BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (87.BÖLÜM)
MEŞRU SAVUNMA STRATEJİSİ
Egemen Ordulara Karşı Savunma;
Egemen ve sömürgeci devletlerin saldırılarına karşı halkların ve toplumların kendilerini savunma konusu insanlığın gündeminde her zaman önemli bir sorun olarak yer edinmiştir. Savaş sanatının gelişmesi sadece büyük orduların kurulmasını, savaşta taktik ve tekniğin gelişmesini değil, aynı zamanda bu büyük ordulara karşı küçük grupların, ordusuz ulusların direnişinin de nasıl olması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Tarih içerisinde Medlerin direnişi buna ilginç bir örnektir. Güçlü ordulara karşı halkların ve ezilenlerin yürüttüğü savunma savaşlarının bir kısmı başarılı olurken, bazıları da ezilmeyle ve büyük katliamlarla sonuçlanmıştır. Ama esas olarak toplulukların direnişi onların yarı özgür de olsa yaşamlarının devam etmesinin temel gıdası olmuştur. Fakat şu kesin ki kendisini savunamayan topluluklar, topluluk olarak yaşamlarını sürdürememişlerdir. Nasıl ki tüm canlılar aleminde savunma sistemine sahip olanlar ancak yaşamını sürdürebilmişse insan topluluklarında da ancak kendini savunabilen topluluklar ve halklar yaşamlarını sürdürebilmişlerdir. Tarih içerisinde birçok topluluk ve kültürel yapılanmalar gelip-geçmiştir. Ancak kendini savunabilenler ve direnenler günümüze kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Doğal tarihsel gelişim süreci içerisinde yaşanan değişim ve farklılaşma temelinde varlığını günümüze kadar yansıtan tüm kültürel yapılanmalar ve etnisite gerçeği mutlaka bir direnme ve savunma temeline dayanarak, günümüze kadar kendilerini yansıtabilmişlerdir. Kendini savunamayan bir topluluk, kendini savunamayan bir kültürel oluşum varlık hakkını yitirmiş olmaktadır. Tarihin acımasız gerçekliği içinde savunma kudretini gösterebilenler ancak var olabilmişlerdir.
Bu kudreti gösteremeyenler erimeye, başkalaşıma uğramaya ve yok olmaya mahkum edilmişlerdir. Ancak güçlü, çağdaş bir ideolojik ve kültürel gerçeğe dayanan güçlü ordulara karşı güçsüz toplulukların direnişinin başarı şansı çoğunlukla olmamıştır. Bununla birlikte yine de gelişen direnişler ve dökülen kanlar toplulukların yaşamlarını sürdürmesinin temel gıdası olmuşlardır. Güçlü ordulara karşı ezilenlerin çeşitli yol ve yöntemlerle doğanın da zenginliklerinden yararlanarak, direnmeyi esas aldıkları, kendilerini böylece savunmaya çalıştıkları bilinmektedir. Teslim olsalar bile değişik, farklı yöntemlerle öz savunmalar geliştirerek, toplumsal varlığını sürdürmeyi yaşamlarının temel gayesi haline getirmişlerdir. Büyük egemen bir imparatorluğun denetiminde varlığını devam ettiren kültürel oluşumlar değişik yol ve yöntemlerle savunmalarını toplumsal ve kültürel boyutta sürdürerek, kendilerini korumuşlardır. Baskıcı egemen güçlere karşı çeşitli düzeylerde ayaklanmaya geçerek, kendini savunan ezilenler süreç içerisinde değişik taktikler ve yöntemler geliştirerek, savaşta savunma savaşı stratejisinin oluşumuna yol açan bir gelişmeyi yaratmışlardır. Başlangıçta bilinçsizce yapılan ayaklanmalar kapitalizmin geliştiği dönemde emekçi sınıfların kapitalizme karşı direnişi ile giderek daha bilinçli ayaklanmalara dönüşmektedir. Aynı biçimde ezilen halkların güçlü egemen sömürgeci ordulara karşı savunma direnişleri de giderek uzun süreli halk savaşı stratejisi biçiminde şekillenmiş ve bir direniş stratejisine kavuşmuştur. Zayıf ve güçsüz toplulukların güçlü ordulara karşı savunmalarını sürdürebilmenin yegane yolu ancak ve ancak doğanın derinliklerine dayanma ve vur-kaç taktiğiyle direnişi sürdürme biçiminde olmuştur. Bu temelde gerilla tarzı bir mücadele biçimi daha önceleri olsa da esas olarak İspanya’dan başlayan ve giderek bir savaş tarzına dönüşen bir savunma biçimi olarak şekillenmiştir. Bu şekilde gerilla tarzı mücadele, halkların ya da toplumların büyük ordulara karşı bir direniş tarzı olmuştur. Bu tarz zaman içerisinde bir doğrultu kazanmış ve gerilla mücadele tarzı güçsüzlerin güçlüye karşı bir direnişi biçiminde gelişmiştir.
Aynı biçimde tarihte baskılara karşı ayaklanma tarzında çıkışlar gerçekleşmiştir. Bunların da bazıları başarıya ulaşmış, bazıları kaybetmiştir. Birçoğu bilgisizlikten ve taktiksizlikten yenilgiye uğramıştır. Devletlerin veya egemenlerin zulmüne karşı kapitalist dönemde Avrupa’da işçi sınıfının başkaldırı pratikleri önemli deneyimler ortaya çıkarmıştır. 1871 Paris Komünü çok kısa ömürlü olsa da tarihte ilk kez işçi sınıfının başarılı bir deneyimi olması açısından önemli olmuştur. Avrupa’daki işçi-köylü ayaklanmaları ve barikat direnişlerinin oluşturduğu deneyimler kazanımlar oluşturmuştur. Bu temelde Rusya’da çeşitli denemeler yaşanmış ve Lenin öncülüğünde 1917 Ekim devrimi ile ayaklanma stratejisi başarıya ulaşmıştır. Bu strateji ayaklanma stratejisidir. Rusya’da zafere ulaşmıştır. Aynı şekilde diğer ülkelerde de bu strateji izlenmek istenmiştir. 1921’den 1927’ye kadar çeşitli düzeylerde Çin’de köylü ayaklanmaları gelişmiştir. Ancak başarılı olamamış, egemen devletin ordusu daha baskın gelmiştir. Ayaklanmacılar geri çekilmek zorunda kalmış ve başarılı olamamışlardır. Şunu görüyorlar; Rusya’da başarılı olan bir şeyin olduğu gibi Çin’de de başarılı olması mümkün değildir. Neden? Çünkü Rusya’da sanayi gelişmiş, dolayısıyla şehirlerde nüfus daha yoğun, Çin’de ise yarı feodal, yarı kapital düzen söz konusu ve insanların büyük bir çoğunluğu kırsal alanda yaşamaktadır. Şehirlerde yaşam o kadar yoğun değildir. Dolayısıyla Rusya’da ayaklanma başarılı olabiliyor ama Çin’de aynı şey başarılı olamamaktadır. İşte bütün bunları büyük bir dikkatle izleyen ve inceleyen Mao Zedung, Çin koşullarının farklılığını görmüş ve burada farklı bir stratejinin uygulanması noktasında yoğunlaşmıştır. Mao ilkin merkezi bir kadro konumundadır. Komünist Partisinin önderi durumunda değildir. Mao başta olmak üzere birçok öncü kadro “biz burada kalamayız, ülkenin kuzeyine gitmeliyiz, oranın coğrafyası daha müsaittir, toplumsal koşullar da uygundur, oraya dayanırsak devlete karşı uzun süreli bir savaş ve mücadele yürütebiliriz” diyorlar. Mao’nun öncülüğündeki tarihi uzun yürüyüş böyle başlamıştır. Yolculuk boyunca birçok zorlukla karşılaşmışlardır.
Birçok kişi ölmüş ama sonuçta hedefledikleri yere ulaşmışlardır. Orada Çin devrim koşullarına ilişkin bir yoğunlaşma yaşanmıştır. Mao özetle şu tespitleri ileri sürüyor; ayaklanmaların her yerde aynı tarzda başarıya ulaşması mümkün değildir. Rusya’da ayaklanma başarıya ulaştı. Çünkü Rusya’da sanayi gelişmişti. Şehirlere yerleşen işçi ve köylüler çoktu. Bu yüzden Rusya’daki devrim başarıya ulaşmıştır. Ama Çin’de durum böyle değildir. Çin’de sanayi gelişmemiştir. Halkın çoğunluğu köylerde yaşamaktadır. Şehirleri küçüktür. Şehirlerde işçileri örgütlesen dahi ordu hemen çembere alıp işçilerin tümünü ele geçirebilir. Demek ki ayaklanma stratejisi her ülkede aynı sonucu doğurmamaktadır. Kapitalizmin gelişmediği, yaşamın daha çok köy sistemine dayandığı ülkelerde ayaklanma değil, uzun süreli halk savaşı gerekmektedir. Bazı ayaklanmalar kısa sürede başarıya ulaşmış olabilir. Ama yarı kapitalist yarı feodal ülkelerde böyle olmamaktadır. Bu ülkelerde mücadelenin uzun soluklu olması gerekmektedir. Bu teorinin ismi de “uzun süreli halk savaşı stratejisi” olarak belirlenmiştir. Bunu ilk defa Mao teorize etmiştir. Bilindiği gibi Çin pratiği uzun sürmüştür. Çin’de devrim 1949’da zafere ulaşmıştır. Uzun süreli halk savaşı ve ayaklanma stratejisi egemen sisteme karşı ezilen halkların veya sınıfların mücadelesi olarak ortaya çıkmıştır. Ezilenlerin stratejileri iki stratejik mücadele biçimi olarak netleşmiştir. Birincisi uzun süreli halk savaşı, ikincisi ise ayaklanmadır. Uzun süreli halk savaşı üç aşamadan oluşuyor. Uzun süreli halk savaşının üç aşaması nedir? Birincisi stratejik savunma, ikincisi stratejik denge, üçüncüsü stratejik saldırıdır. Kitabımızın ikinci bölümünde uzun süreli halk savaşının bu aşamaları izah edilmiştir. Burada bir kez daha özetlemek konumuz açısından gereklidir. Stratejik savunma, gerillanın başlangıç aşamasındaki dönemdir. Küçük gruplar halinde başlayan gerilla hareketi bir taraftan kitleyi kazanmaya çalışırken, öbür taraftan araziye hakimiyeti, gerilla savaşında ustalaşmayı hedefler. Tabanını genişlettikçe, gücünü arttırdıkça ve gerilla tecrübesi yetkinleştikçe yaygın eylemlilikleriyle etkinlik sağlamaya çalışır.
Bu dönemde tamamıyla hareketli, sabit üsleri olmayan gerilla, giderek araziye hakimiyet sağlar ve stratejik denge dönemine geçişi bir hedef olarak önüne koyar. Stratejik denge döneminde, kırsal alanın belli bir kesimini savunma yeteneğine ulaşmış, arazi üzerinde hakimiyeti gelişmiş bir gerilla olmaktadır. Kurtarılmış alanlarda sabit ve yarı hareketli üslenmeyi geliştiren gerilla yakaladığı eğitim imkanlarıyla kendini eğitir, gücünü büyüterek varsa dış müttefiklerinden aldığı ağır silahlarla güçlerini donatır. Bu dönem kurtarılmış alanlar kızıl alanlar, devletin hakim olduğu alanlar beyaz alanlar, her iki tarafın hakim olmadığı aradaki alanlar ise sarı bölgeler olarak adlandırılır. Devletin düzenli ordusunun kırsal alanları, gerillanın da önemli şehir merkezlerini ele geçiremediği bir denge dönemidir. Gerilla bunlardan yararlanarak ve müttefiklerinden de aldığı desteğe dayanarak, kitlesini şehirlerde ayaklandırır. Aynı anda kırsaldan kapsamlı askeri saldırılar başlatma suretiyle stratejik saldırı dönemine geçilir. Stratejik saldırı dönemi kırsaldan kapsamlı askeri saldırıların merkeze doğru geliştirildiği ve halkın da ayaklanarak destek sunduğu bir saldırı savaşı dönemidir. Sömürgeci egemen güçlerin zorla ülkeden sökülüp atılmasını hedefleyen bir saldırı dönemidir. Bu dönemin başarısı kurtuluşun sağlanması anlamına gelmektedir. Halk şehirlerde ayaklanır, dağlarda da gerilla saldırıya başlar ve üçüncü aşama olan stratejik saldırı aşamasına geçili. Böylece sonuca ulaşılıp devrimler gerçekleştirilir. Kısaca uzun süreli halk savaşı stratejisinin uygulandığı ülkelerde aşağı yukarı bu çerçevelerde bir seyir izlenmiştir. Genel olarak üç aşama söz konusu olmaktadır. Ancak günümüzde bu stratejinin sözü edilen aşamalardan geçerek, sonuca gitme koşulları ciddi anlamda zorlaşmış bulunmaktadır. Her şeyden önce günümüzde gelişen savaş teknolojisi ve motorize araçların yaygın kullanılması düzenli orduların manevra kabiliyetini arttırmıştır. Özellikle hava ve karadan intikal araçlarının geliştirdiği manevra kabiliyeti eskisi gibi klasik alan kurtarma olanağını çok zorlaştırmıştır. Elbette ki mümkün olmayan bir şey yoktur. Fakat bir ülkede irili-ufaklı birçok yeri kurtarma taktiğinin zorlandığı açık bir gerçektir.
Çünkü kapitalist modernitenin bütün nimetlerinden yararlanan günümüz orduları gerektiğinde çok kısa sürede tüm güçlerini bir noktada biriktirerek hedeflediği alanı çökertmek için güçlü yüklenme olanağına sahiptir. Yine gelişen silah tekniği de bunu zorlayan diğer bir faktördür. Bütün bunlar gerillanın her koşul altında sabit mevzi ve hat savunmasını akılcı kılmamaktadır. Bunun için hiçbir ordunun giremediği klasik alan kurtarma değil de, yeni dönemde derinliğine ve genişliğine gerillanın hakimiyet sağladığı, düşman güçleri girse bile içinde kalamadığı gerillanın etkinliğinin yüksek olduğu alanlar biçiminde anlamak gerekiyor. Yani kurtarılmış alan gerçeği de karakter değişimini yaşamak zorundadır. Sonuna kadar sabit mevzi yerine yarı hareketli gerilla taktikleriyle kurtarılmış alanı yeniden biçimlendirme zorunluluğu doğmuştur. Kurtarılmış alan yaratmak mümkündür. Ama eskisi gibi klasik yöntemlerle ve salt askeri güce dayanan kurtarılmış alan taktiği aşılmıştır. Her şey gibi bu taktik mücadele tarzı da değişikliğe uğrayarak, yeni bir biçim kazanmak durumundadır. Bugün ancak klasik halk savaşı tarzını aşıp, yeni bir anlayışı yakalayan güçler kurtarılmış alanları savunma yeteneğine sahip olabilirler. Diğer bir hususise çağımızın yeni siyasal konjonktürel durumu ancak kendi öz gücüne ve halkına dayanan bir toplumsal hareketin başarı şansına imkan tanımaktadır. İki kutuplu dünya ortamında bir yere karşı savaşırken diğer bir yere dayanma ya da ikisinin arasındaki dengeden yararlanma olanakları vardı. Bugün durum daha değişik; yine güçler arasındaki dengelerden yararlanma imkanı olmakla birlikte herhangi bir yerden sistematik olarak silah temin etme koşulları zordur. Dolayısıyla stratejik denge döneminde gerillanın ağır silahlarla donanıp, kırsal alanlardan şehir merkezlerine stratejik saldırılar geliştirmesinin başarı koşulları da zayıflamış olmaktadır. Günümüzde gelişen bilimsel teknoloji ve bunun yarattığı yeni toplumsal yapılanma eski klasik savaş stratejilerinin başarı şansını zayıflatmıştır. Esas olarak klasik halk savaşı stratejisinin günümüz koşullarında aşılmış olduğunu söylemek daha doğrudur.
Bilim ve teknik gelişmenin yarattığı olanaklar temelinde kitlelerin örgütlendirilmesi ve iradi bir güç haline gelme koşullarının doğduğu bu dönemde devrim gücünü sadece gerillaya yüklemek, kitleyi de onun yardımcı bir gücü haline dönüştürmek devrimi tek ayaklı olarak yürütmeye çalışmak anlamına gelecektir. Halbuki gerillanın yanı başında kitlenin de önemli bir devrim gücü olarak örgütlenme ve irade haline dönüşme olanakları çok daha fazla doğmuş bulunmaktadır. Bununla birlikte salt askerlik ve reel sosyalizmin zor anlayışı çerçevesinde yaklaşıp, her şeyin şiddetle yapılacağını sanmak ve kitlenin dev gücüne devrim hareketini dayandırmamak bir sapmanın sürdürülmesinde ısrar etmek anlamına gelecektir. Bu sapmanın sürdürülmesinde ısrar etmek günümüz koşullarında başarı olanaklarını ortadan kaldıracaktır. Şiddete aşırı düzeyde rol atfetme tutumu tarihin belli aşamalarında bazı sonuçlar almış olabilir ama çağımızda bu bakış açısının yanlışlığı kadar başarı şansının da giderek ortadan kalktığı bir gerçektir. Bu açıdan uzun süreli halk savaşı stratejisinin başarı değil, tıkanmayı yaşayacağı açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Diğer bir önemli husus ise sömürgecilik ve uluslararası egemen güçler haklı bir toplumsal davayı rahatlıkla “terörizm” kapsamında değerlendirerek, dünyadan tecrit etmeye çalışmaktadırlar. Doğru ve haklı bir toplumsal mücadelenin silahlı mücadele stratejisini esas alması karşı tarafın eline oldukça koz veren bir pozisyon oluşturmuş olmaktadır. Silahlı mücadele yerine haklı davasını meşru müdafaa çizgisi temelinde siyasal bir mücadele ile yürütmesi ideolojik ve politik açılardan daha insani ve daha doğru, gerçekçi, bilimsel temellere dayandırılmış olacak ve daha etkili insani, ahlaki siyasal mücadele olanaklarını yaratacaktır. Bu açıdan ezilen tüm kesimlerin mücadelelerinin başarısı için kesinlikle mücadele stratejisinde bir yenilenmeye gitmeleri gerektiği kendisini dayatan bir zorunluluktur. Çünkü artık klasik mücadele yöntemleri aşılmıştır. Bunu görmeyen, hala eski yöntemlerde ısrar edenler başarı sağlayamayacaklardır. Özellikle her şeyi iktidar ve şiddet döngüsünde gören, toplumsal dönüşümde bu perspektif temelinde şiddete rol biçen anlayışların esas aldıkları mücadele stratejilerinin başarılı olması mümkün değildir.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER