TARİHİN SIFIR NOKTASI KOBANÊ (28.BÖLÜM)
21. SERZORİ
“Leningradlılar (St. Petersburg) savaşın en kötüsünü yaşamıştı; on sekiz ay süren bir Alman kuşatmasına maruz kalmışlardı. Günlük tahinleri ufak bir ekmek parçasıydı. Önce köpeklerle kedilerin, sonra da kargaların ortadan yok olduğu söylenir. Bitkin düşen, açlık çeken insanlar sokaklarda düşüp ölüyordu. Açlık, soğuk, hastalık ve Alman topları kentteki 350.000 kişinin ölmesine yol açtı. İşte bir özveri örneği; Dimitri Ivanov günün birinde dünyanın gereksinimin duyabileceği tahıl örneklerinin özenle saklandığı Leningrad tohum bankasında pirinçten sorumluydu. Dimitri Ivanov görev yerinde açlıktan öldüğünde, binlerce torba pirincin tek bir tanesine el sürmeden sakladığı anlaşıldı. Yer fıstığı uzmanı, yulaftan sorumlu kadın ve başka 6 görevli daha masalarında can vermişlerdi. Ellerinin altındaki tohumları yemektense ölmüşlerdi.” James G. Davis- Taş Devrinden Günümüze İnsanın Hikayesi
Bugün belki de Kobanê savaşını sıcağı sıcağına değerlendirmek zor. Ancak bunun yalnızca Kürdistan tarihinde değil, dünya tarihindeki önemini zamanla görecek ve anlayabileceğiz. Kobanê’deki kuşatma ve direniş; yalnızca eşit olmayan iki güç arasında bir savaş olmanın ötesinde bir varlık ve yok olma savaşı olarak, belki de tüm Kürdistan’ın bu yüzyıldaki kaderinin özgürlük olacağını ortaya koydu. Bütün Kobanê kantonunun Kürtsüzleştirilmesini, temel bir etnik temizliği hedefleyen gücünün zirvesine çıkmış Ortadoğu’daki gerici güçler Kobanê direnişiyle gerilemeye başladı. Dört parça Kürdistan’daki Kürtleri yüz yıldır sömürgecilerin insafına terk eden bütün dünyanın gözleri önünde Kürtler gerçek anlamda tarih sahnesine çıktılar. Yalnızca Ortadoğu’nun değil tüm dünya halklarının özgürlük mücadelesi için bir umut, moral oldu. Kobanê direnişi ise canlarını hiç düşünmeden feda eden yüzlerce kadın ve erkek, genç ve yaşlı savaşçının kahramanlığında hayat buldu. Bu irade savaşının, bu büyük direnişin ruhunu anlamak isteyenlerin bakması gereken yer ise Serzorê’dir. Uzun zamandır, uzakta olduğumuz Serzorê’ye bu kez daha güçlü şekilde ve öncelikle de şehitlerimizin, biz arkada kalanlara vasiyetini gerçekleştirmek için yürüyoruz.
Kobanê savaşının 1. günü Doğu Cephesi’nde başlamıştı. Bu cephedeki en büyük direniş ise Serzorê’de gerçekleşti. 15 Eylül günü başlayan çatışmalar Doğu Cephesi’nde yoğunlaştı. Çatışmaların ilk gününde yoğunlaştığı yerlerden biri olan Serzorê köyünde DAİŞ çetelerine karşı büyük bir direniş ortaya koyan, oldukça az sayıda olan arkadaşlarımız DAİŞ’in ağır silahları, yoğun ateş gücü karşısında bir süre sonra köy okuluna çekildi. Gece 03.00’ten, 16.30’a kadar bu okulda direnişi sürdüren 12 arkadaşımız kahramanca şehit düştüler. Başlangıçta Serzorê’de 7 arkadaş vardı ama ardından takviye için gönüllü giden arkadaşlarımız oldu. DAİŞ, tanklarla ve 20 mm, 23 mm. dâhil tüm ağır silahlarla önce köye, sonra da okula saldırmasına rağmen hiçbir arkadaş mevziisini bırakmadı. Üstelik yanlarında keleşler (AK-47) ve biksiden (PKM) başka bir şey de yoktu. Buna rağmen hiçbirisi bulunduğu mevziden ayrılmadı. Serzorê stratejiktir ve eğer düşecek olursa üstündeki tepe de düşüyordu. Arkadaşların mevzilendiği bina ise düzlüğün en yüksek kısmında yer alıyordu. Serzorê’nin düşmesi halinde içindeki sivillerin tahliye edilmekte olduğu köyler bir anda tehlikeye düşecekti. Bu doğrultuda arkadaşlar yerlerini koruyacaklarını, mevzilerini asla bırakmayacaklarını belirttiler.
DAİŞ çeteleri 15-16 köyde aynı anda saldırıya başladı. Genel olarak tanklar, panzerler ve diğer ağır silahlarla köylerin çevresin den dolanarak Kobanê’ye doğru hızla ilerlemek istiyorlardı. Buna karşılık arkadaşlar yerlerini bırakmayacaklarını bildirdiler. Cephaneleri bitmeye başladığında 3 arkadaş onlara cephane götürmeye gitti, o arkadaşlar da destek için orada kaldılar. Ayrıca 2 arkadaş daha gönüllü olarak arkadaşlara takviye için Serzorê’ye gitti. Biz ise onları bütün bu kuşatma ve çatışmanın içinden çıkarmaya çalışıyorduk. Beşi kadın 12 arkadaştan 2’si zaten yaralıydı. Onların çıkarılması ve arkadaşlara yeni destek güç sağlanması gerektiğini tartışıyorduk. Serzorê’deki arkadaşlara ulaşmak için 2 ayrı koldan güçlerimizi yönlendirdik. Ancak DAİŞ çeteleri tüm olası geçiş yollarını kapatmış adeta biz dışarıdakiler ile Serzorê’de kuşatma altındaki arkadaşların arasındaki bağlantıyı tümüyle kesmişlerdi. Arkadaşları kurtarmak için elimizdeki tüm takviye güçleri Serzorê’ye yönlendirdiğimizde oradaki arkadaşlar telsizden anons yapıyorlardı: “Hiçbir arkadaşı bize destek için buraya göndermeyin. Daha fazla kayba gerek yok. Etrafımız çevrili durumda zaten. Şehit düşerler yoksa.” “Hangi arkadaş buraya gelmeye çalışırsa kesin pusuya düşer ve şehit olur. Kesinlikle buraya gelmelerine izin vermeyin!” Serzorê’deki arkadaşlarımız sonuna kadar savaştı.
Tek tek cihazdan konuşuyor özellikle arkadaşlarının durumlarını anlatıyorlardı. “Falan arkadaş yaralıdır işte”, Örneğin, Peyman arkadaş: “Gûlistan arkadaş da yaralıdır.” diyordu. Cihazda benimle temas kuruyorlardı. Bu sayede Serzorê’deki her bir arkadaşla tek tek konuştuk. İşte Dilgeş arkadaşla konuştuk, ardından Bahoz arkadaşla, sonra Cudi arkadaşla. Bu konuşmalar son ana kadar devam etti. Bir zaman sonra başka alanlardaki arkadaşlar, dinleyip de moralleri etkilenmesin diye Serzorê’deki arkadaşlarla konuşmamızı ana kanaldan çıkararak 5. kanalı yalnızca Serzorê’deki cihazla iletişime ayırdım. Zaten o sırada neredeyse tüm sektörlerde ve bütün köylerde çatışma başlamıştı, yani ana kanalda sürekli anons geçiliyordu. Diğer yandan da başka alanlardaki arkadaşların Serzorê’deki arkadaşlarla iletişimimizi dinlemesini istemiyordum. Çünkü yanlışlıkla bu kanala geçen diğer tüm gruplardaki arkadaşlar Serzorê’ye gidip destek sağlamak için kendilerini öneriyor, izin istiyorlardı: “Serzorê’ye gideceğiz, arkadaşlara yardım etmemiz gerekir” diyorlardı. Farklı alanlardaki arkadaşlar Serzorê’ye gitmeye çalışıp kendi mevzilerini boşaltmasın, kendi mevzilerinde çatışmayı sürdürebilsinler diye telsiz kanalımızı değiştirmeye karar vermiştim.
Bütün arkadaşlar “Biz gidebiliriz, düşmanın arasından sızabiliriz” diye anons yaparak, yardıma gitmek istiyorlardı. Zaten destek amaçlı iki farklı kol göndermiştik. İlk grup deneyip başaramayınca ikinci kol başka bir yönden sızmaya çalıştı ama DAİŞ’çilerin yoğun ateşi altında kaldılar ve fazla ilerleyemediler. Bir başka grup daha hazırlanarak Serzorê’deki arkadaşlara destek yetiştirmeleri talimatı verildi. Bunu fark edince Serzorê’deki arkadaşlar cihazdan itiraz etmeye başladı: “Buraya yardım göndermeye çalışarak arkadaşları tehlikeye atmayın. Eğer başarabilirsek biz kendimiz çıkacağız. Bunun için uğraşacağız. Ola ki biz çare bulamazsak bile gene de diğer grupları bize destek için Serzorê’ye yönlendirip de onları tehlikeye sokmayın. ” Her yönden kuşatılmış durumdayız. Çevremizi tanklar ve panzerlerle sardılar. Ağır silahları var ve onları kullanıyorlar. Biz üst kattayız onlar ise hemen alt katımızdalar” diyorlardı. Mesela arada DAİŞ’çiler telsizden anons geçiyordu: “Sizi öldürmeyeceğiz, teslim olun!” diye. Arkadaşlar yanıt veriyorlardı “DAİŞ ne kadar saldırırsa saldırsın, ne yaparsa yapsın. Kobanê’yi asla alamayacak. DAİŞ’çiler Kobanê’de hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaklar.
Çünkü bizler şehitler partisinin militanlarıyız. Felsefemiz Önder Apo’nun çizgisidir. İşte bu yüzden hiçbir zaman teslimiyeti ve değersizleşmeyi kabul etmeyeceğiz. ”DAİŞ’çiler, arkadaşlarımız hemen üst katlarında olmasına rağmen hiçbir şey yapamayacaklarını anlamışlardı. Arkadaşlar cihazda tüm görüşmelerde özeleştirilerini yapıyor, sonra helallik istiyorlardı. Mesela bir arkadaş: “Bazı arkadaşların gönlü bizden yana kalmışsa, bağışlasınlar; haklarını helal etsinler” dedi. Örneğin Ciwan arkadaş: “Taburdaki bütün arkadaşlarımı tek tek öpüyorum. Devrimcilik görevlerimi yeterince yerine getiremediğimi arkadaşlarıma söyleyin. Bir devrimci olarak bu harekete katılmamdan beri devrime ve devrimin ihtiyaçlarına yeterince yanıt olamadığım için özür diliyorum. Önder Apo’nun gerçek bir militanı olmayı çok isterdim. Ne yazık ki kişiliğimi yeterince partileştiremedim. Bu açıdan özeleştiri veriyorum” demişti. Peyman arkadaş: “Arkadaşlar sizler bize ‘Devrimciler gülerek ölüme gider. Biz bu felsefeyle büyüdük’ demiş, bunu öğretmiştiniz. Asla umutsuz değiliz. Şehit düşersek bile biliyoruz ki, her zaman bizim silahımızı devralacak yeni arkadaşlar gelecek. Buna inanıyoruz.
Yüzler ce, binlerce arkadaşımız var. Biliyoruz ki yolumuzdan yürü yecek ve DAİŞ’in geçmesine asla izin vermeyecekler!” Hepsinin son sözlerindeki söylem ortaktı. Adeta ağız birliği etmişçesine son ana kadar direnişi vasiyet ettiler, direnişi gerçek kıldılar. Serzorê direnişi boyunca 75 terörist öldürüldü. Zaten DAİŞ’çiler de şaşırmıştı. Bu kadar küçük bir köydeki bu okulu nasıl alacağız diyorlardı. Oysa arkadaşlarımızın elinde yalnızca keleşler ve biksi ve kişi başına 6 şarjör cephaneleri vardı. Bütün imkânları bu kadar olmasına rağmen arkadaşlarımız ellerindeki silahlarla sonuna kadar direndiler. Neden Serzorê’nin büyük bir destan olduğunu vurguluyoruz? Çünkü Serzorê teröristlerin tüm hayallerini bozmuş, umutlarını kırmıştı. DAİŞ’çilere “Biz bu kadar küçük bir köyü bile kolay kolay geçemezken, Kobanê’yi nasıl zapt edeceğiz?” diye sormak zorunda bıraktı. Zaten Serzorê’de arkadaşlarımızın şahadetinden ve köyü tümüyle ele geçirmelerinin ardından geçen 3 gün boyunca sadece Serzorê ve etrafında mevzilendiler, bir adım bile ilerleyeme diler. Kendi savaş strateji ve taktiklerini yeniden gözden geçirme gereği duydular. Ve gördüler ki, Kobanê’yi ele geçirmek hiç de söyledikleri kadar kolay bir şey değildi. Hatırlayın savaşın daha başında DAİŞ’çiler diyorlardı ki; “4 gün sonra Kobanê şehrine gireceğiz.” En fazla 4 günde şehri zapt edeceklerini, ele geçireceklerini düşünüyorlardı.
Serzorê’deki 12 arkadaşın tek başlarına gece-gündüz direndiğini ve teslimiyeti kesinlikle kabul etmediğini gördüler. Arkadaşlarımız mevzilerini bırakmıyor, bir saniye olsun çatışmadan kopmuyordu: “Canımızın son parçasına, kanımızın son damlasına kadar burayı savunacak ve geçmelerine izin vermeyeceğiz. Ölsek bile onlara mutluluk tattırmayacağız.”15 Eylül akşamından, 16 Eylül öğleden sonrasına kadar direndiler. 16:30’da DAİŞ’çiler arkadaşlarımızın teslim olmayacağını, onlar teslim olmadıkça da okulu ele geçiremeyeceklerini anladı. Bunun üzerine ağır silahlarla saldırıp tüm okulu ateşe verdiler. Okul ateşe verilmiş yanıyordu, buna karşılık son dakikaya kadar arkadaşlar metanetlerini korudular, konuşmalarımızda bunu duyabiliyorduk. Bir saniye olsun ne ölüm tereddüdü yaşadılar ne de korktular. Hani bilirsiniz, insanlar sona yaklaştığı, ölmeye yaklaştığı o anlarda korkar. Buna karşılık arkadaşlar sanki ölmüyordu da bir alandan başka bir alana geçiş yapacaklarmış gibi büyük bir moralle diğer arkadaşlardan hatır istiyorlardı. Tıpkı Hayri Durmuş arkadaşın dediği gibi “Biz ülkemize, halkımıza borçluyuz. Kobanê savaşına borçluyuz” diyorlardı. Kanlarının döküldüğü bu topraklardan teröristler o kirli botlarıyla geçemesinler diye vasiyet ettiler.
Artık bataryaları da bitmek üzereydi, sonunda cihazlarından ses kesildi. Serzorê Köyü’nde, arkadaşların kuşatıldığı okul da önümüzdeki düzlükte olduğundan hemen karşımızda olan biten her şeyi kendi gözlerimizle görüyorduk. Silahlarımız çalışıyor olmasına rağmen DAİŞ’çiler menzil dışında olduklarından tesir etmiyordu. Okulun bahçesini tank ve panzerle sarmışlardı. DAİŞ’çiler her yerden okula ateş açıyorlardı. Buna karşılık artık arkadaşların üstüne gidemiyorlardı. Çünkü arkadaşlar iyi mevzilenmişti ve silahlarını da çok seri şekilde kullanıyordu. Cihazdan onlara akşama kadar dayanmalarını, akşam olduğunda şartlar ne olursa olsun yanlarına ulaşacağımızı belirtmiştik. Ne yazık ki biz harekete geçmeyi bir an önce arkadaşlarımıza ulaşmayı planlarken daha akşam olmadan saat16.30’da okulu ateşe verdiler. Açıkçası tüm Kobanê savaşında çok büyük bir kahramanlık sergilendi. Ancak Serzorê direnişi ardından gelişecek Kobanê direnişinin ruhu, yol haritasıydı. Pek çok arkadaşımız o gün söz verdiler: “Kobanê düşmedi ve düşmeyecek; direniş ruhuyla ayakta kalacak!” Bunu söyleten aslında Serzorê destanıydı. Orada o kadar büyük ve destansı bir direniş vardı. Belki Serzorê’de bu kadar değerli bir direniş sergilenmeseydi, belki de durumumuz daha farklı olabilirdi. Serzorê’deki arkadaşlarımız direnişleriyle o ruhu yarattılar, ete kemiğe büründürdüler. Serzorê’deki o 24 saatlik direniş olmasaydı belki her şey çok daha farklı olurdu. Bu anlamda gerçek bir kırılma noktasıydı.
Ama işte o Apocu fedai ruh, o konuşmalar hani aslında Serzorê’de ölüm boşa çıkarıldı. Orada gerçek fedailik hayat buldu. Örneğin toplanıp bir arada bombalarını da patlatabilirlerdi. Ama öyle yapmadılar, sonuna kadar direnmeyi seçtiler. İçlerinde henüz 18 yaşındaki Ciwan arkadaş vardı. Kimi 21, kimi 23 yaşındaydı ama hepsi çok gençti. Buna karşılık yeni bir yaşama yürüyor gibiydiler. Sanki düğüne gider gibi, Newroz’a gider gibi coşkuluydular. Öyle coşkulu bir ruhla direndikleri için çok önemlidir Serzorê direnişi. Genel olarak Kobanê savaşına bakıldığında Erîş ve Zozan arkadaşların direnişlerinin ne kadar önemli ve simgesel olduğu görülür. Serzorê direnişi de aynı önemdedir. Serzorê’de arkadaşlar sergiledikleri direnişle teslimiyet ruhuna, geri çekilme anlayışına karşıt adeta yeni bir yol yarattılar. Biz onların arkasından yürüyenler de Kobanê’de işte bu yeni ruhla savaştık. Kobanê’nin ruhu budur. Serzorê’deki direniş duyuldukça diğer cephelerde veya başka alanlarda bulunan tüm arkadaşlar kendi mevzilerinde Serzorê direnişine layık direnişler sergilemeye başladı. Bu bağlamda Serzorê direnişi büyük bir moral ve maneviyat oldu. Pek çok arkadaş “Şehit düşsek bile tıpkı Serzorê’deki arkadaşlar gibi son anımıza kadar umutsuzluğa düşmeden, yılgınlığa kapılmadan direneceğiz!” demeye başladı.
Çünkü Serzorê’deki arkadaşlar, “DAİŞ’çiler her şey sona erdi, her şey bitti diyemeyecekler. Bu ruhla direnecek, saldırıları püskürtecek ve Kobanê’de zafere ulaşacağız” demişlerdi. Mesela cihazda Rodî arkadaşa anons yapılmıştı: “Rodî, Rodî arkadaş!” Rodî: “Dinliyorum, söyle arkadaşımın ruhu!” diye yanıt vermişti. Ben şahsen başka hiçbir halkın buna benzer bir direniş öyküsü olduğuna inanmıyorum. Sanki düşman tarafından kuşatılmış, ölümün eşiğinde hala direnişi sürdüren bu arkadaşlar değildi. Yalnızca bir muharebe ve direniş değil, adeta bir seminer veya platform gibiydi. Arkadaşlar tek tek özeleştiri veriyorlardı. Hatır isteme, helallik isteme platformuydu sanki. Yani arkadaş biliyordu ki, birazdan şehit düşecek ama son anlarında bile hala özeleştiri veriyordu. Serzorê’de tanıklık ettiğimiz çok farklı bir şahadetti.
Bilmiyorum, yani tarif etmek çok zor; adını nasıl koyacağını bilemiyorsun. Yeni bir şey olduğu için tarif etmekte zorlanıyorum. Elbette farklı yerlerde, farklı zamanlarda birçok arkadaşlarımız şehit düştüler. Şehit düşmeden önce vasiyet verdiler. Ama Serzorê’deki arkadaşlarımız için şahadet en değerli ölümdü, adeta bir kutlamaydı. Dire_nişleri ve şahadetleriyle yepyeni bir şey yarattılar. Serzorê’deki bir arkadaş bile “Bizi kurtarın arkadaşlar!” ya da “Bize yardım edin!” demedi. Her konuşmada: “Bizi merak etmeyin, sonuna kadar direneceğiz. Sizler de düşmanın ilerlemesine izin vermeyin!” diyorlardı. Bundan dolayı düşmanın saldırısını boşa çıkardılar. Örneğin bir insan fedai eylem yaptığında, patlayıcılara kendini bağlayıp gitmektedir. Ama Serzorê’de tanık olduğumuz şey yalnızca bir fedai eylem değil yeni bir bakış açısıydı, adeta ölümü boşa çıkarmaktı. Doğrusu Serzorê özgürleştiril diğinde benim için tarif edilemez, çok farklı bir şey olacak. Serzorê’ye gideceğime dair zaten söz vermiştim. O okula gidecek ve arkadaşların şehit düştüğü yeri görecek, tek tek o arkadaşların fotoğraflarını kendi ellerimle o okula asacağım. Herkesin burada aslında ne olduğunu, kimlerin direndiğini bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aslında orayı farklı bir yer yapmalıyız.
Ancak böylece Serzorê’ye gelen her insan burada neler yaşandığını da anlayacaktır. Örneğin Serzorê’de bir direniş müzesi olabilir. Serzorê’de ne yaşanmıştır, kimler orada savaşmış ve direnmiştir? Adları neydi, Direnenler kimlerdi, nereliydiler, hangi felsefe temelinde bu direnişte yer aldılar? İşte tüm bu soruların yanıtlarını yarın oraya gidecek herkese göstermek de bizim kahraman şehitlerimize borcumuzdur. Ben zaten Serzorê’deki arkadaşlarla son konuşmayı yapan kişi olarak onlara ayrıca söz vermiştim. “Biz sizlere söz veriyoruz. Hiçbir zaman teslimiyeti ve değersizleşmeyi kabul etmeyeceğiz. Tıpkı sizin şiarınız gibi. Kobanê; kahramanların toprağıdır, asla teröristlerin yaşam alanı olmayacak!” Doğrusu son 5 aydır hep onlara verdiğim bu sözle yaşadım. Kobanê kahramanca direndikçe hiçbir şekilde teröristlerin yaşam alanı olmayacak, kahramanlara layık olacaktı. İşte bu topraklarda yaşayan herkes yediden yetmişe herkes buraya geldiğinde bunu görebilmeli, Serzorê direnişini zihinlerinde canlandırmalı, o kahramanları hatırlamalı ve anmalıdır.
RÊNAS MÛSA
YORUM GÖNDER