BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (65.BÖLÜM)
ULUSLARARASI KOMPLO VE GERİ ÇEKİLME SÜRECİ
“Güneşimizi Karartamazsınız”
9 Ekim 1998’de Önderliğin Suriye’den çıkmasıyla başlayan uluslararası komplonun başlangıcı, daha önce de ifade edildiği gibi 1992’ye dayanmaktadır. 1992 yılında PKK hareketine karşı geliştirilen imha konsepti, 9 Ekim’le yeni bir aşamaya vardırılmıştır. PKK’ye karşı neden bir komplo gerçekleştirildiğine ilişkin derinlikli değerlendirmeler Önderlik tarafından yapılmıştır. Uluslararası egemen güçler PKK çizgisini stratejik çıkarları için tehlikeli görmüşlerdir. Kürdistan’da Önder Apo öncülüğünde gelişen çizgi, özgür Kürt çizgisidir. Özgür Kürt çizgisi, Kürt toplumunda ve Ortadoğu bölgesinde halklara dayalı demokratik bir sistemi amaçlamaktadır. Uluslararası güçler Kürdistan’da böyle bir çizginin gelişmesini riskli bulmuşlardır. Önder Apo’nun geliştirdiği çizginin özellikle 1991-92’lerde sağladığı gelişmeyle bütün Kürdistan parçalarını etkileme düzeyine ulaştığı, eğer önü alınmazsa Kürdistan’a hakim bir hareket haline geleceği tespitinden hareketle bir taraftan karşıtı olabilecek, onu barajlayacak işbirlikçi çizgiye mensup Kürt oluşumlarını desteklerken, öbür taraftan da Türk devletinin PKK hareketini imha etme konseptini desteklemişlerdir. PKK’yi tasfiye etme konseptinin en büyük destekçileri NATO’ya üye ülkelerdir. Bu temelde PKK’ye karşı geliştirilen operasyonlar yok etme karakterlidir.
O halde rahatlıkla şöyle bir belirleme yapılabilir: 1992’den sonra Türk ordusunun PKK’ye karşı geliştirdiği operasyonlar uluslararası niteliktedir ve uluslararası güçlerin desteğine sahiptir. Uluslararası güçlerin yoğun desteği temelinde, Kürt işbirlikçi güçleri de bu bloğa dahil edilerek, PKK’yi yok etmeyi hedeflemişlerdir. Bu konsept temelinde gerillaya yönelik kapsamlı imha operasyonları geliştirilirken, Önderliğe dönük de suikast ve hareket alanını daraltma yönelimleri geliştirilmiştir. 9 Ekim 1998’le beraber gerillaya karşı yoğun bir yönelim konsepti ardından, bu kez direkt Önderlik hedeflenmiştir. Komplo süreçlerinin en önemli yönü genellikle ateşkes dönemlerinde saldırıya geçilmesidir. PKK tarafından Kürt sorununun siyasal zemine taşınma çabalarının yoğunlaştığı dönemlerde karşı saldırılar daha fazla artmıştır. 6 Mayıs 1996 tarihinde Önderliğe karşı geliştirilen suikast girişiminde Kasım 1995’te ilan edilen ateşkes süreci fiilen devam etmekteydi. Yine Önderliğin 1 Eylül 1998’de ilan ettiği ateşkese komployla cevap verilmiştir. Kürt sorununu siyasal yollardan çözmeye hazır olduklarına dair verdikleri mesajlardan sonra komplo geliştirmeleri ilginçtir. Uzatılan barış elini kesme, kırma anlamına gelen bu yaklaşım “yok etme” mantığında ısrar anlamına gelmektedir. ‘Siyasi ve askeri olarak var olma hakkınız yoktur, özgür Kürt’ün yaratılmasına izin vermeyeceğiz’ yaklaşımının pratik uygulamaya kavuşturulması zihniyetinin tüm çıplaklığıyla kendini açığa çıkarmasıdır.
Esas olarak 1 Eylül ateşkesi ile Önderliğin geliştirmek istediği süreç, savaşın tümden durdurulmasına yönelikti. Hatta uluslararası komplo startının verildiği 9 Ekim’de Önderliğin Şam’dan ayrılmasına neden olan çıkış ardından Kürdistan’da gerilla sahalarını değil de, Avrupa’yı tercih etmesi barışçıl çözümde ısrar etmesinden kaynaklı bir tercihtir. Önderlik barışçıl çözümde ısrar etmesine rağmen hedeflenmiştir, barışçıl arayışı komplo ile cevaplandırılmıştır. Bu yaklaşımın verdiği mesaj çok açıktır, gösterdikleri yaklaşım yok etme kararında ısrarlı olunmasıdır. Komplo sürecinin başlamasıyla beraber PKK yönetimi, ileri gelen komuta ve kadrosu PKK VI. Kongresi için bir arada bulunmaktaydı. Hatta Önderlik Moskova’da iken VI. Kongre sürecini yönlendirmiş, gereken perspektifleri vermiştir. Fakat Moskova’da durumların giderek ciddiyet kazandığı, zeminin sağlam olmadığı anlaşıldıktan sonra farklı arayışlar gündeme girmişti. İran seçeneği bu dönemde gündeme geldi. Bu eksende ben bizzat Tahran’a giderek, İranlı üst düzey devlet yetkilileriyle görüşmeler yaptım. Amaç, Önderliğin gizli bir biçimde Ermenistan üzerinden İran’a getirilerek, kısa bir süre de olsa yerleşmesine olanak açmaktı. İranlı yetkililer görüşmede uzun uzun bunun niçin olamayacağını ifade etmişlerdi. Temel yaklaşımları İran’ın son mevzi olduğu, çok fazla ağırlık vermememiz gerektiği, buna hem bizim hem de kendilerinin dikkat etmesi gerektiği yönündeydi.
Başka zaman Önderliğin İran’a gelebileceğini, ancak bunun şimdilik mümkün olmadığını ifade ederek, isteğimizi geri çevirdiler. Reddetme yumuşak dil ve geniş izah ardından gelmişti. Önderlik bunun üzerine Roma’ya gitti. Rusya esas olarak, uluslararası düzeyde çok ciddi dayatmalar ve ekonomik çıkar karşılığında kendi kanunlarını ve yasalarını çiğneyerek, DUMA’nın oy birliği ile misafir olarak kabul etmiş olmasına rağmen devlet yönetimi Önderliğimizin ülkelerini terk etmesi için dayatmada bulunmuştu. Roma süreci Avrupa’daki Kürdistanlıların büyük bir sahiplenme sürecine dönüştü. Bu dönemde “Güneşimizi Karartamazsınız” sloganıyla birçok yerde fedai eylemler gelişti. Bu eylemlerin hemen hemen tümü bireysel inisiyatifle gelişen eylemlerdi. Cezaevlerinin öncülüğünde ilk olarak Şehit Halit Oral arkadaşın 9 Ekim 1998 günü bedenini ateşe vererek başlattığı bu süreç, kısa sürede Kürtlerin bulunduğu her yere sıçrayarak, Önderliğin etrafında adeta ateşten bir çember oluşturdu. 70 yaşındaki Hatice Falay anadan, Rojhılatlı 12 yaşındaki küçük Zehra’ya, tüyleri ürperten bir eylem sergileyen Rusya’daki Tayhan (Ahmet Yıldırım) ve Jêhat (Remzi Akkuş) arkadaşlardan, dağlardaki Bınevş, Rojbin, Felat, Xebat ve Şehristan arkadaşlara kadar yüzden fazla “Güneşimizi Karartamazsınız” şehitleri uluslararası komploya karşı tarihte eşine rastlanmayan bir direniş sergilediler. İnsanı derinden etkileyen kahramanlık eylemleriyle çok büyük bir sahiplenme geliştirdiler. Tüm çabalara karşın, Önderliğin de belirttiği gibi “sahte dostlar ve yetmez yoldaşlık” gerçeği, Önderliğin komployla esaret altına alınmasına yol açan en belirleyici etken olmuştur.
15 Şubat’ta örgütün ileri gelen kadro yapısının hemen hemen tümü kongre sahasında bulunmaktaydı. Eğer kadroların önemli bir kısmı görev başında olsaydı ya da bazıları Önderliğin yanında bulunsaydı belki bir biçimde tedbir alınabilirdi. Fakat hemen her kadro görev alanından uzak bir vadide kongrenin yapıldığı sahadaydı. Kongre güvenliği nedeniyle direkt dışarıyla iletişim kesilmişti. Kongre sahasına uzak bir yerde bir telefon bulunmaktaydı ve bu nedenle dışarıyla iletişim gecikmeli kurulabiliyordu. VI. Kongre çok ağır bir atmosfer altında gerçekleşiyordu. Geçmiş savaş sürecinin keskince değerlendirildiği ve herkesin belli düzeyde iç sorgulama ile çatışmayı yaşadığı bir ortamdı. Önderlik, Kenya süreci için, “adeta dondurulmuştum, ilaç benzeri bir şey verilmiş olabilir, sağlıklı düşünemiyordum” diye bir belirleme yapmıştı. Aslında VI. Kongre döneminde bütün örgüt ve yönetimi adeta düşüncede donmuş bir vaziyeti yaşamaktaydı. Kongre atmosferinde bulunan herkes adeta düşünemez olmuştu. Kadronun ağırlıklı kısmı, geride bıraktığı pratiğin hesabını nasıl verebileceği kaygısına kapılmıştı. Yine gruplaşmalar temelinde iç hesaplaşmalar zirveye çıkmıştı. Kongre zemini de bu hesaplaşmanın merkezi haline dönüştürülmüştü. Böyle bir ortamda Önderliği sahiplenme ya da komplonun önüne nasıl geçilebilir noktasında proje geliştirme gibi bir zemin bırakılmamıştı. Herkes Önderliğin, bireylerin yaşadığı pratiklere ne diyeceği beklentisi içerisine girmişti. Kadrolar bu düşünce muğlaklığı içerisinde adeta uyuşmuştu. Bu nedenle komploya karşı herhangi bir girişim yapılmamıştı.
Tüm kadrolar Önderlikten gelen ve gelecek mesajlara kilitlenmişti. Önderlikten gelen mesajlar da platformda anında işleniyordu. Bir ara bir sessizlik başladı. Önderlikten herhangi bir mesaj gelmedi. Kongre yapısında, ne oluyor diye sorular soruldu ve tartışmalar yapıldı. Bunun üzerine, Avrupa’dan yeni gelen Kani Yılmaz kürsüye çıkarak, Önderliğin bir ülkede (Yunanistan’ı kastederek) kaldığı, sağlam olduğu fakat gizli tutulması gerektiği, merak edilecek ciddi bir şey olmadığı yönünde bir bilgilendirme yaptı. Böyle olunca kongre yapısındaki tedirginlik bir rahatlamaya dönüştü ve bu temelde kongre tartışmaları sürdürüldü. Ancak 16 Şubat sabahı BBC’den Önderliğin Kenya’nın başkenti Nairobi’de 15 Şubat akşamından bu yana kaybettirildiği yönünde haberler geçmişti. Daha sonra saat 11:00’de Ecevit tarafından yapılan, radyoda yayınlanan açıklamada Önderliğin Türkiye’ye götürüldüğü yönünde haberin duyulması çok derin, şok edici ve sarsıcı atmosferin tüm kadroları esir almasına neden olmuştu. Gelişen sarsılma bir anda örgütün tüm kadroları üzerinde etkisini olanca ağırlığıyla hissettirmişti. Sarsılmanın etkisi o kadar ağırdı ki, hemen her kadro farklı biçimde davranış göstermeye başlamıştı. Bir an dinlediğimiz arkadaşlarla birlikte hareket edemez vaziyette kaldık. Önderliğin esaretiyle beraber artık kaçınılmaz olarak mücadelemiz yeni bir sürece girmişti. VI. Kongre çok uzun tartışma platformlarına sahne olmuştu. 15 Şubat gününe kadar resmi tartışma platformları 40 günü bulmuştu. Uzun sürmesine rağmen yürütülen tartışmalar çok çözümleyici değildi. Komutada bilinen çizgi dışı anlayışların kronikleşmesi, tutuculuğun değişik biçimlerde kendini konuşturması, çeşitli anlayışların kendini savunmaya geçmesi vb bir tablo ortaya çıkmıştı.
Önderlik daha Roma’da iken çürümeye yol açan bu gerçeklikten hareketle örgütten istifa edeceğini söylemişti. Çürümenin önüne geçmek için de kongreyi büyük bir değişim kongresi haline dönüştürmek istemişti. Verdiği perspektiflerin tümü değişim yönündeydi ve bu eksende artık büyük bir değişim kaçınılmaz hale gelmişti. Her ne kadar kongre tartışmaları değişimi karşılamada ağır aksak kalmış olsa da, Önderliğin perspektifleri yeni bir yapılanmayı dayatmaktaydı. Ancak Önderliğin komplo ile esaret altına alınması, kongrenin değişim dönüşüm kongresine dönüşmesini engellemişti. Kaldı ki, esaretten sonra örgütlenme düzeyinin nasıl olup olmaması gerektiğine dair tartışmalar da yapılmadı. Biz üç arkadaş televizyon vasıtasıyla kamuoyuyla ilişkilenmek, programlara katılmak, çağrılar yapmak ve süreci takip etmek üzere hemen kongre sahasından başka bir yere geçmiştik. Kalan kadrolar ise ağır atmosfer altında yapılması gereken işleri hızla bitirmek ve altı aylık bir planlama geliştirmekle uğraşmaktaydı. Çünkü durumun ne olacağı, nereye varacağı net değildi. Acil bir müdahale planı çıkarılmıştı, her şey savaşa göre ayarlanacaktı. Alınan karar çılgınca savaş yürütme üzerine kurulmuştu. Hatta öyle çılgınca savaş geliştirilecekti ki, Türk devleti Önderliği mumla arama mecburiyetinde kalacaktı. Halka yönelik gerekli çağrılar yapılmıştı. Başta Doğu Kürdistan olmak üzere halkımız Kürdistan’ın dört parçasında, Avrupa ve yurtdışında eylemsel süreci başlatmıştı. Kürdistan çapında bir ayaklanma ve serhildan süreci gelişmişti. Kuzey Kürdistan, Türkiye, Avrupa, Rusya ve Kürtlerin yaşadığı her yerde halkımız infial halindeydi. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye metropollerinde ve Kuzey Kürdistan’da ciddi bir eylemsellik gelişmekteydi. Avrupa’da konsolos baskınlarında şehadetler yaşanmıştı. Güney Kürdistan’da geniş çaplı protestolar geliştirilmişti.
Doğu Kürdistan’da ciddi bir örgütlülüğümüz olmamasına rağmen halkımız büyük bir ayaklanma geliştirmiş, İran devletinin bütün baskılarına rağmen direnişten taviz vermemişti. Yine yüzlerce Doğu Kürdistanlı genç, gerilla saflarına akın etmişti. Rojava (Suriye) halkı da aynı şekilde komploya karşı direnişe geçmişti. Rojava ve Rojhılat’tan binin üzerinde genç, gerilla saflarına katılmıştı. İlk kez ulusal düzeyde eylemsellik süreci pratikleşiyordu ve bu sürecin giderek derinleştirilmesi temelinde Önderliği aratır hale getirilmesi kararı çerçevesinde bir planlama geliştirilmişti. Bilindiği üzere gerilla mevsim koşullarından dolayı Mayıs ayına kadar hareket etme olanağına pek sahip değildir. Gerilla daha harekete geçmeden, Önderlik sürece müdahale ederek eylemlerin durdurulmasını istemişti. Eğer müdahale etmeseydi nasıl ve ne kadar kanlı bir sürecin gelişeceğini hiç kimse tahmin bile edemezdi. Müdahale Türkiye’yi büyük ve kanlı bir felaketin eşiğinden çevirmişti. Çünkü her eyalet ve bölge Haziran ayıyla beraber intiharvari saldırılar gerçekleştirecekti. Binlerce gerilla, fedai eylemi için rapor yazmıştı. Rapor yazan arkadaşların ezici çoğunluğu kendini büyük bir ısrarla dayatmaya başlamış, “örgüt göndermezse, kendi başıma gider intihar eylemini yaparım” türünden yaklaşımlar ağırlıklı düşünce halini almıştı. Tüm kadrolarda gelişen temel anlayış şuydu: “Mademki düşman bu kadar vahşice Önderliğimize yönelmiştir, o halde biz de kendimizi feda ediyoruz”. Zaten halkta da yansıyan buydu. Kongre döneminde savaşı çılgınca geliştirmekle görevli olacak özel bir örgütlenme kurumu oluşturulmaya çalışıldı. Özellikle fedai eylemlerini geliştirecek özel bir örgütlenme kararı temelinde bu çalışma başlatıldı. Bu çalışma için bazı arkadaşlar kendilerini önerdi.
PKK Meclis toplantısında bu öneriler tartışıldı. Kendini önerenler arasından Nasır’ın bu çalışmanın sorumluluğuna getirilmesi uygun görüldü. Nasır kendi önerisi temelinde fedai eylemler yapacak yeni bir örgütlenmeyi geliştirmekle görevlendirilmesine rağmen daha sonra “olmazlık” teorisi ve yaklaşımını sergilemişti. Ermenistan’a kadar gitmiş, bir ay kadar uğraşmış, döndüğünde böyle bir çalışmanın yanlış olduğunu savunmaya başlamıştı. Böyle bir görevlendirmeyle kendisine karşı adeta komplo yapıldığına dair bir saplantıya girmişti. Zaten bu, kendisinin son kırılması oldu. Başaramayınca saplantıya girdi ve ondan sonra bir türlü düzelmedi. Halbuki Nasır’ı saplantıya itecek herhangi bir neden yoktu. Her şey açık tartışılmıştı ve geliştirdiği öneri temelinde görevlendirilmişti. Özel bir örgütlenmenin bu şekilde geliştirilemeyeceği fark edilince, bu sefer ARGK bünyesinde “özel kuvvetler” biçiminde bir örgütlenmenin geliştirilmesi ARGK anakarargahı tarafından karar altına alındı. İlk bölük, 11 Mart 1999’da eğitimine başladı. Bu karar genel koordinasyona bildirildi. Genel koordinasyon, “uygundur, biz de kendi sahamızda aynı kurumlaşmayı geliştiriyoruz” diye yanıtlayınca özel kuvvetler örgütlenmesi çalışmalarına hız verildi. Bugün gerilla mücadelesinde büyük bir misyon yüklenen ve bu düzeyde rol oynayan özel kuvvetler örgütlenmesinin temeli böylece atılmıştır. Özel kuvvetlerin kuruluşunun ilk amacı, fedai eylemlerde profesyonelliği geliştirmekti. Çünkü fedai eylem önerisi yapan yüzlerce arkadaş vardı ama eylemi ne tür taktikler üzerine oturtacağı noktasında acemilikler yaşanıyordu. Hatta bazı eylemler yapılmıştı ama teknik bilgi yetersizliğinden dolayı, ya daha eylem yerine varmadan bombayı kendilerinde patlatmışlar, ya da bomba bağlantılarını doğru kuramamışlardı. Yaşanan teknik yetersizliği ve dikkat edilmesi gereken kuralların öğretilmesine dönük eğitim yetersizliğini gidermek için eğitim devreleri açıldı.
ARGK bünyesinde kurulan özel kuvvetler kolu, var olan yetersizlikleri gidermek için bir buçuk aylık eğitimlerle fedai eylemlere katılmak isteyenleri eğitmeyi hedefleyen bir kurumdu. İlk devresinde mezun olup eylem amacıyla metropollere giden, daha sonra Önderliğin müdahalesiyle geri dönmek zorunda kalanlar vardı. Bu ilk devrenin başarılı öğrencileri hemen göreve gönderilmişlerdi. Bunların başında gelen Şehit Gulan ve Şehit Nemrut arkadaşlardı. O zaman Gulan arkadaş İzmir-Antalya hattına, Nemrut arkadaş ise hükümete dönük bazı önemli hedeflere yönelme amacıyla Ankara’ya gitmişti. Bu arkadaşların yanında başka arkadaşlar da vardı. Ancak daha sonra Önderlik tarafından eylemler durdurulunca üç-dört ay sonra bu arkadaşlar geri çağrılmışlardı. Geri döndükten sonra bu arkadaşlar özel kuvvetler yönetiminde yer alarak, bu örgütlenmenin sisteme kavuşmasında büyük emek ve katkı sunmuşlardı. Genel Koordinasyon sahasında oluşturulan fedai eğitim devresi ise daha sonra genelleştirildi. Çünkü kurulan örgütlenme fedai eylem mantığı ve çizgisine uygun değildi. Tüm yeni katılım yapan savaşçı adaylarının hepsi kurulan sisteme dahil edildiği için niteliği düştü. Bunun için genelleştirildi. Sonuç alacak, başarılar yakalayacak özel kuvvet olma durumu yoktu. Sonradan askeri karargahta özgün örgütlenme ve özel eğitimlerle kurumlaşma düzeyine ulaştırıldı. Nitekim bu kurum bugün de mücadelede belli bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Bu dönemde çeşitli şehir eylemleri yaygınlık kazandı. Yine kısmen fedai eylemleri gelişti. Ancak yapılan eylemler yoğun hazırlıklara dayalı eylemler değildi, ara süreci biraz sürükleme temelinde yapılmıştı. Esas hazırlıklar gerillanın bulunduğu bütün eyaletlerde yürütülmekteydi. Mayıs ayına doğru hazırlıklar belli bir düzeye geldiğinde, Önderlikten haberler ulaştı. Önderliğin verdiği çerçeve, savaşın geliştirilmemesi gerektiği ve yapılan eylemleri tasvip etmediği biçimindeydi.
Çünkü Türkiye’de yakma yıkma eylemleri yoğunca gündemdeydi. Gerçekten bu dönemde YCK (Yekitiya Ciwanên Kurdistan) örgütlenmesi önemli bir tepkisel çıkışı gerçekleştirmişti. Daha çok yakma yıkma biçiminde gelişen bu eylemsel süreci hafifletmek ve durdurmak için Önderlikten gelen mesajların basında yayınlanması öngörülmüştü. Ama yine de süreç belli eylemliliklerle devam etti. Yönetim olarak Önderliğin durumunu ve bakış açısını tam olarak anlamış değildik. Çünkü gidip gelen avukatlar arasında değişik kişilikler de vardı. Biraz da herkes kendine göre yansıtıyordu. Bunun üzerine, şimdi avukatlık yapmayan ama o zaman avukatlık görevini yapanlardan tanıdığımız ve bilgisine güven duyabileceğimiz birisini yanımıza çağırdık. Gelen bu avukat arkadaş Önderliğin mesajlarını, yeni bakış açısını uzun uzun anlattı. Önderliğin öngördüğü süreci detaylı izah etti. Bunun üzerine örgütün yavaş yavaş hazırlanabileceği, sürecin bıçakla kesilir gibi durdurulamayacağı ama aynı zamanda Başkanlık Konseyi’yle tartışılması ve yapıya aktarım yapılması gerektiği, tedbir olarak da şimdiden intihar eylemlerinin durdurulacağı kararı alındı. Önderliğin bize ulaşan son düşünceleri ekseninde 1 Mayıs bildirisi çıkarılarak kamuoyuna sunuldu. 1 Mayıs bildirisinin en önemli yönü intihar eylemlerinin durdurulması gerektiğine dair verilen perspektifti. Fedai eylemlerin durdurulması gerektiğine dair bir talimat da örgüt yapısı için hazırlandı. Çünkü süreç, fedai eylemlerinin yoğunca gündeme gireceği bir süreçti. İlk fedai grubunun eğitim devresi bitmek üzereydi. Fedai eylemleri durdurulmuş olmasına rağmen hazırlık amacıyla bir kısım arkadaş gönderildi ve her giden kişiye “hazırlık yapın, talimat gelmeden eylem yapmayın” talimatı verildi. Şehit Nemrut arkadaş, Ankara’da etkili bir eylem yapacaktı.
Devletin önemli ve kilit noktalarında bomba patlatacak ve fedai eylem yapacaktı. Bu yönlü planlamalar çok fazlaydı. Ama 1 Mayıs kararıyla gidişlerin bir kısmı durduruldu. Daha örgütlü ve kilit noktalara eylem yapacak olanlara da, “gidin, hazırlık yapın, yalnız talimat gelmeden kimse eylem yapmayacak” talimatı verilerek gönderildi. Şehit Gulan ve Nemrut arkadaşlar eylem yerlerine öyle gittiler. Farklı bazı arkadaşlar da aynı eksende hareket ettiler. Çıkarılan talimata rağmen gerillanın normal eylemselliği ve hareketliliği sürecekti. Nitekim öngörülen normal gerilla eylemleri bir süre devam etti. Bu arada düşmanın operasyonları da gelişmekteydi. Bazı yerlerde şiddetli çatışmalar yaşandı. Önderliğin esareti sürecinde Mardin eyaleti ciddi bir darbe yemişti. Mardin eyalet komutanı Felat arkadaş, eyalet yürütmesi olan Bahoz ve Mervan arkadaşlarla birlikte toplam 29 arkadaş peş peşe şehit düşmüşlerdi. Kongrede PKK merkez komitesine yeni seçilen Erdal arkadaş Mardin eyalet komutanlığına atanmıştı. Kuzey’de ciddi çatışma durumları vardı. Yine Cudi’de çok büyük bir kahramanlık örneği sergilendi. 1999 baharında Hamza (Gundikê Remo) arkadaşın komutasında Bilika’da 24 arkadaş bir mağarada günlerce çatışarak, düşmanın kimyasal silah kullanması sonucu kahramanca şehit düşmüşlerdi. Operasyon ve buna karşı direniş, yine bazı eylemler gerçekleşmekteydi. Bu arada güçlerin Kuzey’e aktarılması çalışmaları sürmekteydi. Örgütün esas akışı savaşa göre ayarlanmaktaydı.
Tam da bu dönemde Önderlikten, “silahlı mücadeleyi bırakma ve güçleri sınır dışına çekme” önerisi ulaştı. “Eğer arkadaşlar da uygun görüyorsa, bu süreci ilan etmek istiyorum” demişti. Ben o zaman merkez sahada değildim, Behdinan’a geçmiştim. Kandil’de Temmuz ayında bir toplantı yapıldı. Toplantı bileşimi zorlanarak da olsa, Önderliğin öngördüğü, silahlı mücadeleyi bırakma çağrısı temelinde karar aldı. “Önderliği hiçbir biçimde reddetmemek ve perspektiflerini olduğu gibi uygulamak gerekiyor” kararıyla olumlu yanıt verildi ve Önderliğe de bildirildi. Alınan karar üzerine Önderlik 2 Ağustos’ta silahlı mücadeleye son verme çağrısı yaptı. Bu, mücadelemizde yeni bir sürecin başlatılmasıydı. Artık Kürdistan özgürlük mücadelesinde silahlı mücadele stratejisi sona eriyor, onun yerine meşru savunma çizgisine dayalı siyasal demokratik mücadele stratejisi karar altına alınıyordu. Böylece yeni bir dönem başlamış oluyordu. Aynı dönemde Avrupa’da bazı yeni durumlar ve sorunlar gelişmeye başladı. Bu nedenle Avrupa’ya takviye yapılması bir zorunluluk haline gelmiş ve aynı toplantıda bazı arkadaşların düzenlemesi Avrupa’ya yapılmıştı.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER