BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (1.BÖLÜM)
KÜRT TOPLUMSAL ŞEKİLLENMESİ VE SAVAŞ GERÇEKLİĞİ Uygarlığın Doğuşu Ve Şiddete İlk Yaklaşım; Dünyanın ilk ve en büyük devriminin neolitik köy ve tarım devrimi olduğu tarih biliminin üzerinde anlaştığı ortak bir doğrudur. Bu devrimin Mezopotamya’da, Zagros-Toros dağ silsilelerinin eteklerinde Dicle-Fırat ve Habur nehirlerinin her iki yakasında geliştiği bilinen bir husustur. Klanlar halinde yaşayan toplulukların ilk olarak yerleşik yaşama geçtiği, zihniyet ve üretim araçlarının köye ve tarıma dayalı olarak geliştiği neolitik toplum, daha sonra gelişen tüm uygarlıksal çıkışların ana kaynağı olmuştur. Neolitik toplumda, sömürü ve insanların birbirini egemenlik altına alma amacı olmadığı için savaş ve doğal olarak zor kültürü de yoktur. Egemenlik ve sömürünün olmaması, üretimin kolektif olması, tüm toplumun bundan kendini sorumlu görmesi savaş ve zor kültürlerini gereksiz kılmada yeterlidir. Doğadaki her şeyi canlıcılıkla yani kendisiyle özdeş görmesi doğayla uyumlu ve doğayla yaşanılır bir yaşamın kapısını aralamıştır. Denilebilir ki doğal toplum insanının ilk savaşı, yırtıcı hayvanlara ve doğa koşullarına karşı verdiği yaşam mücadelesidir. Bu mücadeleyi de ancak toplumsallığını koruyup geliştirerek başarabileceğini bilmektedir. Toplumsallığını, dolayısıyla kendini korumak için verilen bu mücadele hakimiyet kurmak için değil, yaşamını idame ettirmek içindir. Bu yaklaşım, her canlının kendini savunma refleksi olarak günümüzdeki meşru savunma anlayışının temelini oluşturmaktadır. Aslında günümüzde meşru savunmanın uluslararası düzeyde evrensel bir hak olarak yasalarda yer almasının da kaynağında ilk insandan bu yana gelişen zorunlu savunma yaklaşımı vardır. Bugüne kadar açığa çıkan tarihsel belgeler, Mezopotamya’da Kürtlerin en eski halklardan biri olduğunu bize göstermektedir. Konumuz gereği bizim için önemli olan Kürtlerin doğal toplumdan bu yana nasıl bir savunma refleksine sahip olduğudur. Yine devletli uygarlıklara bakış açısını ve buna karşı direniş pozisyonunu hangi yöntemlerle yürüttüğüdür. İnsanın kültür ve davranışları üzerinde çevrenin (doğanın) belirleyici etkisi vardır. Bu tespit klan ve etnisitelerin yaşadığı zamanlara uygulandığında doğruluğu çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Kürt’ün özelliklerini değerlendirirken, coğrafyasını ve bu coğrafyanın üzerinde yaşayan tüm canlıların onun üzerinde yarattığı etkiyi incelemek gerekmektedir. O halde tarihsel gelişimin önemli duraklarındaki toplumsal formlara bir göz atalım. Doğal toplumun yaşam formu klan tarzında örgütlenmedir. Toplumsal yarar ve üretime dayanan yaşam tarzı komünal bir tarza dayanmaktadır. Üretim araçları, hayvan bitki türleri, toprağa dayalı yaşam ve ana kadın etrafında şekillenen toplumsal form barışçıl bir duruşu gerektirir. Toplumun yararı ve çıkarı her şeyin üstünde ele alınır. İnanç kaynaklarını doğadaki olgulara dayandırırlar. Tüm bu olgular insanların birbiriyle savaşını gerektirmeyen, barışçıl bir yaşam biçimini ifade eder. Kürdistan’ın toplumsal yaşamında neolitik dönemin etkileri belirleyici olmuştur. Öyle ki günümüzde bile neolitik dönemden kalma birçok yaşam ve davranış biçimine rastlamak mümkündür. Toplum, derinliğine incelendiğinde bu durum bariz bir biçimde görülecektir. Bugüne kadar Kürt zihniyetini şekillendiren, yaşam ve inanç dünyasına yön veren olgunun bu toplumsal form olduğu söylenebilir. Bu zihniyeti öylesine içselleştirmiştir ki; yanı başında, aşağı Mezopotamya’da gelişen merkezi devlet uygarlığına eğilim göstermemiştir. Sümer uygarlığı daha çok Kürtlerin yaşamakta olduğu yukarı Mezopotamya’da yaratılan neolitik değerler üzerinden yükselmiştir. Bu dönemde insanın bilinçli yaşamını idame ettirmek için gerekli olan tüm araçlar büyük bir yetenek ve heyecanla yaratılmıştır. Sümer rahiplerinin en önemli mahareti bunları üst bir aşamada egemenlik kurma temelinde birleştirip insanlığa “kutsal düzen” diye yutturması olmuştur. Kürtlerin hemen yanı başlarında kurulan bu “kutsal düzene” itibar edip dahil olmaması, geliştirdikleri doğal toplumun özelliklerinden kaynaklıdır. Orijinal bir yapılanmaya heyecanla sahiplik etmiş bir toplumun, taklidiyle yetinmeyeceği, taklit olana koşmayacağı açıktır. Neolitik devrimin orijinal ve tahakküm içermeyen kültürünü yaşayan Kürtlerin, buna zıt gelişen uygarlığa tabi olması beklenemezdi. Çünkü şehirlerde gelişen Sümer üst sınıfının kendini “tanrı” katına yükselterek yüceleştirdiği, geriye kalan tüm toplumu “kul düzeni” ekseninde biçimlendirmeye çalıştığının farkındadır. Hatta bu durumlardan kaynaklı Kürtler daha sonraki tarihi süreçlerde de genelde şehir yaşamından uzak durmuştur. Kentin eritici etkisini gördükçe, yurdunun dağlık alanlarına bağlılığı daha da gelişmiştir. Bu dönemde Kürdistan’ın dağlık coğrafyalarında kalan Kürt klan ve kabileleri doğal toplumun yaşam anılarını canlı tutmak için büyük çabalar sarf etmişlerdir. Zengin kaynaklara sahip coğrafyasını hakimiyet altına almak isteyenler çok olmuştur. Bu durum Kürt coğrafyasının dört bir yandan, sürekli saldırılara uğramasını beraberinde getirmiştir. Sürekli saldırılara maruz kalmaları, farklı arayışlara girmelerine neden olmuştur. Klan ve kabilelerden oluşturulan aşiret düzeni ve aşiret konfederasyonlarının güçlü temellere dayandırılarak geliştirilmiş olması bu gerçeklikten dolayıdır. O dönemde aşiret ve aşiret konfederasyonlarının temeli o kadar güçlü atılmıştır ki, günümüze kadar etkisini sürdüren sosyal formlar durumundadırlar. Bunun daha çok savunma refleksiyle geliştirildiği anlaşılmaktadır. Bu yapılanmanın siyasal anlamı ittifak, ekonomik anlamı dayanışma, askeri anlamı ise meşru savunma ekseninde Kürt etnisitesini koruma üzerine kuruludur. Aşiret tarzında toplumsal forma geçiş yapmalarının yeni bir dönemin başlangıcını teşkil edeceği açıktır. Aşiret formunun toplumun tüm yaşamını köklü dönüşümlere uğratacağı, savunma stratejisinde yeni yapılanmaları geliştireceği beklenen bir husustur. Aşiret tarzında gelişen toplumsal form, dört bir yandan gelişen saldırıları karşılamada daha etkin bir pozisyon ortaya çıkarmıştır. Tehdit büyüdükçe aşiretlerin dar sınırlar içerisinde, kendi başına altından kalkamayacağı bir durum ortaya çıkmıştır. Bunun için aşiretler arasında bir dayanışmanın ve ortak savunma pozisyonunun geliştirilmesi olmazsa olmaz kabilinden bir zorunlulukla kendini dayatmış ve aşiret konfederasyonları gelişmiştir. Devletli uygarlık mitolojik zihniyet örgüsüyle birçok etnisiteyi köleci sistemin çarkları arasında eritirken, Kürtler özgür dağlarında fiili bir aşiret konfederasyonu düzeni geliştirerek, kendilerini korumuşlardır. Tarih bize Kürt aşiretlerinin köleci dönemi fazla yaşamadığı konusunda önemli veriler sunmaktadır. Kürt aşiret etnisitesinin yerleşik köleci dönemi yaşamamasının derin sosyolojik anlamları vardır. Egemenlikçi zihniyet ve kurumlaşmalar geliştikçe savaş alanında da yansımalarını göstermiştir. Sümer kent devletlerine saldıran Akadlar tarihin ilk emperyal örneğini sergilerken, kral Sargon öncülüğünde gerçekleştirdikleri bu saldırılarda ilk kez fırlatılabilen mızrak kullanmışlardır. Savaş araçlarındaki bu farklılık yani elde kullanılan sabit mızrak yerine fırlatılabilen mızrağı kullanmaları günümüzün füze kullanımı gibi bir sonuç yaratmıştır. Akadlar savaşta geliştirdikleri bu üstünlükle diğer etnisiteleri hakimiyetleri altına almışlardır. Bu dönemde dağlarda yaşayan Gutiler, Akadlar üzerine zaman zaman saldırılar düzenlemiş ve iyice yıprattıktan sonra Akad kentlerini ele geçirip, yüzyıl boyunca kendi hakimiyetlerini kurmuşlardır. Gutiler gibi Hurriler, Kasitler, Mittaniler, Urartular ve diğer etnisiteler devletçi uygarlığın hegomonya kurma çabalarına karşı sürekli direnen topluluklar olmuşlardır. Bu direnişler zaman zaman sonuca ulaşmış, bazen de ağır katliamlarla bastırılmıştır. Asurlular aşamasında savaş biliminin gelişmesine paralel olarak sistemli yayılma da gelişmiştir. Tarihin en büyük imparatorluklarından birini askeri zora ve bununla garantilenen ticaret tekeline dayalı olarak kurmuşlardır. Zulümde sınır tanımamış olan Asur devletinin insan kellelerinden surlar bile ördükleri rivayet edilmektedir. Buna karşı kuzeydeki Aryen topluluklarında daha çok insanlık erdemlerini yüceleştiren Zerdüştlük gelişmiştir. Zerdüştlük aynı zamanda köleliğe karşı bir direniş ve varolma felsefesi olurken, insanlık tarihinde ilk kez ortaya çıkan tek tanrılı din yaklaşımı olarak büyük bir etkiye sahiptir. Zerdüşt, toplumda yeni bir ahlaki sistem kurmuştur. Karanlık ve aydınlığın, iyilik ile kötülüğün mücadelesini esas almış ve insan iradesinin özgürlüğünü savunmuştur. Bu temelde Sümer mitolojisinin yaratmış olduğu tanrı kralları sorgulayan bir inanç olmaktadır. İnsanın bireysel yaratıcılığına inandığı gibi köleliğini hazmedememekte ve kulluğu reddetmektedir. Kürt aşiretlerinin Zerdüşt felsefesini hemen kabul etmelerinin altında yatan tarihsel neden, Zerdüşt’ün neolitik kültür ve zihniyetini çağın koşullarına uyarlamasıdır. Kürt aşiret etnisitesinin Zerdüşti felsefeyi bu kadar sahiplenmesinin en önemli nedenlerinden birisi komünal toplum geleneğinin doğal insan eşitlikçiliğini yansıtıyor olmasıdır. MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL) (1.BÖLÜM) |
YORUM GÖNDER