BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(34.BÖLÜM)
DİRİLİŞ DEVRİMİ VE İNİSİYATİFİN GERİLLAYA GEÇMESİ
Dörtlü Çete Tasfiyeciliğine Karşı Gerilla Kongresi;
PKK IV. Kongresi iç ve dışta belirttiğimiz bu hususların yarattığı atmosfer altında gerçekleşti. IV. Kongre’nin en önemli ve ayırt edici yönü kontra ve tasfiyeci anlayışların mahkum edilmesi ve örgüt için tehlike olmaktan çıkarılmasında gösterdiği kararlılıktır. Kongrenin ortaya çıkardığı irade, tutum ve anlayış bu konuda ikircikliğe yer bırakmayacak düzeyde bir netliği sağlamıştır. Aynı zamanda sorumlularını da yargılamaya tabi tutmuştur. Bu anlamda IV. Kongre, hareketimizin çizgisini çarpıtan işbirlikçi çeteci anlayışlara karşı Önderliğin müdahalesi niteliğine sahip bir kongre olmuştur. IV. Kongre, çeteci kontra anlayışları mahkum etmenin kongresi olduğu kadar, bu çeteci kontra çizgisini bahane ederek, gerillanın lağvedilmesini isteyen anlayışların ortaya çıkmasına da tanıklık yapmıştır. Dörtlü çetenin yarattığı tahribatları bahane ederek “gerillanın rolünü oynadığını, bu nedenle gerillasız bir mücadelenin esas alınması gerektiğini” belirten Mehmet Şener çıkışı vardır. Aslında Şener, tasfiyeciliğin farklı bir ucu olarak rol oynamak istemektedir. Dörtlü çete anlayışı örgüte tasfiyeciliği zaten dayatmaktadır. Şener bu tasfiyeciliği gerekçe göstererek, gerillanın artık sağlıklı bir özgürlük gücü olamayacağı iddiasıyla farklı bir tasfiye girişimini dayatmıştır. Oysa işin aslı farklıdır.
Dörtlü çete tasfiyeciliği ile Şener tasfiyeciliği bir ittifak kurarak, güçlerini Önderlik çizgisine karşı birleştirmişlerdir. Çünkü çeteci kontra pratiğin en has uygulayıcılarından biri de Sarı Baran’dır ve Kongrede Sarı Baran, Şener unsuruyla beraber hareket etmiştir. Şener bu kontra anlayışla birleşerek, gerillanın lağvedilmesine dönük sağ tasfiyeci bir çizgi geliştirmek istemiştir. Şener cezaevi kadrosuna hitap eden, onun üzerinden hesap yapan bir tipti. Devletle direkt ya da devletin tasarladığı çevrelerle beraber tasfiye planını uygulamaya geçirmek istemekteydi. Bu nedenle Doğu Perinçek, Komünist Parti vb çevrelerle ilişkisi tesadüfi değildi. Bu eksen ve anlayışla tezgahlanan ve geliştirilen bir tasfiye girişimiydi. Bu proje büyük ihtimalle cezaevinde tasarlanmıştı. Mehmet Şener’in çıkışı yarım kalan avukat Hüseyin Yıldırım çıkışını tamamlama içerikliydi. Avukat Hüseyin Yıldırım 1988 yılında Önderlik sahasına gelerek Önderliği Avrupa’ya davet etmişti. Avusturya başbakanı ile konuştuğunu, Avusturya’da Önderliğe yer verileceğini söyleyerek Avrupa’ya davet etmişti. Tabii Önderlik oynanmak istenen oyunu tahmin ettiği için daveti kabul etmedi.
Aynı kişi Önderlik sahasından Avrupa’ya gider gitmez karşıt faaliyetleri örgütlemeye başladı. Bu unsurun Önderlik sahasında gösterdiği duruşu örnek verirsek hakkında bir fikir sahibi olunabilir. Örgüt kadroları 1988 yılına kadar Önderliğe, “Başkan” diye hitap etmiyordu. Dost bazı çevrelerin o tür hitapları vardı ama kadro kısmı genelde “Ali arkadaş” diye hitap ediyordu. Avukat Hüseyin Yıldırım Önderliğin karşısında esas duruşta duruyor, her söylenene “emre_dersiniz Başkanım” diye karşılık veriyordu. Biz parti kadroları olarak, Hüseyin Yıldırım’ın bu duruşuna bakarak, asker olmamıza rağmen bu kadar hazır ol vaziyet duruşunu sergilemediğimizi görüp, şaşkınlıkla ne kadar yetersizlik içinde olduğumuzu düşünmüştük. Sivil biri sürekli hazır ol vaziyette durup Önderliğe “Başkanım” diye hitap ederken, bizlerde daha sivil bir duruşun olması o zaman eziklik yaratmıştı. Bilindiği gibi hareketimizde Önderlikle ilgili hiçbir tanımlama ve vasıflandırma alınan kararlarla ve resmiyet olsun diye yapılmamıştır. Her şey doğal mecrasıyla gelişip şekillenmiştir. Önderliğe “Başkanım” demek, yine askerlik üslubu doğal bir biçimde, zamanla gelişip oturmuştur. Aynı şekilde “Biji Serok Apo” sloganı da hareketin bir karar ve planlaması olarak gelişmemiştir. Hareketin kadroları tarafından formüle edilen bir slogan veya bir karar da değildir. Halkın kullandığı ve süreklileştirdiği bir slogandır.
1985 yılında Avrupa’da Semir tasfiyeciliği ve çeşitli çevreler tarafından Önderliğimizin kişiliğine dönük yaygın teşhir amaçlı propagandalar yapılmaktaydı. Buna karşı arkadaşlar da Avrupa’da halk toplantıları düzenlemekteydi. Bu toplantılardan biri Paris’te yapılıyor. O zaman Kasım diye bir arkadaş toplantıyı yapıyor. Toplantı bitiminde ilk kez toplantıda bulanan Kürdistan halkı tarafından Semir tasfiyeciliğine karşı “Biji Serok Apo” diye slogan atılıyor. Bu temelde Avrupa’dan her yere yayılarak hareketin temel bir sloganı haline geliyor. Hareketimizde bu tür gelişmeler genelde resmi kararlarla değil, doğal bir biçimde yaşanmıştır. Önder Apo’nun 1973’lerde gerçekleştirdiği çıkış, zaten Kürdistan’da önderliksel gerçekleşmenin başlangıcıdır. Sonrası önderliksel gerçekleşme ve sisteme kavuşmadır. Süreçle birlikte ortaya çıkan her tehlikeyi başarıyla atlatan ve tehlikeyi sıçrama tahtasına çeviren Önderlik tarzı özgürlük hareketini geliştirdiği ölçüde, önderliksel sistem de yerine oturmuştur. Kürdistan’da önderliksel gerçekleşme zemini esas olarak halkın duygu ve özlemlerine hitap etme temelinde tarihsel derinliğe dayalı bir ihtiyaç biçiminde vücut bulmuştur. Dolayısıyla önderliksel gerçekleşme doğal bir mecrada gelişip bir sisteme kavuşmuştur. Fakat Hüseyin Yıldırım unsuru veya arkasındaki güçler, bu önderliksel gerçekleşmeyi fark ettikleri için sahtekar bir biçimde göstermelik saygı duruşlarını sergileyerek amaçlarına ulaşmak istemişlerdir.
Ancak Önderlik bu amaçlarına prim vermeyince de bu unsur Avrupa’ya döndükten sonra gerçeğini açığa vurmuştur. Anlaşıldı ki Önderliği Avrupa’ya çıkarmak için görevli olarak Önderlik sahasına gönderilmiş, başaramayınca da gider gitmez Önderliğe karşıt faaliyetlere başlamıştır. Avukat Yıldırım’ın önceden planlanmış bir tasfiye konseptini geliştirdiğine dair hiçbir kuşku yoktur. Bu kişi, kadrolar üzerinde de çok oynamıştır. Kadrolarla geliştirdiği diyaloglarla duruma göre ya yanına almakta, olmazsa da bir yöntem bularak onları nötrleştirme taktiklerini yaygınca uygulamaktadır. Bu dönemde örgüt yönetimi olan Abbas ve Fuat arkadaşlarla birlikte hareketin 20 civarında kadrosu Almanya’da tutuklanmıştı. Örgütü savunabilecek kadrolar tutuklu olunca, kendini örgütleme zeminini daha kolay bulmuştu. Önceden oluşturduğu proje büyük bir ihtimalle Önderliğin tutuklanması üzerine kuruludur. Önderliğin tutuklanması üzerinden hareketi kontrol altına alma projesinin geliştirilme olasılığı yüksektir. Bu olmayınca bu sefer Avrupa’daki esas örgüt yönetimini tutuklayıp, avukat Hüseyin Yıldırım’ın rol oynaması için önünü açmışlardır. Bu kişi de daha çok cezaevi kitlesine hitap eden bir yaklaşım geliştirerek, bu temelde Avrupa’yı hareketten koparmayı ve hareketi ikiye bölmeyi hedeflemiştir. Fatma o dönem Yunanistan’dadır ve aynı dönemde kaçmıştır. Uzunca bir süre ilişkileri olduğuna dair güçlü kuşkular olmasına rağmen somut bir veri ortaya çıkmamıştır. Büyük ihtimalle Fatma üzerinde de gizli hesaplar yapmıştır. Fatma’nın sonraki duruşunun çok zarar vermeyen bir çizgide olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konudaki yorumların tartışmalı olabileceği ihtimali doğmaktadır.
Dışarıdan bakınca basitmiş gibi görünen Hüseyin Yıldırım’ın çıkışı, önceden hazırlıklı olması itibariyle örgütü oldukça zorlamıştır. Çekirdekten yetişen bir kadro olmamasına rağmen -kökeni başka bir örgütten gelmedir_oldukça etkili ve cüretkar davranmıştır. Tüm mahareti zindan tutsaklarına avukatlık yapmış olmasıdır. Bu nedenle de bir süre zindanda kalmıştır. Ama bulduğu fırsatı örgüt aleyhinde hemen değerlendirme esnekliğini göstermesi doğrusu ilginçtir. Avukatın girişimi başarısız olunca bu sefer Şener hazırlanmıştır. Şener de aynı tarzda cezaevi yapısı üzerinde hesaplar yapmıştır. Örgütün ve halkın kaderini etkileyecek gerilla kongresinde bu biçimde bir çıkışı tasarlaması oldukça gözü kara bir girişimdir. Bu nedenle aykırı bir düşüncenin tezahürü biçiminde değerlendirilemez. Önceden tasarlanmış bir tasfiye konseptidir. Kaldı ki Suriye’de bir süre temsilcilik görevini yürütmüştür. Hazırlığını esas olarak o çalışmada bulunurken yapmıştır. Bir kısım bayan ve erkeği önceden örgütlemiş, kadrolarını oluşturmuş, kongreye hazırlıklı gelmiştir. Sarı Baran’la kurduğu ittifak değerlendirildiğinde hazırlığının II. Konferans’a dayandığı görülmektedir. II. Konferans’ta Şener, Sarı Baran, Metin vb unsurların hepsi bir arada bulunmaktadırlar. Tam da bu dönemde Metin’in Hasan Bindal arkadaşı eğitim sahasında vurması bir nevi Önderliğe verilen bir işarettir, “Ayağını denk al, istediğimiz zaman seni vururuz” anlamında verilen bir mesajdır.
Burada esas olarak Önderlik hedeftir. Ama muhtemelen önce kuşatıp etkisizleştirme planı olduğundan dolayı Önderliğe en yakın olan çocukluk arkadaşı Hasan arkadaşın tasfiyesi öncelikle ele alınmıştır. Esas olarak II. Konferans zemininde Şener, Metin ve Sarı Baran unsurları bir arada bulunmuş ve aynı yönetim biriminde yer almışlardır. Ne yapılmışsa bu dönemde bu kişiler arasında kararlaştırılıp planlanmış ve hayata geçirilmek istenmiştir. Aslında bunları soruşturma imkanı olsaydı bu dönemdeki tasfiye planının esası anlaşılabilirdi. Fakat bu imkan yakalanamadı. Ama genel olarak tehlikeli bir hesabın bu dönemde yapılmış olduğu ortadadır. Özellikle Şener, kadroların ezici çoğunluğunun çeteci kontra pratiklerinin yoğun eleştirdiğini görünce kendisi de yaratılan tahribatlara karşıymış gibi bir profil ile ortaya çıkmıştır. Adeta bu tür girişimlere karşı yeni bir bakış açısı sunuyormuş gibi kendini göstermeye çalışmıştır. Kısaca avukat Hüseyin, Avrupa ve cezaevi yapısı üzerinden, Şener ise cezaevi ve gerilla üzerinden hesap yapmıştır. Salt cezaevi kadrosuna ya da Avrupa kadrosuna dayalı bir çıkışın başarılı olamayacağı görülünce gerilla zeminine el atma girişiminde bulunulmuştur. Gerilladaki çeteci, sağ savunmacı anlayışla ittifakın geliştirilmesi suretiyle sonuç alınmak istenmiştir. Yaratmak istediği tahribatlara rağmen kadro yapısı tavır almış ama kendisine karşı yumuşak bir yaklaşımı sergilemiştir.
Ancak sonrasında tutumunu ısrarla sürdürmesi karşısında Önderlik müdahalesiyle soruşturmaya alınmıştır. Soruşturmadayken Sarı Baran ve başka bir kişi ile beraber kaçma planını gerçekleştirerek tümüyle hareket karşıtı faaliyetlere başlamışlardır. Kuşkusuz Şener tasfiyeciliği bir kısım kadro üzerinde etkisini göstermiştir. Özellikle yanlış komuta tarzına karşı tepkilenen kadrolarda biraz muğlaklık geliştirmiştir. Aynı şekilde Güneybatı Kürdistan’da (Suriye) bazı çevreler üzerinde de olumsuz etkiler yaratmıştır. Yürütülen mücadele ve düzeltme çabalarıyla etkileri ancak giderilebilmiştir. Kısa bir süre içerisinde Şener’in geliştirmeye çalıştığı provokasyon ve tasfiyenin niteliği ortaya çıktıkça, muğlaklıklar da ortadan kalkmıştır. Önderlik ilk kez IV. Kongre’ye katılmamıştır. Bundan önceki her üç kongre bizzat Önderlik denetiminde gelişmiştir. IV. Kongre için Cuma arkadaşın sorumluluğunda kurulan bir hazırlık grubu Önderlik sahasında kongre çalışmalarını yürütmüş ve kongre Haftanin’de yapılmıştır. Sürecin hassasiyetlerinden kaynaklı biraz aceleye getirilmiş, detaylı bir hazırlık yapılmamıştır. Buna rağmen bir sürecin dönüm noktasını teşkil eden önemli bir toplantıdır. Önderlik bu kongrede Botan-Behdinan savaş hükümetini ilan etme projesini geliştirmişti.
Çünkü Körfez krizi alabildiğine tırmanış göstermişti. Saddam, Behdinan tarafından güçlerini önemli oranda çekince, buralarda bir denetim zayıflığı gelişmişti. Bu alanda güçlerimizin belli bir yoğunlaşması gelişmiş ve halk desteği giderek artmıştı. Aslında Botan-Behdinan savaş hükümetini ilan etmenin koşulları gelişmişti. Hatta ’91’ yılı boyunca bu koşullar her geçen gün daha da olgunlaşacaktı. Kongrenin aldığı en önemli kararlardan biri kurtarılmış alanlar oluşturma kararıdır. Bu açıdan üzerinde en fazla yoğunlaşılması gereken perspektif, kurtarılmış alanlar oluşturmaya yönelmekti. Esas olarak gerillanın buna gücü de yetmekteydi. Çünkü o zaman Kürdistan’ın dört parçasında en etkili gelişen gerilla hareketi PKK’dir. Güney Kürdistan’daki peşmerge hareketi 1988 Halepçe katliamıyla beraber önemli oranda Güney Kürdistan’ı terk etmiştir. Bir kısmı Kuzey Kürdistan’a, bir kısmı da İran tarafına çekilmiştir. Doğu Kürdistan’daki Kürt hareketinin durumu daha içler acısıdır. İran’da Humeyni öncülüğünde islam devriminin gerçekleşmesinden sonra doğan boşluktan yararlanan Doğu Kürdistan halkının çıkışı ve yine Kasımlo hareketi ile de doğan boşluktan yararlanarak şekillenen peşmerge hareketi bu yıllarda hızla erimektedir. Bu anlamda 1990’lara gelindiğinde Kürt hareketlerinde ciddi anlamda gerileme söz konusuydu. PKK dışında direnen, savaşan başka bir güç yoktu; PKK dışındaki Kürdistan örgütleri daralma ve büzülme sürecinde bulunuyordu. KDP ile YNK ise ayakta durmak için ortak cephe oluşturmuşlardı.
Celal Talabani bu ittifakın dış ilişkiler temsilciliğini üstlenmişti. Celal Talabani bu cephe adına Lübnan’a gelerek Önderlikle bir görüşme gerçekleştirmişti. Görüşmede ulusal kongrenin toplanması kararı alınmıştı. Bu temelde ulusal kongre çalışmaları Paris’te başlatıldı. Kuzey, Güney ve Doğu Kürdistan’dan birer üyenin katılımıyla üç kişilik bir hazırlık komitesi oluşturuldu. Aslında komite dört kişiden oluşturulacaktı. İkisi Kuzey’den, biri Doğu, diğeri de Güney Kürdistan’dan oluşacaktı. Önderlikle yaptıkları tartışmada böyle kararlaştırılmıştı. Fakat Kuzey Kürdistan’dan tespit edilenlerden biri olan Kemal Burkay, Celal Talabani’ye söz vermiş olmasına rağmen gelmedi. Bunun üzerine komite üç üyeyle çalışmalarına başlama kararını aldı. Bu üç üyeden biri Celal Talabani, diğeri Fetah (İKDP’nin Avrupa sorumlusu- sonradan Dr. Şerefkendi ile beraber şehit edilen grubun içindeydi) ve bendim. Oluşturulan üç kişilik komite öncülüğünde Kürdistan’ın dört parçasından irili ufaklı tüm örgütler toplantıya çağrılmıştı. Toplantılar serisiyle önemli oranda pürüzler giderilerek ulusal kongrenin nerede, nasıl toplanacağını be_lirlemek üzere son bir toplantıya ihtiyaç vardı. Tam bu süreçte tırmanan Körfez krizi çerçevesinde ABD, Fransa cumhurbaşkanı Mitterand’ın eşi Madam Mitterand aracılığıyla bir Kürt heyetini Washington’a davet etti. Bu davet ulusal kongre için yapılan Kürdistan örgütlerinin ortak toplantısında tartışıldı. Herkes PKK’nin de bu heyette yer almasını ısrarla istedi. Çünkü mücadele yükselişi yaşayan ve Kürdistan’da direnen örgüt PKK idi.
Dolayısıyla PKK’nin heyet içinde olmaması düşünülemez, denilmekteydi. Biz, hayır sadece Güney Kürdistan’dan bir heyet gitsin, biz de diğer örgütler olarak arkasında duralım, destekleyelim, dedik. Sanırım gelen davette bizzat PKK istenilmiş olmalı ki ısrarlı bir biçimde dayatmalar oldu. Fakat biz o koşullarda bunu uygun görmedik. Buna karşı gelişen ısrarlar üzerine PKK adına değil de, Kuzey Kürdistan adına İsmet Şerif Vanlı’nın gitmesini önerdik. Öneri toplantı bileşimi tarafından bir şartla kabul edildi: ABD devletine ortak bir mektup yazılacak, bu mektupta gelen heyetin dört parçadaki Kürdistan halkı adına geldiği belirtilecek ve bu mektuba tüm örgütler imza atacak ve ilk imza PKK’nin olacaktı. Biz, bunu kabul ettik. Fakat sonradan bir komisyon tarafından hazırlanan metni uygun görmedik. Bu bir krize yol açtı. Bunun üzerine Amerika’ya gitmek için Londra’da olan Mam Celal’e bildirildi. Ahmet Bamerni ile birlikte kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinde Mam Celal bizim tarafımızdan mektubun yeniden yazılmasını önerdi. Bunun üzerine mektubu yeniden kendimiz kaleme alıp hazırladık. Hazırlanan bu metin İngilizce’ye çevrilmiş ve önemli bölümleri giden heyeti temsilen İsmet Şerif Vanlı tarafından Washington’daki toplantıda okunmuştu. Heyette Güney Kürdistan adına Celal Talabani, Kuzey Kürdistan adına İsmet Şerif Vanlı, Doğu Kürdistan adına ise İKDP’nin (İran-Kürdistan Demokrat Partisi) Avrupa temsilcisi Kek Fetah bulunmaktaydı. Bunların beraberinde Kendal Nezan vb başka giden kişiler de vardı. Heyet ABD’den döndükten sonra bu kez Türkiye cumhurbaşkanı Turgut Özal, Celal Talabani’yi Türkiye’ye davet etti. Bunu da şöyle öğrendik: Talabani, Önder Apo’ya iletilmek üzere kapalı bir zarf verdi.
Biz, Önder Apo adına yazılmış mektup veya raporu hiçbir zaman açmazdık, genel bir prensibimizdi. O nedenle mektubu açmadım. Fakat telefonla Önderliğe böyle bir mektubun olduğunu ve acil cevap verilmesi gerektiğini bildirince “aç, oku, özetle bilgi ver, ona göre cevap verelim” dedi. Bunun üzerine mektubu açtık. Arapçaydı. Bir arkadaş vasıtasıyla tercümesini yaptık. Mektupta Turgut Özal’ın Cengiz Çandar aracılığıyla kendisini Türkiye’ye davet ettiğini, Türkiye’ye gidişinin Kürt sorununun çözümünde önemli bir fırsat olabileceğini, kesinlikle hareketimizin herhangi bir kaygı duymaması gerektiğini, eğer Türkiye ile ilişkiler gelişirse bunun asla PKK’ye karşıtlık temelinde olmayacağını, hiçbir zarar verilmeyeceğini, tersine faydaları olacağını yazıyor, Önderlikten gidişine olur vermesini ve desteklemesini istiyordu. Okuduktan sonra Önderliğe özet olarak bildirdim. Önderlik bunun üzerine bazı uyarılar yaptı. Bu temelde olursa olabilir, dedi. Ben de Önderliğin görüş ve uyarılarını ilettim, kendisi zaten gitmek üzereydi. Ne yazık ki dış güçlerin bu biçimde ilişki kurma arayışları, beraberinde Kürtler arasında gelişen birlik ve ulusal kongre sürecini de boşa çıkarmıştır. Çünkü bundan sonra Güneyli güçler ulusal kongre çalışmalarından çekildiler. Ulusal kongre çalışmalarının boşa çıkması Kürt hareketi açısından önemli düzeyde fırsatların kaçmasına neden olmuştur.
Çünkü körfez savaşı Kürdistan’da oldukça elverişli koşullar yaratmıştı. Kürt örgütleri arasında bir ortak cephe ya da güç birliği gibi bir oluşum gelişmiş olsaydı koşullar Kürt halkı lehine dönüştürülebilir, dönemin boşluğundan yararlanarak, erkenden özgür bir Kürdistan geliştirilebilirdi. Ancak Güneyli güçlerin çekilmesi bu projeyi boşa çıkarmıştı. Ulusal kongre çalışmalarını yürüten komite işlevsiz kalmış, çalışmaları kendiliğinden sona ermişti. Bugüne kadar da böyle bir toplantı olmamıştır. Halepçe katliamı ardından Güney Kürdistan’da ciddi bir peşmerge faaliyetinin olmamasından ve Doğu Kürdistan’da da benzer bir durumun yaşanmasından dolayı Kuzey’de hem gerilla hem serhildan alanında önemli bir gelişmeyi yaşayan hareketimiz PKK, mücadeleyi yürüten ve halka ümit veren tek güç haline gelmişti. Bu konuma denk bir askeri çizgi izleyebilseydik, Botan-Behdinan sahasında denetimi geliştirme süreci yaşanabilirdi. Bunun dört parçada da destek bulma koşulları vardı. Önderlik olası gelişmeleri öngörerek, böyle bir perspektifi hedef olarak belirlemişti. 1991 yılında bunun için koşullar daha fazla olgunlaşmıştı.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL) (34.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER