BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (88.BÖLÜM)
MEŞRU SAVUNMA STRATEJİSİ
Paradigmasal Değişim Ve Meşru Savunma Stratejisi;
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen bilim teknik devrimi toplumsal yaşamda köklü değişimlere yol açmıştır. Özellikle iletişim teknolojisinde kaydedilen ilerleme tüm dünyada küreselleşme olgusunu hızla gündemleştirmiştir. Bu gelişmeler bir yandan sermaye sahiplerini azmanlaşan tekellere kavuşturup toplumu eşi görülmemiş bir açlığa, yoksulluğa, yoksunluğa iter ve sınırsız bir doğa tahribatına yol açarken, öte yandan direniş güçlerine yeni ve mutlaka değerlendirilmesi gereken önemli olanaklar sunmaktadır. Dünyanın kapitalizm ve sosyalizm adı altında kamplara bölünmesi ve bu temelde Sovyetler Birliği’nin tüm mücadele güçleri üzerindeki ağır etkisi, erkenden çağın niteliklerini okuma ve doğru mücadele stratejilerini geliştirme konusunda bir kısırlığa yol açmıştır. Buna, binlerce yılın oluşturduğu dogmatik zihniyetin etkileri de eklenince süreci erken kavrama ve köklü bir değişimi gündeme taşımayı ağırlaştırmıştır. Reel sosyalizmin yıkılışından sonra kapitalizm zaferini ilan ederken sistem karşıtı hareketler büyük bir bocalamayı yaşamakla beraber yeni arayışlar da teorik ve felsefik düzeyde gündemleşmiştir. Kapitalizm, ideolojilerin sonunu ilan ederek, Yeni Dünya Düzeni adı altında tüm dünyada hakimiyetini kurmaya yönelirken, sistem karşıtlarının büyük çoğunluğu inkarcılığa, yılgınlığa ve teslimiyete düşmüşlerdir. Çıkış arayışında olanlar ise ya dinsel veya etnik temeldeki geleneksel yapılara sarılmış ya da ekolojik, feminist, anarşist ve sosyalist anlayışlar çerçevesinde mücadele birlikleri oluşturmaya yönelmişlerdir.
Fakat sistemi aşacak analizler ve alternatifler geliştirmede fazla ilerleme kaydetmeyip neticede devlet ve iktidar kıskacından kurtulamamışlardır. Hareketimiz ise daha önceden reel sosyalist sistemle arasına belli bir mesafe koyduğundan ve bağımsız öz gücü ile gelişmeyi yaşadığından dolayı reel sosyalizmin çöküş sürecinden olumsuz etkilenmeyi yaşamamıştır. Hatta reel sosyalizmin çöküş süreci olan 1990 dönemi PKK için bir yükseliş süreci olarak pratikleşmiştir. Çünkü PKK, reel sosyalist sisteme bakış açısını 1985’lerden itibaren daha fazla sorgulamaya başlamış ve 1990’dan sonra değişim sürecini daha kapsamlı gündemine almıştır. Önder Apo reel sosyalizmin içine düştüğü hataları, yetersizlikleri daha somut bir biçimde ortaya koyarak kendi ideolojik, teorik perspektifine somutluk kazandırmıştır. Özellikle reel sosyalizmin dayandığı teorik tespitlerin yetersizliğini görmüş ve o yetersizlikleri gideren bir yaklaşım geliştirmiştir. Önder Apo 1990’lı yıllarda geliştirmeye başladığı alternatif çözüm arayışlarını giderek şekillendirmiş ve İmralı sürecindeki yoğunlaşmalarıyla yeni bir paradigma düzeyine kavuşturmuştur. Kapitalizmin ve ne kadar karşıtı gibi gözükse de onun değişik bir versiyonu olmaktan kurtulamayan reel sosyalizmin kalıp ve kavramlarından arınma ve Marksizm’e yönelik bilimsel eleştiriler temelinde geliştirilen tarih ve toplum çözümlemeleri yeni paradigmanın temelini oluşturmuştur. Sadece reel sosyalizmin yanlış uygulamaları değil, Marksizm teorisinin ciddi yetersizliklerinin olduğu da ortaya çıkmıştır. Özellikle tarihi, düz ilerlemeci temelde ele almaları ve sınıflara aşırı rol yükleyerek proleterya diktatörlüğünü, devlet ve iktidar tahlillerini doğru yapamamaları vahim sonuçlara yol açmıştır. Kuşkusuz her şeyleri yanlış değildir. Ama ciddi eksiklikleri ve yanlış belirlemeleri vardır. Marks’ın zamanında tarih bilimi yeterince bir gelişme durumunda değildi.
Örneğin Sümer uygarlık gerçeği bu kadar açığa çıkmamış ve yeterince bilinmiyordu. Yine neolitik toplum dönemi çözümlenmemişti. Tarihte ana kaynaklar ve ilkler bilinmeyince birçok yanlış tespit, doğruların yerini tutmuştu. Marksizmin geliştirdiği teori ve devrim perspektifi yüz elli yıldan beri insanlığa, ezilen sınıflara ve halklara umut oldu. Birçok ülkede bu temelde devrim yapıldı. Fakat bu paradigma kapitalist sistem karşısında yeni bir sistem oluşturmaya yetmemiştir. Kapitalist sisteme bir muhalefet olarak ortaya çıkmış ama kapitalist sistemin adeta bir nefes borusu olmaktan kurtulamamıştır. Bütün bunları bilimsel, derin tahlillerle çözümleyen Önder Apo, “demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum” paradigmasını geliştirdi ve demokratik sosyalizme yeni bir ufuk kazandırdı. Buna göre devlet ve iktidar, sömürücü egemen sistemin araçları olup özgürlük ve eşitlikle asla bağdaşmazlar. Önderlik PKK’nin ortaya çıkışında ilk hatalı yaklaşımın devlet ve iktidar konusunda olduğunu belirtmiştir. Tarih boyunca tüm direniş güçlerinin yaşadığı en büyük handikap böylece çözümlenmiştir. Sistem karşıtı bir hareket istediği kadar gelişsin, büyüsün, güçlensin, hatta zafere ulaşsın eğer devlet ve iktidarı elde etmeyi hedeflemişse mücadele ettiği sisteme benzeşmekten kurtulamayacaktır. Tarih boyunca büyük kahramanlıklara sahne olan direnişlerin halklar lehine kalıcı sonuçlara yol açmamasının temelinde de bu gerçeklik yatmaktadır. Tüm bu devrimler ve direnişler elbette boşa gitmemiş, insanlık adına birçok kazanımı, mücadele deneyimi ve birikimi sağlamıştır. Toplumun özgürlüğü devlet ve iktidarla sağlanamayacağına göre, alternatifi demokratik siyaset olgusunda aranabilirdi. Devlet odaklı olmayan siyaset ve toplum biçimi ancak tutarlı bir program, parti ve örgüt yapılanmasıyla, yeni demokratik sosyalizm ideolojisi ve teorisiyle, buna uygun strateji ve taktiklerle inşa edilebilir. Buna göre demokratik konfederalizmde ifadesini bulan bir siyasi hedef toplumun devlet olmayan özgürlük alanını açabilecektir.
Buradan hareketle başlangıçta yapılan ikinci temel yanlış ise ulus ve ulusal kurtuluş savaşı tanımlamasında görülmüştür. Ulus tanımını adeta fetişleştirmek yerine demokratik, eşit ve özgür bir ulusal topluluk olmayı esas almak ve bu temelde bir savunma anlayışına sahip olmak gerekmektedir. Bu konuda Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmeler savaş ve savunma olgularına yaklaşımımızı netleştirmektedir: “Ulus olmayı ve bunu da ulusal kurtuluş savaşıyla sağlamayı sanki bir Kuran emri gibi bellemiştik. Çünkü sosyalizmin bütün klasik eserleri ve çağdaş savaş örnekleri bunu emrediyordu. Ulus olunmadan ne Bir savaşın anatomisi 440 özgürlük ne eşitlik sağlanabilir, hatta ne de çağdaş insan olunabilirdi. Bunun yolu ise tüm gücünü üç stratejili -savunma, denge ve taarruz- bir ulusal kurtuluş savaşına vermekten geçiyordu. Yollara, yurtdışına, dağlara, zindanlara, köylere, kentlere, her yere bunun için çıkılmıştı, girilmişti. Ortadoğu insanında neredeyse gensel bir özellik haline gelen dogmatizmle yaklaşınca, artık bir ulusal kurtuluş savaşı verecektik. Onurlu bir ulus olmanın bunun dışında bir yolu yoktu. Savaş artık kutsal bir kavram olmuştu. Bu yolda savaşmak islamın cihadından bile daha önemliydi. Açık ki yaklaşımda bir dogmatizm hastalığı nüksetmişti: Diğer olgulara yaklaşımda olduğu gibi. Savaşı bir olgu olarak çözümlediğimizde, aslında insan toplumuyla bağdaşmaması gereken bir hastalıktı. Zorunlu savunma dışında savaşın hiçbir türü mubah görülemezdi. Özünde zorbalık ve gasptı. İstenildiği kadar maskelensin, doğası hırsızlık, tahakküm ve talandı. Fetihle her hakka sahip olacağını sanmaydı. Bu nitelikler altında savaşı en büyük felaket ve kötülük olarak nitelemek yanlış olmaz. Savaşın ancak varlığını, özgürlüğünü ve onurunu korumanın, sağlamanın başka bir yolu kalmadığında bir anlam ifade edebileceği derinliğine kavranmamıştı. Kavradığımız ulusal kurtuluş savaşı yeniden her şeyi fethetmeyi kapsıyordu. Kolaylıkla meşru savunmayı aşabilirdi. Bir intikama, karşılıklı zapt etmeye dönüşebilirdi. Bu yönlerden hiç endişe duyulmuyordu.
Meşru Savunma Stratejisi üzerinde durulsaydı, bunun teori, strateji ve taktikleri diğer tüm savaş türlerinden ayırt edilseydi, şüphesiz birçok yanlışa, acıya, kayıplara düşülmeyebilirdi.” Bu tespitler PKK adına bir özeleştiri niteliği taşımakla beraber hem hareketimizin doğru temellerde yeniden yapılanmasını hem de tüm insanlık için bir çıkış olabilecek özgürlük paradigmasına kavuşmayı ifade etmektedir. Önder Apo sağlanan değişimi değerlendirirken, paradigmasal bir temele dayanıldığını şu sözlerle ifade etmiştir: “Dogmatizmin aşılmasıyla devlet, iktidar, savaş, ulus ve ulus-devlet tanımına daha gerçekçi boyutlar getirmem, gerektiğinde kapsamlı bir meşru savunma savaşına da açık demokratik bir toplum için yeniden partileşmeye dayalı bir çözümün yolunu açtı. Bu yaklaşım sadece stratejik ve taktik bir dönüşüm değildir. Ardında köklü bir bilimsel düşünceye dayalı teorik ve paradigmatik görüş, daha zengin bir siyasi düşünce ve partileşme tarzı vardır. Sosyalizmin yüz elli yıllık gelişmesine damgasını vurmuş devletçilik hastalığını aşma, burjuva ulus anlayışını terk etme, toplumsallığın komünal ve demokratik tarzını tarih boyunca esas alma, özgürlük ve eşitlik idealini bu köklü değişimlere bağlama dönüşümü vardır.” Meşru savunma stratejimizin doğru anlaşılması, paradigmatik değişimin savaş ve şiddet anlayışımızda yarattığı değişimin doğru anlaşılmasıyla mümkündür. Marksist gelenekteki, şiddetin veya zorun toplumsal değişimlerin ebesi olduğu tespiti nedeniyle her türlü gelişmenin şiddet aracıyla yaratılabileceği düşüncesi öne çıkmıştır. Oysa esas güç toplumsal güçtür. Toplumsallığın kendisi en büyük güçtür. Eğer bir toplum değerlerini, ahlaki yargılarını, kültürünü, dilini, öz dinamiklerini ve örgütlülüğünü koruyorsa bundan daha büyük güç olamaz. Elbette toplum tüm bu değerlerini meşru savunma temelinde korumayı da görebilecektir. İşte bu demokrasinin gücüdür.
Dolayısıyla toplumda demokratikleşmeyi geliştirmek, bu anlamda değerlerini koruyacak örgütlülüğe kavuşturmak temel hedef olmaktadır. Şiddet yoluyla elde edilen devlet veya iktidar toplum adına güç olmayı ifade etmez. Çünkü devlet ve iktidar, demokrasi karşıtıdır ve olduğu her yerde toplumun üstünde bir tahakküm gücüdür. Önder Apo, “En büyük ordusu olan Sovyetler Birliği bile yıkıldı ama demokrasisi olanlar yıkılmadı” diyor. Bir toplumu ayakta tutan güç demokrasi olduğuna göre devrim stratejisi ve mücadele yöntemleri de buna göre olmalıdır. Önderlik, paradigmasında bu konuda netleşmiştir. Bunun da adı, Meşru Savunma Stratejisi’dir. Nasıl ki bütün canlılar için savunma, yaşamın sürdürülmesi için doğal bir gereklilik ise kurumsal yapıların ve gelişen toplumsal düzeyin devamı için de aynışekilde savunmaya ihtiyacı vardır. Demokratik ekolojik toplum paradigması yeni bir toplumsal sistemin inşasını hedefler. Beş bin yıllık iktidar ve şiddet gücüne dayanan devlet yapılanmasının esasışiddet örgütlenmesidir. Toplum üzerinde şiddete dayalı bir tahakküm gücüdür. Devletin bu gerçekliği çeşitli yasa ve kanunlarla meşrulaştırılmak istenilse de özü itibarıyla şiddete dayalı bir örgütlenmedir. Ordu ve polisin devletin en temel güçlerinden olmasının nedeni budur. Evrensel ahlaka, adalete, insan haklarına ve demokrasinin üstünlüğüne dayanmayan hiçbir sistem meşru değildir. Bu değer yargılarından uzak olan sisteme ne denilirse denilsin, o küçük bir zümrenin toplum üzerindeki baskı aracına dönüşecektir. Nitekim devletin de böyle bir rolü oynadığı açıkça ortaya çıkmıştır.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER