BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(44.BÖLÜM)
DİRİLİŞ DEVRİMİ VE İNİSİYATİFİN GERİLLAYA GEÇMESİ
1992 Güney Savaşın’da Taktik Sorunlar;
1992 yılında Haftanin’e geldiğim 20 Kasım tarihinde kar yağmıştı. O sene için çok erken yağdı diyorlardı. Öncesinde Botan’da kış pratiğim olmadığı için, kışın tam olarak ne zaman geleceğini düşünmemek çok ciddi bir hatam olmuştu. Ama Şehit Pılıng arkadaş ile Botan o zaman yapılan planlama toplantılarında ısrarla ertelemeyi önerince, Beytüşşebap eylem planını bir ay ertelemiş olduk. Karın yağabileceğini düşünemedik. Botan’ın alanda kış tecrübesi daha fazlaydı. Çünkü bizden önce de kalmıştı. Onun bilinçli olarak bir ay ertelemeyi dayatıp dayatmadığını bilmiyorum.Ama ertelemede bu önerinin rolü fazlaydı. Eylemin başarısızlığına ilişkin inanç zayıflığı zaten vardı. Bu nedenle o günkü koşullarda bu erteleme önerisi ve dayatmasının altında bilinçlilik olup olmadığını şu an bilmek zordur. Genel olarak bir kısım komuta kademesinin, kurtarılmış alan yaratma ve kapsamlı eylemleri başarılı kılmaya ilişkin inanç zayıflığı vardı. Daha çok gerilla tarzıyla vur-kaç eylemleri benimseniyordu. Çünkü onlar daha kolaydı, herhangi bir sorumluluk gerektirmiyordu. Ama bir yer bırakılmamak üzere alındığında orayı savunmak vb birçok sorun ve sorumlulukları beraberinde getirme durumları vardı. Bu nedenle komuta yapısında çok bilinçli olmasa da adeta böyle birsürece girmeme, var olanı benimseme gibi bir tutum hakimdi. Zaten alan düşürme ve kurtarma eylemleri üzerine kimse çok kafa yormuyordu. Bu durumun dönem taktiğini yakalamamada önemli bir etken olduğu açıktır. Nihayetinde çok zorlansak da, dört ay boyunca yapılan hazırlıkların boşa gitmesi ve Beytüşşebap’ta bir tür ayaklanma anlamına gelen eylemin yapılmaması bizi çok üzdü ve zorladı. Tabii bunun bizdeki yetersiz komuta duruşuyla yakından bağlantısı vardır.
Yaşanan bu ciddi olumsuzluğa ve sonbahar planlamamızın zirvesi olan Beytüşşebap eyleminin gerçekleşmemesine rağmen süreci başarılı kılmak için değişik eylemlerin gündemleştirilmesi ve planlanması söz konusu oldu. Bu süreye kadar Marinos-Hakkari hattı Botan eyaletine bağlı değildi. Alanın tümü Hakkari bölgesisayılıyordu. Hakkari bölgesi de o zaman ismi Behdinan eyaleti olan, şimdiki Zagros eyaletine bağlıydı. Fakat Beytüşşebap’ı düşürme planını yaptığımız için Marinos’u da düşürmemiz gerekiyordu. Bundan dolayı Behdinan alanına bağlı Marinos hattında bir bölüklük güç vardı. Bir karışıklık ve sabote durumunun olmaması için bu güçlerin bize göre hareket etme zorunluluğu doğdu. Bunun üzerine kısa bir notla bu yönlü önerimizi Önderliğe bildirdik. Önderlik kapsamlı projemizi tahmin ediyordu. Bir de hareket tarzımızı olumluyordu. Sadece Marinos alanının bize göre hareket etmesini değil, tüm Behdinan eyalet güçlerinin Botan eyaletine göre hareket etmeleri gerektiği talimatını verdi. Bir süre sonra ise Behdinan eyaletinin tümden Botan eyaletine bağlı olması talimatını iletti. Behdinan eyaleti o zamana kadar takım hareketini esas alıyordu. Düşmanı izliyor, boşluk görünce vurup silah kaldırıyordu. Vur-kaç taktiğini iyi uyguluyordu ama dönemin perspektifi olan alan kurtarma taktiğine girmiyordu. Başarılı da olsa küçük çaplı eylemler süreci kurtarmaya yetmiyordu. Dönem taktiği de bu değildi. Botan eyaletindeki tarz Behdinan eyaletinde de etkili kılınmalıydı. Çünkü oradaki tarz alan hakimiyetini hedeflemeyen bir tarzdı. Bu dönemde Botan eyaletinin uyguladığı tarz, dönem perspektifine daha yakındı. Kuşkusuz, Botan eyaletinin tarzı dört dörtlük değildi. Ama tarz olarak alan hakimiyeti sağlamaya dönük bir savaş tarzıydı. Hareketli savaşın denemeleri kabilinde bir taktik tarzı uyguluyordu ve bu, dönem taktiğine daha çok uygun düşüyordu.
Önderlik bu alandaki taktik uygulamayı daha fazla önemsiyordu. Bu nedenle Behdinan’ı da Botan eyalet komutanlığına bağlayarak, aynı tarzın Behdinan alanı için de gelişmesini ön görmekteydi. Bu arada karargah, boşaltılmış olan Çakçako köyünde kuruldu. Zelê tasfiyeciliğine Önderlik müdahale etmiş, buradan alanımıza bazı arkadaşlar gönderilmişti. Onlarla tartışma ve konuşmalar yapıldı. Bazılarının soruşturması alanda devam edecekti. Yine daha değişik örgütsel faaliyetler buradan yürütüldü. Aynı süreçte (Kasım 1993) cihaz başında bulunmadığımız bir günde, Önderlik tarafından cihaz başına çağrıldığımız belirtildi. Bir saat kadar bir mesafedeydik. Hemen telsiz cihazının bulunduğu yere geldik. Önderlik o gün, kadın yapısıyla ilgili bazı sorular sordu, görüşlerimizi aldıktan sonra, “Kadın Ordulaşması” talimatını içeren bir çerçeve sundu. Çünkü Önderliğin kadın özgürlüğüne ve kadın hareketine ilişkin düşündüğü doğrultuyu Zelê’deki kongre saptırmıştı. Bunun için Önderlik, kadın yapısının savaş içinde kendisini iradeleştirerek, örgütleyerek, ordulaştırarak güç olacağı değerlendirmesini geliştirdi. Biz de verilen perspektif temelinde aynı noktada bulunan güçlerimiz içindeki bayan arkadaşlarla yapılan toplantıda kadın ordulaşmasının ilk adımı olan, salt kadın yapısından oluşan bölük ve takımların örgütlenmesini tartıştık. Burada yönetim düzeyinde sorumlu olan Sozdar arkadaş ve daha başka arkadaşlar da vardı. Zaten Botan eyaletinde daha önceden deneme kabilinden takımlar vardı. Yine bazı değişik denemeler yapılmış, belli bir askeri tecrübe de oluşmuştu. Bu nedenle kadın ordulaşmasının Botan eyaletinde geliştirilmesinde ciddi bir sıkıntı çekilmedi.
Böylece kadın ordulaşmasının resmen başlatılması pratikleşme sürecine girdi. Hemen sonrasında Botan ve Behdinan alanlarındaki tüm bayan kadro ve savaşçıların bölük sisteminde örgütlenmeleri için çerçeveler sunuldu. Bazı yerlerde komuta sıkıntıları yaşandı.Ama bir ilk adım olarak kış boyu belli bir yoğunlaşma da gelişti. Kış koşullarının erken bastırmasından dolayı güçlerimizin büyük bir kısmı Bestler’de birikmek zorunda kaldı. Ne kadar zorlamış olsak da güçlerimiz bir daha Beytüşşebap alanına gidemedi. Artık Kela Memê’yi kar tuttuğu için Uludere’ye de gitmek mümkün değildi. Kar yolları kapatmıştı. Bu nedenle eylem yapılabilecek en yakın yer Bestler alanının kenarında yer alan Osyan ve Garısa’daki Tıryan taburlarıydı. Her biri Bestler’in bir ucunda bulunan hem asker hem de çete örgütlemesi bakımından devlet tarafından etkili kılınan yerlerdi. Çünkü etkili olmasalardı zaten oralarda kalamazlardı. Osyan’da kalabalık sayıda bir askeri güç ve çete bulunuyordu. Özellikle o dönemde çeteler çok azılıydı. Alanda yürüttüğümüz savaştaktiğine ilişkin çok ciddi eleştiriler olmamakla birlikte, karakollara, tepelere dikine yaptığımız saldırılar bir düzeyde riskli bulunuyor ve uyarılar yapılıyordu. Bu açıdan Osyan’a direkt saldırı değil de, kuşatma taktiğini uygulama kararı aldık. Osyan büyük bir köydür. 500 çetesi ve bir taburluk askeri gücü vardı. Osyan’ı kuşatma eylemi planlanıp uygulandı. Kuşatma dokuz gün sürdü. Türk ordusu birçok kez kobra ve uçaklarla müdahale etmesine rağmen kuşatmayı yaramadı. Amacımız oradaki askeri güç ve çeteleri tuzağa düşürmekti. Tabur komutanının biraz zeki davranması sonucunda, tuzağa düşmekten kurtuldular. Osyanlar’ın durdurulamaz bir tarzları vardı, hep saldırmayı esas alırlardı. Biz, tahrik ederek araziye çekmeye çalışıyorduk, ama tabur komutanı köyden çıkmalarına izin vermedi.
Böylece araziye çekip, darbe vuramadık. Bir keçi sürüsünü çobanıyla beraber esir aldık. İlk başta sürü ve çoban için gerekirse “Şırnak’a kadar gideriz” diyorlardı. Tabii tabur komutanı engelledi ve öylece tuzağa düşmekten kurtuldular. Kış koşullarından kaynaklı kuşatmayı uzun süreye yayamadık, dokuzuncu günde Osyan üzerindeki kuşatmayı kaldırdık. Müdahale etmek isteyen kobra helikopterlerden biri doçkayla vuruldu, alçalarak da olsa, Şırnak’a varmayı başardı, bir daha da helikopterle müdahale edemediler. Zaman zaman yapılan uçakla saldırı müdahalelerisonuç vermiyordu.Bu kuşatmanın açığa çıkardığı gerçeklik arazi denetiminin gerillada olması ve teknik imkanlarına rağmen Türk ordusunun kuşatmayı kıramamasıdır. Osyan kuşatması kaldırıldıktan birkaç gün sonra, 17 Kasım’da Türk ordusu Bestler alanına dönük kapsamlı bir operasyon çıkardı. Şırnak, Eruh, Pervari-Osyan yönünden askerler araziye çıktı. Çıktıkları her yerde çatışmalar yaşanmaya başlandı. Çünkü arazinin her yerinde gücümüz vardı. Alanı genişletmiştik. Her taraftan gelen ordu güçleri durduruldu, alanın giriş kapılarında çakılarak fazla ilerleyemediler. Çünkü çok keskin çatışmalar yaşandı ve durduruldular. Fakat sürpriz bir biçimde Osyan tarafından harekete geçen 500– 600 kişilik bir askeri güç ani bir hareketle Bestler’e hızla ilerleyerek orta yerine kadar geldi. Birinci pusudaki gücümüz bir vuruş yaptı, pusu gücü daha yerinden çekilmeden, onlar arazide başka yere kayarak ilerlemeyi sürdürdüler. İkinci kez pusu grubu devreye girdi, ama düşman taburu zikzaklar çizerek ikinci pusuyu da atlattı. Tabur komutanının telsiz kodu Nohut’tu. Öyle hızla hareket etti ki, akşam saatlerine kadar güçlerimizin ortasında yer alan Mewijke alanındaki Xırbıkê Besta sırtlarına ulaştı. İki-üç kez vuruldu ama vuruşlar köklü değildi, bu nedenle durdurulamadı. Sözünü ettiğimiz yer Mewijke sırtlarıdır, Mewijke sırtları Bestler’in tam orta yeridir.
Öte yandan Şırnak, Eruh ve Uludere yönünden gelen hiçbir düşman gücü ilerleyemiyordu. Güçlerimizin orta yerine kadar durmadan ilerleyen asker taburu Mergumarê tarafından Bestler’e girmişti. O tarafta bir takımlık gücümüz vardı, biraz da bundan yararlandı. Kısacası kodu Nohut olan tabur komutanı cesur biriydi ve gerçekten cesaretli, başarılı bir çıkış yaptı. Ancak gelip, alanımızın ortasına girmiş oldu. Bunun üzerine hemen bir plan yaptık, o taburu arazide imha etmenin hazırlıklarına giriştik. Arazide bir taburluk gücü imha etmek çok zordu. Çünkü arazi engebeliydi ve hemen dağılırlardı. Yine de o taburu imha etmek için elden gelen her türlü çaba harcanacaktı. Bu düşüncemizi telsizle merkezi muhabereye ilettik. O zaman merkezi muhabere Lübnan’da bulunuyordu ve Cuma arkadaş başındaydı. Daha doğrusu bu tabura dönük imha eylemi ciddi kayıplara da yol açabilirdi. Bunun için merkezi muhabere ile bu düşüncemizi paylaştık ve görüşlerini almak istedik. Cuma arkadaş “bence olabilir” dedi. Bunun üzerine riski göze almayı kararlaştırdık. O zaman Önderlik sahasına geçmek üzere Amed’den gelip Gabar alanında bekleyen Zeki ve Gabar bölge komutanlığında olan Celal de bizim telsiz muhaberemizi dinlemişti. Başta Gabar komutanlığı durumun ciddi olduğu, sert yöneleceklerini, geri çekilerek, tedbir almamız gerektiğini, aksi durumda ağır kayıpların yaşanabileceğini vb şeyler söyleyerek öneriler yaptı. Biz, hayır düşmanı alana bırakmamak gerekiyor, direnmek ve geri püskürtmek gerekiyor deyince, normalde orada olduğu, güvenlik nedeniyle bilinmemesi gereken ve telsiz cihazıyla konuşmaması gereken Zeki hemen telsizi eline alarak, devreye girip, bizimle konuşmaya başladı. İlkin şaşırdık.
Çünkü telsizle konuşmaması lazımdı. Meğer bölge komutanının sunduğu görüş ve yaptığı öneriler Zeki’ye aitmiş. Ben alanı bırakmayacağımızı, çatışacağımızı söyleyince Zeki kendini tutamayarak cihaz başına geçti, “Ne kadar diretirseniz diretin, askerleri durduramazsınız” diyerek, bir şekilde kırılmış ruh halini yansıtmaya çalıştı. Bu atmosferde yapılan bu kısa konuşmalar önemliydi. Zeki, kırılmış ruh halinin bir sonucu olarak bazı öneriler yaptı. Biz uygun bir dille bunların pek doğru olmadığını, artık Türk ordusunun üs alanlarımıza girmemesi gerektiğini ve alana bırakılmayacaklarını belirttik. Güçlerimizin orta yerine gelip takılan askeri taburu aynı gece kuşatıp yönelme çalışmalarını hızla yürütmeye başladık. Güçlerimiz araziye dağılmıştı ve açlardı. Hızla iki-üç yerde ekmek yapılmaya başlandı. Hemen yapılsın diye başında bizzat duruyorduk. Her gelen bölüğe toplantı yapılarak, planlama aktarılıyor ve ardından ayaküstü ekmek verilerek yola çıkarılıyorlardı. Koordine yeri Serikê Mehmedê Usê tepesiydi. Tüm güçlerle burada toplantı yapılıyor, düzenlenip gönderiliyordu. Başka yerlerden buraya gelip buradan da Mewijke alanına gitmek zaman alıyordu. Bu nedenle güçler, planladığımız zamanda yerlerine ulaşamadılar. Sabaha doğru ancak yerlerini alabildiler. Komuta kademeleriyle eylemin ertelenmesi üzerine bir tartışma yürüttük. Çünkü Mewijke sırtları çıplaktır ve gün doğumuna 45 dakika kalmıştı. Gündüz hava desteği artacaktı. Sonuçta ağırlık kazanan görüş ertelemenin doğru olmayacağı, gelmişken vurmanın daha doğru olacağı yönünde ortak karar netleşince eylemi başlatma kararı verildi. Amaç, taburu tümden imha etmek ve teslim almaktı.
Fakat sabaha az zaman kaldığı için bu umut azalmıştı. Yine de darbeleyelim diye eylem başlatıldı. İlk etapta düşürülmesi gereken yüksek ve çıplak bir tepe vardı. Orayı düşürmek için beş arkadaştan oluşan öncü saldırı kolu harekete geçti. Ama öyle bir talihsizlik oldu ki, asker mevzisinin dört-beş metre yakınına gelip çakılı kaldılar. Askerler höyük gibi sivri bir ucun üzerinde mevzideydiler. Giden öncü tim fark edilince hemen yere yatmışlardı. Artık kaldıkları yerde çakılıp kalmışlardı. Ne geri gelebiliyorlardı, ne ilerleyebiliyorlardı, ne de başlarını kaldırıp ateş edebiliyorlardı. Öyle ki askerlerin sürekli yoğun ateşi altında yüzükoyun çakılıp kalmışlardı. Ellerindeki Bisiving silahı bir-iki metre ötelerine fırlamış, onu bile alıp kullanma fırsatını bulamıyorlardı. Diğer yandan tüm cephelerde çatışma başladı. Fakat buradaki öncü saldırı kolumuz bu biçimde işlevsiz kalınca, onların ardından işlevsel olması gereken güç de devreye giremiyordu. Diğer saldırı kolları vurunca askerde panik gelişmeye başladı. Bölük komutanları, Nohut denen tabur komutanından ısrarla kobra ve uçak çağırmasını istemeye başladılar. Tabur komutanı da “hayır” diyordu. Israrlı bir biçimde, “istemeye gerek yok, zaten sabaha az kaldı, gün açılır, üstünüze geleni devirirsiniz” diye karşılık veriyordu. Oldukça sakin, kendine güvenen bir komutandı. Israrlar çoğalınca, Nohut yine, “zaten karadan kimse yardımınıza gelemiyor, direnmekten başka çaremiz yok” diyerek, diğer komutanları motive etmeye çalışıyordu.
Fakat arkadaşlar ilk tepeyi düşürdükten sonra mevzi mevzi düşürüp ilerleyince askerde büyük bir çözülme başladı. O taş yürekli bir asker gibi cesaret örneği gösteren tabur komutanı Nohut, bu durumu fark edince bu kez aşırı bir biçimde paniklemeye başladı. Durumun ciddiyetini geç anladı ve bu sefer her tarafa “imdat” çağrıları yaparak, yardım istemeye başladı. Sonradan anladım ki, bu komutan sürekli Garzan’da operasyonlara çıkmış. Oradaki pasif savunma tarzından cesaret alarak, Botan’da da aynı şekilde yiğitlik taslayınca sert kayaya çarpmış ve şaşırmıştı. Herkesten yardım istiyordu ama diğer güçler “kardeşim sen taa neredesin, aramızda engel var, biz sana ulaşamayız” diyorlardı. Rusor cephesinde Şehit Dıjwar Erkendi arkadaş komutasında bir grup arkadaş çatışıyordu. Burada Rusor tepesinin yamacında Hamit Sperti arkadaş şehit düşmüştü. Adil arkadaş da hareketli bölük komutanıydı ve o da Rusor cephesinde çatışmaktaydı. Mewijke’de bu plan yapılırken ne olur ne olmaz diye o da bölüğüyle birlikte yedek bir güç olarak eylem alanına yaklaşmıştı. Yani Adil arkadaşın gücü yedek bir güç olarak devredeydi. Sivri tepedeki öncü saldırı kolu etkisiz ve hareketsiz kalınca diğer güçler de devreye giremiyordu. Ancak öbür tarafta bulanan Adil arkadaşın bölüğü müdahale için harekete geçirildi. Adil arkadaşın bölüğündeki takım komutanlarından biri Serhatlı Şehit Mahir (Yusuf Çağdavul) arkadaştı. BizAdil arkadaşa tepeyi alıp alamayacağınısorduk, o da “beş dakika bekleyin” dedi. Kendisi de tepeye yakın bir pozisyona giren Mahir arkadaştan Sivri tepesini alıp alamayacağını sorunca, Mahir arkadaş tereddütsüz bir biçimde “alabilirim” dedi. Mahir, yıldırım gibi bir arkadaştı. Tepeyi çok kısa bir sürede ezdi, geçti. Böylece mevzilerin önünde yere çakılmak zorunda olan tim de kurtulmuş oldu.
Bu zamana kadar tan ağarmıştı. Alabilecekleri silahları alıp, devam eden saldırıyı durdurma ve geri dönme talimatı verildi. Ama Mahir arkadaş ısrarla tepedeki bütün asker mevzilerini düşürmeyi aklına koymuştu. Bu nedenle, “tüm sırt boyu uzanan mevzileri düşürmeden gelmem” diye diretti. O sırada telsiz muhaberesinden düşmanı dinliyorduk. Nohut denilen komutan her taraftan yardım istiyordu. Hem uçaklar, hem de kobraların ayrı ayrı havalanıp alanımıza doğru hareket ettiklerini öğrendik. Gecikilmesi durumunda kayıplar olabilirdi, bu yüzden kayıpları göze almaktansa, geri çekilmeyi daha doğru bulmuştuk. Fakat Mahir arkadaştalimatı dinlemedi. Eylemi, yerinde Botan koordine ediyordu. Kendim de devreye girdim, bizzat geri çekilmesi için Mahir ile konuştum. Mahir arkadaş, “sırtta çalışan bir MG-3 mevzisi var, o mevziyi düşürmeden ve MG3’ü almadan gelmem” diye ısrar etti. Bu arada Adil arkadaş onu başka bir kanala çekerek, “sen ne yapıyorsun, partiye karşı geliyorsun, talimat dinlemiyorsun” diye uyardı. O da, “tamam ben MG-3 mevzisini alıp geri dönüyorum” dedi. Fakat artık hava açılmıştı ve riskliydi. Bu mevzi üzerine giderken Mahir arkadaşın kendisi alnından vurularak, ağır yaralandı. Şans eseri mermi kaymış ve beyne zarar vermemişti. Beraberinde Çiya Nêrvehi (Süleyman Çetin) ve Soro (Rojava) gibi arkadaşlar vardı, Mahir’i yaralı halde bırakmaları mümkün değildi. Çünkü bu arkadaşlar da çok kararlı ve onurlu savaşçılardı. Mahir arkadaşı taşırken, Çiya ve Soro başta olmak üzere tam 4 arkadaş şehit düştü. Her taşıyan arkadaş karşıdaki bir suikastçı tarafından vuruluyordu. Bu şekilde dört arkadaş şehit düştü. Ama Mahir arkadaşı atış mesafesinin dışına çıkarttılar. Çiya Nêrvehi arkadaş bir süre yanımda güvenlik komutanı olarak da kalan bir arkadaştı. Çok değerli bir savaşçı komutandı. Güçlerimiz çekilirken uçaklar da yetişti.
Fakat o civarda önceden hazırlanmış, gizli bir yeraltısığınağımız vardı, birkaç kişi dışında kimse bilmiyordu. Uçakların gelişiyle tehlike görülünce tüm güç o sığınağa yönlendirildi ve 400 kişilik eylem gücünün tümü o sığınaklara girmiş olduğundan, yoğun bombardıman olmasına rağmen herhangi bir kayıp verilmedi. Rusor’da ilerlemek isteyen Türk ordusunun başka bir taburu da güçlerimiz tarafından kıskaca alınmıştı. Gerillanın kıskacına giren, hareket kabiliyeti kalmayan tabursayısı ikiye çıkmıştı. Her iki tabur da ne ilerleyebiliyor, ne de geriye gidebiliyordu. Genel operasyonu koordine eden sanırım Hasan Kundakçı idi. Şimdi bir kitap yazmış, kitabı yalanlar üzerine kuruludur. Gerçeklik adına hiçbir şey yansıtmış değildir. Kürdistan gerillasına karşı yaşadığı başarısızlığı hayal ürünü senaryolarla başarılı göstermeye çalışıyor. Operasyon koordinesi artık operasyonu ve PKK’ye darbe vurmayı bir kenara bırakmıştı. Tüm gücünü ve yoğunlaşmasını gerillanın kıskacına giren iki taburu kurtarmak için harcıyorlardı. Uçakların ve kobra helikopterlerin tüm çabaları taburları kıskaçtan kurtarmaydı.Araziye giremeyen askerlerin bütün komutanları kıskaçta ölüm anları yaşayan Nohut’a sürekli nasihatlerde bulunuyordu. Başka bir yardımda bulunamıyorlardı. Sonuç olarak etkili hava saldırıları desteğine rağmen kurtarılamayan bu taburlar yoğun yağmurun başladığı ve her tarafısisin kapladığı hava koşullarından da yararlanarak, kurtulmayı başardılar. Bunda daha sonra adı geçecek olan o zaman hareketli taburumuzun komutanı olan Metin Şıveti denilen unsurun büyük hatasının payı fazlaydı. Eğer o kişi rolünü oynayıp, denetimindeki güçleri etkili devreye koysaydı Nohut’un taburu kolay kolay bu kuşatmadan çıkamazdı.
Fakat bu operasyonda çok sayıda kayıpları olduğu gibi Nohut komutanlığındaki tabur dışında hiçbir saldırı kolu gerilla bölgesine giremedi. Türk ordusunun yaşadığı tam bir hezimet ve kırılmaydı. 8–9 gün bütün teknikleriyle yüklenmelerine rağmen hiçbir ilerleme sağlamamış ve sonuç alamamışlardı. Buna karşın operasyondan birsüre sonra bu operasyondaki bazı komutanlara sözüm ona başarılarından dolayı ödül vermeleri gülünç bir durumdu.Aslında biraz da güçlerimizin bazı yetersizliklerinden, tesadüflerden ve hava koşullarından yararlanarak kurtulmuşlardı. Ortada başarı denilebilecek hiçbir şey yoktu. Yaşadıkları tam bir kırılmaydı. Fakat buna rağmen resmiyete ve kamuoyuna çok farklı bir biçimde yansıtılan bir operasyon oldu. Aynı dönemin Eylül ayında Amed eyaletinde Kulp-Muş güneyini kapsayan benzer bir operasyon yapılmıştı. Bu operasyon da uzun sürmüştü ve ısrarlı davranmışlardı. Burada Zeki 5 arkadaşı yanına alıp, gücü de birlikler halinde dağıtarak koordinesiz bırakmıştı. Amed’deki bu operasyonda 50 civarında arkadaş şehit düşmüştü. Zaten Zeki unsurunun kırılmasının ortaya çıktığı operasyon da bu operasyondur. Aslında bu operasyondan sonra bu kişinin hiçbir zaman savaşın gelişmesine bir katkısı olmamıştı. Öncesinde erken iktidar hastalığıyla kendini kaybetmiş, yaşam tarzında ciddi bir kaymayı yaşayarak militanlıktan uzaklaşmıştı. Ama savaş sahasında tümden kırılması ya da kırılmasının açığa çıkması bu operasyonla gelişmişti. Bu nedenle Gabar’a geldiğinde bize, “dayanamazsınız, ne kadar ısrar etseniz boştur,” gibi şeyler söylemişti. Fakat sonuç, burada tersi oldu. Gerillanın direnişi karşısında Türk ordusu kırılmaya uğramıştı.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER