BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(27.BÖLÜM)
15 AĞUSTOS ATILIMI VE GÖRKEMLİ DİRİLİŞ SÜRECİ
Sağ Savunmacı Anlayışın Dışa Vurumu;
Hareketimiz askeri açıdan yeni ve çağdaş bir özgürlük bilinci ile mücadele taktiğini geliştirmiştir. İlk eylemde görülen saldırı ve zafer ruhu çok ileri düzeyde bir potansiyel açığa çıkarmıştır. Bu ruh tüm zamanlarda PKK’nin yaşam tarzı haline gelerek mücadelede sonuç alıcı vuruş tarzının temel kaynağı olmuştur. Yakalanan ruh günümüze kadar devam eden bütün savaş süreçleri üzerinde etkisini çok yoğun ve aralıksız bir düzeyde göstermiştir. 15 Ağustos eylemselliğinde gösterilen saldırı ruhu aslında bin yılların kölelik dayatmalarına gösterilen bir dirençtir. Atılımın merkezi olarak değerlendirilebilecek Eruh eyleminin niteliği çok ayırt edici özelliklere sahiptir. Gerek planlaması, gerek saldırı ruhu ve sonuç alıcı tarzı, gerekse de geri çekilme organizasyonu güçlü bir tecrübeye dayanmamış olmasına rağmen çok ileri bir düzeydedir. Bugün büyük bir tecrübeye sahip olmamıza rağmen bu kadar planlı, düzenli ve başarılı askeri bir eylemin pratikleştirilmesinin kolay olmadığını biliyoruz. Eylem hem siyasi, hem de askeri açıdan rolünü oynamıştır. Bu açıdan büyük bir başarıya dayanan güçlü bir çıkıştır. Ancak bu atılımın yarattığı büyük kazanımlara rağmen sonrasında devamı aynı ruhla sürdürülememiş, daha çok sağ savunmacı bir çizgi görülmüştür. 15Ağustos eylemi gerçekleştikten sonra Eruh grubu Garisa üzerinden Hezil çayına çekilir. Araziye tam hakim olmamaktan kaynaklı iki günlük yolu tam bir haftada alırlar. Aynı biçimde Şemdinli grubu da Çemço’ya çekilir. Eylem başarılı sonuçlar doğurmasına rağmen gelişen atılım çizgisi süreklileştirilemez. İlk vuruştan sonra mümkün mertebe eylem sahasından uzaklaşılmıştır.
Düşman yediği ilk şoku atlatmadan ve halkın hafızasında yeniden canlanan direniş olgusu erkenden Kürdistan’ın birçok yerine rahatlıkla taşırılabilecekken, aşırı savunmacı tutum ve manevranın uzak alanlara ya da Güney’e kadar yapılmış olması sürekliliği engellemiştir. Atılımın yarattığı gelişmeler itibariyle düşmanın büyük güçlerle operasyonlar yapması beklenen bir durumdur. Ancak atılımı yapan güçlerimizin gerilla savaş taktikleri üzerine azımsanmayacak bir eğitim görmüş olmalarından dolayı, düşmanın operasyonlarını tümden boşa çıkarabilecek bir düzeye sahipti. Kuşkusuz eylem yerinden oldukça uzak bir sahaya manevranın yapılmasının derin tarihsel nedenleri vardır. Her şeyden önce devlet tarafından, tüm topluma ordusunun “çok güçlü” olduğu propagandası enjekte edilmiştir. Türk ordusunun “güçlü” ve “yenilmez” olduğuna dair propagandanlar yaşamın her alanında sürekli yapılmaktaydı. Bu da tüm toplum üzerinde önemli psikolojik etkiler yaratmıştır. 15 Ağustos Atılımı’nı yapan arkadaşlar her ne kadar o koşullarda bir zihniyet devrimini yapmış olsalar da esas olarak aynı toplum gerçekliğinden geldikleri göz ardı edilemez. Toplumsal gerçekliğin zihniyet ve bakış açısı üzerinde yarattığı etkinin kısa sürede tümden aşılması beklenemezdi. Ancak sömürgeciliğin yaratmaya çalıştığı uydu ve bitik kişiliği aşmada önemli bir mesafe kat edilmiştir. Bu anlamda ilk kurşunun zihniyet ve ruhtaki zincirlere sıkıldığı yönündeki tespit çok doğrudur. Eylem alanından olabildiğince uzaklaşmak, önceki Kürt isyanlarının zalimce ve katliamlarla bastırılmasıyla yakından ilişkilidir. Çünkü PKK’den önce gelişen bütün isyanlar demir yumruklarla ezilip dağıtılmış, birkaç hafta içinde geliştirilen katliamlarla bastırılmıştır.
Kürdistan tarihinde en görkemli direnişler bile kısa sürede etkisiz hale getirilmiştir. Tarihin böylesi özelliklerle yarattığı karakter hafızalarda henüz canlıdır. Manevranın bu kadar uzağa yapılmasının toplumsal şekillenmenin bir sonucu olduğu, ülkeye dönüş kararının alındığı aşamada Kürt gruplarının sergilediği yaklaşımda da açığa çıkmıştır. Önderlik daha 1975 yılında Kürdistan’a dönüşü gündeme koyduğu bir dönemde diğer Kürt gruplarıyla görüşerek, “beraber dönelim, çalışalım” önerisinde bulunduğunda, daha o zamanlarda bu grupların verdiği cevapları ilk bölümde yazmıştık. “Şeyh Sait iki jandarmayı öldürdü, Kürdistan’ın yarısı tasfiye oldu. Siz birkaç karakol vurursanız geri kalan Kürdistan da yok edilir” sözünün önemli bir toplumsal belleğin tezahürü biçiminde söylendiği açıktır. Aslında Kürdistan’daki teslimiyetçi reformist çizginin dayandığı zemin de bu gerçekliktir. Bu bakış açısının toplumda yarattığı derin izler vardır. 1980’de askeri cuntanın rejime el koyarak işkence ve baskı dozajını vahşet düzeyine çıkarmasıyla birlikte bu anlayış daha da derinlik kazanmıştır. Bu yaklaşım şu anlama geliyor; ‘Türk ordusuna karşı durulamaz, o zaman en doğru şey Türk ordusu ile karşı karşıya gelmeyen teslimiyetçi bir çizgi izlemektir!’ Zaten Kürdistan’da teslimiyetçi çizginin bu kadar yer edinmesinin altında toplumda yaratılan bu korku ve kırılma vardır. Bunun iç yapıya bir yansıması olarak Semir de, “Hakkari’ye giden ölür, hiç kimse kurtulamaz. Apo ölüm teorisini geliştiriyor, ölümü sevdiriyor” gibi sözlerle teslimiyetin teorisini yapmaktaydı. İlk eylemden hemen sonra eylem sürecinin devam ettirilmemesinin bir nedeni de toplumsal yapıdaki bu psikolojinin yansıması ve daha önce yapılmış olan bu tür propagandalardır.
Halbuki PKK, belirtilen çerçeveye ve sisteme karşı başkaldırmıştır. Ne Türk ordusundan ne de onun gücünden en ufak bir korkusu yoktur. Açık ki bu tarz, teslim alınmış bir toplumsal yapının psikolojik durumunun yansıması ve hareketin içinde sağ savunmacı bir anlayış halinde kendini sürece dayatmasının bir sonucudur. Kaynağını buradan almaktadır. O dönemki yönetimde tereddütlü yaklaşımı geliştiren etken de bu durum ve bahse konu propagandalardır. Bu anlayışların birbirini beslemesi sonuçta bu tarzı doğurmuştur. Teslimiyetçi ve başarıya ilişkin hiçbir umudu olmayan anlayışın daha iyi anlaşılması açısından şu örneği vermekte yarar vardır: 15AğustosAtılımı’ndan önce Türk ordusu 1983 yılında Güney’e bir operasyon yapmıştı. O dönemde Afrin’de arkadaşların yanında bulunan Davut, radyodan Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yönelik operasyon yaptığı haberini duyunca hemen ortalığa fırlayarak gerçek anlayışını ele vermiştir, “Ben, yaşatmazlar demedim mi? Tek bir fert kurtulamaz, hepsi ezilecektir” diyerek gerilla mücadelesine dair olan inançsızlığını açıkça ortaya koymuştur. Yaygın kanı gerilla mücadelesinin Türk ordusu karşısında başarı sağlamayacağı yönündeydi. Bütün inançsızlıklara rağmen 15 Ağustos eylemine cesaret edilmesi tek başına büyük bir başarıdır. Bu cesaretli çıkışa rağmen sonrasında kaygılı ve tereddütlü hareket etmek ana taktik çizgiden uzaklaşmaya neden olmuştur. Kuşkusuz buradaki kaygı ve tereddüdün görünen yüzü güçlerin korunmasından ileri gelmektedir. Ancak atılmış adımın devamının beraberinde bazı riskleri taşısa da büyük gelişmeleri yaratacağını göz ardı etmemek gerekiyordu. 15 Ağustos eyleminden sonra Kenan Evren radyo ve televizyonlara çıkarak eylemi yapanların yakalanması için 72 saat süre vermişti. Nitekim eylem sonrasında civar yerdeki dağ taş askerlerle doldurulmuştu. Bununla birlikte 15 Ağustos eylemliliği devam ettirilseydi, operasyona çıkan güçlere de darbe vurulabilinirdi. Yine farklı eylemsel çıkışlar olabilirdi. Böyle olsaydı eylemsel çıkışın ortaya çıkardığı enerji toplumsal bir düzey kazanabilir ve giderek kısa sürede bir halk hareketine dönüşme ihtimali yüksek olurdu. Özellikle Botan’da çok güçlü bir halk isyanı dalgasının gelişme ihtimali yüksekti.
Çünkü Türk devletinin Botan halkı üzerinde düşmanca uygulamaları vardı. Ama önemli bir etkisi ve denetimi gelişmemişti. Devlet bu alanda denetimi, ajanlaştırdığı aşiret reisleri vasıtasıyla sağlıyordu. Yine bazı karakol komutanlarının geliştirdikleri ilişkilerle aşiret reislerini denetimlerine alarak, bunlar vasıtasıyla aşiretleri birbirleriyle çatıştırarak, devlete bağlama siyaseti izliyorlardı. Devlet, denetimini bu tür yollarla geliştirmeye çalışıyordu. Botan’da askere gitme, vergi ödeme pek gelişkin değildi. İnsanların çoğu nüfusa bile kayıtlı değildi. Derin, geniş ve engebeli arazide devletin denetimi fazla yoktu. Öngörülü, taktiğe hakim bir askeri komuta duruşu olsa, karargah bile 1983 yılında Botan’a taşınabilirdi. Tüm elverişli koşullara rağmen yönetimi esir alan başarısızlık kaygısı koşulların değerlendirilmemesine götürmüştür. Karargah Lolan’a konumlandırılmıştı. O dönemlerde Botan güçlü bir çıkışa ve üslenmeye müsaittir. KDP bile aynı zamanlarda Komata’da (Komata alanı Kuzey’dedir) bulunuyordu. Tecrübesizlik ve askeri taktiğe hakim olmamaktan kaynaklı bizim güçlerimiz Komata’dan geçerek Zap’a, oradan da Lolan’a gidip üstlenmişlerdi. KDP Kuzey’de üslenmesine rağmen bizim karargahımız ve üslenme alanımız Güney’e kaydırılmıştı. Bu durum, koşulları yeterli düzeyde objektif bir bakış açısıyla değerlendirememekten kaynaklı olarak yapılacak güçlü çıkış önünde engel haline gelmişti. Üzerinden yıllar geçmiş olsa bile bu durumu özeleştirisel olarak doğru tespit etmemiz mücadelemizin bütün boyutlarıyla kavranması açısından önemli olacaktır. Atılım halkın duygularını kabartmış, bir heyecan yaratmış ve sömürgeci sisteme olan öfkesini artırmıştır. Bu açıdan halk kısmi de olsa ayaklanarak gerillaya akma, gerillaya koşma psikolojisine kapılmıştır. Bir nevi isyan havasına girmiştir. Kürdistan genelinde bir ayaklanmadan ziyade, bölgesel düzeyde ayaklanmaların nabzı atmaktadır. Gerillanın bir anda ve kısa sürede birkaç kat büyümesinin koşulları fazlasıyla mevcuttur. Uludere’de, Beytüşşebap’ta, Bestler’de halkın böyle bir çıkışa yatkınlığı gelişkindir.
Dönemin koşullarını iyi değerlendiren, yaşanan gelişmeleri iyi okuyabilen taktik bir önderlik çıkabilseydi, kabaran halkın duyguları örgütlenebilseydi yüzlerce insanı gerillaya kanalize etmek imkan dahiline girecekti. Bu yörelerde yaşayan insanların büyük çoğunluğunun devletle ciddi bir bağları bulunmuyordu. Önemli bir potansiyeli teşkil eden halk gruplarını gerillalaştırmak ve erkenden gerillayı büyütmek mümkündü. Ancak böyle bir düzeyde performans gösteren yetkin bir taktik önderliğin yoksunluğu büyük bir talihsizlikti. Agit arkadaş buna en yakın adaydı ama tek başına bir kişinin bu düzeyi yakalaması söz konusu olamazdı. Bunun için yetkin bir ekipleşme ve daha etkili bir duruşa ihtiyaç vardı. 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra eylem grupları manevra mahiyetinde bir geri çekilmeyi gerçekleştirmiş olsalar da mevzileri tümden bırakmamışlardır. Atılımdan sonra da sınırlı eylemlilikler gelişmiştir. Gerçekleşen eylemler Agit yoldaşın büyük çabalarının birer sonucu olarak gelişmiştir. Ancak tek başına Agit arkadaşın çabası başlayan yeni süreci karşılamada yeterli olamazdı. Ekseriyetle saklanma ve gizlenme tarzı gruplar üzerinde belirgindi. Kuşkusuz saklanma ve gizlenme gerillanın en önemli taktiklerindendir, ancak bunun süreklileşmesi ve temel tarz haline gelmesi tehlikelidir. Çünkü gerilla öncülüğünde yeni bir mücadele gelişmektedir. Kürdistan’da öncü, artık gerilladır. Halkı örgütlemekten tutalım, onun sosyal, kültürel yaşam tarzını belirlemeye kadar her alanda gerilla belirleyici olmaktadır. En büyük aydınlanma ve örgütlenme gücü gerilladır. Atılımdan sonra gerillanın askeri eylem çizgisi geliştirmesi kadar, halka öncülük de yapması gerekmektedir. Ancak gerilla bu rolünü sınırlı oynamıştır. Önderlik gerillanın rolü üzerine şu çarpıcı belirlemeyi yapmaktadır: “Gerillacının yaşamı Kürdistan’da apayrı bir öneme sahiptir. Gerilla yaşamı gerçekten bugün bağrında yeni yaşamın filizlendiği yaratıcı bir kuvvettir. Gerillacı bugün Kürdistan’da devrimci kültürel açılımdan tutalım kitlelerin öz yönetimine kadar, yani kendi kaderini yaşamaya kadar sorumludur.
Gerilla her düzeydeki gelişmenin anahtarıdır. Gerillacı bir düşünürdür, gerillacı bir kültür yaratıcısıdır, yurtseverdir, gerillacı bir örgütleyicidir. Gerillacı bir askerdir. Gerillacı halkın arasında bir önderdir. Yani onun her türlü gelişmesine cevap veren bir önderdir.” Önderliğin gerilla rolüne ilişkin geliştirdiği çözümlemeler yaşamsallaştırılmış olsaydı, kuşkusuz ki çok kısa sürede Kürdistan’da çarpıcı gelişmeler yaşanacaktı. Çünkü gerilla dışında halkı aydınlatacak farklı bir araç bulunmamaktaydı. Halk, gerillayı takip ederek, tavrını ve yaklaşım tarzını belirlemeye çalışmaktaydı. Daha doğrusu bin yılların birikmiş öfkesini nasıl açığa vuracağını, nasıl enerjiye dönüştüreceğini bilmemekteydi. Öfkeyi örgütlülüğe kanalize edecek tek güç gerilladır. Gerilla da ihtiyaca cevap olacak düzeyde halkın arasına girmeyince, önemli bir örgütlenme potansiyelinin değerlendirilmemesine neden olmuştur. Başlangıçta yetersiz ve eleştirilen yanlar olsa da 1982–83–84 yılına kadar belli düzeyde halkın silahlı propaganda birlikleriyle tanışması ve ilişkilenmesi gelişmişti. Artık yapılması gereken tanışma ve ilişkilenmenin ortaya çıkardığı enerjiyi örgütlülüğe dönüştürmekti. 15 Ağustos eylemi bu mesajı vermesine rağmen sonrasında geliştirilen pratik ve eylemsellik süreci halk potansiyelini kucaklamaya yetmemişti. Aslında Türk devleti de ilk başlarda hareketin mücadele yöntemini ve stratejisini anlayamamıştır. Çıkışımızı, klasik bir Kürt ayaklanması gibi algılamıştır. Kapsamlı askeri güçlerle her tarafa hızla yönelmesinin nedeni bu algılayışındandır. Tabii operasyonlar sırasında tek bir gerilla ya da isyancıyla karşılaşmamıştır. Türk devleti bir süre sonra PKK çıkışının klasik bir Kürt ayaklanması olmadığını anlamıştır. Farklı bir savaş tarzıyla, gerilla mücadelesiyle karşı karşıya olduğunu görünce kışlaya çekilerek, ordusunu hazırlama sürecine tabi tuttu. Türk devleti 15 Ağustos Atılımı şokunu sonbahara doğru üzerinden atarak, kışı yoğun hazırlıklarla geçirdi. Gerilla savaşının uyguladığı taktikler, savaş stratejisi, psikolojisi ve buna karşı önlemlerin neler olabileceği konularında yoğun araştırma içerisine girdi.
15 Ağustos Atılımı’na karşı hazırlıksız yakalanmıştı, aynı düzeyde kalmaya devam ederse kısa süre içerisinde savaşı kaybedeceğini bilmekteydi. Bu açıdan önlem alma sürecine yöneldi. Farklı ülkelerin ulusal kurtuluş deneyimleri ve gerilla mücadelesinin yöntemlerini araştırdığı kadar, bunlara karşı alınan önlemler üzerinde de yoğunlaştı. Aynı şekilde arazi yapısını öğrenme çabasına ağırlık verdi. Gerillanın kullanabileceği alanların keşfini yapmak kadar, hangi düzeyde nasıl operasyon yapabileceğinin yöntemini bulmaya çalıştı. Kısacası, Türk devleti 1985 kışını bu hazırlıklarla değerlendirerek, baharda yeniden yoğunlaşacak olan gerilla eylemselliğinin önünü alma planlamasını geliştirmeye çalıştı. Bunun karşısında savaşı geliştirmekten sorumlu olan komutamız kış sürecini iyi bir hazırlıkla geçirmedi. Bilindiği üzere Kürdistan’ın iklim koşulları oldukça serttir. Düşmana karşı hazırlığı bir kenara bırakalım, doğaya karşı hazırlık yapmanın önemi bile bir hayli büyüktür. Kürdistan’da hazırlık yapmadan kışı karşılamak tasfiye olmakla eşdeğerdedir. Aynı zamanda kış sürecini karşılamak için yapılan hazırlıkların yanında baharda yeni bir atılımın hazırlığını da yapmak gerekmekteydi. İdeolojik, siyasal eğitimlerle gerillada var olan kazanma ruhunu daha da büyütmek, mücadelenin derinleşme özelliklerini araştırarak belli bir planlamaya hızla kavuşturmak gerekiyordu. Çünkü gerilla savaşı akıl ve irade savaşıdır. Düşmana oranla sahip olduğu imkanlar kısıtlıdır. Gerilla bu nedenle aradaki farkı aklını kullanarak, hareket tarzıyla kapatmak zorundadır. İrade, inanç, kararlılık, fedakarlık tek başına sonuç almaktan uzak kalmaktadır. Bu olgular akılla birleştiği ölçüde sonuç alıcı olacaktır. Bu gerçeklere rağmen etkili bir savaş yürütmemiz için gerekli düzeyde bir hazırlık yapılmadığı gibi doğa koşullarına karşı da yeterli bir hazırlık süreci geliştirilmemişti. Oysa Kürdistan’da köylüler bile kışa girmeden önce bahara kadar ihtiyaç duyulan bütün hazırlıklarını önemle yapmaktadırlar. Kaldı ki kış Botan’da diğer yerlerden farklı geçmektedir. Botan’da yaşayan halk önemli oranda kış mevsiminde içe çekilerek, dünyadan bağlarını koparmaktadır. Köylülerde gelişen bu süreç aynı zamanda bir yoğunlaşma mevsimidir.
Aslında bu durum doğada yaşayan diğer canlılar için de geçerlidir. En küçük canlılardan olan karıncalar bile tüm yazı kış hazırlığını yaparak geçirirler. Bu yaşamı sürdürmenin temel bir tarzı olmaktadır. Kış şartlarına hazırlık, ordular için çok daha geçerli ve hayati bir anlama sahiptir. Dolayısıyla kış sürecinde gerçekleştirilecek hazırlık temelinde bahar ve yaz aylarına güçlü hazırlanmak gerilla için bir varlık ve atılım gerekçesidir. Askeri kışla koşullarına sahip düzenli ordular bile kış sürecini yoğun hazırlıklarla geçirmesine rağmen gerilla güçlerimiz 1985 kışını hazırlık sürecine dönüştürme yerine harekat planını pratikleştirmiştir. Doğru ve yetkin bir yönetim mantığının gelişmemesinin ve tecrübesizliğin payı bunda büyüktür. Maalesef Agit arkadaş gibi bazı istisna arkadaşlar dışında aklı ve yaratıcılığı esas alan, her şeyi yerli yerinde planlayabilen bir komuta anlayışı o dönemde bir türlü gelişmemiştir. Bu nedenle köklü, yeni ufukları açacak, halkın özgürlük refleksini örgütleyecek imkanlar olmasına rağmen belirtilen eksikliklerden dolayı var olan imkanlar çok doğru ve isabetli kullanılamadı. Elbette ki böyle bir tarzın oturmasında acemiliğin bazı etkileri olabilir, doğaldır da. Ama kışı hazırlıksız karşılamak ve kışın harekete geçmek acemilikten de öte akıl almaz bir durumdur. Savaşta bu tür hatalara yer yoktur. Böylesi hatalar telafisi mümkün olmayan bir sürece yol açabilir. Günübirlik, yüzeysel yaklaşımlarla savaşı yürütmeye çalışmanın, savaşa yön vermenin büyük ve hak edilmedik kayıplara yol açacağı kesindir. O dönem savaşı koordine eden yürütme, teorik dogmalar üzerinden hareket ederek, fazla yoğunlaşmadan, detayları düşünmeden planlamayı yapmıştır. Önderlik, “güçlerimiz içeriye gitmeli” talimatını verdi ama bunun pratik planlaması, ne zaman, nasıl girileceğinin tespit edilmesi ve doğru planlamaya kavuşturulması pratik yönetimin işidir. Ancak pratik yönetim kış ortası olmasına rağmen ciddi bir hazırlık yapılmadan grupları Garzan vb Kuzey alanlarına doğru yola çıkarma planını yapıp, hemen uygulamaya geçirir.
Önderliğin daha sonra “Sarıkamış seferi” dediği ve ciddi eleştiri konusu yaptığı süreç bu pratik tutumlardır. Şimdiki bilinç ve tecrübe ile baktığımızda 1985 Ocak ayında güçleri Garzan’a, Dersim’e yönlendirmeye kalkışmak tam bir çılgınlık örneği olarak tespit edilecektir. O koşullarda alanlara ulaşmak bir yana, yolda imha olunacağı baştan bellidir. Bu düzeyde yaşanan bütün yetersizliklerde tecrübesizliğin payı büyüktür. Tecrübe demek karşılaşılan her olumsuzluğu en az kayıpla atlatmaktır. Tecrübe, yaşanmış süreçlerde içine düşülen hatalardan dersler çıkarmaktır. Çünkü PKK’den önce Kürdistan’da yaşanmış bir gerilla mücadelesi yoktur. Değil gerilla taktiklerine hakim olma, dağda yaşamanın deneyimi bile yoktu. Doğal olarak PKK yaşadıkça öğrenecek, öğrendikçe de öğrendiğini tecrübeye dönüştürecektir. PKK’nin bir özelliği de budur. Teorisini pratikten edindiği tecrübeler üzerinde anlama kavuşturmakta, bu eksende anlama kavuşan olguların teorisini daha sağlam temellerde oturtmayı başarmaktadır. Ama burada yaşanan sorunlar sadece tecrübeyle izah edilemez. Ciddi bir yoğunlaşma zayıflığı da söz konusudur. Hiçbir tecrübesi olmayan, ama savaş teorisini az çok bilen kimselerin bile görebileceği olguların görülememesi yoğunlaşmanın zayıflığını, dogmatik ve basmakalıp yaklaşımların daha fazla egemen olduğunu göstermektedir. Bu süreçte gösterilecek azami dikkat birçok olumsuzluğun önüne geçebilirdi. Belki kapasitelerin üstüne çıkmanın sınırları zorlanacaktı, ancak başarmak imkan dahiline girecekti. Bu dönemde yönetimdeki çoğu arkadaşın iyi niyetinden şüphe duymak imkansızdır. Ama hiçbir neden güçleri kış ortasında Garzan ya da Dersim’e yönlendirmeye sevk etmemeliydi. Çünkü o koşullarda böyle bir şeye kalkışmak, bile bile imhaya koşmak anlamına gelir. Yönetim “1985 baharına kim önce adım atarsa o kazanır” psikolojisiyle hareket etmiştir. Esasında düşündükleri bir yönüyle doğrudur. Ama hazırlıksız ve kışın ortasında harekete geçmenin sonu yenilgidir.
Çünkü savaş yoğunlaşma, hazırlanma ve planlama olayıdır. Adım adım tamamen bir doktrine dayalı biçimde pratikleştirildiği oranda kazanılabilir. Alelacele, coğrafya ve iklim koşullarını dikkate almadan atılacak bir adımın tepe-takla düşmeyle sonuçlanması kaçınılmazdır, nihayetinde kaybetme durumu daha ağır basacaktır. Özellikle savaş gerçeğinde iklim faktörünün hesaba alınmaması ciddi bir yetersizlik ve amatörlük sonucudur. 15Ağustos’un yarattığı moral ve psikolojik üstünlükten sonra 1985 baharını hazırlıksız geçirmek ve yanlış zamanda güçleri harekete geçirmek çok büyük bir talihsizlik olmuştur. Çünkü bu durum hiç hak edilmedik kayıplara yol açan temel bir nedendir. Bestler’de şehadetlerle birlikte bir grubun esir düşmesinin yaraları sarılmadan, bu sefer Şirvan’da Sabri Ok arkadaşın grubu aynı olumsuzluklarla karşılaşır. Ağır kış koşullarında Garzan’a yönlendirilmiş bu grubun gidişini Bestler köylüleri büyük bir şaşkınlıkla karşılamış, grubu gidişten alıkoymak için yalvarırcasına öneriler yapmışlardır. “Bu kış ortasında nereye gidiyorsunuz” diye soran köylülere “Kürdistan’ı kurtarmaya, devlet kurmaya gidiyoruz” diye cevap verirler. Köylüler de “heval bu kış ortasında devlet kurulamaz, telef olursunuz, bari bekleyin, bu devleti baharda kurun” diyerek, vazgeçirmeye çalışırlar. Ama gidiş talimatını alan grup bu telkinleri dinlemez ve yoluna devam eder. Nihayetinde altı kişilik grubun yarısı şehit düşer, Sabri arkadaşla birlikte diğer yarısı da yaralı esir düşmüşlerdir. Aynı yaklaşım ve aynı hareket tarzından kaynaklı farklı kayıplara da neden olunduğu bilinmektedir. ’85 yılının ağır kayıplarla karşılanmasının tek nedeni bu değildir. Ama daha yılın başında bu kayıpların yaşanmış olması ciddi boşluklar ve dezavantajlı bir durum yaratmıştır. Yine sezon başında Haftanin’de Irak Komünist Partisi güçleriyle yaşanan bir takım sorunlar sonucu gelişen çatışmada 8 arkadaş şehit düşmüştür. Bu grup içerisinde şehit düşen arkadaşlardan biri de Ozan Sefkan arkadaştır.
Aynı yılın ikinci dezavantajı ve olumsuz gelişmesi de Garısa’da Mustafa Çimen’in yakalanması, Sason’da ise Nebil (Ali Ozansoy-Tilki) unsurunun teslim olmasıdır. Mustafa Çimen başta dirense de devamını getirmez ve teslimiyeti kabul ederek, ihanet eder. Nebil ise düşmana direnmeden teslim olur. Bu kişinin önceden düşmanla işbirliği içinde olma ihtimali yüksektir. Her ikisi de itirafçı olup hareket hakkında bildikleri her şeyi düşmana söylerler. Bildiklerini düşmana söylemekle yetinmezler, düşmanla beraber operasyonlara çıkarlar, kontra olmayı kabul ederler. Nebil unsurunun verdiği bilgiler sonucu Sason’da Kasım (Ahmet İvin) arkadaş komutasındaki 8 kişilik bir grup arkadaş şehit düşmüştür. Ayrıca bu unsur bölgede onlarca milisi deşifre ederek, hareketin tabanına büyük bir darbe vurulmasına yol açar. İhanet eden bu iki kişinin tüm bilgileri düşmana vermesiyle hareketin yeni dönem hazırlıklarına ilişkin Türk devleti somut bilgilere sahip olur. Açık ki, bu bilgiler düşmana ciddi avantajlar sağlamıştır. Türk devleti elde ettiği bu avantajlara dayanarak gerçekleştirdiği yönelimlerde belli düzeyde sonuç almaya başlamıştır. Hem güçlerin yeni yıla yeterli bir hazırlıkla girmemeleri, hem de yeterli bir hamlesel taktik çıkışın yapılamaması yaşanan kayıpların temel nedenidir. Bu eksikliklerin yaşanmasında yönetimin sağ savunmacı ve ürkek anlayışının payı büyüktür. 1985 yılına damgasını vuran sağ liberal tarzdır. Atılımın coşkusuyla halk dağlara çıkıp gerillayı arayıp bularak katılım yapmak istediğini belirtmektedir. Fakat halka “Hayır şimdi olmaz, koşullarımız katılmanıza elverişli değil, gidin saklanın, biz daha sonra sizi alırız” denilmiştir. Katılım yapmak isteyen gençler bir şekilde devletle sorun yaşıyor, gerilla da onu almazsa nereye gidecek? Devlet ona el atıyor, denetimine alarak bize karşı örgütlüyor. Bizim askerimiz olması gerekenler, teslim olunca çeteleşerek, kontralaşarak bu sefer bize karşı savaşmaya başlıyorlar. Dikkat edilirse oluşan imkanların doğru değerlendirilmesi durumunda, hem gerilla sayısı yüzlerce ve hatta binlerce artacak, hem de düşman işbirlikçi bulmada zorluk yaşayacaktır.
Ancak oluşan imkanların yarattığı bir zemin var, bu zemin bir şekilde devreye girecektir. Biz kullanmasak, düşman kullanacaktır. Yaratılan zemin, statik değil, dinamik ve canlı bir zemindir. Kullanılmayınca tükenir, ya da düşman hizmetine alır ve karşıtına dönüşür. Büyük bir kararlılıkla bir işi yapmaya girişmek elbette anlamlı ve kutsaldır, ama süreklileşen bir tarzda gereklerini yerine getirmek bir zorunluluktur. Söz konusu olan savaşsa, bu zorunluluk yaşamın her saniyesinde kendini hissettirmelidir. İlk adım imkansızlıklar içerisinde atılmış, tarihi bir sürecin gelişmesine neden olmuştur ama sonrası yeterli düzeyde pratik bir tahlile tabi tutulmamıştır. Taktik önderlik mücadeleyi derinleştirmek için yetkin tarzlar geliştirememiş, kendiliğindenci bir anlayışla gidebileceği yere kadar gider yaklaşımını esas almıştır. İlk hamlenin tüm gerekleri yerine getirilebilseydi, geç de kalınmış olsa 15 Ağustos Atılımı sonrasında gerillayı büyütmek imkan dahiline girecekti. Bu açıdan 1985 yılında katılım isteklerinin geri çevrilmesi ciddi bir yetmezlik olmuştur. Planlı, projeye dayalı, taktik manevra kabiliyeti yüksek, atılgan, eylemci bir tarzın oturtulmaması düşmanın operasyonlarda belli bir düzeyde sonuç almasına bir hayli kolaylık sağlamıştır. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen 1985 Newrozu’nda ERNK ilan edildi. Ancak daha önceden planlandığı gibi kapsamlı ve eylemsel çıkışla bu ilan gerçekleşmedi. Düşman ERNK’nin ilan edileceğini önceden biliyordu. Çünkü belgeleri Sabri arkadaşın grubuyla düşmanın eline geçmişti. Tüm olumsuzluklara rağmen ERNK’nin ilan edilmesi önemli bir adımı ifade etmektedir. Çünkü gerilla savaşının halk ayağını geliştirme ve örgütleme anlamında önemli bir rol oynayacaktı. Aynı şekilde atılımın halk üzerinde geliştirdiği olumlu etkilenmeyi daha da büyütmekteydi. Güçlerimizin yeterli düzeyde hazırlık yapmamasına karşılık düşmanın iyi hazırlanması 1985 yılında hareketi tasfiye olmayla karşı karşıya bıraktı. Birçok yerde gruplarımız darbe alıyor, yeri doldurulamayacak kayıplar veriyorduk.
Daha sonra yıl boyu yaşanan kayıplar hareketi ciddi bir biçimde zorladı. PKK şahsında cuntaya karşı geliştirilen direnişin devam edip etmeyeceği noktasında tehlike yıl boyunca sürdü. 15 Ağustos Atılımı’nın halkın psikolojisi üzerinde yarattığı büyük coşku ve morale rağmen yönetimin yetkin taktik gerçekliğe ulaşmaması ve şematik yönetim anlayışını benimsemesi nedeniyle tasfiye olma tehlikesi bir türlü uzaklaştırılamadı, sağ savunmacı anlayış sürdürüldü. Giderek verilen kayıplarda artış yaşandı. Sason, Bitlis, Mutki, Eruh, Bestler başta olmak üzere ülke genelinde kayıplarımız çoğaldı. Kayıplar kadar, kahramanlıkların da çokça yaşandığı bu süreç, PKK’nin direniş diyalektiğini göstermede önemli rol oynadı. Bir taraftan yönetimin başarıya dair duyduğu kuşkunun yarattığı dağınık tarz, diğer taraftan militan yapının kahramanca direnişi söz konusudur. Etrafı binlerce askerle çevrilen küçük grupların teslimiyet çağrılarına karşı “kitabımızda teslimiyet yazmıyor” diyerek, son mermilerine kadar direnerek şehadete ulaşmaları yanında, yaralı esir düşen gerillaların teslimiyeti reddedip, işkencede katledilme pahasına büyük bir direnişi göstermeleri, süreci kurtarmada önemli rol oynamıştır. Yedek merkez üyesi olan Celal Hoca (Ramazan Kaplan) bu direnişe çok iyi bir örnektir. Celal Hoca, Garzan eyalet komutanıdır, çatışmada yaralı ele geçer. Ağzından mermi aldığı için konuşamamaktadır. Düşman kendisine kağıt kalem vererek gerilla grubunun nerede olduğunu yazmasını ister. O, kendisine verilen kağıda “direneceğim” diye yazar. Bunun üzerine kendisine işkence yapmaya başlarlar. İşkenceden sonra tekrar kağıt kalem verdiklerinde yine aynı yanıtı yazar.
Düşman bunu birkaç sefer tekrar eder, ama Celal Hoca’nın tavrı nettir. Her seferinde aynı şekilde “direneceğim, direnmeye devam edeceğim” diye yazar ve düşmanın vahşi işkenceleri altında şehadete ulaşır. Hem işkence merkezlerinde, hem savaş meydanlarında tek başına ama günlerce direnen, zaferi direnişte gören, “direnmek yaşamaktır!” sloganıyla büyük bir cesaret, kararlılık ve kahramanlık sergileyen PKK militan örnekleri çokça yaşanmıştır. Sürecin ağır kayıplarla gelişip, devam etmesinin bir nedeni de bu süreçte Agit arkadaşın pratik sahada bulunmamasıdır. Pratik sahada olsaydı muhakkak ki önleyici bazı katkıları olabilirdi. Ama Agit arkadaş 1984 yılının sonlarında merkez toplantısının sonuçlarını ve 15 Ağustos Atılımı’nın durumunu aktarmak üzere Önder Apo’nun yanına gelmiştir. Agit arkadaş, Önderlik sahasında birkaç ay kaldığı için hazırlık sürecinde pratik alanlarda bulunamadı. Aktarımdan sonra yeniden ülkeye, savaş sahasına dönme hazırlıklarını yaptı. Hızlı ve sağlam bir biçimde merkez alana ulaşması için İran üzerinden savaş sahasına geçti. Dönüşü Lolan üzerinden gerçekleştirdiği için ancak 1985 ortalarına doğru Botan’a ulaşabildi. Gerillanın yeni hamlesel bir süreç gerçekleştirememesinin bir nedeni de Agit arkadaşın pratik sahada bulunmamasıdır. Çünkü Agit arkadaşın bulunduğu yerde toparlanma ve zafer ruhu vardır. Bu, pratik savaş sahasında ortaya çıkan sonuçlarla kanıtlanan bir durumdur. Agit arkadaşın en çarpıcı özelliği gerilla taktiğine olan sonsuz inancıdır. Bu inancından dolayı gerillayı Kürdistan’da oturtmak için canla başla, olağanüstü bir çabayla çalışan bir arkadaştı.
Daha Önderlik sahasında iken 1985 Mart’ında Serxwebûn gazetesine yazdığı bir değerlendirme yazısında “1985 Newrozu’na Büyük Umutlarla” diye bir başlık atmıştı. Ama yıl planlaması başlangıcında bulunmamasının büyük bir boşluk yarattığını gerçekleşen pratik ortaya çıkarmıştır. Gerillanın karşılaştığı zorlukların getirdiği tıkanmayı Önderlik geliştirdiği perspektiflerle aşmaya çalışmaktaydı. Bunun için talimatlar geliştirerek, yönetime gönderiyordu. Yönetimden bazıları “Biz somut koşulları partiye anlatamadık” diyerek, Önderliğin yazdığı talimatları katlayıp ceplerine koymuşlardır. Yönetimin tutumu bu eksendeydi. Bunun üzerine Önderlik mevcut yönetimi pratik sahadan çekme kararını aldı. 1985 yılının sonbahar aylarında savaşı yürütmek ve geliştirmekle görevli olan yönetim üyeleri Doğu Kürdistan üzerinden Önderlik sahasına çekilmeye başlamışlardı.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL) (27.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER