BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(43.BÖLÜM)
DİRİLİŞ DEVRİMİ VE İNİSİYATİFİN GERİLLAYA GEÇMESİ
1992 Güney Savaşın’da Taktik Sorunlar;
Her ne kadar “erkekleşme” biçiminde yanlış bir gelişme durumu olsa da, kadının kendine güvenini sağlama ve erkek karşısında güç olma durumunu geliştirmesi açısından belli bir rol oynamıştır. Bu pratikte çok değerli arkadaşlar kahramanca direnerek şehit düşmüşlerdir. Başta Adalet, Zınarin, Besê Dersim gibi arkadaşlar olmak üzere çok değerli bayan arkadaşlar en ön cephede savaşarak şehit düşmüşlerdir. Yine bu sürecin zorlu pratiği daha sonra şehit düşecek olan Zelal, Agiri ve Sorxwin gibi yüzlerce kadın komutanı şekillendirmiştir. Bu pratik kadın açısından bir öz güven kazanma ve kendini kanıtlama sürecinin gelişmesine zemin sundu. Zaten kadın ordulaşması biraz buna dayanarak gelişmiştir. Çünkü daha önce, bir “yığın” gibi değerlendirilmekteydi. Yığın anlayışıyla bölük sistemine kavuşsaydı bile bir ağırlık olarak görülmekten öteye gitmesi beklenemezdi. Kadın militanlar savaş sahasında gösterdikleri pratik ve kahramanca direniş ile ağırlık olmadıklarını kanıtlamış, böylece bir savaş gücü olduklarını göstermişlerdir. Kadın ordulaşması bu eksende gelişme kaydetmiştir. Önderlik, kadının savaş sahasındaki pratiğini görmeden, gerilladaki rolü üzerine net ve kesin vurgular geliştirmemiştir. Savaş sahasındaki durumunu, duruşunu öğrenmek için sürekli bizden görüş istiyordu. Savaş konusunda kadını da katalım biçimindeki duygusal yaklaşımdan ziyade gerçekçi bir yaklaşımı esas alıyordu. Kadının savaş yeteneğinin gelişmesinde ve özgürlük mücadelesinin bütün boyutlarıyla toplumsallaşmasında kadının rolüne işaret ediyordu.
Bunun için objektif bir yaklaşımla esas olarak, kadının bir savaş gücü olup olmayacağını pratikte sınadı. Kadının özellikle 1992 Güney savaşı ile 1993 pratiği boyunca savaşta gösterdiği fedakarlık onun savaşta sadece sıradan bir asker değil, savaşı derinleştiren bir güç olduğunu netleştirdi. Bu temelde kadının iradeleşmesinde, güç olmasında ve özellikle savaşın topluma yansımasında, savaş içinde değişim dönüşümü yaşayan ve yaşatan bir güç olduğu yönünde değerlendirmeler yaptı. Önderlik, daha çok ideolojik boyuta ve kadının erkeğin gölgesinden çıkarak iradeleşmesine önem veriyordu. Özellikle savaşta gücünü kanıtlayan kadının erkek egemenlikli sistemi aşarak, toplumsal bir öncü ve sürükleyici bir güç olacağını hep düşünüyordu. Bizim yaklaşımımız derin bir ideolojik bakış açısına dayanmasa da, Önderliğin perspektiflerini pratikleştirmek adına kadının bir savaş gücü olması için zemin açma, rol biçme ve savaş sahasında gücünü açığa çıkarmaya olanak sunma biçimde olmuştur. Tabii bizim bu tutumumuz Önderliğin bakış açısından esinlenme sonucudur. Derin bir ideolojik çözümlemeye dayanmasa da gücüne inanma durumu vardı. Bu nedenle Önderlik kadınla ilgili gelişmeleri sürekli bizden bilgilenerek perspektifler veriyordu. Kasım 1993’te Önderlik telsiz üzerinden Botan alanındaki kadın yapısının ayrı askeri sistemle örgütlendirilmesinin perspektifini bu temelde verdi. Verilen perspektif, kadın gücünü takım ve bölük düzeyinde örgütlülüğe kavuşturma eksenindeydi. Askeri sahada ayrı bir sistem düzeyinde örgütlülüğünü geliştirirken bu sefer kadın gücünün komutasını oluşturmada bazı zorlanmalar yaşandı. Özellikle Behdinan alanında bu zorlanma daha ciddi boyutlardaydı. Botan’dan kadın komuta istedikleri için eleştirilmişlerdi.
Bu temelde 1993 yılında kadın ordulaşmasının önemli bir temeli oluşarak kadın hareketinin gerilla saflarında ciddi bir gelişmeyi yaşamasının zemini şekillenerek gelişti. Kadın ordulaşmasında 1993’te yaşanan bu gelişmeyle 1994 yılında Botan’dan tüm Kuzey eyaletlerine takımlar halinde kadın gücü kaydırıldı. Kadın ordulaşması pratik içerisinde bütün sahalarda 1994 yılından sonra gelişim kaydetmişti. 1995 baharında yapılan I. YAJK Kongresi ardından ise tüm eyaletlere yeniden düzenlemeler yapıldı. 1993 yılında uygulanan savaş tarzı 1993 yılında ateşkesin bozulmasından sonra her tarafta Türk ordusu tarafından askeri operasyonlar başlatıldı. Buna karşı gerilla da öncekilere nazaran daha etkili bir eylemsellik sürecini geliştirdi. Gerilla yoğun eylemsellikler geliştirmesine rağmen taktik yaratıcılığı pek uygulamadığı için bu durum hedeflediği açılımı yapmamasına neden olmuştur. 1992 pratiği sonrasında yapılan yargılama kısmen düzeltici rol oynamışsa da, eski tarzı tam aşamamıştır. 1993 sürecinin temel savaş tarzı sabit hedeflere yönelik yapılan eylem türleri, yol kesme ve yer yer baskınlar biçiminde gelişmiştir. Bu dönemde Botan’da hemen hemen vurulmayan düşman tepesi kalmamıştı. Diğer eyaletlerde de benzer bir yoğunluk söz konusuydu. Türk ordusu gerillanın gelişen bu saldırı dalgalarından korunmak için askeri taburların güvenliğini sağlayan bütün tepeleri boşaltmıştı. Taburlar güvenlik tepelerini bıraktıktan sonra yol kesme eylemlilikleri daha fazla öne çıktı. Bunun yanında bazı yerlerde şehir baskınları geliştirildi. Ama bu şehir baskınları yaratıcı taktiklerle geliştirilmediği için, savaş taktiği üzerinde olumlu bir etkisi olmadı. Türk devleti daha sonra sabit hedef konumunda bulunan karakol vb yerleri tel örgüler, mayın, termal kamera, tank vb araçlarla donatınca bu taktik yaklaşım da tıkandı.
Bu dönemde her ne kadar eylemsel düzeyde bir hareketlilik ve gelişme yaşanmışsa da, 1993 pratiğinde sergilenen taktik yaklaşım klasik Kürt savaş tarzının bir devamı niteliğinde olmuştur. Gelişen tüm olumsuzluklara rağmen bu dönemde taktik açılımda geçen yıllara oranla belli bir düzey tutturulmuştur. Zira birçok yol hattı gerilla denetimine girmiştir. Şırnak-Eruh, HakkariBeytüşşebap, Şırnak-Uludere ve Van-Hakkari yolları, yine Dersim’de çevre yollarının çoğunluğu, Amed’de bir kısım yol hattı çoğunlukla gerilla denetimine girebilmekteydi. Hakeza diğer eyaletlerde de benzer durumlar yaşanmaktaydı. Sabit hedeflere yönelik gerçekleşen eylemlerde bir artış olmasına rağmen gerilla savaşını üst bir aşamaya taşıyacak olan hareketli savaş kabilinde bir ilerleme gelişmemişti. Başta Garzan olmak üzere bazı yerlerde tek tek de olsa adeta Dörtlü çete dönemini çağrıştıran eylemler gelişti. Yer yer hedeflerin doğru tespit edilememesi sonucu sivil kayıplar yaşandı. Özellikle Dersim eyaletinde Madımak oteli katliamına “misilleme” olsun diye Erzincan’a bağlı Türk kökenli faşist bir köyün vurulması olayı yaşanmıştı. Ardından aynı yörede başka bazı sivil hedeflerin de vurulması bize zarar vermişti. Bu pratik sonucunda Erzincan, Tercan vb alanlardaki tüm Türk köyleri silahlandırıldı. Dönemin iktidarı tam bir özel savaş ekibi olduğu için tüm gücüyle şovenizmi geliştirmek istemekteydi. Köylerdeki sivil faşistlere yönelik yapılan eylemler, özel savaş ekibinin şovenist dalgayı yükseltme taktiğinin başarı kazanmasına ve birçok yerde bu kesimlerin hareketimize karşı bir pozisyon içerisine girmesine neden olmuştur. Yine Dersim’de Türk soluna bağlı kimi gerilla gruplarına karşı yanlış yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bunlar tamamen yerel düzeyde ve dar bir bakış açısıyla gelişen yanlış pratiklerdir. Özellikle Ekrem gibi kişiliklerin bu tür pratiklerde rolü fazla olmuştur.
Halbuki Önderliğimiz ve hareketimiz mümkün olduğu kadar Kürdistan ve Türkiye dağlarında gerillanın gelişmesi için çaba harcıyordu. Örgüt ayırımı gözetmeden gerillayı geliştirmek isteyen her grup veya örgüte koşulsuz destek sunmak bir prensipti. Kaldı ki o dönemde Türkiyeli arkadaşlardan oluşan DHP (Devrimci Halk Partisi) örgütlenmesi oluşturulmuştu. Türkiye’de DHP’ye bağlı bir gerilla hareketinin geliştirilmesi için çaba harcanmaktaydı. Yine TDP’den (Türkiye Devrim Partisi) bir grup Cudi’de eğitilmişti. Bu grubun eğitilmesi için her türlü destek ve olanağı sunmuştuk. Çünkü PKK’nin amacı Türkiye devrim hareketinin gelişmesine imkan vermekti. Türkiye’de gerilla hareketini başlatmak, Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin yapmaya fırsat bulamadığı bir görevdi. Bu nedenle eğer birileri bu görevi yapmaya kalkıyorsa biz buna sadece destek sunabiliriz. Hareketimizin politikası ve pratiği böyleydi. Hiç anlaşılmadık bir biçimde PKK’nin politikasına ters bir çatışmanın zaman zaman bazı sol güçlerle Dersim’de yaşanması oldukça düşündürücüdür. Bu pratiklerden de anlaşıldığı gibi o dönemde bir biçimde Dörtlü çetenin tasfiyeci ruhu Dersim’de dolaşmaktaydı. Dersim’deki tasfiyecilik o kadar derinleştirilmiştir ki, yürüttüğü psikolojik savaş ve boşa alma ile Dr. Baran arkadaşın kendisini vurmasına kadar işi vardırtmıştır. Dersim ve Garzan başta olmak üzere yer yer bazı eyaletlerde bu tarzın pratik örnekleri görülmüştür. En belirgin yönü doğru hedef seçmemek, gücün enerjisini boşa harcamak ve kayıplara yol açmaktır. Dersim’de gerçekleşen çeteci pratiğin sorumlusu olduğunu bildiğimiz bazı kişiler var ki, en acımasız çete tarzı uygulamalarına ve bu kadar sivil insanları hedeflemiş olmalarına rağmen bugün çok demokrat, insancıl kesilmeye başlamışlardır.
Bu hareket içerisinde en zorba uygulamaları geliştiren, çetevari pratikler uygulayan, bu eksende hareketi zorlayan tiplerin sonradan insancıl kesilmeleri tam bir sahtekarlık örneğidir. Şimdi ikiyüzlüce insanlık değerleri ardına sığınmalarıyla kimseyi kandıramazlar. 1993 yılında çizgi dışı uygulamaların en yaygın görüldüğü yerlerden birisi de Mardin’dir. Mardin’de çok güçlü ve derin bir yurtseverlik anlayışı vardır. Kemal, Cemal ve Selman arkadaşların Şıkestun direnişi hala dillere destandır. Bu üç arkadaşla temeli atılan direnişsüreci büyük kazanımlar ortaya çıkarmıştır. Güçlü direniş geleneği yanında tasfiyecilik de bir düzeyde açığa çıkmıştır. 1991’de Edip ve Elif unsurlarının geliştirdiği tasfiyeciliğin yarattığı tahribatla beraber Agîdê Kaso’nun çeteci pratiği harekete büyük zarar vermiştir. Bu sürece müdahale amacıyla bir grupla birlikte K. Ömer arkadaş alana gönderilmişti. Giden arkadaşlar yaratılan tahribatları düzelteceklerine kontravari anlayışa zemin sunarak, tahribata ortak olmuşlardır. Bunun üzerine hareketin talimatıyla bu alana Botan eyaleti üzerinden müdahale gerçekleşmiştir. Yapılan müdahale ile Mardin bölgesindeki bütün komuta kadrosu çekildi. 1993 yılında bu alana sorumlu olarak Serhat atandı. Serhat’ın gidişi ile beraber tasfiyeci kontravari sürecin önü alınmış ama farklı bir olumsuzluğa yol açmıştı. Çünkü bu Serhat denilen kişinin ilginç bir mahareti de gittiği yeri kurutmaktı. Bunu nasıl becerdiği, bir alanı nasıl bu kadar ruhsuzlaştırdığı özel olarak incelenmesi gereken bir husustur. Bunda bizim de rolümüz vardı ve benim için bir özeleştiri konusudur. Alanın büzülüp, daraltılmasını zamanında görmeme vardı. Daha çok, değişeceğine yönelik bir inanç beslendi. Bunun için de hep zaman verildi.
Ama bu tutum sonuç alıcı olmadı. Pratikteki daralma ve kurutma gittikçe derinleşti. O dönemdeki kontravari ve tahrip edici pratiğin önüne geçilmişti. Fakat yerine konulan gelişme değil, değişik bir daraltma ve tahrip biçimiydi. Özellikle halka ve yapıya dönük olumsuz uygulamaların önüne geçilmişti. Ama tahribatları gideren ve geliştiren bir pratik yaşanmamıştı. Önceki yönetimin çekilmesiyle 1994 yılında kurulan mahkeme ile Mardin alanının geniş bir yargılaması yapılmıştı. Yargılama eyaletin sorunlarını aşmada bir zemin sunmuştu fakat pratiği gerçekleşmemişti. Bu dönemde eyaletlerin tümüne güç aktarımı yapılmış ve gerilla Kürdistan’ın her bölgesine yayılmıştı. Güç yoğunlaşmasının geliştiği alanlardan biri de Serhat eyaletiydi. Zelê’de biriken güçlerin önemli kısmı İran üzerinden Serhat eyaletine aktarılmıştı. Bu dönemde savaş sanatından anlamamanın en somut örneği Serhat eyaletinde yaşanmıştı. Güç sayısı bakımından adeta Botan’la yarış esas alınmıştı. Normal bir gerilla tarzıyla en fazla 200–300 civarında bir gerilla gücünün üstlenebileceği Serhat eyaletine 900 gerilla aktarılmıştı. Bu pratiğin sahibi yine Ferhat’tı. Serhat eyaletini kendisi için çıkış sahasına ve güç gösterisine dönüştürmeye çalışmıştı. Oysa savaş ciddi bir iştir, bu nedenle ciddi komutan olmayı gerektirir. Savaşa ateşten bir gömlektir denilir, yani ateştir, oynarsan yakar. Savaşı kuralına göre yürütmek lazımdır. Maalesef bizim yürüttüğümüz savaşta duygular, bireysel kaygılar, yarışlar, çekişmeler sürekli öne çıkmıştır.
Bundan dolayı çok ciddi gedikler açılmış, açılan gediklerden dolayı kayıplar verilmiştir. Ferhat, savaşın ciddiyetinin farkında değildi. Bu sebeple Zelê’deki bütün seçme güçleri Serhat’a göndermişti. Hatta daha önce Haftanin’de bulunan savaşkanlığı ile öne çıkmış Yusufê Sersıpî vb birçok komutanı da seçerek Serhat’a göndermişti. Bu vb yanlış tutumların yanı sıra diğer eyaletlerle yarışma havasıyla habire güç sayısını arttırmıştı. Oysa Serhat’ın arazi yapısı o kadar kişiyi kaldıramazdı. Haddini aşan düzeyde güç aktarmanın sonu cinayet olur. Serhat eyaletinde bu anlayış sonucunda ciddi bir güç birikirken, diğer eyaletlerdeki güç birikimi biraz da kendiliğinden olmuştur. Dönemin yaygın hastalığı olan erken iktidar hastalığının bunda rolü fazladır. Çünkü erken iktidar hastalığıyla sürece yaklaşım, savaşın gerçekliğini göz ardı etmeyi beraberinde getiriyordu. Gerçek anlamda bir savaş komutanlığı, savaş kurmaylığı gelişmediği için nerede ne kadar güç biriktiyse öyle kalmaya devam etmiştir. Halbuki stratejik saldırı döneminde bile bazı alanlara bu kadar güç yığılamaz. Serhat eyaletindeki tüm bu taktik dışı ve savaş gerçekliğine aykırı tutumlara rağmen eyaletteki güçlerimizin kahramanca direnişleri ve çarpıcı eylemleri de olmuştur. Şehit Ali Dırêj, Piro (Turgut Yıldız) ve Mardinli Şehit Rojhat arkadaşların sorumluluğunda çok önemli eylemsel süreçler yaşanmıştır. Özellikle 1993’te Digor’da 15 Ağustos kutlamalarına devlet güçlerinin elliyi aşkın yurtseveri şehit etmesine misilleme olarak Iğdır-Aralık’a bağlı Sultantopu taburuna karşı yapılan elliyi aşkın silahın kaldırıldığı eylemler gibi sonuç alıcı eylemler yapılmıştır. Yine Kafirköy karakol eylemi gibi çarpıcı baskın eylemler olmuştur. Bu tür eylemlerle eyalette çeşitli taktik açılımlar yapılmış olsa da, alanın koşullarının doğru değerlendirilmemesi neticesinde büyük kayıplara yol açılmıştır. Diğer kimi eyaletlerde de kaldırabileceğinden fazla güç birikimi olmuştu.
Mesela Mardin eyaletinde 1000’e yakın güç birikmişti. Yine GAP alanında bölükler kurulmuştu. GAP sahası gibi dümdüz bir ovada bölükler oluşturulmuştu. GAP’ta bölük kurmak akıl karı değildir. Bu tür çok vahim, askerlik sanatı ile hiç uyuşmayan, gerilla felsefesine sığmayan pratikler yaşanmıştır. Askerlik sanatından anlamamanın yarattığı askeri sistem önemli kayıplara neden olmuştur. Bu dönemde en önemli sorun komuta ve ordulaşma sorunuydu. Ancak savaş sanatında derinleşmemekten kaynaklı bu olgular çok genellemeci bir mantık ile ele alındı. Ordu önemli oranda büyümüştü, ama büyüyen orduya komuta edecek taktik önderlik sorunu sürüyordu. Bir yıllık savaşçı bir arkadaş bölük komutanı hatta daha üst düzeyde görev almak durumunda kalıyordu. Bir şekilde yeteneği olan erken sivriliyordu. Giderek her eyaletin kendine göre ölçüleri oluşmaya başladı. Bu da eyaletçilik anlayışını geliştirdi. Neredeyse her eyaletin bir PKK’sişekillenmeye başladı. Bu durum yerelciliği körükleyerek bir anlayış olarak gelişmesine neden oldu. 1993 yılındaki taktik planlama, hareketli savaş ve alan kurtarma üzerine kuruluydu. Bu çerçevede Botan’da belli bir yoğunlaşma geliştirildi. Bu taktik planlama ekseninde 1993 ortasından sonra, Botan’ın doğu cephesinde bir Doğu Hareketi planlandı. Çatak, Beytüşşebap ve Hakkari üzerinde bir yoğunlaşma geliştirildi. Beytüşşebap’ın kuşatılarak ele geçirilmesi yanında, Uludere’de de ayaklanma örgütlendirilerek -başarılabilirse- burayı da ele geçirme planı çıkarılmıştı. Zaten Beytüşşebap alanının önemli bir kısmı gerillanın denetimi altındaydı. Geriye bir tek Beytüşşebap merkezi ve Jirki vadisi kalıyordu. Şehir merkezinin de ele geçirilmesiyle alan tümden kurtarılmış olacaktı.
Bu planlama önünde en büyük engel Jirki aşiretinin korucularıydı. Jirki aşiretinin Kato eteklerindeki çete güçleri biraz darbelenmişti. Zaten bazı kesimleri de çok aşırı devletçi değildi. Alanda güç yoğunluğu için Botan eyalet karargahına bağlı hareketli tabur gücü, Gabar ve Cudi alanlarının hareketli bölükleri -ki her birinin sayısı 70–80 civarında kişiden oluşan bölüklerdi- Beytüşşebap alanına çekildi. Bu şekilde Beytüşşebap bölgesinde bulunan güçlerle beraber merkezi olarak eyalet karargah komutanlığına bağlı hareket eden 700 civarında bir güç oluşturuldu. Keşifler yapıldı. En üst düzeyde komutanlar keşfe katıldı. Nasıl alınacağı tespit edilemeyen sadece Bayrak Tepesi kalmıştı. Çünkü bu tepeye gidiş yolu bulunamamıştı. Bu tepe, şehrin tam üstünde kale gibi duran bir tepeydi. Tek ulaşma yolu, merkezden zikzaklı bir biçimde çıkmaktı. Bilinen başka bir yolu yoktu. Arkadan sarp kayalıklar arasından ulaşan bir yolun bulunduğu söylendi. Bunu da kimse bilmiyordu. Fakat yereldeki bir arkadaşın bu yolu bileceği söylendi. O da başka yerde bulunmaktaydı. Grup gönderildi, fakat bir türlü yol bulunamadı. Çok sarp bir yerdi, yol arkadan dolanıyordu. Bir de çok stratejik bir tepeydi. Tepede doçka (uçaksavar) bulunuyordu. Bu tepe ele geçirilebilirse şehir merkezi kolay düşerdi. Eğer ele geçirilmezse şehir merkezi düşmezdi. Şehrin etrafında asker ve çeteler tarafından tutulan toplam yedi ayrı askeri nokta vardı. Türk ordusu daha önce şehri ele geçirmeye dönük baskın olabileceğini hesaplamıştı. Çünkü şehrin etrafında daire biçimindeki bütün hakim noktaları tutmuştu. Önemsiz bazı yerleri korucular, önemli yerleri de askerler tutuyordu. Bazı korucular baskında bize yardımcı olabilecek pozisyonda bulunmaktaydılar. Hatta bazılarıyla konuşulmuştu. Mamxuran ve Gevdan vb aşiret korucularının çoğu destekler pozisyondaydı.
Destek olmayanlar da pasif kalırdı. Zaten biz bu baskını planlarken onlardan destek alacağımızı hesaplayarak plan yapmıştık. Yaptığımız planlamayı erken pratikleştiremedik. Zamana yayılınca bilgi düşmana gitmişti. Hatta Beytüşşebap’ta görev yapan alay komutanı bizimle ilişki halinde olduğunu bildiği koruculara, “PKK burayı neden almaya çalışıyor ki, burayı alacaklarına gidip Uludere’yi alsınlar, orayı alırlarsa zaten Beytüşşebap kendiliğinden düşer” demişti. Aslında haklıydı, çünkü Beytüşşebap’ın tek yolu Uludere’den geliyordu. Hakkari yolu zaten tarafımızdan bir yıldan beri kapatılmıştı. Nihayetinde herkesin Beytüşşebap’a dönük ciddi bir eylem hazırlığında olduğumuzu bildiklerini görünce, yönetimin konuyu tartışması temelinde eylemi bir süre ertelemek uygun görüldü. Dikkatleri dağıtmak için yeni bazı planlamalar çıkarıldı. Bunun için hem düşmanı şaşırtan, hem de çevresindeki bazı askeri hedefleri düşürerek yumuşatan bazı eylemler planlandı. Beytüşşebap’ın kesin olarak alınması için mutlaka düşürülmesi gereken etrafındaki bazı hedefler vardı. Bu sürede bu hedeflerin düşürülmesi ve bazı taktik eylemlerin yapılması planlandı. İlk başta Marinos karakolu düşürülecek, buradaki çeteler silahsızlandırılacak ve Komata alanında 1990’da 43 arkadaşı tasfiye eden (bir kısmı şehit, bir kısmı da esir düşmüştü) çete köyü olan Dolê’ye baskın yapılıp korucular etkisizleştirilecekti.
Ayrıca zaman yeterse Jirki çete çevrelerinin merkezi konumundaki Çeman Taburundaki askeri güçlere de etkili eylem yapılacaktı. Bununla birlikte Beytüşşebap merkezi altında bir karakol görevi gören Geliyê Jêr köyü muhtarı ve çeteleri etkisizleştirilecekti. Bu hedeflere dönük sonuç alıcı eylem yanında Beytüşşebap şehir merkezine taktik amaçlı bir saldırı gerçekleştirilecekti. Hedef, girip çıkma biçiminde bir taktik baskın olacaktı. Bu eylemle amaçlanan düşmanı yanıltmaktı. Aynı plan çerçevesinde Uludere’de bir uygulama yapılacak, bu süreçte Uludere şehir merkezine ve oradaki bazı askeri noktalara baskın gerçekleştirilerek darbelenecekti. Bu plandaki amacımız; hem Beytüşşebap çevresindeki hedefleri düşürmek, hem de düşmanı yanıltmak ve daha sonra dönüp şehir merkezini ele geçirerek, kurtarılmış alan olarak ilan edip bir daha çıkmamaktı. Bu çerçevede bir eylem planı hazırlandı. Hazırlanan bu plan bir ayda ancak bitirildi. Yapılan planlama temelinde görev bölümü yapıldı. Bu arada Uludere’deki güçlerle toplantı yapmak -ki orada 300 civarında gücümüz vardı- onları sürece hazırlamak ve yönetimdeki arkadaşlarla Beytüşşebap’ın düşürülmesinden sonra Uludere’de yapılacaklarla ilgili planlamayı netleştirmek gerekiyordu. Hem bu görevleri yapmak hem de Uludere’de yapılacak olan baskın eylemine nezaret etmek için oraya gitmek gerekiyordu. Bu temelde biz de Uludere’ye geçtik. Kela Memê’de tüm güçlerle ve milislerle toplantılar yapılarak, askeri planlar üzerine tartışma geliştirildi. Botan ve Şehit Pılıng arkadaş, Beytüşşebap şehir merkezi baskını için kaldılar. Adil arkadaşın gücü Marinos karakolunun tasfiyesi, çetelerinin silahsızlandırılması, Dolê çete köyü baskını ve Çeman taburuna yönelik eylemleri üstlendi. Şehit Hamidê Heştanî’nin gücü Adil arkadaşa bağlı olarak Çeman taburu üzerine yoğunlaşacaktı. Bu hedefler Beytüşşebap’ın doğu tarafındaydı. O tarafa geçmek için iki günlük yol yürümek gerekiyordu. Bunun için Adil arkadaşlar bir taburluk güçle hızla görev yerlerine hareket ettiler.
Bir kısım güçler de zaten oradaydı. Hazırlıkların ardından harekat başlatıldı. Her zamanki gibi hedefini ilk alan yineAdil arkadaştı.Adil arkadaş, Marinos karakolunu tümüyle düşürerek binayı enkaza çevirdi. Köydeki korucuları da silahsızlandırarak, asker ve koruculardan toplam 54 ferdi silaha el koydu. Mücadele tarihimizde en çok silahın kaldırıldığı eylemlerden biriydi. Burayı düşman askeri güçlerinden temizledikten sonra, harekatı hızla Jirki-Kaşuri hattına kaydıranAdil arkadaş, Komata alanında bulunan Dolê köyündeki çetelere yöneldi. Bu köyün çeteleri 1990 baharında Derikli Ömer arkadaşın sorumluluğundaki 43 kişilik bir bölüklük gücün tasfiye edilmesini sağlayan çetelerdi. 43 kişilik arkadaş grubunun bir kısmı şehit düşmüş, bazıları yaralı olmak üzere bir kısmı da esir düşmüştü. Arkadaşların anısına bu çete köylerine yönelik harekat çerçevesinde bir eylem planlanmıştı. Bu köyün karşılıklı konumlanmış iki mahalleden oluştuğu biliniyordu. Fakat arada üçüncü bir mahalle gibi bir yer de vardı. Ama planlama iki mahalleye göre yapılmıştı. Çeteler mahallelerin belli yerlerinde mevzilenmiş vaziyette nöbet tutuyorlardı. Bu hedeflerden birisine Serhatlı Mahir arkadaşın komutasında, diğerine de Berxwedan arkadaşın komutasında saldırı planı çok dikkatlice, kesinlikle sivillerin ölmeyeceği şekilde korucuları mevzilerinde etkisizleştirmek biçiminde yapıldı. Serhatlı şehit Mahir arkadaş, hayatım boyunca tanık olduğum en büyük cesarete sahip, korku nedir bilmeyen, yüksek askeri ruha sahip olan ender ratlanan bir arkadaştı. Her zaman, üzerine yürüdüğü hedefi kısa sürede fetheden bir vuruş tarzına sahip, yılmaz bir komutandı. Her iki grup harekete geçtiğinde, Mahir arkadaşın grubu korucu mevzilerini alarak köyün içine erkenden girimişti.
Henüz diğer grup hedefini almadan Mahir arkadaş çok acele hareket ederek hedefini alınca üzerinde eylem planı bulunmayan üçüncü yerleşim yerindeki korucuların ateşine hedef olmuştu. Mahir arkadaşın grubu 1 şehit, 8 yaralı verirken, diğer grup da 2 şehit vermişti. Mahir arkadaşın çok acele ve hızlı hareket tarzı, hedefini erken alması ve üçüncü bir çete mevzilenmesinin hesaplanmaması sonucu eylem tam planlandığı gibi gerçekleşmemişti. Buradaki eleştiri, kahraman bir komutan olan Serhatlı Mahir arkadaşa, “sen, neden erken hedefini aldın” eleştirisiydi. Çünkü eğer hedefini erken almasaydı ve her iki saldırı grubu beraber alan üzerinde hakimiyet sağlasalardı üçüncü hedefi daha kolay etkisiz kılabilirlerdi. Ama Mahir arkadaşın hızlı hareket tarzı ve hedefini erken alması bir boşluk yaratmıştı. Eylem belli sonuçları aldı ama kayıplı ve başarılı olamayan bir eylem oldu. Bu eylemde korucular hırpalanmış, uygulanan çarpıcı saldırı tarzıyla şok olmuş ve ürkmüşlerdi. Her şeye rağmen bu eylem, Şehit Ömer ve komutasındaki arkadaşların anılarına bağlılığın bir ifadesi olmuştur. Düşürülmesi gereken diğer hedef ise Geliyê Jêr’deki korucu hedefiydi. Buradaki güçlerimiz de hedefine ulaştı ve 11 silah kaldırıldı. Biz esas olarak Jirki aşireti korucularını nötrleştirmek istiyorduk. Onlara çok yönelmek istemiyorduk. Çünkü daha önceden yaşanan bazı hatalar ve kontra pratikleri sonucu bu aşiret karşıya alınmıştı. Özünde yurtsever duyguları olan bir aşirettir. Bu nedenle amacımız onları yok etmek değil, nötrleştirmek ve içinde azılı olan bazı öğeleri tasfiye etmekti. Bu kapsamda tasfiye edilmesi gereken biri de Geliyê Jêr köyünün çete başı olan muhtardı. Bu hedef gerçekleşti. Aynı plan çerçevesinde Çeman taburu keşfi yapıldı, fakat zaman yetmedi. Eğer vurulsaydı burada korucular hedeflenmeyecekti, sadece tabur vurulacaktı.
Çünkü amaç, belirttiğim gibi askeri etkinliği darbelemek, korucuları nötrleştirmekti. Ancak erken kar yağışı Çeman taburuna yönelmeyi önledi. Bu plan kapsamında Beytüşşebap merkezine de taktik bir saldırı yapıldı. Merkezin ön tarafındaki çete ve asker mevzileri düşürüldü. Çete ve askerler tümden düşürme baskını sanarak mevzilerini bırakıp kaçmışlardı. Fakat şehre taktik bir giriş yapılmış ve çıkılmıştı. Aynı çerçevede Uludere bölge komutanı olan Cuma Biliki arkadaşın koordinesinde Uludere şehir merkezine de bir baskın yapıldı, çeşitli hedefler vuruldu. Kapsamlı bir eylemdi ve başarısı orta düzeydeydi. Bu eylemde 5 arkadaş şehit düştü. Harekattan önce bölgedeki milisler Mijinê köyünün arkasındaki bir mağarada toplanmış, onlarla tartışılmıştı. Bazı milisler gündüz yapılacak bir saldırı eylemiyle Uludere’yi tümden ele geçirmekten yana görüş bildirdiler. Bizim esas amacımız böyle bir eylemsel çıkışı Uludere değil, Beytüşşebap’ta başlatmak olduğu için bu öneriye sıcak bakmadık. Ancak Beytüşşebap eyleminden sonra Uludere için böyle düşünülebilirdi. Fakat onu da orada açık açık konuşmak doğru olmazdı. Bunun için konu geçiştirildi. İlk etapta yapılacak Uludere eylemi deneme kabilinden taktik bir girişimdi. Çünkü dikkatleri dağıtmak ve düşmanı yanıltmak gerekiyordu. Bu bir aylık eylem planı zaten bunun için yapılmıştı. Uludere eylemi yapılırken kar da yağmaya başlamıştı. Eylemden hemen sonra yola çıkılması gerekiyordu. Geç kalmamız durumunda kardan dolayı Kela Memê dağı aşılamayabilirdi. Çünkü genellikle Kela Memê ilk kar yağışından sonra kapanır ve artık Mayıs ayına kadar geçit vermezdi. Kela Memê’nin Bestler’e bakan kuzey yamacında bir burun gibi Bestler’e doğru uzanan Kaplan Dağı’na gelindi. Burası aynı zamanda Beytüşşebap’ın Katoyê Jirkî dağıyla da karşı karşıyadır.
Dolayısıyla buradan daha önceden güçlerin birbirinden ayrıldığı Katoyê Jirkî’ye doğru hareket edilecekti. Fakat telsiz muhaberesinden Katoyê Jirkî’deki güçlerimizin Kato’yu bıraktıkları ve Bestler’deki Çakçako vadisine gelmiş oldukları bilgisi alındı. Tüm güçlerimizin Bestler’e gelmiş olduklarını öğrendiğimizde başta şaşırdık. Çünkü Beytüşşebap planı vardı. Oradan ayrılmamaları gerekiyordu. Beytüşşebap’tan çekilmek değil, orayı alıp yerleşmek gerekiyordu. “Nasıl orada olursunuz, neden çekildiniz?” diye sorulunca, “kar yağışından ötürü geri çekilmek zorunda kaldık” cevabını verdiler. Yanlarına gidip tartışmamızı istediler. Biz de gelmeyeceğimizi söyledik. Çünkü bulunulan yer Bestler ile Katoyê Jirkî ortası sayılırdı. Dolayısıyla o tarafa gelinmeyeceğini, kendilerinin gelmeleri ve birlikte geri dönülmesi gerektiği belirtildi. Sert bazı tartışmalar yaşandı. Bunun üzerine geri dönebilir miyiz, dönemez miyiz, diye kontrol için Şehit Pılıng arkadaş küçük bir grupla Kato’ya gitti. Orada telsizle arayarak, karın çok yükseldiğini ve göğsüne kadar geldiğinisöyledi. Plıng arkadaş kısa boylu bir arkadaştı, göğsüne kadar yükselmişse ancak bir metre var dedik. Tekrardan her tarafta aynı mı diye daha iyi araştırılmasını, her tarafa bakılmasınısöyledik. Kendisi de, daha fazla ilerleyemediklerini, her tarafta karın böyle olduğunu, artık bu alanlarda kalmanın ve savaşmanın imkanlarının kalmadığını belirtti. Kısa birsüre sonra geri döndü, kardan dolayı ilerleyemediğinisöyledi.
Bunun üzerine Çakçako noktasına gelerek, orada buluşma gerçekleşti. Zaten tüm güçler de orada üstlenmişti. Başında Botan kişiliği vardı. Kasım ayının 4’ü veya 5’i olmasına rağmen zozanlarda kar çok yağmıştı. Beytüşşebap’ın doğu tarafına geçen Adil arkadaşın Marinos’taki güçlerini Bestler’e çekmek bile sorun oldu.Adil arkadaş kendi gücünü alarak, normal yoldan değil, Beytüşşebap merkezinin önünden kestirme bir yoldan araziye vurup sağlam bir biçimde ulaştı. Faraşin’de de bir bölük güç vardı. Gücün başında Kazım arkadaş bulunuyordu. O güç de mahsur kalmıştı. Bestler’e çekilirken 5-6 arkadaşın el ve ayakları yanmış ve bu durum daha sonra sakatlanmalarına yol açmıştı. Bu şekilde güçler zorbela kar çemberinden çıkarıldı. Karın, yolları ve hareket tarzını engelleyecek kadar yağdığı tarih 4 Kasım’dı. Yoğun kar yağışı nedeniyle Beytüşşebap’ın alınma planı boşa çıktı. Tabii planın boşa çıkmasını sadece kar yağışına bağlamak basitlik olur. Komuta çok kararlı olsaydı, aşamayacağı engel yoktu. Ama komutada tereddüt olursa en küçük sorun bile gerekçe haline gelebilir. Kaldı ki Apocu hareketin tarzı imkansızlıklar içerisinde imkan yaratan ve bu eksende başarıyı esas alan tarzdır. Sonuçta mevsim koşulları zamansız kendini dayatınca plan boşa çıkmış oldu.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER