BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (77.BÖLÜM)
ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜNDE BÜYÜK ZAFERİ ENGELLEYEN NEDENLER
Ordulaşma Sorunları Ve Kürt Klasik Savaş Tarzının Etkileri;
Ordulaşma gerçeğinin doğru pratikleştirilmesi, ideolojik, felsefi, ahlaksal tutuma uygun bir şekillenmenin kazandırılması noktasında çok ciddi zaaflar yaşanmıştır. İnsanı değiştiren, dönüştüren, iradi bir güç haline getiren, zayıf kişilikten güçlü kişilik yaratan bir hareketin saflarına katılanların adeta bir yığın gibi kalmaları düşündürücüdür. Bu nedenle ordu düzeni, disiplini, sistemi ve komuta kademesi belli bir sistem çerçevesinde geliştirilmemiştir. Özellikle 1990’lardan sonra hem köylülükten, hem aydın gençlikten gerçekleşen katılımlarda kişilik düzeyinde yaşanan hastalıklar örgüt anlayışı içerisinde eritilemedi. Yine taktik öncülük, Önderlik görüşü ve felsefesini tüm yapıya özümsetemedi. Binlerce kişinin Önderlik sahasına gitmesi mümkün değildi. Zaten her eyaletten her yıl beş-altı kişi seçilerek eğitim amacıyla Önderlik sahasına gönderiliyordu. Geriye kalan güçleri taktik öncülüğün eğitmesi gerekmekteydi. Taktik öncülük bu görevi yeterince yerine getirmediği için 1990’lardan sonra katılanlar dönüştürülemedi. Dönüştürülemeyince de değerlere, örgüt çizgisine, yaşama ve disipline yaklaşımı yetersiz kaldı. Bunun bir sonucu olarak giderek parti ortamına çok ciddi gerilikler yerleşmiştir. Halk bile “eski Apocular nerede” diye sormaya başlamıştır. Bunun nedeni, yeni katılımların değiştirilememesi ve kendi özelliklerini ortama taşırıp sürdürmesidir. Böylece ordu yapısına parti çizgisi yerleşmemiştir. Özellikle katılanlar 12 Eylül darbesinin yarattığı kişiliğin çarpık bazı özelliklerini de kendileri ile birlikte örgüt içine sızdırmalarıyla ordu içerisinde farklılaşma başlamıştır.
12 Eylül darbesinin kişilik düzeyinde yarattığı tahribat göz önünde bulundurulduğunda, bu kişiliğin kültürel ve duruş bakımından oldukça kalıpçı, bireyci, çekiştirici, didiştirici ve dar eksende olacağı kesindir. Bu yapının eritilmemesi nedeni ile eyaletçilik gelişmiş, her eyaletin kendine göre ayrı bir parti gibi şekillenmesine götürmüştür. Giderek bölgeler farklılaşmış, komuta düzeyinde aşırı tekleşme ve bireycileşme gelişmiştir. Böylece neredeyse yapı içerisinde parti azınlık haline getirilmiştir. Nitekim bu olumsuz etkilerin giderilmeyip daha sonraki yıllarda çürümeye, yozlaşmaya ve farklılaşmaya dönüşmesiyle, 1998’de Önderlik, “Eğer değişmezseniz ben bu örgütten istifa ediyorum” diyerek buna tavır aldı. Bunun nedeni ordulaşmanın PKK çizgisine göre şekillendirilmemesidir. Örgütsel olarak durum böyle olunca, doğru komuta çizgisinin de oturmasına engel teşkil etmiştir. Sonuçta her bölgenin ve eyaletin kendine göre bir komuta tarzı gelişmiş, lafazan, pratiği teğet geçen, işin içine girmeyen, her şeyi dil gücüyle yapmak isteyen küçük burjuva lafazan duruşu ile dar, yüzeysel, kaba duruş sahibi köylülük egemen hale gelmişti. Bu anlayışların ağırlığı altında gerçek parti çizgisi adeta kaybolmuştu. Çoğu yerde bu iki anlayışın birbiriyle mücadelesi parti çizgisini bulanıklaştırmıştır. Böylece örgüt sistemine uygun bir ordulaşma çizgisi yeterince oturtulmadığı gibi askeri çizgiden de uzaklaşma yaşandı. Ordu içerisinde çeteci anlayışın zemini de bu biçimde gelişmiştir. Sisteme girmeyen, çizgiye göre yaşamayan bir yerde çeteciliğin gelişeceği ve çizginin canına okunacağı açıktır.
Yaşanan düşkün ruh halleri, ihanet ve kopuşların kaynağı da esas olarak böyle bir tabloya dayanmaktadır. İdeolojik, örgütsel eğitimler yeterli düzeyde geliştirilmediği gibi askeri eğitim de devreden çıkarılmıştı. Öyle ki gerilla yıllarca kendisinden ayırmadığı, sürekli yanı başında taşıdığı ferdi silahının hakkını bile verebilecek bilgiye sahip değildi. Askeri tekniği ve askeri bilimi yeterince geliştirmeyen, kaba ve düz yaklaşan, özellikle teknik bilimi, bilgiyi küçümseyen, teorik olarak da bilinçsizliği yaşayan bir düzeye gelinmişti. Hatta savaş tekniğini alaya alan, ciddi yaklaşım geliştirmeyen bir anlayış egemen olmuştu. ARGK ve sonrasında HPG ordu gerçekliğinde Mahsum Korkmaz Akademisi’nin rolü belirgindir. Burada verilen askeri derslerle gerilla 2000’li yıllara kadar yürümüştür. Güç sayısı büyümüş, yeni katılımlar gerçekleşmiş ama askeri çalışmalarda bir farklılaşma yaşanmamıştır. Dağda ne yeterli düzeyde eğitim verilmiş, ne de eğitim ihtiyacını karşılayacak bir akademi sistemi kurulmuştur. Zaman zaman Botan’da akademi şubeleri açılmış olsa da, özünde sistematik bir askeri okul haline dönüşemedi. Askeri bilim ve teknik bir nevi göz ardı edildi. Öyle ki kişiler pratikte yetişen bir pratisyen düzeyi kazanmış ama tekniğin hakkını verememiş, bomba ve silahı teknik bilimine göre kullanamamıştır. Bir taktik stratejik meseleyi teorik olarak çözümleyememiştir. Bu da ordunun vuruş gücünü önemli oranda olumsuz etkiledi. Atış kabiliyeti ve vuruş gücünü de zayıflattı. Bir bütün olarak ordu, taşıdığı fedai öze rağmen güçlü, sonuç alıcı ve atılımcı bir ordu olmaktan alıkonuldu. Tekrar vurgulamak gerekirse Kürdistan’da Önder Apo’nun geliştirdiği yeni militan çizgi ile Kürt toplumunun bilinen, geleneksel toplum özellikleri ve sömürgeci sistemin ağır etkisi altında şekillenen kişilik arasındaki çatışma hep mücadele halinde gelişmiştir.
Önderliğin mücadelesini verdiği militan çizgi, klasik isyancı Kürt kişiliği ve sömürgeciliğin yarattığı özelliklerle savaş halinde olmuştur. Toplumu derinden etkileyen, adeta kişilerin genetiğinde bulunan ve kendisini her türlü savaş tarzına dayatan bir Kürt savaş tarzı vardır. Aslında Kürt toplumunun kendine has bir savaş tarzının olup olmadığı tartışmaya değer bir konudur. Keza bir savaş tarzının varlığı bile şüphelidir. Çünkü bilindiği üzere savaş bir sanattır ve bu sanatın yazılı olan 2500 yıllık bir geçmişi vardır. 2500 yıl öncesinde Çinliler bunu savaş sanatı kitabında formüle etmişlerdir. Tarihi verilere göre Medler de aynı dönemde benzer savaş taktiklerini uygulamışlardır. Aynı dönemde Medler ve Perslerin de önemli bir savaş düzeyi kazandıklarına dair güçlü tarihi veriler bulunmaktadır. Ama her nedense gittikçe bu konuda bir körelme ve daralma yaşanmıştır. Adeta giderek Kürt toplumunun savaş tarzı, bir savaş olmaktan çıkmış, sadece saldırılar karşısında isyan biçimiyle sınırlı kalmıştır. Kürtlerin tarih boyunca bir saldırı savaşını yürütmemiş olmaları olumlu değerlendirilebilir. Başka ulusları, halkları, ülkeleri işgal etmeyi düşünmemişlerdir. Bunun için de büyük ordular oluşturmamışlardır. Bu, insani açıdan olumlu bir şeydir. Ama kendini ve yurdunu savunmak için gerekli savaş tarzını da giderek yitirmiştir. Bu konuda belirginleşen bir savaş tarzları ve taktikleri yoktur. Bir yönüyle insani ve iyi bir tutum olarak görülebilir. Sadece kendini savunma kabilinde savaşmışlardır. Kendini savunma ihtiyacı duyduğunda savaşa başvurmuş denilerek olumlanabilir ama bu bir tarza kavuşmadığından olumsuzluğu çok daha fazla olmuştur. Kürtler bu nedenle savaşı savaş olmaktan çıkarmış, köylü isyancılığı haline indirgemişlerdir. Kürtlerin savaş tarzı, herhangi bir hazırlığa, sisteme, doktrine dayanmayan, sadece gelişen baskılar veya kendini dayatan fiili durumlar karşısında dağa çıkıp isyan eden, kaleye girip sonuna kadar çarpışan bir tarz halini almıştır.
Bir diğer yönü, savaş diyemeyeceğimiz, kavgaya daha çok denk düşen, iç çatışmalar ve iç talanların yaygınca gelişmesidir. Bir aşiretin öbür aşirete karşı kavgası, bir aşiretin başka aşiretlere talan akınları biçiminde somutluk kazanan kavgacılıktır. Bir doktrine dayalı savaş çizgisi yoktur. Savaş çizgisi kavgacılıktır, isyancılıktır. İsyanlar kalelerde veya dağların zirvelerinde kendini savunma biçiminde gelişmiştir. Açıkça görülüyor ki Med’lerden sonra Kürt tarihinde savaş konusunda bir baş aşağı gidiş yaşanmıştır. Medler döneminde Kürt askeri birliklerinin belli bir savaş düzeyinin olduğunu tarihi belgelerden anlıyoruz. “Onbinlerin Yürüyüşü”nde en çok Kürdistan’da zorlandıkları yazılıyor. Çünkü Kürtlerin vur-kaç taktiğine maruz kalmışlardır. Ancak 18. ve 19. yüzyıldaki direnişlere bakıldığında Ksenephon’un bahsettiği Onbinlerin Yürüyüşü’ne karşı yürütülen savaş tarzı adına geriye bir şey kalmamıştır. Hayalet gibi vurup parça koparan, vur-kaç taktiği uygulama gibi bir tarz yoktur. Vurup mevziye dikilme vardır. Hatta vurmadan önce ortaya çıkıp dikilmiştir. Adeta düşmana “buradayım, gel” diyen bir tarz esas alınmıştır. Bu nedenle çok rahatlıkla denilebilinir ki, Kürtlerde sadece toplumsal özelliklere dayalı bir baş aşağı gidiş yaşanmamıştır. Baş aşağı gidiş esas olarak en çok askeri alandadır. Daha önce belli bir savaş düzeyi olmasına rağmen 18. ve 19. yüzyıla gelindiğinde hemen hemen sıfırlanmıştır. Tarih içinde savaş tarzı yanıltma, hile, kıvraklık, esneklik, manevra ile karşı tarafı düşürme, yanlış yöne sevk etme ve böylece tuzağa düşürerek üstesinden gelme biçiminde çeşitli yol ve yöntemlerle şekillenmiştir. Bu aynı zamanda savaş sanatının pratikleşmesidir. Tarihteki bütün büyük zaferler böyle sağlanmıştır. Zafer, az kayıpla karşı tarafı yenmektir.
Yoksa sonuç Pirus zaferi olur. Her iki taraf birbiriyle vuruşarak, birbirini tüketme noktasına getirir. Geride daha fazla kalan taraf zafer kazanır. Bu sonucun zafer olmayacağı açıktır. Zafer, az kayıpla karşıt orduları yanıltarak değişik taktik ve manevralarla etkisizleştirerek üstesinden gelme ve hakimiyet sağlamadır. Bu açıdan bakıldığında Kürt toplumunda şekillenen savaş tarzı bunun tam tersidir. Çünkü karşıyı yanıltma, manevra yapma, kıvrak ve esnek davranma, düşmanı tuzağa çekme gibi bir tarz söz konusu değildir. 18. yüzyılın direnişlerinde kalelere çekilmiş, kalenin içinde ya da kurdukları hat boyunca direnmişlerdir. Tuzak kurma adına hiçbir şey yoktur. 19. yüzyıl isyanları da hemen hemen benzerdir. Bütün bu dönemlerde ordu oluşturup, manevra yapma adına bir sistem geliştirilmemiştir. Düzenli ordular mevzi kurar, mevzi savaşını yürütürler ama mevzi savaşı içinde çok çeşitli taktikler vardır. Geri çekilme, saldırı, pusu, içe çekme, oyalama, taciz, imha vb çok çeşitli taktikler bulunmaktadır. Ama Kürt savaş tarzında böyle bir düzey açığa çıkmamıştır. Mevzi savaşı iki düzenli ordunun karşı karşıya mevzilenip yürüttüğü bir savaş tarzıdır. Ordusuz mevzi savaşına girmek baştan imha olmak anlamına gelir. Eğer ordu düzeni, sistemi, takviyesi ve güçlü cephane birikimi olmazsa mevzi savaşı yüzde yüz kaybedilecektir. Bu savaş tarzında zafer olmayacağı kesindir. Bu nedenle 18. ve 19. yüzyıldaki isyanlarda herhangi bir zafer elde edilmemiştir. Bütün isyanlar yenilmiştir. Bu tarzın en son temsilcisi peşmergeciliktir. Peşmergecilik Mahabad’ta geliştirilse de Kürdistan’da daha çok Melle Mustafa Barzani öncülüğünde geliştirilmiştir. Hemen hemen gerillaya yakın bir düzeye getirilmiştir. Düşman orduları karşısında yeri geldiğinde çekilen, düşmanı tuzağa düşüren yöntemlerle biraz gelişmişlik kazanmıştır. Peşmerge tarzı klasik Kürt isyancı savaş tarzı ile modern gerilla arasında bir yerde durmaktadır. Tam olarak gerilla denilemez, ama eski Kürt klasik köylü isyancılığı da değildir.
Eğer öyle olsaydı, erkenden yenilgi yaşayacaktı. Erken yenilmemesinin nedeni belli düzeyde kendini yenilemiş olmasıdır. Fakat Kürt köylü savaşından tümden kurtulmuş değildir. Bunun için direnebilmiş ama zaferi getirememiştir. Sürekli sırtını dayayacağı kurtarılmış alanı ya da dayanacağı dış alanlar olmadan sistemli bir savaşı yürütememiştir. Bu açıdan peşmergeciliği de doğru bir biçimde tanımlamak gerekiyor. Peşmergecilik, Kürt savaş tarzının modern biçimidir. Yani Kürt klasik isyancılığının biraz modernleşmiş halidir, ama gerilla değildir. Ayrıca bugünkü gerillanın dayandığı ideoloji ve yaşam biçimi çok daha farklıdır. Çağdaş gerilla daha kıvrak, daha esnek, daha çarpıcı bir takım savaş yöntemlerini kullanarak gelişme kaydeden bir tarz olmaktadır. Kürtler bunu uygulamadıkları için yürüttükleri savaşlarda, geliştirdikleri isyanlarda zafer getiren bir tarzı geliştirememişlerdir. Kuşkusuz bu direnişlerin tümü önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Özellikle direnişle halkın kendi gerçekliğinde derinleşmesi anlamında belli sonuçlar elde etmiştir. Hiçbir direniş boşa gitmiş bir çaba olarak görülemez. Her bir direnişin Kürdistan toplumunda yarattığı etki ve derin bir çizgi vardır. Bu çizgiler Kürt toplumunu günümüze kadar yaşatan ana yaşam kaynağı olmuşlardır. Eğer Kürt toplumu bugüne kadar var olabilmişse, bu direnişlerin sayesindedir. Zafer sağlamamış, yenilgili bir çizgi temelinde gelişmiş olsa da, gerçekleştirilen direnişlerin toplumun bugüne kadar var olmasında önemli ve belirgin bir yere sahip olduğu tartışmasızdır. Kürt toplumu eğer direnmeden teslimiyeti kabul etseydi, belki de bugün toplum olarak var olmayacaktı. Bugün bir toplum, bir halk ve bir uluslaşma düzeyini yaşıyorsa, tarihinde var olan direnişlerin payı göz ardı edilemez. Direniş her zaman ihanete karşı halkın öz gerçekliğini temsil eden bir çizgi olmuştur.
Çünkü bilindiği üzere Kürdistan’da sürekli olarak ihanet ve işbirlikçi çizgi varlığını sürdürmüştür. Hamidiye Alayları’nın günümüzdeki temsilcisi çetecilik biçiminde somutlaşmış, adına Güney’de cahş, Kuzey’de korucu denilen işbirlikçi çizgi, sürekli bir biçimde direnişi kırmak istemiştir. Özellikle Kuzey Kürdistan’da Nakşibendî tarikatının çizgisi doğrultusunda devletle bütünleşerek ve direniş çizgisine karşı sömürgecilikle ortak cephede yer alarak ihanet eden çizgiye karşı direniş çizgisi, tarihin her döneminde halkın var olmasında önemli bir rol oynamıştır. Bütün direnişlerde akıtılan kan, Kürt toplumunun yaşam suyu olmuştur. Böylelikle Kürt toplumu günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bu açıdan Kürdistan’ın dört parçasında gösterilen bütün direnişlere saygıda kusur etmemek büyük önem taşımaktadır. PKK bütün bu direnişlerin çağdaş temsilcisi olarak anlam kazanmıştır. Zaten PKK’nin ortaya çıkış esprisi Kürdistan tarihinde var olan direniş çizgisinin bir devamı niteliğindedir. Ama onun makus yenilgili tarihini değiştirme amacıyla ortaya çıkmıştır. Kürdistan’daki direniş hattını çağdaş bilimsel ideoloji, felsefe ve mücadele stratejisi ile donatmıştır. Geçmiş direnişlerin yarattığı etkiler olmasaydı PKK dayanabileceği bir zemin bulamayabilirdi. Eğer PKK çok güçlü bir direniş geleneği ve çizgisini Kürdistan’da oturtmuşsa, burada dayandığı temel dayanak Kürdistan tarihinde var olan isyancı direniş geleneğinden aldığı güçtür. Buradan aldığı toplumsal enerjidir. Fakat burada önemli olan Kürt direnişlerini doğru bir değerlendirmeye tabi tutmamız, yetersizliklerini tespit etmemiz, eleştirilmesi gereken yanlarını eleştirip, doğru olan yanlarını da sahiplenmemizdir. Bu nedenle direnişleri günümüze iyi taşırmak, günümüzde halkın yürüttüğü ulusal demokratik direniş mücadelesini başarıya taşımak ve geçmiş direnişleri başarıda birer dayanak yapmak için daha objektif bir değerlendirmeye tabi tutmamız gerekmektedir.
Yoksa “bizden öncekiler direndiler, kahramanlık yaptılar” diyerek üzerine destanlar, şiirler okuyup geçemeyiz. Direnişler geliştirdiler ama “ne gibi hatalar yaptılar, neden başarılı olamadılar?” sorularını da sormamız gerekiyor. Önderlik bu soruları sorarak PKK yapılanmasını geliştirmiştir. PKK bu sorulara cevap olarak ortaya çıkmış bir harekettir. İdeolojik, siyasi, stratejik ve taktik alanda bu hataları gidermek ve Kürdistan halkının direnişini zafere taşımak için yol almıştır.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER