. (İlkelliği kapanmışlık ve gericilik olarak ele alıyoruz. )
Böyle bir sistemde, feodal değer yargıların hakim olduğu toplumlarda, ortamlarda başkaldırmanın yeri olamaz. Çünkü feodalizm özünde sinmişliği toplumun tümüne yayma ve hakim kılmanın da kendisidir.
Böyle bir sistemde alışılmış olanlara karşı durmak en büyük günah sayılır. Günahı işleyen ise aforoz edilir.
Böyle bir sistemde ya boyun eğerek el öpersin ya da boyun eğdirirsin el öptürürsün. Başkasına da yer yoktur. İnsanın insanca, onuruyla kendi iradesiyle yaşamasına şans tanınmaz. Böyleleri çıkmışlar ise onlar ilk elden taşlanmalıdır.
Böyle bir sistemde ayrı görüşlere yer olmaz. Farklılıklar suçtur. Yeni düşünceler suçtur. Çokluk suçtur. Özcesi demokrasi burada askıdadır. Demokrasi suçtur.
Böyle bir sistemde dediğimiz gibi kadına yer yoktur. Kadına yer vermişseniz siz dinden çıkmış ve kitapsızsınızdır. Deli gömleği giymişsinizdir. İçinize başkaları girmiştir ve siz yoldan sapmışsınızdır.
Böyle bir sistemde sadece egemenlerin söz hakkı vardır. Diğerleri ise marabadırlar, yani kurmançtırlar. Söz hakkı olanlar geleneksel bilinen ailelerdir. Şeyhlerdir, beylerdir, ağalardır, kompradorlardır, işbirlikçilerdir, devletin kapısında, meclisinde yer alan tayfalardır. Ve bunlara karşı çıkmak ölüm fermanını imzalamaktır.
İşte PKK Kürdistan’da demokratik bir toplum yaratmak isterken ilk elden yapacağı bu köhnemiş sisteme karşı durmak olmuştur. Toplumun bağrına bir ur gibi saplanan bu hastalık tedavi edilmeden, bu hastalık aşılmadan Kürdistan’da bir devrimin yapmanın hiçbir anlamı olamazdı. Yani eğer Kürdistan’da demokratik bir yapı oluşturulmak isteniyorsa ilk elden bu feodal komprador işbirlikçi ağ tümden parçalanmalıydı. Başka da yolu olamazdı.
PKK bu bağlamda feodalizme, feodal kompradorlara, gerici çitlere, iç parçalanmışlığa, işbirlikçi aileciliğe karşı gelişen bir başkaldırı hareketi olarak doğmuştur. Ve öyle ki Kürdistan’da ulusal bütünlüğün ve birliğinde harcı olarak yaşama gözlerini açmıştır.
Yine PKK bu bağlamda dogmatik yapılara karşı gelişen demokrasi hamlesinin ta kendisi olmuştur. İleride açacağımız kadının devrim dalgasına alınarak tümden bir toplumu değiştirme ve dönüştürmenin de adı olmasını görkemli olarak herkese göstermiştir.
ERİMEYE DUR DEMENİN VE DİRİLİŞİN ADI
Kürt halkı dünyanın en kadim halklarındandır. Ortadoğu’da geçmişi en köklü olan aryen bir topluluktur.
Tarihte bilinen ilk yerleşimleri kuranların ardıllarıdırlar. İlk köyleri kuranlardır. İlk ekimi yapanlardır. İlklere çok imza atmış olanların bugün yaşayanlarıdır. Neolitizmin oluşumunda başat rol oynamışlardır. Tarihe çok farklı isimlendirmelerle geçen bu kadim halk 1970’lere geldiğimizde yok olmayla, silinmeyle, erimeyle, özümlemeyle bitme noktasına doğru hızla yuvarlanmaktaydı.
Bu bir durum tespitidir. Ancak burada Kürt halkına eleştirinin de ötesinde işgalci ve sömürgeci güçlerin inkârcı ve imhacı politikalarının ne kadar güçlü ve etkili devrede olduğunu söyleme vardır.
İşgalciler Kürdistan’ı 1924’lerden başlayarak sürekli imha etmeyle uğraşmışlardır. Şeyh Sait İsyanı’nın ardından adeta toptan bir saldırı hareketiyle Kürdistan’a yönelmişlerdir. Batı’da toprak kayıp eden, Ortadoğu’da giderek çıkarılan hatta Anadolu’da emperyalistlerce sıkıştırılan Türkiye giderek yaşam alanı olarak kendisine Kürdistan’ı seçmiştir. Buna İngilizlerin Ali Cengiz oyunlarını da eklersek adeta tümden teslim alınan bir Türkiye giderek faşizan yöntemlerle sindirme, eritme ve asimilasyonist, ekspansiyonist politikaları devreye koyarak Kürtlere yönelmiştir.
Söylendiğinin aksine Kürtler ayaklanmamışlarıdır, Kürtler isyan etmemişlerdir. Kürtler faşistleşen bir Türk devletine karşı sadece kendilerini korumak için dağlara çıkmışlardır. Bir ayaklanma yoktur bir saldırı söz konusudur. İsteyenler söylenen tüm “isyanları” inceleye bilir. Göreceklerdik ki Kürtler sadece ve sadece kendilerini savunmak için direnmişlerdir. İsyan ve direnme ayrı kavramlardır.
Kürdistan’da en son kale olarak bilinen Dersim düştükten sonra artık kendi kültürel yayılma alanı olarak gördükleri Kürdistan’a daha derinlere işleyen bir faşist politika yürütülmüştür.
Kürtler sürülmüşlerdir. Gönderildikleri her yerde azınlık olarak kalmalarına özen gösterilmiştir. Yine Kürdistan’ın nüfus yapısını değiştirmek için dışarıdan yoğun bir Türk kitlesiyle, dışarıda getirilen farklı etnik kimlikler getirilip Kürdistan’ın her yerine yerleştirilmişlerdir. Ve yıllar sonra, yerleştirilen bu etnik yapılar Türk faşizminin en azılı temsilcileri olarak halen bugün Kürdistan’da en ilerici ve katliamcı korucular ve ajanlar olarak işlev görmektedirler.
Yine yatalı okullarla, dil yasaklamalarıyla, isim değiştirme ve yasaklamalarla da Kürtlük adına ne varsa yok edilmiştir.
Sonraları görülecek olan 33 kurşun olayı, 49’lar olayıyla Kürtlerin başında sürekli sallanan bir demokles kılıcı gibi imha hep hissettirilmiştir. Siz buna askere alarak beyinsel olarak felçleştirilenleri ekleyin.
Toplum öyle sindirilir ki adeta herkes kendi gölgesinde korkar olur. Kendi dilini konuşan başına neler geleceğinin hesabını bile yapamaz. Ve sistemin yutucuları olan öğretmen, memur, polis vb. resmi temsilcileri aracılığıyla neredeyse sızılmamış yer bırakılmaz. Resmi ideoloji her yere girerek kendi zaferini ilan eder.
Çünkü artık Kürtler erimeye başlamışlardır. Baş aşağıya gidiş tüm hızıyla yürürlüktedir. Frenleyecekler ara sıra çıkar. Ancak Ape Musa gibi küçük bir şiir yazan aydınlar yıllarca zindanlarda çürütülür. İsmail Hoca gibi Kürtlere dönük bazı sosyal araştırmalar yaptığı için hücreler neredeyse ikametgâhı yapılır.
Reber Apo’nun “biz sıfırdan alıp getirdik” dediği durum budur. Lakin durum sıfırında da altındadır. Değerli Ape Musa’mız önderliğin bu sözüne atfen; “doğrudur, ama bizde sıfırın altından sıfıra getirdik” diyecek kadar bir erime söz konusudur.
Eğer PKK anlaşılmak isteniyorsa öyle çok büyük teorik, ideolojik, felsefik açılımlara gerek yoktur. Ape Musa’mızın “bizde sıfırın altından sıfıra getirdik” sözü yeterlidir.
Yok olmakla yüz yüze bırakılmış, eritilmeyen bir yanı kalmamış, Türklüğün kültürel yayılma alanı olarak kültürü hem talan edilmiş hem de çalınmış, insanları kendilerinde kaçmaya başlamış, resmi ideolojinin en tortu ham maddesi olarak “kırolaştırılmış”, alay konusu olarak sinema ve sanat sahasında işlenmiş, Kürtlüğünden nefret etmeye başlayarak devletin kapısında bir memurluk için yüz takla atmış, bio-iktidarlar adeta nefes alış verişi kontrol altına alınmış bir Kürt ve Kürdistan bugün tek bir kelimeyle; ayaktadır. Hem de dipdiri.
Utanılan Kürt’ten bugün kıymetlenmiş bir Kürt yaratılmıştır.
Kendisinden kaçan Kürt’ten kendisiyle övünen bir Kürt yaratılmıştır.
Kültürü talan edilen bir Kürt'ten bugün gürül gürül akan ve kültürünü serpen bir Kürt yaratılmıştır.
Dili neredeyse unutulan bir Kürt'ten bugün 10 yaşındaki kızların Kürtçe dersi verecek kadar gelişme potansiyeli gösteren bir Kürt yaratılmıştır.
Tarihi silinen, inkâr edilen, yok sayılan bir halkın ne kadar köklü bir tarihi olduğu gerçekliği yaratılmıştır.
Siyaseten eritilen bir halktan bugün siyasetinin en dinamik öznesi olan bir halk yaratılmıştır.
Örgütsüzleştiren, dumura uğratılan bir halktan bugün Ortadoğu’nun belki de dünyanın en örgütlü halkı yaratılmıştır.
Ürkek, korkak, tereddütlü olan ve böyle yaşayan bir Kürt’ten kendisine olağanüstü güvenen bir Kürt yaratılmıştır.
Kısacası; ölüm döşeğinde komalık olarak yaşayan, bitkisel bir hayat sürdüren Kürt’ten bugün bağışıklık sistemi en güçlü olan bir Kürt yaratılmıştır.
Dediğimiz gibi çok fazla teorik izahlara, ideolojik açılımlara gerek yoktur. 32 yıl sonra bugün tüm çıplaklığıyla yaratılan halk ortadadır.
Evet, PKK’nin 32. yıldönümü kutlamalarını bugünlerde yaşarken yukarıda dile getirilenleri görerek, bilerek PKK’nin doğum gününü kutlamaktan yarar vardır.
Ve bunun için diyoruz ki; PKK Kürt halkının yeniden dirilişinin adıdır. Bu bağlamda da Kürt halkının milat olarak ele alıp kutsallık derecesinde kutladığı gündür.
ELEŞTİRİ HAREKETİ
Eleştiri öncelikle beğenmeme durumudur. Olanı yeterli bulmamadır. Beğeni ölçülerine sahip olmadır. Her şeye evet dememesini bilmedir. Ve her şeyden önce verili olanı ret ederek daha güzeli ve iyiyi arama gerçekliğidir.
Kürdistan adeta cendereye alınarak sürekli bir işkencehane olmasına rağmen insanlarının ağırlıklı bir bölümü bu durumu görmezden gelerek kendilerinden memnun bir yaşamı sürdürmeye devam etmiştir. Horlanmasına rağmen, küçük görülmesine rağmen, dilliyle kendisiyle alay edildiği halde o bunu görmekten çok uzaktır.
Çağının dışına itilmesine rağmen o bunu fark etmeden bir halkın birliğinin yaratacağı enerjiyi düşünmeden ailesel çıkarlar ve aşiretsel çıkarlar peşinden koşturulmuştur. Tuhaf gelecek ama Kürt kendi kendisinin düşmanı ettirildiği halde bu iç düşmanlaşmada neredeyse keyif duyacak ve bu keyif duymayı da meşrulaştıracak hale getirmek için elinde geleni yapacaktır.
Tuhaf dedik ve devam edelim. Kürt bir tavuk için 9 insanı öldüre bilecek, bir tarla için kan gövdeyi götürecek, kan davalarında her gün insanlar katledilecek ancak söz konusu işgalcinin yaptıklarına gelince gözlerinin önünde gelinine tecavüz edilecek ancak o ses çıkaramayacaktır, oğlu işkencelerde ölümüne vurulacak onda çıt sesi çıkmayacaktır.
Bitli bir askerin karşısında en keskin erkek geçinen Kürt el pençe duracak, yerlere kadar uzanacak, akla hayale gelmeyen ikiyüzlülükleri yapacak ancak aynı Kürt eve döndüğünde tüm bu muamelelerinin hıncını ilk elden eşinden alacak bu yeterli gelmedi mi bu kez çocuklarını sıra dayadığı çekerek kendisini doyuracak.
Yeterince küçülmemiş aynı Kürt bu kez de mezhep kavgalarında, aşiret kavgalarında var olan-o da kalmışsa-enerjisini harcayarak kendisini işgalciler karşısında bitirip tüketecektir.
Ve tabii siz buna birde başka Kürtçe lehçeleri ve ağızları beğenmeyipte alay etmeleri ekleyin. Başkaları horlamaları gibi…
Daha da önemlisi bu kadar düşürülmüşlüğü rağmen müthiş bir şekilde kendisinden razı ve memnun bir Kürt.
Dediğim dedik, çaldığım düdük misali kendisini dünyanın merkezinde uzaklaştırmaya da hiç yaklaşmayan.
Böyle bir Kürt’e sen “gözünün üstünde kaş var” diyemesin. Dediğin an yumruğu yersin. Ancak bu yumruk sadece Kürt’e karşı işler. Söz konusu bunu söyleyen işgalciyse-sözü de bırakalım fiili müdahale de olsa-el pençe kabullenme yaşanır.
Kürtler arası birliğe gelmeyerek adeta parçalamanın aracı olmasına rağmen fark etmemesi kendi başına bir parçalayıcılık olmasına rağmen o “en iyi Kürt’tür.”
İşte böyle bir Kürt’tü sen eleştiremesin. Kaldı ki feodal toplumda eleştiri yerine hakaret, küçük düşürme ve dedikodu vardır. Önyargılar vardır. Birde bunun tersi olan kendisinden razı, kendisini beğenen ve de birilerine methiyeler yakmak vardır.
İşte PKK tümden bu durama bir müdahale hareketi olarak doğmuştur.
Öncelikle var olanı beğenmedi. Kabul da etmedi. Ret etti. Verili olana savaş açtı. Başkaldırı esasen buradan başladı.
PKK’nin, ilk işi eleştiri oldu. Bir halkı överek popülizm yapmadı. Şişirerek kendisine yandaş aramadı. Bir insanı, bir halkı sevmenin ilk yolunun onun iyi olmayan yanlarının değiştirilmesi için kavga vermenin gerektiğinin bilinciyle hareket ederek eleştiri geliştirdi.
PKK, ulusal birliğin önünde kim engelse onu ya da onları-rütbesi ne olursa olsun, ismi ne olursa olsun-topa tutmuştur. Ulusal birliği sağlamak için ise ulusal bütünlük önünde ne kadar engel ve engelleyici unsur varsa topa tutmuştur.
PKK feodal bir toplumun tüm geri özelliklerini bilince çıkararak feodalizme aşırı sert yüklendi.
PKK öncelikle kadına insafsızca olan yaklaşımları taviz vermeden karşı mücadele etti. Hem de tüm bir toplumu karşısına alarak bunu yaptı.
PKK Kürt insanına çok acımasız eleştiriler yaparken hiçbir zaman suçun Kürt halkından kaynaklandığı söylemedi. Kürdü bu duruma getiren kapitalist emperyalist işgalci sömürgeci güçlerin Kürtleri parçalayarak, bölerek ve bunun sonucu yönetmeye çalıştıklarını ilk günden itibaren bilerek ve inanarak bu duruma karşı mücadele etti.
Ve nitekim PKK bu söylenenlerin bilincinde olan bir hareket olarak Kürt halkına karşı amansız sevgi ve saygısından dolayı eleştirileri sürekli yapsa da her zaman o halk için canını vermeye hazır olduğunu da göstermiştir.
Ve PKK bu halkın içine düşürülen bu durumu hak etmediğini bilerek ve buna inanarak mücadele sahalarına çok görkemli olarak inmiştir.
PKK Kürt halkını eleştirmiş, ancak Kürt halkına karşı sonsuz sevgisini de hep beslemiştir. Sevgi esasen derinlikli bir kavramdır. Sadece değer vermeyi ifade etmez. Aynı zamanda beğenmediğin yönler ya da yanlar varsa bunları değiştirmeyi de öngörür.
İşte PKK bunun için bir taraftan bir eleştiri hareketi olarak doğarken diğer taraftan ise Kürt toplumunu dönüştürmeyi esas almıştır.
Ve bugün paramparça olan bir halktan eğer milyonları Newroz kutlamalarına ve yüz binlere varan kitlesel haykırışlarla meydanlara taşırıyorsa ve tabii ki binleri-hem de farklı Kürdistan coğrafyalarında-dağların doruklarına taşırıyorsa bunun bir nedeni de PKK’nin müthiş bir eleştiri hareketi olarak doğmasından kaynaklı olduğun herkes bilmelidir.
İLK KURŞUNA GİDEN YOLUN GÜNÜ
Kürt insanı dünyada eşine ender rastlanan baskılama ve imha yöntemiyle sindirilmiştir. Ürkütülmüştür. Korkutulmuştur. İçine dönük kılınmıştır.
Kürt insanı ne zaman isyana kalkışmışsa ya da saldırılara karşı kendisini korumak için direnişe geçmiş ise sonu hep hüsran olmuştur. Nasıl ki Alevilerde Kerbela olayı sürekli bilinçaltlarında bir imha ve yok etme psikolojisini yaratmış ise Kürtlerde de katliamlar, sindirmeler benzer bir durumu yaratmıştır.
Kürt insanının bu katletmeleri sonucu kişiliği parçalanmıştır. İçi ile dışı ayrı olmuştur. Kendisine yabancılaşmış bir kişiliğin bırakalım başkasına kendisine karşı hayrı olabilir mi? Mümkün mü? Verilecek cevap; tek kelimeyle elbette ki hayırdır.
İçiyle dışı bir olmama esasen bir kişilik bozukluğunu ifade eder. Kişilik bozukluğunu yaşayan bireyler hiç şüphe olmasın ki yönlendirilmeye açık olacaklardır. Yalan dolan en çok bu yapılarda zemin bulacaktır. Ve tabii ki birilerinin güdümünü girmekte buralarda yaşam bulur.
Kürtlerin en büyük trajedisi de bu olmuştur. Bu kişilik yapılanmasıyla isteseler de direnişlerinde başarılı olamayacaklardır. Direnişleri hep yarım kalacaktır. Direnişleri ancak bireysel kalır ki onunda nerede söneceği meçhul olacaktır. Hâlbuki ki direnişe geçmek işi esasen örgütlenme ve örgüt işidir. Lakin kişilik olarak dumura uğramış kişiliklerde esasen bu kendine yetme mekanizması parçalanmış olduğu için bu durum ortaya çıkmaz. Böyle yapılarda bireyin dar çıkarları, aile menfaatleri, küçük hesapları, bireycikleri, egoları, dar düşünceler üzerinde kurulu olan davranışları pratikleşme zemini bulur ki bunlarda esasen dağıtıcı özellikler olarak toplumun bağrına düşer.
Özcesi; Kürtleri işgal eden güçler, sömürgeciler Kürtlerin yüreğine korku sallarlarken ortaya bu tablonun çıkacağını bilerek saldırırlar. Yok ederler. Kadınlarına tecavüz ederler. Doğmamış bebeklerine Dersim’de yaşandığı gibi süngülerle yönelirler. Çınarlık ihtiyarlarının yaşlarını Küçülterek idam sehpalarında katlederler, küçük yaştaki çocuklarının yaşlarını büyüterek idam sehpalarında sallandırırlar. Maraşlarda olduğu gibi coplarla insanları iğfal ederler. Sivaslarda olduğu gibi ateşlerde yakarlar. Bunları yaparken hepsini bilerek yaparlar. Bunlar yetmemişse 33 kurşun olayında olduğu gibi suçsuz insanları yargısız infazlar katlederek herkese emsal olmasını sağlarlar.
Dediğimiz gibi tüm bunların bir hedefi bulunur; o da kişilik bozukluğunu yaratmak, sinmiş, kendisinden korkmuş insanlar yaratmak. Sömürgecileri Azrail olarak görmesini sağlamak. Böylelikle esasta sömürge kişiliği yaratarak kendi gölgesinde korkan ve beyinlerde karakollar kurulmasını sağlamayı amaçlar. Bir kez bu sağlanmışsa orada artık sömürgecilerin kalmasına gerek yoktur. Çünkü artık her yerde karakollar milyonlarda beyinlerinde, yüreklerinde, bedenlerinde inşa edilmişlerdir.
Bunun için:
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, ilk elden tüm bu oluşturulan yapıyı parçalamanın günü olarak anacağız.
Bunu niçin:
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, kendi gölgesinden korkar hale gelen kürdün bu ürkekleştirmesini parçalaması olarak anacağız.
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, içiyle dışı bir olmayan kürdün aşılarak kendisi olan, içiyle dışı bir olan kürdün yaratılması olarak anacağız.
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, kürdün beyinlerinde oluşturulan, inşa edilen karakolların yıkılmasına başlaması olarak anacağız.
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, yaratılmış olan ikircikli kişiliğe sıkılan ilk kurşun olarak anacağız.
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, Kürt bilinçaltıyla bilinç üstünün birleşmeye başlaması olarak anacağız.
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, kürdün kendisiyle yüzleşmesinin görkemli bir şekilde sağladığını bilerek anacağız.
27 Kasım gününü anlamak istiyorsak, özcesi kürdün istemlerini bilinçaltına iterek kendine güvensiz, kendinden kaçak, hasta, kompleksli, duygusallaştırarak zayıflatılmış kişiliğinden kaynaklı didişmeci, çekişmeci, kof, içe dönük tasfiyeci, tahrike açık bir serseri mayın misali kimden nereden nasıl beli olmayacak şekilde patlamaya ya da patlatılmaya hazır bomba haline getirilmesine karşı sıkılan bir kurşun olarak anacağız. Ve tüm bunların yerle bir edilmesi ile ortadan peyderpey kaldırılması olarak anacağız.
Ve tabii ki onun içinde esasta yer alan neolitik değerler diye bugünlerde tabir edilen komünal değerlerin açığa çıkararak serpilmesinin yolunu açmaktır. O temiz özü, sadeliği, adaleti seven, insanlığın beşiği olmuş, yiğit, arayışçı, gözünü kırpmadan komşusu ve insanlık için ölümün üzerine atlayan ana yanlı tüm o güzellikleri evet açığa çıkaran günün ta kendisi olarak anacağız.
Ve 27 Kasım gününü anlamak istiyorsak,
Düşmanın tüm sindirme, katletme, içe dönük tasfiye girişimlerine rağmen yeni bir halk, yeni bir insan, boynu bükülmez militanlar ve geleceğin garantisi olan küçük generallerle geleceğe iyi örnek olarak anılacak tanrıçalar ile yaşlı çınarlık abideler yaratmasını anacağız.
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER