BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(8.BÖLÜM)
KÜRT TOPLUMSAL ŞEKİLLENMESİ VE SAVAŞ GERÇEKLİĞİ
19. Yüzyıl İsyanlarında Örgüt ve Savaş Taktikleri;
Fransız devriminin yarattığı etkiyle Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Balkanlar’da gelişen ulusal hareketler zaferler kazanırken, Kürtler bu süreçten bihaberdir. Bu dönemde Kürdistan’da da ayaklanmalar vardır. Ama Avrupa’dakiler gibi ulusal karaktere sahip değildirler. Avrupa’daki ulusal bağımsızlıkçı hareketlerle aynı döneme tekabül etmesine rağmen nitelik ve içerik olarak onlara benzememektedir. İnsanlığın yaşadığı ilk toplumsal devrim olarak bilinen Neolitik devrimin anası olan Mezopotamya’nın temel halklarından biri olan Kürtler, sanayi devrimi ile birlikte gelişen ikinci büyük devrim dalgasının başlangıcı olan Fransız devriminden fazla etkilenmemişlerdir. İlk devrimin temel gücü olan Kürtlerin bu ikinci büyük devrimden haberleri bile olmamıştır. Bu nedenle Fransız devriminden veya sanayi devriminden o zamanki koşullarda direkt bir etkilenmeleri söz konusu değildir. Kürtler daha çok otonom, özel konumlarını korumak, asker ve vergi vermemek için ayaklanmışlardır. Anlaşıldığı üzere yer yer eğilim gösterilmiş olsa da ulusal bir ayaklanma durumu söz konusu değildir. Bu ayaklanmaların önderliklerinde yeniye yönelme değil, eskiyi koruma telaşı daha fazla hakimdir. Bu yüzden de ciddi, tutarlı bir ulusal, ideolojik, siyasal bakış açıları olmadığı gibi, savaş taktiklerinde de klasik yöntemler hakim olmuştur.
19. yüzyılın başlarından itibaren belli aralıklarla süreklileşen bütün Kürt isyanlarının ortak özelliği savaş sanatı bakımından bir gelişme göstermemeleridir. Savaş taktiği diye bir şey yoktur. Medler döneminde Kürtlerde gelişkin olan savaş düzeyinin yitirildiği ve feodal dönemde tümüyle aşıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle İslamiyet’ten sonra ulusal bir doğrultuyu yakalayamayan Kürt toplumu, nasıl ki her bakımdan bir gerilemeyi yaşamışsa, savaş sanatı sahasında da aynı durumu yaşamıştır. Hatta savaş sanatında yaşadığı gerilik daha derindir. Bu dönemde Kürdistan’ı dolaşan Alman Binbaşı Moltke’nin mektupları bu süreci anlama bakımından önemli veriler sunuyor. Moltke Kürt askeri birliklerini “başıbozuk güçler” olarak tanımlamıştır. Düzenli orduya sahip olamayan, askerlik sanatı bakımından hiç nasibini almayan aşiret güçleri, milis düzeyindeki derme-çatma örgütlenmelerle isyana kalkışmışlardır. Bu isyanlarda savaş sanatı ve savaş taktikleri yok denilebilecek bir düzeydedir. Peki, savaş sanatı nedir ve neden önemlidir? Savaş sanatı, savaş güçlerinin sıkı bir disiplinle örgütlendirilmesi, uzmanlığa göre sınıflandırmanın geliştirilmesi temelinde, bu güçlerin bir strateji ve onu besleyen zengin taktiklerle, karşı tarafın iradesini kırmayı hedefleyen bir uygulamadır.
Özellikle zeka ve mantık olgusunu derinliğine kullanarak, düşmanı yanıltmayı ve zengin taktiklerle sonuç almayı bilme sanatıdır. Bu sanatın esas özelliği, karşı tarafı sürekli yanıltma, tuzağa düşürme ve sürpriz çıkışlarla alt etme hilelerinin geliştirilmesidir. Yani bu sanatta esas olan hile ile birlikte kendini ve düşman gücünü iyi tanıma üzerinden tespit edilen zayıf noktalardan vuruş yapma yeteneğidir. Düşmanın beklemediği yer ve zamanda ani vuruş yaparak sonuç alma yöntemidir. Düşmanı yenmenin akıl, düşünce ve cesaretini açığa çıkarma durumudur. Savaşsanatı, eski çağlardan beri en çok Çinliler tarafından yazılıp, çizilmiş, atasözlerine geçmiş ve bir tür kültüre dönüşmüştür. Ama savaş sanatı Çin’de kurumsallaşmadan önce Medlerde, özellikle savaş meydanlarında mantığa dayalı zengin taktikler yoğunca kullanılmıştır. Sonradan Çinliler bunu kurama kavuşturarak, Taoculuk felsefesiyle yorumlama temelinde birsavaşstratejisine dönüştürmüşlerdir. Bütün bu tarihsel birikime rağmen Kürt toplumunda adeta bir “U dönüşü” biçiminde bir süreç yaşanmış ve savaş sanatı bakımından ciddi bir gerileme söz konusu olmuştur. Bu nedenle denilebilir ki 19. yüzyılda gelişen Kürt isyanlarında savaşsanatı, yöntem ve taktiklerinin kullanılmaması yenilgileri hazırlayan temel bir faktör durumundadır. Bu yüzden isyanlarda Kürtlerin hiçbir direnişi başarılı olmamış, büyük muzaffer komutanlar da çıkaramamıştır. Fakat Kürt toplumunda, hemen her dönemde toplumsal bellekte yer edinmiş, kahramanlıklar göstermiş, destansı pratikler sergilemiş yiğit insanlar yani agitler çıkmıştır. Halen onlara türküler yakılmakta,sözlü edebiyatın birer kahramanları olarak bilinmektedir. Ama Kürt toplumunda yaratılmış zafer komutanlıkları fazla yoktur. Komutan olmak veya komutanlaşmak muzaffer olmak demektir. Agit ise yiğit ve kahramanlıklar yaratan kişi anlamına gelmektedir.
Agitler kahramanca, mucizevî direnişler sergiler, tek başına ölene kadarsavaşır ve destansı bir biçimde direnir.Ancak genellikle nihai bir başarı elde etmez ve sonucu kahramanca direniş ardından trajediyle biter. Biliniyor ki, savaş, tek kişilik yürütülen bir muharebe değildir. Güçlü, kurnaz ve bir amaca kilitlenmiş, stratejisi olan, çeşitli taktikleri geliştirme yeteneğine sahip, zeki ve cesaretli komutanların öncülüğünde ordularla sonuç alınabilecek bir olgudur. Maalesef böyle bir komutanlaşma ve ordulaşma gerçekliği isyan süreçlerinde Kürtlerde açığa çıkmamıştır. Hep yenilmişlerdir ama bireysel düzeyde yüzlerce cesaretli, kararlı, mert kahraman agitleri yetiştirmişlerdir. Bu kahramanlar büyük tutku ve heyecanla düşmana karşı savaşmışlardır. Komutanlaşma gelişmediği için büyük kahramanlıklar gösteren Kürt agitlerinin direnişi sonuç almaktan uzak kalmıştır. Eğer Kürtlerdeki agitlik yani yiğitlik zamanın ruhunu ve aklını okuyan bir komutanlıkla birleşebilseydi, hiç kuşkusuz ki sonuç çok farklı olurdu.
Aslında PKK direnişinin başarılı sonuçlar üzerinden Kürt dirilişini geliştirmesinin temel anahtarı budur. Yani Kürt yiğitliği ile çağın aklını, düşüncesini okuyan komutanlaşmayı önemli ölçüde açığa çıkarmasıdır. PKK’nin, Türk devletine karşı yürüttüğü savaşta yaşadığı bütün yetersizliklere rağmen yenilmemesinin sırlarından biri de bu gerçekliktir. Özellikle 15 Ağustos Atılımı’nın KomutanıAgit yoldaşın Kürt agitliği ile savaş olgusunun karakterini okuyan bir düzeyi yakalaması, onun büyük komutan olmasında en belirleyici olgu olmuştur. Bu iki olguyu birleştirmesi çok tarihsel anlamlar açığa çıkarmıştır. Bu konu kitabımızın ileriki bölümlerinde Agit yoldaşımızın geliştirdiği komuta özellikleri işlenirken, daha detaylı açılacaktır.
İsyanlarda Kürt savaş tarzı genelde göğüs göğüse (sing a sing) yani koç tarzı savaştır. Kürtlerin savaş tarzı bu şekilde değerlendirilebilir. Doğal olarak bu savaş anlayışında çok ciddi taktik yaratıcılık yoktur. Daha çok köylü isyancılığı düzeyiyle sınırlı kalmıştır. Köyünde isyan eder ve köyünün etrafında acımasızca ezilene kadar dönüp durur. Kürt köylü isyancılığı budur. Kürt köylü isyancılığı, Kürt toplumunun temel bir savaş tarzı olarak isyanlara damgasını vururken, esasta gelişenin savaştan öte, kavga olduğunu belirtmek daha uygun bir tanımlama olacaktır. Anlaşıldığı üzere Kürtlerin herhangi bir savaş teorisi yoktur. Savaş teorisi ile çelişen, savaş teorisine ters düşen bir çatışma biçimi Kürt savaş tarzında veya kavgasında sürekli bir tarz haline gelmiştir. Kürtler yalnız düşmanlarına karşı değil, kendi aralarında da yürüttükleri çatışmalarda bu ekseni esas almışlardır. Mesela Botan’da aşiretlerin kendi aralarında yürüttükleri kavgalarda yapılan mevziler hala yerinde duruyor.
Jirkilerle Tayanlar zozanlarda (yayla) savaşacakları zaman her iki taraf Tahtareş alanında önceden yapılmış karşılıklı sırtlarda bulunan mevzilere girerek, birbirlerine mermi atıp dururlar. Anlaşılacağı üzere mevzi savaşı Kürtlerin temel savaş gerçekliği oluyor. Bu, feodal dönemin savaş meydanlarında yansımasını bulan tipik bir özelliğidir. Feodal ideoloji ve psikolojisi ile bir ilişkisi vardır. Feodal gururun ve feodal yiğitliğin yön verdiği bir tarz olduğu açık ortadadır. “Düşmandan kaçmam, düşmanımı arkadan vurmam” biçimindeki mahalle kabadayılarında yaygın olan bu tarzın, Kürdün savaş tarzı yerine geçtiği açıkça görülmektedir. Daha çok feodal dönemde giderek geliştiği anlaşılan temel bir savaş tarzı haline gelen bu tarz, meydan savaşı biçimindeki sabit mevzi savaşıdır yani karşılıklı göğüs göğüse çatışma biçiminde bir meydan savaşı olmaktadır.
19. yüzyılda gelişen bütün isyan ve direnişlerin ortak özelliği, isyan taktiklerindeki gerilik ve çağın mantığını okuyamama olduğunu belirtmiştik. Yanıltmaya, tuzağa düşürmeye, düşmanı yormaya dayanmayan dişe diş, göğüs göğüse bir direniş biçimiyle sınırlı kalmıştır. Bu direnişlerin başarıya ulaşmamasının bir boyutu bu iken, diğer boyutu ise yerel kalmalarıdır. Kürdistan’da gelişen hiçbir isyan kendini ulusal düzeye ulaştıramamıştır. Bunun yanında tarikatçılığın yarattığı işbirlikçi kişilik yapılanmasının payını da görmek gerekir. Hemen hemen her isyanda direniş ve ihanet çizgisi iç içe bir diyalektik izlemiştir. İçten ihanete uğramayan ve ihanet sonucu yenilgiye gitmeyen hiçbir Kürt isyanı yoktur. 19. yüzyılda toplumda egemen olan feodal bey ve mirlerdir. Bu, şu anlama da geliyor: İslamiyet süreciyle beraber, her ne kadar Kürtler bütün boyutlarıyla islamiyetin etkisine girmiş olsa da toplumsal sistemde mir erkini korumaları toplumsal direnişin bir tezahürü gibidir. Mirlik kurumu, Kürt toplumunda esas otoritedir. Bunun hemen yanında şeyhlik kurumu vardır. Şeyhlik, bir nevi toplumun manevi öncüsü, dini önderliğidir. Mir ise toplumun siyasi önderliğidir. Bu iki kurumlaşmayı böyle tanımlamak daha doğru sonuçlar açığa çıkaracaktır. Kürtler, islamiyeti kabul etmekle, toplumsal düzeyde islamiyetin yoğun etkilerine maruz kalarak, büyük değişiklikler yaşamışlardır. İslamiyet, toplumun üst tabakası olan mirleri de etkisine almıştır. Buna rağmen toplumda yine de temel yönlendiren güç ve siyasal erk şeyh değil, mir’dir. Bu durum, 19. yüzyılın sonuna kadar böyle devam eder. 19. yüzyılın sonlarında topluma öncülük eden kurumların niteliğinde de önemli gelişmeler yaşanır.
Birinci önemli gelişme, Nakşibendî tarikatının 19. yüzyılda Kürdistan’da hızla örgütlenmeye başlamasıdır. Özellikle Nakşibendî tarikatının Kürdistan kanadını kuran Diyaeddin Xalit’in Osmanlı’nın etkisine girmesi, bu tarikatı işbirlikçi bir karakter kazanmaya götürmüştür. Osmanlı’nın bu tarikata sunduğu yoğun imkanlar, tarikata Kürdistan’da daha yaygın örgütlenme kolaylığı sağlamıştır. İkinci önemli gelişme ise feodal mirlerin öncülüğünde gelişen isyanların başarısızlığı, yenilgisi Kürdistan’da mirleri gözden, dolayısıyla güçten düşürmüştür. Bu tarihten sonra Osmanlının çabalarıyla da daha çok mirlerin yerine Nakşibendî tarikatının şeyhleri geçmiştir. Şeyhler artık salt manevi, dini bir önder değil, aynı zamanda topluma öncülük eden siyasi bir önder olarak da tarih sahnesine çıkmışlardır. Özellikle 19. yüzyılın son isyanı olan Şeyh Ubeydullah’la toplum öncülüğünün artık mirlerden şeyhlere geçtiğini görüyoruz. Toplumun öncülüğü Sünni Kürtlerde şeyhlere, Alevi Kürtlerde ise daha çok seyitlere geçer. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde hem iç çatışma hem de isyanlarda gözden düşmüş, yıpranmış mirler yerine artık toplumun öncüleri daha çok dini kurumlar olmuştur. İşbirlikçi karakter kazanan Nakşibendî tarikatının ağına düşen şeyhlerin, bağımsız bir çizgi izleyemeyecekleri ve ulusal duygularla yüklü olmayacakları beklenen bir husus olacaktır. Ulusal duygu ve düşünceler yerine ümmetçilik anlayışı daha hakimdir. Şeyhlik kurumu, Kürt toplumunu düşünsel düzeyde boğuntuya getirmiştir.
Kürt toplum yapısında Nakşî tarikatına dayalı şeyhlik kurumunun geliştirilmesine paralel olarak, tasfiyeye uğratılan mir ve beylik toprakları dahil, toplum içindeki ekonomik ve manevi güçleri de azalmıştır. Bunun yerine mirliğin bir alt kademesi olan aşiret ağaları daha çok öne çıkmışlardır. Bu politika çok kurnaz ve sinsi yöntemlerle uygulamaya konulmuştur. Bu tür toplum içi dengeleri esas alan politikalarla Sultan Abdulhamit, Kürdistan’a son darbeyi vurarak, tam anlamıyla hakim olmayı amaçlamıştır.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL)
(8.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER