KÜRDİSTAN TARİHİ VE MEŞRU SAVUNMA (1.BÖLÜM)
Kürtlerin tarihin en eski, en kadim halklarından birisi olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Yine insanlık tarihinin en büyük ilk devrimsel adımı olan neolitik devrimin geliştiği alanın da, Kürdistan ve çevresi olduğu iyi biliniyor. Sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığının neolitik devrimin gücünden beslendiği, o devrimin sonuçları üzerinde geliştiği de iyi bildiğimiz bir husus oluyor.
Kürtlerin tarihin en eski, en kadim halklarından birisi olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Yine insanlık tarihinin en büyük ilk devrimsel adımı olan neolitik devrimin geliştiği alanın da, Kürdistan ve çevresi olduğu iyi biliniyor. Sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığının neolitik devrimin gücünden beslendiği, o devrimin sonuçları üzerinde geliştiği de iyi bildiğimiz bir husus oluyor. Buradan şu sonuç çıkıyor; Kürdistan merkezli gelişen neolitik devrimden beslenerek sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığı doğup gelişme göstermiştir. Bir başka ifadeyle, hiyerarşik devletçi toplum sistemi oluşmuş ve farklı evrelerden geçerek günümüze kadar gelmiştir. Bu tespitlerin önemi şurada; devletçi toplum sisteminde güç kazanan, egemen olan her sistem, her fatih bu sistemin beslendiği ana merkez olan Kürdistan'ı ele geçirmek istemiştir. Kürdistan üzerinde hakimiyet kurarak, kendisini hiyerarşik devletçi toplum sisteminin ana kaynaklarına sahip olur hale getirdiği gibi uygarlık tarihinin doğuşuyla da birleştirmek istemiştir. Yani bir yandan daha büyük ve çeşitli kaynakları ele geçirme istemi vardır bunun altında, diğer yandan da tarihin kendisiyle başladığını ilan edebilme, dolayısıyla egemen olduğu toplumsal yapılara kendisinin gücünü kabul ettirebilme istemi söz konusudur. Bu da şu anlama geliyor; Kürdistan'ın sürekli gelişen, güçlenen devletçi sistemlerin işgal, istila ve egemenlik alanı haline gelmesini ifade ediyor. Her güçlenen devletçi sistemin Kürdistan'ı işgal etmeye yönelmesini içeriyor. Bu da Kürdistan'ın sürekli bir savaş haline geldiği anlamına geliyor.
Kürdistan uygarlığa en geç açılan alanlardan birisidir;
Şimdi dıştan gelen yabancı devlet güçlerinin saldırısı olan bu işgal, istila ve savaş hareketleri karşısında, Kürdistan'daki toplumun durumu nedir? Tarihe baktığımızda biz şunu görüyoruz; Kürt toplumu kendi içerisinde bir devletleşme, dolayısıyla sınıflaşma sürecini yaşamıyor. Yani toplumun iç dinamikleri ve çözülüşüyle bir sınıflaşma ve onun üzerinde devletleşmeye tanık olmuyoruz. Bu bakımdan belki de uygarlığa en geç açılan alanlardan birisi Kürdistan ve Kürt toplumu oluyor. Acaba bu neden böyledir? Sadece bu kadar yabancı saldırının, işgalin, istilanın güçlü olmasından mı kaynaklanıyor? Yalnızca buraya mı dayanıyor? Böyle bir yabancı saldırı durumu buna tek başına yol açabilir mi? Yoksa toplumun kendi içyapısıyla, özellikleriyle de bağlı bir olay mı? Kürt toplum yapısı temel dokularıyla acaba sınıflaşmaya, devletleşmeye çok açık, yatkın bir toplum değil mi?
Tabii bu hususlar araştırılmaya, incelenmeye değer konular. Hemen doğrusu şudur diyemediğimiz hususlar. Fakat her ikisinin de pay sahibi olma durumu mümkün olabilir. Bir kere yabancı saldırının bu kadar yoğun, sürekli olmasının bu konuda önemli bir pay sahibi olduğu tartışma götürmeyen bir doğrudur. Çünkü sürekli bu topraklarda yaşayan toplumsal yapı saldırıya uğramış, kendi dinamikleri sürekli dağıtılmış, dış baskıyla yüz yüze kalmıştır. Fakat toplumun iç dokusunun da bunda bir rolü olabilir. Neticede şu çıkıyor ortaya; tarihin en kadim halklarından birisi olmasına rağmen, kendi içinde köleleşmeye en geç uğrayan, kendi içinde sınıflaşma, sınıf baskısı, devlet egemenliğini en geç yaşayan toplumlardan birisi oluyor Kürt toplumu. Elbette bunun bir diğer ifadesi de şu; özgür yaşamda ısrarlı oluyor, arayışçı oluyor. Sınıflaşmayı, dolayısıyla kendi içinden devlet egemenliğini ve onun baskısını yaşamaması demek, toplum içyapılanışıyla doğal komünal özellikleri fazla taşıması, özgürlük özellikleriyle çok daha uzun süre ve dolu yaşaması anlamına geliyor. Bu Kürt tarihinin önemli ve ayırt edici bir özelliği, tarih incelemelerinde bunu görmek, anlamak gerekli. Böyle bir toplumdaki iç yapılanış dıştan gelen işgal, istila ve saldırılar karşısında bir direnme konumunu yaşamasına yol açıyor.
Bu direniş kendisini iki biçimde ortaya koymuştur. Bir tanesi, etnisitenin güçlü yaşanmasıdır. Kürt toplumu birkaç yüzyıl öncesine kadar kendi içinde sınıflaşma yaşamamış olan, dolayısıyla sınıflaşmayı içermeyen bir toplumsal yapılanışı vardı. Kabile, aşiret düzeninin güçlü oluşu ve bu kadar uzun yaşayışı bu anlama geliyor. Ve bu toplumsal sistem, kabile ve aşiret düzeni kendi içinde sınıfsal ayrışmayı ve egemenliği reddediyor. Bu da toplumun kendi içinden bir baskıya, saldırıya maruz kalmaması, yine toplum yaşamı içinde bireyler arasında benzer bir baskı ve saldırının olmaması anlamına geliyor. Önemlidir bu durum, burada esas işleyen doğal komünal toplum özellikleridir, doğal özelliklerdir. Bireyin toplumsal yaşama eşit, özgür katılımının sağlanması toplumsal sistem içerisinde bir eşitliğin korunmasıdır. Toplulukların, kabile aşiret sistemlerinin yönetimi daha çok bir bilgeliğe, çabaya, Önderliğin savunmada -yararlı veya olumlu hiyerarşi- diye tanımladığı toplum ileri gelenliğine, büyüklüğüne dayanmaktadır. Binyıllar boyunca Kürt toplumunun bu biçimde yaşadığı tartışma götürmeyen bulgularla iyice kesinleşmiş bulunan bir sonuçtur. Kürt toplumunun kendi içinde devletleşmemesi ve dışarıdan sürekli bir işgal ve saldırıya maruz kalmasının diğer önemli bir sonucu, bunlar karşısında direnmeyi içeren diğer duruş hareketliliğidir. Kendisine yönelen saldırılar karşısında kendini korumak için çeşitli savaş etkinlikleri gösterdiği gibi daha çok da hareket etmeyi, dağlık zeminlere sığınmayı, stratejik dağlık coğrafyayla ileri düzeyde bütünleşme gücü göstererek kendine yönelen işgal ve saldırılarını boşa çıkartmayı bilmesidir. Bu da her ne kadar Kürdistan sürekli savaş alanı olsa da, Kürt toplumunun işgal ve istila geliştiren yabancı egemenlerin tahakkümü altına girmemesine ve soykırıma uğramamasına yol açmıştır. Böyle bir hareketlilik ve tarzla, toplum hem savunmasını yapmış toplumsal varlığını korumuş, hem de özgür kalmayı başarmıştır. Bu da Kürt tarihinin ve Kürt toplumsal yapısının temel özelliğinden birisini oluşturuyor. Onu da bu çerçevede net bilmemiz gerekli.
Kürdistan’da sınıflaşma islamla birlikte başlıyor;
Kürt tarihi ve toplumsal yapısının bu özelliğindeki değişim, esas olarak feodalizmin olgunlaşma aşamasında başlıyor. İslam feodalizminin Kürdistan'ı fethedip Kürt toplumuna ideolojik, örgütsel bakımdan nüfuz etmeye başladığı dönemle birlikte gelişiyor. İslam ideolojisi Kürt toplumu içinde de bir ayrışma, sınıflaşma yaratıyor. Bir yandan kendini islamın sahibi sayan, Arap toplumunun uzantısı olarak gören, -kavmi necip- olarak ifadelendiren aşiret, kabile ileri gelenleri veya böyle kişilerin toplulukları var olurken, diğer yandan serfleşme gelişiyor. Bu durum Kürt toplumu içindeki sınıflaşmanın başlangıcıdır. Böyle bir sınıflaşmaya dayalı olarak feodal aşiret önde gelenleri güç sahibi olur, kendini bir beylik içinde belli bir topluluk üzerinde hükümran kılarken, elbette geniş halk kesimleri de serfleşiyor, köylü haline geliyor. Kürt toplumunun o zamana kadarki var olan özgürlüğe ve eşitliğe dayanan iç yapısı böylece bozuluyor. Dengesi sarsılıyor, dağılıyor, yeni bir topluma doğru dönüşüm yaşanıyor. Giderek bu durum 19. yüzyılda aşiret, kabile dışına çıkmaya da yol açıyor. Kurmançlaşma denen bu olay, bir yerde kendi içinde sınıflaşmaya ve sınıf egemenliğine dayanan toplumsal yapıdan koparak emekçileşmeyi, doğrudan içinde yer alınan devlet sisteminin emekçisi haline gelmeyi ifade ediyor. Bu da tabii Kürdistan'da yaşanmış olan sınıflaşmanın bir biçimidir.
Bir de egemen sınıfa, kesime dayanan örgütlenmenin özelliği var. Beylik düzenlerinin kendine has özellikleri, bu tür üst toplum örgütlenmesi var. Devletçiliği ifade ediyor. Fakat hep böyle ikinci sınıf kalmadır. Belki Osmanlı ve İran imparatorlukları gibi büyük devletlerin içinde yer almak, onlara büyüme imkanı vermiyor. Daha baştan o şansı ellerinden alıyor. Ama buradan kaynaklanan kolaycı tarz olacak ki, Kürt beyleri de öyle bir arayış içinde çok olmuyorlar. Kendilerini büyük devletler haline getirecek bir politik yönelim içine girmiyorlar. Hep dışta birilerine bağlanma ve ona dayanarak kendi çevresindeki beyler karşısında büyüklük, üstünlük sağlama tutumu izliyorlar. Politikayı bu düzeyde esas alıyor, yürütüyorlar. Bu da onları küçük bırakıyor, işbirlikçi yapıyor, birbirine düşman kılıyor. Kürt beylerinin birbirine düşmanlığı kadar, Kürdistan ve Kürt toplumu üzerindeki yabancı egemenlere, devletlere düşmanlıkları yoktur, olmamıştır. Zaman zaman merkezi otoriteyle çelişmiş, çatışmaya girmişlerdir. Onlara karşı isyan da etmişlerdir, ama bunlar belli zamanlarla sınırlıdır. Tarihin uzun bölümü ise daha çok Kürt beylerinin, birbirlerine karşıtlık, birbirlerine düşmanlıkla geçmiştir. Bu da Kürt feodalleşmesinin bir özelliği olmalı. Günümüzde de devam ediyor bu durumu hala aşamıyoruz işte. ''Uluslararası komplo'' dediğimiz olay aslında bir yerde tarihte hep işbirlikçilik yaparak yanında, yöresindeki beye saldıran Kürt beylerinin durumunu yansıtıyor. Güney'deki feodal aşiretçi önderliklerin uluslararası komplo karşısında izledikleri politika, aldıkları tavır tarihte yaşanmış bu durumun günümüzde devam ettirilmesinden başka bir özellik taşımıyor.
DERLEME
YORUM GÖNDER