BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(45.BÖLÜM)
DİRİLİŞ DEVRİMİ VE İNİSİYATİFİN GERİLLAYA GEÇMESİ
1992 Güney Savaşın’da Taktik Sorunlar;
1993 sürecinde Türk ordusu Kürdistan’ın birçok yerine girememişti. Botan, Zagros, Amed, Dersim, Serhat gibi eyaletlerde giremediği alanlar vardı. Girmek istemesine rağmen başaramamıştı. Belki bu alanlar resmen kurtarılmış alanlar olarak ilan edilmedi ama gerçeklik biraz stratejiye uyuyordu. Türk ordusu bu süreçte tüm denemelerine rağmen Cudi’ye girmeyi başaramamıştı. Gabar’a bir-iki sefer girmişti, üst üste darbe alınca kısa sürede geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bestler’e ise hiç girememişti. 1993 süreci, siyasi çözüm denemesinin başarılamaması sonucu yapılacak bir hamleyle devleti yeniden çözüm sürecine çekmeye dönük bir süreçti. Devleti çözüme zorlamak için de artık silahlı savaşın denge dönemine doğru ilerlemesi gerekiyordu. Bunun için 1993 süreci her zamankinden fazla eylemsel yoğunluğun olduğu bir süreçti. Aslında gerillada, 1991’de başlayan yükselişin 1993’te zirveleşmesi durumu yaşanmıştı. 1991 sürecinde gerillada ve kitlede yüksek bir moral ve ruh bulunmasına rağmen Türk devleti bunu karşılayacak yeterli hazırlığa sahip değildi. Bir yerde 1991’deki hızlı yükseliş karşısında Türk devleti hazırlıksız yakalanmıştı. 1993’te gerillada belli düzeyde nitelik gelişmesi ve doğrultu kazanması söz konusuydu. Fakat Türk devleti de gerekli hazırlıklarını yapmış olarak süreci karşılamaktaydı. 1992’de yeni konseptte karar kılmış, uluslararası desteği sağlamış ve kendisini toparlama sürecine girmişti. Bununla birlikte Kürdistan’daki kitlesel kabarışı yani serhildan hareketini tasfiye etmek için, ordu hem bizzat kendisi JİTEM örgütlenmesini kurmuş hem de Hizbullahı da eğiterek, hareketimize karşı devreye koymuştu.
Bu her iki yapılanmanın yanında, Susurluk’ta da ortaya çıktığı gibi devlet-mafya ve aşiret çetelerinin ittifaklarıyla çok yönlü saldırı birimleri oluşturulmuştu. Örgütlenen bu yapılar hiçbir kural tanımadan savaş kurallarını çiğnemiş, sivil, savunmasız insanları katlederek, Kürt yurtseverliğini çökertmeyi hedeflemişti. Katliam ve suikastlarla toplumu sindirmeye çalışan kapsamlı gayri nizami bir devlet planlaması devreye sokulmuştu. 1993 yılında bunu ileri bir düzeye tırmandırmış, bu çetelerin Kürdistan’da işlediği cinayetler hareketin tabanında ciddi bir yıpratma yaratmıştı. Bütün bu yapılanlarla aslında gerilla karşısında ordunun ve devletin içine düştüğü yenilginin yarattığı açık kapatılmak isteniliyordu. En kirli yöntemlerle bunun yapılmış olması, Türk devleti ve Türk ordusu açısından tarih boyunca silinmeyecek bir leke olarak kalacaktır. Bizim açımızdan ise dönemin temel savaş perspektifi kurtarılmış alanlar oluşturmaktı. Gerilladaki eksiklik, kurtarılmış alanların nasıl biçimlendirilebileceğini bilmemek ve tam olarak yönelmemekti. İkinci önemli husus ise yürütülen savaşın nasıl bir içeriğe sahip olduğunu bilince çıkaramama ve buna uygun komuta düzeyini yakalayamamadır. Yürütülen savaş taktiği Vietnam ya da Çin’de yürütülen hareketli savaşla birebir aynı değildi. Kürdistan koşullarında normal klasik gerilla hareketini aşan bir tarzdı. Çağın karakterini de göz önünde bulundurunca Çin ve Vietnam’da yürütülen gerilla aşamalarını yürütmek zordu. Kürdistan’daki gerilla hareketi bu anlamda diğer ülkelerde yürütülmüş hareketli, zengin taktiklerle kuşatma, ezme ve yok etme tarzını yakalayamadı. Kürdistan gerillası diğer hareketlere göre saldırı tarzında daha başarılıdır. Fakat çatışma düzeni klasik Kürt savaş tarzının günümüz koşullarına uyarlanmış biçimidir.
Bu anlamda 1993 yılında, gerilla mücadelesinde bir ilerleme ve tırmanış olmasına rağmen somut bir sonuç elde etmeyi başaramamış ve taktik aşamayı gerçekleştirememiştir. Sonuç olarak, 1993 yılı bütün hareketliliğe ve yoğunluğa rağmen önceki yıllara göre ileri bir düzey yakalamış, bazı başarılı performansları sergilemiş ancak yılı bütün boyutlarıyla gerektiği gibi değerlendirememiştir. 1993–94 kış süreci Kış tam anlamıyla kendini dayatınca Türk ordusu üzerinde karşı bir harekat geliştirme çalışmalarına ağırlık verildi. Tabii ki kışın her yerde hareket edilemezdi, ancak hareket etmeye müsait alanlarda bu olabilirdi. Botan’da kış süreci de eylemlilik anlamında değerlendirilmeye çalışıldı. Özellikle Tiryan taburunun kaldırılması (düşürülmesi) durumunda Eruh’a kadar uzanan bölgenin tümü, Bestler gibi kurtarılmış alan olacaktı. Tiryan taburunu kaldırmak için planlama yapıldı. Birinci yönelimde tabur tepesi kaldırıldı ama tabur sökülemedi. Bizden takım komutanı olan bir arkadaş, (Zeki) onlardan da bir asteğmen vuruldu. İkinci kez daha kapsamlı güçlerle yönelim gerçekleştirildi. Kendim gitmemiştim. İkinci yönelimde çeteler ve tepe bir kez daha etkisizleştirildi. Bu şekilde güçlerimiz taburun etrafındaki hedefleri düşürdü. Tabur binasının etrafını sarıp, kapısına kadar gidiliyor ancak içeriye girilemiyor. Duvarları siyah taştan, kapısı kalın demirden yapılmış kale gibi bir yerdi. B-7 roketleri de fazla etkili olmamış, güçlerimiz taburun etrafında dönüp dolaştıktan sonra mecburen geri dönmüşlerdi. Bu tabur eyleminin tekmili Önderliğe verilince, Önderlik, “Kale gibi yerlere neden saldırılıyor” diye eleştirmişti. Tiryan (Okçular) taburu için yapılan planlama arazi hakimiyetini tümden gerillanın denetimine almak içindi. Yukarıda izah ettiğimiz nedenlerden ötürü Beytüşşebap alınamamıştı.
Ancak eğer Tiryan taburu kaldırılsaydı alan daha da genişlemiş olacaktı. Tiryan kaldırılmış olsaydı, Türk ordusu alanda kalamazdı. Ama Tiryan tabur güçleri adeta kale gibi inşa edilmiş binanın içine girerek kendilerini korudular. Aslında kale gibi olmasına rağmen bir yolunu bulup almayı düşünüyorduk. Hatta kendim de oraya giderek, bizzat üzerinde duracaktım. Fakat Önderlik eleştirince, yeni bir planlama yapmaktan ve bu hedefi düşürmekten vazgeçtik. Aynı dönemde 7. Bölge (Hakkari) güçleri Üzümlü (Deştan) karakoluna başarılı bir eylem yapmışlardı. Aslında ikinci kezdir aynı yerde tekrarlanan bir eylemdi, yine de başarılı olmuştu. Sonradan aynı yıl bir kez daha saldırı yapıldı. Fakat üçüncü kez aynı hedefi vurmak akıllıca değildi. Onun için başarılı olmadı, dört kaybımız yaşandı. O dönemde Cudi ile Suriye arasındaki geçiş hattı gerilla güçlerinin kontrolündeydi. Aynı şekilde İpek yolu da denetim altına alınabiliyordu. Grup geçeceği zaman güçlerimiz gidip yol güvenliği sağlıyorlardı ve böylece grup sorunsuz geçebiliyordu. Türk ordusu buralarda denetim sağlayamıyordu. Fakat yeni katılım sağlamış, henüz eğitimden geçmemiş, büyük çoğunluğu silahsız bir grup Suriye’den gelirken, tank pususuna düşmüşlerdi, 20 kayıp verilmişti. Nedenini anlamak için soruşturma açıldı, soruşturmayı yerinde denetlemek amacıyla ben de Cudi’ye gittim. Kurtulan arkadaşlar ve köylülerle konuştum. Tabii biz grubun termalli tank pususuna düştüğünü daha anlamamıştık, bunun için çok yönlü bir soruşturma yürütüyorduk. Soruşturma sonuçlarından anladığımız kadarıyla farklı bir yöntemle Suriye’den gelen grubumuzu uzaktan vurmuşlardı. Asker pususuna girme gibi bir durum yaşanmamıştı. Yeni bir silah kullandıklarını anlamıştık ama o zaman silahın türü hakkında bir fikir sahibi olamamıştık. Bu kayıplardan sonra Cudi yönetimi misilleme amacıyla Silopi’ye bir baskın yaptı. Baskından sonra çıkışta da aynı durum yaşandı. Orada da aynı biçimde 13 şehit verildi.
Artık yeni bir silah kullanıldığına tam emin olduk. Yapılan araştırmalar sonucunda lazer güdümlü termal kameraların tanklara monte edildiğini öğrendik. Tank üç-dört kilometre uzakta durup, termal ve lazer ışınları ile ayarlama yaparak, yüzde yüze yakın bir biçimde hedefe isabet edecek şekilde vuruş gücüne sahip olabilmekteydi. Kürdistan’da o zamana kadar kullanılmayan bir silahtı. Silahı anlayana kadar iki yerde toplu kayıplar yaşandı. Diğer eyaletlere sorduk, oralarda buna benzer bir silahın henüz olmadığı anlaşıldı. Buradan da anlaşıldığı gibi termal kameralı tankları ilk önce Botan’da kullanıp denemişlerdi. Daha sonra 1994 yılında bu silah Kürdistan’ın her tarafında yaygınca kullanıldı. Termaller Alman tankları üzerine monte edilmekteydi. Nihayetinde 1993 yılı Kürdistan genelinde Türk ordusu karşısında gerilla güçlerimizin daha etkin olduğu bir yıl oldu. Türk ordusuna oranla yıl içerisinde gerillanın arazi üzerinde hareket tarzı daha etkin bir düzey kazandı. 1993–94 kışı, süreci değerlendirme ve hazırlıkları geliştirme açısından önemli bir kıştı. Baharda uygulanacak taktik üzerine daha fazla yoğunlaşmak ve gücü hazırlamaya ağırlık vermek gerekiyordu. Zamanı böyle değerlendirmekten öte bütün güçleri dolaşarak, ziyaret etmeyi ve toplantılar yapmayı esas almıştım. Bu amaçla bütün bölgeleri dolaştım. Önderlik, “Dolaşmak değil, yoğunlaşmak gerekir” diye eleştirmiş ve uyarmıştı. Bu kışta düşmanın kapsamlı herhangi bir operasyonu olmadı.
Ama bazı noktalara karşı ciddi operasyonları gelişti. Güçlerimizin de bazı kış eylemleri olmuştu. Cudi vb yerlerde gerillanın bir takım eylemleri gelişti. Kış ortasında Cizre askeri lojmanları ve özel timlerin yerleştiği Maden Taburu’na yönelik gerilla güçlerinin eylemleri gibi başka yerlerde de bir takım eylemlikler gelişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde bazı gerilla eylemleri olsa da esas olarak kış süreci hazırlıklarla geçti, diyebiliriz. Türk ordusu ise Hakkari alanında Marinos Katosu’na ve Oramar’a dönük operasyonlar geliştirdi. Şimdiki Zağros eyaletinde, o zaman Behdinan eyaleti dediğimiz sahada daha önceden Kuzey topraklarında üstlenme yapılamıyordu. Genellikle bu alan güçleri kışı güneye çekilip, orada üslenirlerdi. Ama ilk kez 1993-94 kışında iki yerde Kuzey alanı içerisinde üslenmeyi planlamışlardı. 7. Bölge gücünden 64 kişilik bir gerilla gücü bölge komutanı Be. arkadaşla birlikte Marinos Katosu’nda kış üslenmesini yapmıştı. Bu güçten kış ortasında bir kişi ihanet ederek, Hakkari merkeze bağlı Peyanus taburuna teslim olmuştu. Bunun üzerine Hakkari tugay komutanı Osman Pamukoğlu’nun komutasında Türk ordusu Kato’ya bir operasyon düzenledi. Operasyonda kısa süreli bir çatışma yaşandı. Ben de arkadaşlarla telsizle direkt ilişki halindeydim. Güçlerimiz fazla mermi kullanmadı. Sadece biraz BKC çalışmıştı ve askerler fazla ilerlemedi. Dolayısıyla ciddi bir çatışma yaşanmadı. Her tarafta bir metreden fazla kar vardı. Bazı yerlerde kar yüksekliği 5 metreydi. Akşam olunca arkadaşlar Faraşin alanına doğru harekete geçtiler. Faraşin ve yol üzerindeki tüm Beytüşşebap köylülerinin yardımlarıyla Beytüşşebap üzerinden arkadaşları Bestler’e getirdik.
Çünkü yoğun kardan dolayı köyden köye gitmenin dışında hareket etmek mümkün değildi. Derhal cepheci arkadaşları devreye koyduk. Bu şekilde köyden köye Beytüşşebap merkezine, oradan da yine köylülerin desteğiyle Bestler alanına gücün aktarılması sağlandı. Bestler’de arkadaşları bizzat karşıladım. 63 kişilik bir grup olarak hepsi sağlamdı. Daha önceden Cudi’de yedek olarak hazırlanan Gundıkê Remo’da bir noktamız vardı. Arkadaşlar orada üslenip, kışı eğitimle ve rahat bir biçimde geçirdiler. Kış ortasında Marinos’tan Cudi’ye kadar gelen gücümüzde hiçbir kayıp olmadı veya değişik bir zarar yaşanmadı. Buna rağmen Osman Pamukoğlu yazdığı kitapta bu çatışmada 66 arkadaşın şehit düştüğünü söyleyerek üzerinde büyük bir kahramanlık senaryosunu şekillendirmiş. Bu sadece bir çarpıtma değil, belki de bir insanın söyleyebileceği en büyük köşeli yalanlardan birisidir. Aynı biçimde Oramar’da üslenen gruba yönelik de bir operasyon gerçekleşmişti. Kar yağışının olduğu bir gündü. Buradaki gücümüzün başında Nasır vardı. Güç, temasa girmeden alandan çıkmıştı. Ama Türk askeri dörtbeş gün Oramar’dan çıkamadı ve kayıplar verdi. Helikopterleri karda mahsur kaldı. Isınmak için silah dipçiklerini ve bireysel eşyalarını yakmak zorunda kaldılar. Bazıları dondu. Oramar operasyonu adeta bir Sarıkamış seferine dönüştü.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER