BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (61.BÖLÜM)
TAKTİKTE TIKANMA SÜRECİNİN GELİŞMESİ
Komutanın Taktiğe Kaygılı Yaklaşımı;
İmkansızlıklarla boğuşan Botan eyaleti, yapılan bazı taktik hazırlıklarla 1997 yılında tekrar bir toparlanma ve gelişmeyi yaşamıştır. Gelişme olunca da 1993 süreci gibi açılım ve bazı alanların düşürülmesi tekrar hedeflendi. Bilindiği üzere Çeçenistan’da Şamil Basayev Rusya içlerinde bir süreliğine bir şehri denetimine almıştı. Bu durum o zaman bizlerde şöyle bir tartışmaya yol açtı; Şamil Basayev gidip Rusya içlerinde bir şehri kontrolüne alıyor, neden biz bir şehrin veya alanın kontrolünü ele almayalım. 1997 yılında Müks (Bahçesaray) üzerinde bir planlama geliştirildi. Daha sonra çeşitli nedenlerle, özellikle de arazi yapılanmasından ötürü bu planlamadan vazgeçildi. Bunun üzerine Hakkari üzerine yoğunlaşılmaya başlandı. Yapılan planlama düşmanı araziye çekme üzerine kurulmuştu, şehir baskını düşmanı araziye çıkmaya tahrik etmek amacıyla düşünülmüştü. 4 Ağustos tarihinde Hakkari’de Osman Pamukoğlu’nun yalanlarla çok övdüğü dağ komando tugayını ve jandarma alayını araziye çekmek ve kurulan pusularla büyük darbe indirmek için şehir merkezine baskın yapıldı. Bunun için Berçelan Dahulê dağları arasındaki dağ silsilesine 8 bölük yerleştirildi. Geriye kalan diğer güçler şehir baskını yapmaya başladı. Merkeze baskın yapan gruplar, emniyet müdürlüğünü, özel tim merkezini ve jandarma alayını yoğun ateş altına almaya başladı. Bilinçli bir biçimde sabaha karşı şehirden çıkma planlandı. Bu temelde sabaha yarım saat kaldığında şehirden çıkıldı. Amaç gerillaların takip edilmelerini sağlamaktı. Takip ettiklerinde her yerde pusuya gireceklerdi. Plan böyleydi ama zaman geçmesine rağmen gerillayı takip eden olmadı. Asker araziye çıkmayınca pusuda beklemede ısrarlı davranıldı.
Büyük bir gerilla gücü şehrin hemen arkasında beklemeye devam ediyordu. Bazı komuta üyeleri çekilmeyi önerdilerse de, bu öneri yerinde görülmediği için kabul edilmedi. Akşama kadar kalındıktan sonra geri çekilme yapılacaktı. Bundan iki hafta önce aynı taktikle Peyanus’un alt tarafında bulunan Elki köyünde araziye dayalı bir eylem yapılmıştı. Orada tuzağa düşmüş ve kayıplar vermişlerdi. Bunun için generaller arazide tuzak olur korkusuyla bu eylemden sonra askeri, araziye çıkarmadı. Açık hareket eden gerilla güçlerini takip etmedi. Taktiği anlamış olmalıydılar. Öğleden sonra Doğu Kürdistan’dan katılmış yeni bir savaşçının kaçtığı yönünde haber verilmesi üzerine düşmana bilgi verilmiş olabileceği ve daha fazla beklemenin bir anlamı olmadığı için öğleden sonra güçler mevzilerinden geri çektirildi. Böylece bilgi aktarılma ihtimali, planı tümden deşifre etmiş olabilirdi. Gerillanın mevzilenmesi hakkında bilgi sahibi olan düşman artık tuzağa düşmezdi. Gelselerdi de farklı yollardan ve geçitlerden gelme ihtimalleri daha fazlaydı. Son gelişmeler ışığında yapılan yeni durum değerlendirmesi ekseninde güçler geri çekildi. Teslim olan gençten bilgi alındıktan sonra ertesi gün dağ komando tugayında kurşuna dizildiği bilgisini de aldık. Türk askeri o yıl boyunca yani 1998 Haziran ayına kadar tuzak olur diye korkusundan bu arazilere hiç çıkmadı ve operasyon yapmadı. Yılın esas büyük eylemi Çatak’ta yapılacaktı. Çatak’a dönük yapılacak eylemin ön hazırlık çalışmalarının görevi Hüseyin arkadaşa verildi. Eylem hazırlığıyla yaklaşık olarak iki ay uğraştılar. Amaç, Çatak’ı tümden denetime almaktı. İçindeki her şeyle beraber ele geçirilecekti. Hakkari eyleminden sonra güçlerimiz Faraşin’de üstlendi. Türk ordusu da az çok bunu biliyordu.
Fakat arazide üzerimize gelmeye cesaret edemiyordu. Dört koldan (Hakkari, Van, Çatak ve Beytüşşebap tarafından) gelen askeri güçler, güçlerimizle temasa girmeyecek şekilde arazide konumlanıp, Nikon dürbünleriyle gözetleme yapıp gün boyu güçlerimize dönük saldırı halinde kobralara yer gösteriyorlardı. Güçlerimizin üstlenme sahasının etrafında kurdukları dürbün sistemiyle kobraları koordine etmeye başlamışlardı. Kobralar gün boyu gerillanın bulunduğu yeri yoğun ateş altında tuttu. Kobra saldırısında Zınarin arkadaşla beraber altı şehit verildi. Sonra buradan hareket edilerek Çatak’a geçildi. Çatak çok geniş bir alandır. Kalabalık gerilla güçleri ilçenin güneydoğusuna düşen İllon dağının arkasında geniş bir araziye yayılarak üstlendi. Güçler yerlerini aldıktan sonra keşif planları incelenmeye başlandı. Ama keşfin sağlam olmadığı, bazı yerlerde yeterli düzeyde somut bilgiler elde edilmediği görülüyordu. Bunun üzerine son keşfi yapmak amacıyla başka bir keşif kolu çıkarıldı. Acele edilmesinden dolayı bazı yerlerin somut krokileri çıkarılmamış ve tam bilinmiyordu. Çatak’ta üç Alman leopar tankı bulunuyordu. Bunlardan birisine nasıl, hangi yol ve yöntemle ulaşılacağı net değildi. Amaç yakın saldırıyla tankın üst kapağını açmak ve ele geçirmekti. Kuşkusuz ki bir tanka nasıl ulaşılacağı netleştirilmezse, eylem fiyaskoyla sonuçlanabilirdi. Önünde mevziler vardı, haydi mevziler vuruldu ve etkisiz kılındı, ama ondan sonra mesafe netleştirilmediği için tank harekete geçmeden ele geçirme durumu net değildi. Eksik bazı bilgiler bulunmasına rağmen yine de planlama hazırlandı. Şehrin maketi yapıldı, maket üzerinde saldırı kollarına hedefler gösterildi. İş bölümü yapıldıktan sonra, akşam beklenmeye başlandı.
Çünkü güçler akşama doğru harekete geçeceklerdi. Hedef, şehri en az üç günlüğüne ele geçirmekti. Özellikle Van tarafından gelecek müdahaleye karşı tedbirlere ağırlık verildi, yollara pusu grupları çıkarıldı. Baskınla beraber geniş bir alan çatışma sahasına dönüştürülmüş olacaktı. Planlamadan sonra her yönetim üyesi kendi birliğinin yanına gitti. Bir saat sonra tüm komuta kademesini çağırdım. Kırkın üzerinde komutan arkadaş vardı. Fakat komuta kademesindeki arkadaşların yüzlerine bakıldığında ciddi bir gerginlik seziliyordu. Bu gerginlik beni endişeye düşürüyordu. Çünkü komuta kademesi eylemin başarısına inanmamıştı. Bir asker yapacağı işin başarısına inanmazsa, onun başarı şansı çok azalır. Ben, başta bu eylemin yapılmasında çok ısrarlı ve kararlıydım. Fakat keşifte belirttiğim noksanlık ve son günde çok yakından tanıdığım arkadaşların müthiş düzeyde gerginliğini görünce bende de tereddüt başladı. Bunun üzerine harekete geçmek üzere olan tüm komuta kademesini yeniden karargah noktasına çağırdım, “bu eylem tarihi bir eylem olabilirdi, ancak tüm arkadaşların eylemin başarısına yeterince inanmadıklarını görüyorum. Dolayısıyla bu eylemi iptal ederek, normal bir şehir baskını biçiminde gerçekleştirmeyi daha doğru görüyorum” dediğimde, bir anda komuta kademesindeki arkadaşların yüz hatlarında bir değişiklik ve rahatlama görüldü. Aslında ciddi bir biçimde karşı çıkanlar olsaydı, eylemin yapılabileceğini düşünüyordum. Ancak her söz alan arkadaş, “en uygunu budur, ben de katılıyorum” dedi. Bir veya iki arkadaş tam olarak katılmadı. Bir arkadaş sorumluluğu paylaştığımıza dair imza verelim, dedi.
Diğer tüm arkadaşlar eylemin iptal edilmesi fikrine çok güçlü bir şekilde katıldılar. Hiç kimsenin inanmadığı bir eylemi dayatmak ne kadar doğru olur, diye düşündükten sonra, o plandan vazgeçmeyi daha akılcı bulduk. İnancın olmadığı bir eylemin başarılı olamayacağına kanaat getirerek, farklı bir alternatif üzerinde yoğunlaşmaya başladım. Çatak civarlarında on günden fazla kalınmıştı. Keşfin eksik kalan yönü tamamlanmaya çalışılsaydı zaman alacaktı. Bu da başka sorunların yaşanmasına neden olabilirdi. Fazla uzayınca bilgi sızabilirdi. Havalar soğumuştu, sonbahar bitmek üzereydi ve bulunulan yerin iklimi sertti. Çatak planından vazgeçildikten sonra, Alan ve Yezdinan vadisine yönelim gerçekleştirme ve ele geçirme planı üzerinde duruldu. Bu vadi, Alan ve Yezdinan aşiretinin peş peşe konumlandıkları Botan çayına akan zengin bir vadidir. Vadi boyunca biri Yezdinan alanında birisi de Alan mıntıkasında üstlenmiş iki askeri merkez vardı. Zaten vadi boyunca dizilmiş tüm köyler de korucuydu. Çünkü korucu olmayanlar göçertilmişti. Bizim için korucuların etkisiz kılınması hiç sorun değildi. Askeri merkezlerin düşürülmesi halinde alanın tümünü düşürebilirdik. Bu askeri merkezler bölükten daha çok taburlar biçiminde örgütlenmiş güçlerdi. Güçlerimiz vadi ile Çatak arasında üstlenmişti. Çatak eylemi için buraya gelinmişti. Çatak’a dönük büyük eylem iptal edilince bir kısım güçler üç koldan Çatak’ı basmak üzere ayrıldı. Geri kalan 300’e yakın güçle birlikte Çatak vadisini kesip, Masiro tarafına geçmemiz gerekiyordu. Eylem hazırlığını orada yapacaktık. Güçlerimizin güvenlikli bir biçimde vadiyi geçmesi için bir mangalık güvenlik gücü vadideki geçiş noktasını kontrole almak için gönderildi.
Fakat biz vadiye doğru inince bu güvenlik içerisinde bulunan ve daha sonradan ihanet eden Nusaybinli bir bayan bizi taradı. Yanındakiler müdahale edene kadar yedi-sekiz mermi sıktı. Düşman sandığını ve yanlışlık yaptığını belirtti. Herhangi bir şey olmadı ama silah seslerinin çıkması iyi olmamıştı. Zaten hemen durumdan şüphelenen asker ve çeteler geçtiğimiz noktaya gelip bakmışlardı. İzlerden yüzlerce kişinin geçmiş olduğunu görünce panikleyerek alarma geçmişlerdi. Van’dan da takviye kuvvet istemişlerdi. Bu arada güçlerimiz gittiği yerde konumlandılar. Önceden keşif hazırlıkları vardı. Fakat son keşiflerin yapılması gerekiyordu. Son keşiflerde de görüldü ki, düşman şüphelenmiş, hem alarma geçmiş, hem de Van’dan bine yakın takviye güç gelerek her iki taburun etrafına çadırlar kurarak yerleşmişti. Bunun üzerine bu alanın düşürülmesi de zorlaşmıştı. Dolayısıyla burada eylem daraltılarak her iki taburun tepelerine ve bazı yan hedeflere dönük eylemler biçiminde düzenlenerek uygulandı. Kısaca o yıl köklü, kesin sonuç alıcı eylemsel bir hamle geliştirilemedi. Beytüşşebap ve Çatak örneklerinde görüldüğü gibi komuta kademesinin ruh hali sonuç alıcı bir hamleye hazır değildi. Bu tür kapsamlı eylemler üzerinde güç yeterince yoğunlaştırılmamış ve ikna edilmemişti. Aynı zamanda eylemsel süreçte sonuna kadar ısrarlı olamama ve çok yönlü düşünememe gibi bir durumumuz açığa çıkmıştı. Çeşitli eylemlerle süreç devam ettirilmek istendiyse de bir türlü kapsamlı ve sonuç alıcı bir çıkışa dönüştürülemedi. Ekim ayında Zap’a yönelik ikinci bir operasyon yapıldı. Bu operasyonda yine dönem taktiği olan araziyi doğru kullanma temelinde cevap verme tarzı yerine köylü isyancı tarzının bir başka versiyonu olan bir tarz uygulandı. Fazla içeriği olmayan, doğru dürüst direnme potansiyeli taşımayan bir duruş sergilenmişti.
Temel nedeni yönetimin çapsız olması ve gerillayı uygun bir tarzla savaştırmamasıdır. Kritersiz ve çapsız kişilerin yönetim adıyla ana karargahta bulunmuş olması bile, daha baştan itibaren yılın yarı yarıya kaybedilmesine neden olmuştu. Bilindiği üzere 14 Mayıs’ta Zap alanında ve genelde Güney’de başlayan operasyon karşısında yeterli bir duruş sergilenmemişti. Ama yine de bir direniş vardı.Ayrıca 14 Mayıs’a kadar alanda bir yönetim vardı. Derli toplu bir düzey söz konusuydu. Fakat operasyonla güçlerin çekilmesi ve yeterince bir direnişin sergilenmemesi belli bir zorlanmayı yaratmıştı. Ama sonrasında yönetimin değişmesi ve biraz da boşluktan dolayı gelen yeni yönetimin karargahın yükünü kaldıracak bir düzeyde olmaması, beraberinde sorunları daha da ağırlaştırdı. Düzeltici herhangi bir çabanın geliştirilmemesi, orada var olan sorunların giderek daha fazla kangrenleşmesine neden olmuştu. Her şeyden önce Zap’ta bulunan gücün ruh ve duygu dünyaları zayıflatılmıştı. İnsanlarla ilgilenme, örgütleme, taktik geliştirme adına herhangi bir çaba ortaya konulmamıştı. Kimin sorunu nedir, sorununu çözmek için nasıl bir yaklaşım sergilenir adına bir tutum geliştirilmemişti. Yönetim ve yapı birbirinden kopmuş, adeta ayrı dünyalarda yaşar gibi pratik bir durum ortaya çıkmıştı. Oysa askeri taktik ve örgütlenme bakımından biraz daha derli toplu olunsaydı ve sorunların giderilmesi temelinde güçler sürece motive edilerek, doğru harekete geçirilseydi, gelişmeler farklı olabilirdi.
Ancak böyle olmadı, bir bütün olarak sorunların giderilmesi değil, yeni sorunların eklenmesi biçiminde bir seyir izledi. Önderlik tarafından önceden perspektifi verilen araziye dayalı savaş taktiğini geliştirmeye dönük bazı çabalar geliştirilseydi daha sonuç alıcı gelişmeler ortaya çıkabilirdi. Kısacası ana karargah, bu dönemde ana kumanda merkezi olmaktan çok uzak bir duruş sergiliyordu. Karargahın, tüm eyaletleri yönlendirme gücü zaten yoktu. Bırakalım geneli yönlendirme, bünyesinde bulunan güçlerin sorunlarını çözemeyen, savaştırmayan, onu doğru bir taktik perspektifle donatmayan bir oluşumdan savaşı yönetmesi ve geliştirmesi beklenemezdi. Bu dönemde ana karargah sorunlar yumağına dönüştürüldüğü için, diğer tüm eyaletleri de aynı sorunlarla uğraştıracağı beklenen bir durum olmalıdır. Savaşın sevk ve idare merkezi olan ana karargahın, kendini sevk ve idare etmemesi gerçekliği karşısında diğer eyaletlerin yürütülmesini bizzat Önderlik üstlenmişti. Fakat karargahın rol oynaması değil, bir ağırlık oluşturmuş olması savaşta yaşanan tıkanıklığın devam etmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kendini tekrar etmenin bu oluşumda ağırlıklı olarak yaşandığı, objektif de olsa diğer yerler üzerinde de çeşitli düzeylerde etkisi olmuştur. 1997 yılı için Önderlik kendi sahasında ciddi bir hazırlık yaparak 1997 sürecine önemli bir rol biçti. Önderlik bizzat yürüttüğü eğitsel faaliyetler ve resmi toplantılarla güçleri hazırlayarak, kararlaştırarak hamle geliştirme yöntemini hep esas almıştır. 1996 yılı boyunca Önderlik kendi sahasında üst üste iki devre eğiterek 1997 yılına kapsamlı bir hazırlığı gerçekleştirdi. Çünkü PKK merkez komite sıfatında ya da daha önceden eyalet komutanlığı gibi görev yapmış birçok kişiyi kendi sahasına çekerek, yeniden görevlendirmeler yaptı.
Özellikle 1996 baharı boyunca Önderliğin üzerinde yoğunlaştığı ve 5. Konferans’ın kararlaşmasını geliştirdiği temel devrede, Botan, Dr. Süleyman, Küçük Zeki gibi kişilerin bu eğitim devresini alttan alta çok sinsi yöntemlerle boşa çıkarma pratiği yaşanmıştı. Önderliğin bütün yoğun çabalarına karşılık bu kişiliklerin öncülüğünde hem Kürtçe, hem Türkçe devresinde laçkalaştırma, boşa çıkarma geliştirilerek Önderlik hazırlıklarının altı oyulmaya çalışılmıştır. Aslında 1997 yılı pratiğinin tüm beklentilere rağmen pek başarılı olmamasının önemli bir nedeni budur. Oysaki 1997 yılı gerçekten bir final yılı olabilirdi. Buna ek olarak sınır kültürüyle bir yaşam tarzına alışmış olan Nasır, gittiği Garzan’da rolünü oynamamıştı. Zagros eyaletinde şekillenen “Zagrosçuluk” denilen anlayışın da partinin yaptığı yeni düzenlemeyi içten kabul etmemesi ve böylece oraya atanan Abbas arkadaşı tümüyle boşa çıkaran pratiğin sergilenmesi bu iki eyaleti 1997 yılı boyunca bir tür devre dışı bıraktı. Burada kaynağını Zeki çizgisinden alan tasfiyecilik ile Nasır çizgisinin tasfiyeciliği ilginç bir biçimde buluşarak, 1997 yılını önemli oranda Kuzey’de etkisiz kılmıştı. Çünkü 1996’daki eğitim ardından Dr. Süleyman Amed’e, Küçük Zeki Erzurum’a, Berxwedan Serhat’a, Nasır Garzan’a düzenlenmişlerdi. Bunların hepsi de pratiği ilerletmedi, boşa çıkardı. Ayrıca 1997 yılının başında Dersim eyaleti ciddi bir darbe aldı. Aliboğazı alanına dönük gerçekleştirilen ve yaygınlaşan tek bir operasyonda 120 civarında arkadaşın şehit verilmesi 1997 yılı için Dersim’i devre dışı kılmıştı. 1997 yılı içerisinde Erzurum eyaletinde düşmanın geliştirdiği operasyonlarda ciddi kayıplarımız yaşanmıştır. Mart ayında küçük Zeki’nin de hazır bulunduğu bir operasyonda 39 arkadaş şehit düşmüştür. Bu operasyonda küçük Zeki, çatışmaların başlamasıyla küçük bir grupla operasyon dışına çıkmıştır.
Yine aynı süreçlerde Gol alanında da 19 arkadaş yaşanan çatışmada şehit düşmüşlerdir. Erzurum eyaletinde yaşanan bu toplu kayıplarda ve Mesut (Sait Demir) arkadaşın Dallıtepe’de şehit edilmesinde küçük Zeki’nin sorumluluğu vardır. Bu kişinin benzer dikkat çekici ve üzerinde durulması gereken pratikleri olmuştur. Bütün bu nedenlerden dolayı bu kişinin sübjektif olabilme ihtimali üzerinde duruluyordu. Bu nedenle Önderlik kapsamlı bir müdahaleyi planladı. Müdahalenin eyalete habersiz girmesini tembihledi. Bu müdahale için kendi sahasında eğittiği Harun (Hüseyin Özbey) arkadaşı görevlendirmişti. Erzurum eyalet komutanlığı olarak görevlendirilen Şehit Harun arkadaş Botan’da yanıma geldi. Birlikte iki hafta boyunca tartışıp, yoğunlaştık. En seçme arkadaşlardan 9 arkadaşı yanına düzenledik. Bu arkadaşlarla birlikte eyalete ulaşmadan Garzan’a bağlı Sason alanında düşmanın mayınlı tuzağı sonucu bir-iki arkadaş dışında yanındaki kuryelerle birlikte şehit düştüler. Yılın en önemli kayıplarından birisi de yaşanan bu şehadet olayıdır. Dolayısıyla Erzurum eyaletine müdahale bu dönemde yapılamamıştır. Kısaca 1997 yılı sonuna gelindiğinde durum böyledir ve görüldüğü üzere 1997 yılı Önderliğin öngördüğü gibi bir final yılına dönüştürülemedi. Yetmezliklere rağmen Soran ve Botan alanları kısmi bir gelişmeyi yaşamıştı. Soran alanında gelişmeye neden olan kısmen YNK ittifakının sağladığı avantajdır, kısmen de KDP’nin burada fazla hazırlıklı olmamasıdır. En azından görünen hususlar bunlardır. Botan’da ise ileri bir düzey yakalanamamıştı. Fakat alanın kendisini yaşatması, her türlü ambargoya rağmen alanda bulunması ve araziye dayalı taktiği kısmen uygulamış olmasıyla bazı sonuçlar ortaya çıkmıştı.
Bu temelde 1997 yılı da bir dengeyle geride bırakıldı. Yine de ne Türk ordusunun, ne de bizim sonuç aldığımız bir yıldır. Gerillanın kendini tekrar etmeye devam etmesi bu sonucu doğurmuştur. Gerilla yeni taktik perspektifle kendini yenileyememiştir. Araziye dayalı savaş taktiğinin biraz uygulandığı Botan’da bazı sonuçlar açığa çıkmıştır. Dönem taktiği olan araziye dayalı savaş taktiği kısmi bir biçimde Botan alanında uygulandı ve belli sonuçlar aldı. Hatta o zamanki Botan koşullarında küçümsenemeyecek düzeyde bir toparlanmaya yol açtı. Bu sonuçlara bakılarak şunu belirtmek yanlış olmayacaktır; eğer 1997 yılında bütün eyaletlerde bu taktik hayata geçirilmiş olsaydı beraberinde önemli gelişmeleri yaratacaktı. Ama bu taktik Kürdistan’ın diğer eyaletlerinde uygulanmadı, hatta uygulanması için de herhangi bir çaba geliştirilmedi. Uygulansaydı, 1997 yılı PKK’nin zaferine tanıklık edebilirdi. Başkan Apo’nun belirlediği gibi, bir final yılı olabilir ve demokratik çözüm sürecinin önünü açabilirdi. Çünkü taktik uygulansaydı hakimiyet önemli oranda gerillaya geçerdi ve Türk devletini dize getirebilirdi. Taktiğe doğru yaklaşmama gerilla komuta tarzında bir alışkanlık haline gelmiştir. Çeteci anlayışın tutumu bunda çok belirgin rol oynamıştır. Sonuçta 1997 yılı hedeflendiği gibi bir final yılına dönüştürülemedi ama özü itibariyle her yerde belirli düzeyde güçlü direnişlerin sergilendiği bir yıl oldu. Yani 1997 yılı hareketin amaçladığı genel planlama hedefleri doğrultusunda gelişmedi ama yine de bir direniş yılı olarak kayda geçti. Öte yandan Güney’de yeni bir cephe oluşmuştu. Güç düzeyinde herhangi bir gerileme yoktu. Kuzey’de bir büzülme daralma yaşanırken, Botan ve Güney hattında açılım yaşanmıştı.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER