BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (82.BÖLÜM)
YALAN VE ÇARPITMAYA KARŞI TARİHİ HAKİKATLER
Türk Generallerinin İcraatları;
Türk ordusu ve generalleri de Kürt halkını inkar etmede ve tarihi çarpıtmada sistemli kurumsal çalışmanın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Özellikle PKK hareketinin gelişip, silahlı savaşı başlatmasından sonra dünyanın en güçlü orduları arasında gösterilen Türk ordusuna ağır kayıplar verdirmesi Türk ordusu ve generallerini adeta çılgına çevirmiştir. Bunun üzerine Türk devleti ve ordusu dünyada eşitlik, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi veren hareketlere karşı egemen sistem tarafından yürütülen tüm özel savaş ve psikolojik savaş yöntemlerini inceleyerek, hepsinin sentezinden oluşan bir savaş konseptini gündemine almıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmek için akla gelebilecek tüm yöntemler acımasızca devreye konulmuştur. Özel Harp Dairesi koordinasyonluğunda Kürt halkına ve özgürlük mücadelesine karşı yürütülen kirli savaş hiçbir kural tanınmadan sürdürülmüştür. Öyle ki Türk ordusunun tüm gücünü, kapasitesini, teknik donanımı devreye koymasına ve NATO imkanlarından faydalanmasına rağmen Kürdistan özgürlük hareketini bir türlü tasfiye edememesi, Türk ordusunun “anlı-şanlı” prestijinin zedelenmesine neden olmuştur. Sıcak savaş sahaları olan Kürdistan dağlarında gerilla karşısında ağır darbeler yedikçe hukuk, ahlak ve savaş yasalarına aykırı yol yöntemlere daha fazla ağırlık vermiştir. 17.000’i aşkın sayıyla ifade edilen faili belli ama “faili meçhul” olarak belirtilen cinayetleri doğrudan ve çeşitli paravan örgütler yoluyla işleyen, insanlık dışı katliamları yapmakta çekinmeyen devlet yetkilileri ve generalleri, binlerce köyü de yakmaktan ve yargısız infazları gerçekleştirmekten çekinmemişlerdir.
Türk devleti katlettiği sivil insanları genellikle basın ve kamuoyuna ya gerilla olarak yansıtmış ya da kaybettirmiş, sahip çıkmamıştır. Gerilla kayıplarını olduğundan çok fazla göstermek, kendi kayıplarını ise onda bir oranında verme anlayışı tarihi tümden ters yüz etmenin en büyük girişimlerinden biri durumundadır. Günümüzde telekomünikasyonun gelişerek en ücra köşelere kadar yayıldığı ve artık kolay kolay hiçbir olayın gizlenemez olduğu gerçeğine rağmen Türk ordusu yürüttüğü savaşta gerçekleri önemli oranda gizlemiş ve gizlemektedir. Çünkü bu, devletin karakterinden, göz göre göre inkar siyasetini sürdürmesinden kaynaklanmaktadır. Türk devleti bölgede tarihin en eski halkı olan Kürt halkını yok sayan ve inkar eden bir siyaseti yürütüyorsa, bu tümüyle tarihsel ve toplumsal süreçlerin ters yüz edilmesinin kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan herhangi bir generalin veya herhangi bir subayın gerçekleri doğru söylemeyip, psikolojik savaş amaçlı, gerçeklerden çok farklı sonuçları yansıtması aslında bir devlet politikasıdır. Yoksa bireyler devlete rağmen bu kadar çarpıtma ve yalana dayalı rapor düzenleyemez. Burada birey değil, devlet yalancı duruma düşmektedir. Böyle olunca da tarihin tümüyle çarpıtılması pratiği bu mantık açısından reva görülmüştür. Bu nedenle Kürdistan’da yürütülen direniş mücadelesi karşısında ağırlıklı olarak özel savaşın en etkili psikolojik boyutunu uygulayan Türk devleti genellikle bu savaşa ilişkin doğruları yansıtmamış, ısrarla bundan kaçmıştır.
Ancak devletin bu siyasetinden yararlanan bir takım kendini uyanık zanneden askeri yetkililer ise oldukça düzmece raporlarla devleti de, toplumu da kandırmayı kendisi için doğal bir hak gibi görmüştür. Abartılı rapor düzenleme ve kamuoyunu yanlış bilgilendirmenin kaynağında da bu durum vardır. Bazıları yalan rapor ve bilgiyi çok aşırı bir dozajda kullanarak, olmayan şeyi olmuş gibi, olan şeyi de olmamış gibi göstermişlerdir. Bunların bazıları bu yalan raporlar temelinde birçok ödül ve madalya almış ve kendilerini bir kahraman olarak topluma yutturmuşlardır. Ordu bünyesinde genellikle hemen hemen herkes aynı durumda olduğu için, birbirini deşifre etme ve gerçekleri açığa çıkarma durumu yaşanmamıştır. Genellikle tüm savaşlarda taraflar kendi kayıplarını az, karşı tarafın kayıplarını ise daha fazla verirler. Kapitalist zihniyetli egemen güçlerin anlayışına göre her taraf, kendi propagandasını yapmak, güçlerine moral vermek amacıyla bunu yapar. Ancak savaştan sonra yazılıp çizilen belgelerde aynı psikolojik savaş propagandasını gerçekmiş gibi yansıtmak tarihin ters yüz edilmesi suçunu daha da arttırmaktadır. Türk genelkurmayı gerçekleştirdiği operasyonlar ve çatışmalarda verdiği kayıpları önemli oranda gizlerken, gerilla kayıplarını ise genellikle fazla vermiştir. Basın yayın organlarında verdiği gerilla kayıplarının toplamına bakıldığında, gerçek sayının birkaç katını verdikleri görülecektir. Esas durum böyle olmakla birlikte, özel savaşın çok öne çıkarıldığı dönemlerde çok daha abartılı yanlış sonuçlar yansıtılmıştır. Gerillanın hiç kayıplarının olmadığı birçok olayda 100–120 gibi kayıplar verebilmiştir. Yalan bilgilerin en çok verildiği, gerçeklerin hiç yansıtılmadığı yıl, 1994 yılıdır. Bu yılda devletin savaşla ilgili yansıttığı bilgilerin yüzde sekseni çarpıtma ve yalandır.
Son dönemlerde Kürdistan’da sıcak savaş ortamında Türk ordusunu komuta eden kimi generallerin yazdığı kitaplarda dile getirilen hususlar gerçekle hiçbir biçimde bağdaşmamaktadır. Bu generaller yazdıkları kitaplar yanında, TV ekranlarında da habire boy göstererek kendilerini ‘savaş uzmanı’ olarak lanse etme gibi yalanlarla sözde ‘başarılarını’ dile getirmektedirler. Türk basını da genellikle bir özel savaş basını gibi hareket etmiş, karanlıkta kalan, Türkiye’yi uçurumun kenarına kadar getiren bu anlayışın ve işlenen suçların üzerine gidip aydınlatacağına gerçeklerin üstünü örtme ve savaşı tırmandırmanın diğer bir ayağı olmuştur. Bu amaçla düzenlediği programlarda “efsane komutan” vb gerçek dışı kışkırtmalarla gerilla karşısında komuta ettiği güçten binlerce kayıp veren emekli generalleri adeta birer “kahraman” edasıyla ekranlara hala çıkartmaktadır. Hasan Kundakçı, Osman Pamukoğlu, Erdal Sarızeybek ve diğer emekli general ve subaylar, yazdıkları kitaplarda ve çıktıkları tv programlarında Kürdistan özgürlük mücadelesinin gelişim diyalektiğini çarpıtmak ve gerçekleri ters yüz etmek için akla hayale gelmeyen yalanlarla kamuoyunu yönlendirme girişimlerini sürdürmektedirler. Bugün yenilmiş pehlivan konumunda olan bu şahsiyetler geçmiş başarısızlıkları başarı olarak göstermenin açığa çıkmamasının davasını yürütmektedirler. Çünkü gerçeğe dayanmayan bir geçmiş oluşmuş ve buna dayanarak ödüller dağıtılmış, senaryolar çizilmiştir. Şimdi bunun baş aktörleri habire bu süreci savunarak başarılı gösterme çabası içerisindedirler.
Oysa bu hareket 1984 yılında 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirirken toplam kadro sayısı 200, ülke içerisindeki sayı ise 70 civarındaydı. Kitle ilişkisi çok dar ve sınırlıydı. Bugün binlerce gerilla ve milyonlarca kitle desteği söz konusuysa Türk devleti ve Türk ordusu adına bu dönemde görev yapmış kişiler başarı senaryosunu çizemez. Eğer çiziyorlarsa bu, büyük bir yalandan başka bir şey değildir. Çünkü ortada inkar imha siyasetini yürüten ve mutlak bir asimilasyonu hedefleyen Türk devletinin sonuçsuz kalan, başarısız durumda bulunan bir siyaset gerçekliği vardır. Özellikle 1984 15 Ağustos Atılımı ile birlikte diriliş devrimini yaşayan Kürt halkı bütün sömürgeci politikaları yerle bir etmiştir. Bu politikanın bütün uygulayıcıları pratikte başarısız kılınmıştır. Buna rağmen bugün hala psikolojik savaşın yalanlarında ısrar etmek beyhude bir çabadır. Tarih boyunca dürüst bir biçimde askerlik mesleğini icra edenler, mert ve onurlu, ülkesi için her türlü fedakarlığı yapan, sözünün eri olan kişiler olarak anılmışlardır. Hatta bu meslek en şerefli ve kutsal bir meslek olarak algılanmıştır. Doğrulardan, adaletten, hak ve hukuktan kopmadığı sürece de öyledir. Vatanını, halkını ve değer yargılarını yabancı istilacı güçlere karşı savunmak, özgürlüğünü korumak için örgütlendirilen askerlik kurumu şerefli bir kurumdur. Bu amaçla asker olan da onurlu bir kişiliğe sahip olmak durumundadır. Askerliğin onurlu ve kutsal olarak değerlendirilmesi sahip olduğu bu toplumsal karakterinden ileri gelmektedir. Ama belirttiğimiz hususların tersine başka bir ülkeyi ve halkı köleleştirmek, özgürlük ve onurlarını ayaklar altına almak için katliamcı karaktere sahip askeri örgütlenmeleri aynı kefede değerlendirmek söz konusu olamaz. Sömürgeci amaçla kurulan ordu örgütlenmeleri tüm tarih boyunca lanetlendiği gibi, günümüzde de aynı konumda tanımlanmaktan kurtulamamışlardır.
Türk ordusu da belirttiğimiz sömürgeci mantık ekseninde bir anlayışı Kürdistan’da temsil ettiği için, Kürt halkı tarafından lanetlenen bir konumdadır. Bu anlayışa sahip bir ordunun generallerinin de aynı düşünce ve pratiğe sahip olması kadar doğal bir durum olamaz. Bu açıdan Hasan Kundakçı, Osman Pamukoğlu gibi Türk ordusunu Kürdistan’daki savaşta komuta etmiş kişilerden gerçekleri dile getirmeleri beklenemez. Nitekim gerçekleri dile getirmedikleri gibi, hiçbir temeli olmayan senaryoları dizmekten de geri kalmamaktadırlar. Hasan Kundakçı’nın Siirt Tugay Komutanlığı, daha sonra 7. Kolordu Komutanlığı ve Olağanüstü Hal Bölgesi Asayiş Jandarma Komutanlığı görevini yaptığı bilinmektedir. Direniş mücadelesinin en çok gelişim gösterdiği yıllar, Hasan Kundakçı’nın görev yaptığı yıllara rastlamaktadır. Kürdistan özgürlük gerillaları ile Türk ordusu arasında yürütülen savaşı yakından takip etmiş olanlar bu durumu gayet iyi bilirler. Bu kişi ortadaki bu gerçeklere rağmen adeta zorla ama ısrarla kendini “Kürdistan fatihi” gibi göstermek istemektedir. Oysa gerçeklik bunun tam tersidir. Bu zatın yazmış olduğu, kitapta kaleme aldığı savaş boyutunun gerçeklerle hiçbir alakası yoktur. Kitabının temeli yalanlar üzerine kurgulanmıştır. Kitaptaki bilgilerin ancak Bir savaşın anatomisi yüzde onu doğrudur, yüzde doksanının yalan olduğu kesindir.
Halkımızın özgürlük mücadelesi ve Kürdistan gerillası karşısında yaşadığı hezimeti, başarısızlığı kitapta dile getirdiği yalanlarla kamufle etmeye çalışmaktadır. Aslına bakılırsa gerilla karşısında en başarısız generallerin başında Hasan Kundakçı gelmektedir. Bu zatın bir başarısı varsa eğer, o da Doğan Güreş’in ekibinden olmasından kaynaklı Türk ordusu içerisinde yaşanan iç çatışmalarda Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın, Rıdvan Özden gibi bazı komutanların tasfiye edilmesinde üstlenmiş olduğu rol çerçevesinde olabilir. Kısmen Türkiye’nin sağduyusundan yana olan bu generallerin hepsi Hasan Kundakçı’nın Kürdistan’da görev yürüttüğü yıllarda öldürülmüşlerdir. Son dönemlerde Erdal Sarızeybek diye emekli bir asker de TV ekranlarında bol bol boy göstermektedir. Esendere Sınır Jandarma Karakol Komutanı olarak görev yaptığını belirten bu kişiliğin de gerçekleri çarpıtmada kendini uzmanlaştırmış olduğu anlaşılıyor. Hiç olmayan şeyi olmuş gibi göstermede ustalaşmış biridir. İnkar ve imha siyasetinin şekillendirdiği kafa yapısının ve zihniyetinin nasıl da gerçeklerden uzaklaştırılmış ve bu şekilde tamamen yalana dayalı bir sisteme sahip olduğunun en iyi örneği olan bir tiptir. Bu kişilerin bu kadar yalana dayalı bir mantığa sahip olmalarının nedeni gerçeklere olduğu gibi bakma değil de, görmek istedikleri gibi bakma anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Gerçekler ne olursa olsun, o nasıl görmek istiyorsa öyle izah ediyor. Böyle olunca da tümüyle gerçekten kopmuş, yalana dayalı bir yapılanma ortaya çıkıyor. Gerçek dışı olguyu söyleye söyleye artık kendisi de inanmış olmaktadır. Kendi yalanına inanma olmadan insanların hayatı boyunca, en az hayatlarının önemli bir kesiti boyunca bu kadar gerçek dışılığı yaşaması mümkün değildir. Ama görmek istediği gibi düşünmek ve konuşmak yalan söylemeyi meşru hale getiriyor. Ve böylece kişi sıkılmadan, hatta büyük bir maharetle ve heyecanla bu gerçek dışı söylemlere sarılarak savunabilmektedir.
Buna en çarpıcı örnek bu kişi olduğu için bizzat ismini vererek, üzerinde durmayı gerekli gördük. Bir de bu zatın yasadışı kontra cinayetleri ve yargısız infazları oldukça fazla işlediği bilinmektedir. Belki de araştırılırsa birçok olayda rolü olduğu açığa çıkacaktır. Ama bizim bildiğimiz ve kendisinin de basında gerçeğini çarpıtarak itiraf ettiği bir olay var ki, bu olay onun gerçekliğini ele vermektedir. 29-30 Haziran 1994 tarihinde Çarçela Dağı’na yönelik yapılan operasyonda gerillanın herhangi bir kaybı yaşanmamıştı. Fakat çatışmada yaralanan ARGK’nin genç ve savaşkan, takım komutanı olan Sekvan (Mahmut İlhan- Şırnak-Gundıkê Remo köyü doğumlu) arkadaş kolundan yaralandığı için güçler geri çekilirken onu bir yere saklıyorlar. Ertesi gün Erdal Sarızeybek komutasındaki tabur güçleri tarafından bu arkadaş bulunarak esir alınıyor. Yaralı esir ele geçen bu arkadaşı hemen orada sorguya çekiyorlar. Sorguda istediği bilgileri vermeyince, yaralı olmasına rağmen işkenceye tabi tutma suretiyle bu arkadaş şehit ediliyor. Savaş kurallarını ve ahlakını ayaklar altına alan bu vahşetin sorumlusu Erdal Sarızeybek ve onun üst komutanı olan Osman Pamukoğlu’dur. Bu olay bu kişilerin sorumluluğunda gerçekleşmiştir. Hiçbir savaş ahlakında yaralı yakalanan birisinin işkenceye tabi tutulması ve kurşuna dizilmesi kuralı yoktur. Burada uluslararası savaş yasaları karşısında suç işlendiği açıkça ortadadır. Bu olayın en ilginç yanı ise yaşandığı dönemde hiçbir biçimde basına yansıtılmamış olmasına rağmen daha sonra SKY TV’de yayınlanan Kan Uykusu adlı programda bu arkadaşın ilk yakalanışının görüntülü olarak verilmesidir. Ayrıca Erdal Sarızeybek, nasıl yakalandığını izah ediyor. Yakalanıp kendisine insancıl yaklaşıldığını utanmadan söylüyor ama bu yakalanan kişinin şu anda nerede olduğunu belirtmiyor. Yakalandıktan birkaç saat sonra nasıl bir muamele gördüğünü izah etmiyor. Görüntüde sadece ilk yakalanış anı veriliyor.
Ayrıca hemen orada soru yağmuruna tutulma sahnesi de yansıtılıyor. Gerçek şu ki, TV’de gösterilen o sahneden sonra Sekvan arkadaşın en vahşi yöntemlerle hunharca yapılan işkencelere rağmen direnerek bilgi vermemesi ve katledilmesi durumu yaşanmıştır. Eğer böyle değilse kişisel arşivlerinde bulunan ve propaganda amaçlı TV’ye verdikleri o görüntüdeki kişinin kim olduğunu ve nerede olduğunu açıklasınlar. Yakalanma prosedüründen sonra nerede soruşturulduğu ve hangi cezaevine gönderildiğini belirtsinler. Bunları belirtemezler, çünkü esir düşen Sekvan arkadaş büyük bir kahramanlıkla direnerek, örgütü ve yoldaşları hakkında herhangi bir bilgi vermediği için orada hunharca katledilmiştir.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER