BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (62.BÖLÜM)
TAKTİKTE TIKANMA SÜRECİNİN GELİŞMESİ
Türk Ordusunun Uçar Birlik Taktiği;
1997 yılı sınırlı da olsa bazı yerlerde uygulanan araziye dayalı taktiğin yaygınlaşması durumunda Türk ordusunu epey zorlayacağını göstermişti. Türk ordusu kış süreci boyunca bu taktiğe karşı tedbir geliştirme arayışını sürdürmüştü. Bu anlamda kış sürecini askeri olarak kendini hazırlama sürecine dönüştürdü. Çünkü artık istediği yere istediği zaman giremiyordu. Araziye çıkmada belli düzeyde zorlanıyordu. Başta Botan olmak üzere çıktığı yerlerde darbe de yiyordu. Bu taktiği etkisiz kılacak karşı bir taktik üzerine yürüttüğü arayışları uçar birlikleri kurmakta bulmuştu. Uçar birlik taktiği bir tek ABD ve İsrail ordusu tarafından yaygın olarak kullanılan bir tarzdır. Ama ekonomik masrafı yüksektir. Her şeyden önce çok sayıda skorsky helikopterine ihtiyaç vardı. Çünkü on bin kişilik bir askeri gücü kısa sürede bir yerden başka bir yere havadan aktarması gerekiyordu. Ordusunu bu kapasiteye ulaştırabilmek için yüklü miktarda bir paraya ihtiyaç bulunuyordu. Gerekli masrafı yaparak uçar birlikler kurmayı başardıktan sonra, kış sürecini bu taktiği uygulayabilmenin hazırlıklarını yapmakla geçirmişti.
Türk ordusu on bin kişilik bir gücü kısa bir sürede farklı bir yere aktarma yeteneğini, 1997–98 kışında yaptığı hazırlıklarla geliştirdi. 1998 yılında 50 civarında skorsky helikopter aynı anda uçabilecek imkanı yakaladı. Eğer 50 skorskyi aynı anda kaldırabilmişse, elindeki skorsky helikopterlerin sayısının çok daha fazla olduğu anlamına gelir. Türk ordusu uçar birlik taktiğini, gerillanın araziye dayalı taktiğini boşa çıkarmaya dayalı olarak geliştirmiştir. Türk devleti kış sürecini yeni bir taktik geliştirme üzerine değerlendirirken, gerilla da kendi cephesinde bir sonraki yılın hazırlıklarını yapmaktaydı. Botan’da bu yıl Hakkari zozan güçleri dahil bütün güçler kendi imkanlarına dayanarak kış üslenmesini gerçekleştirdi. Eyalet karargahının üslendiği Bestler alanında 500 civarında güç üslenmiş, burada yıla hazırlanmak için daha geniş bir komuta taktik eğitim devresi açılmış, komuta kademesinin önemli bir kısmı eğitime alınmıştı. Üslenme ihtiyacının hemen hemen yarısı gerillanın kendi öz gücüyle yaptığı üretime dayanmaktaydı. Et, peynir, pekmez, kuru üzüm, badem, kurutulmuş sebze vb doğal şeyler hazırlanmıştı. Az miktarda un da temin edilmişti. Güçlere az ekmek, çok et veriliyordu. Kış sürecinde az miktarda da olsa unun olması güçleri rahatlatmıştı. Türk devleti bir taraftan uçar birlik taktiğini geliştirmeye çalışırken, diğer taraftan da Önderliğe mesajlar gönderiyordu. Mesajların gönderilmesi 1997’de başlamış, 1998’in başlarında sıklaşmıştı. Bilindiği üzere daha sonra Önderlik ve hareketimiz mesajların içeriğini basın yoluyla halka ve kamuoyuna da aktarmıştı. Türk devletinin gönderdiği mesajların bir amacı vardı. Kendisini bahar süreciyle beraber kapsamlı askeri yönelimlere hazırlarken, gönderdiği mesajlarla gerillayı gevşetmeye çalışıyordu. Kış süreci eğitimleri ardından Mart başında Botan’da eyalet konferansı gerçekleştirildi.
Nasıl ki 1994 eyalet konferansında 1993’ün taktik ve tarzını 1994’de daha da derinleştirerek uygulama kararı alındıysa, bu konferansta da benzer bir şekilde geçmiş yılın pratiğini başarıya taşımaya dönük kararlar alınmıştı. Son eyalet konferansında 1997’de uygulanan taktik ve tarzı bir sonraki yılda daha da derinleştirme ve zenginleştirme kararı alındı. Çünkü 1993’te olduğu gibi 1997 yılında da belirli bir düzeyde sonuç alınmıştı. Bazı yetersizlikler elbette vardı, yaşanmış yetersizliklerin giderilmesi halinde daha kesin ve net sonuçların alınacağına dair kanaat oluşmuştu. Aslına bakılırsa bu yaklaşım askerlik sanatında düz bir yaklaşıma tekabül etmektedir. Çünkü her yıl aynı taktik ve yöntemlerle bir savaş verilemez. Karşı tarafın yaptığı hazırlıkları göz önünde bulundurarak, ona karşı hamle yapmak savaşın en önemli kurallarından biridir. Taktik olgu akarsu gibidir. Nasıl ki su, sürekli değişik kıvrımlarla biri diğerine benzemeyen hareketlerle akarak hareket halinde bulunuyorsa, savaş olayı da bir nevi öyledir. Savaş ve savaş taktiği hiçbir zaman sabit değildir. Aynen bir suyun yatağındaki akış gibi düz değil, sürekli kıvrılarak, esneyerek ilerlemesini sürdürür. Bir önceki aşama olduğu gibi kendisini tekrarlayamaz. Tekrarlarsa zenginliğini yitirir ve ısrar edilirse yenilgiye yol açar. Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki, geçmiş yılların savaş pratiğiden çıkardığımız en önemli acı deneyimlerden biri bu olmuştur. Savaşı ve taktiği genelde sabit ele aldık.
Mesela 1993’te karşımızda olan düşman gerçekliğinin aynısını 1994’te de bekledik. Kendimizi ona göre hazırladık ve yetersizliklerimizden çıkardığımız derslerle yüklenirsek, sonuç alırız diye düşündük. Pratik savaş sahasında geçen onca yıla rağmen aynı yaklaşımı 1997 ve 1998’de de uygulamaya çalıştık. Uygulanmaya çalışılacak taktiğin artıları kadar, eksileri de vardı. 1997’de ilk olarak araziye dayalı taktik uygulanmaya başlandığı dönemde bazı komuta üyeleri bu taktiğin sonuç almayacağına inanmışlardı. Belki başta pek farkına varılmamıştı ama konferans sürecinde ilk başta bu taktiğe inanmadıklarını, sonuç alıcı olduğu görüldükten sonra inanmaya başladıklarını belirtmişlerdi. Hatta ilk başta inanmadıkları için özeleştiri veren arkadaşlar vardı. Uygulanan taktiğin sonuç alıcı olduğu görüldükçe, ‘bundan sonra tüm gücümüzle bu taktiği uygulamaya geçmeliyiz’ mantığı egemen oldu. Oysa bu çok düz bir yaklaşımdı. Taktiğe adeta su akışkanlığı edasıyla yaklaşılmak zorundadır. Mesela düşman 1998’de farklı bir taktik geliştirebilir, farklı bir yöntemle yönelebilirdi. Düşmanın böyle bir taktik yeniliği geliştirmesi durumunda uygulamış olduğun taktik ve tarzı ne kadar derinleştirirsen derinleştir sonuç alınmayabilirdi. Savaş sanatı, özellikle de halk savaşı sanatı çok daha değişkenlik gösterir. Var olan, denenen formüllerle, kanun gibi yazılmış kitaplarla sürekli sonuç alınmayabilir. Bu sanatın kanunu komutanın düşüncesidir, düşüncesindeki kıvraklık, akıcılık ve zekadır. Komutan her zaman her ihtimali dikkate almalı, düşmanın sürekli değişken özellikler göstereceğini düşünmelidir.
Dolayısıyla da sürekli yenilik yapmalıdır. Mesela Botan’da 1997’de bu tarzla sonuç mu alındı, o zaman bir sonraki yıl için taktik bir yenilik yapmak gerekiyordu. Bir önceki yılda gerilla bu taktikle sonuç aldığı için düşman hemen karşı tedbir geliştirebilir diye bir düşünceye ulaşılmalıydı ve daha ileri bir taktik düzeyin geliştirilmesi için arayış geliştirilmeliydi. Eğer böyle düşünülmüş olunsaydı sonuç alınabilirdi. Ama maalesef öyle bir yaklaşım yaratıcılığı geliştirilemedi. ‘Biz, bu tarzda sonuç aldık, bu tarzın yetersizliklerini giderirsek daha kesin, daha büyük sonuçlar alırız’ diye düşündük. Böylece arazinin tümden denetime alınabileceği, hatta yılbaşından itibaren gereken keşiflerin yapılarak Çatak üzerinde geliştirilen planlamanın pratiğe aktarılacağı yanılgısına kapılma gelişti. Halbuki bu yaklaşım gerilla savaş yasasına terstir. ‘Su uyur, düşman uyumaz’ diye Çinliler’in bir deyimi vardır. Düşman gerçekten uyumaz, hazırlığını yapar, bulduğu ilk fırsatta bir sonraki hamlede uygulayacağı taktiğin provalarına başlamış olur. Nitekim öyle de oldu. Türk ordusu askeri olarak kendisini hazırlamış, konseptini somutlaştırmış, Önderliğe de mesajlar göndermişti. Önderliğe gönderdiği mesajlarda “operasyonlar olmayabilir” diye yanıltmayı esas almaktaydı. Eyalet konferansı bitince Önderlik telefonla konferans bileşimindeki arkadaşlara hitaben bir konuşma yaptı. Önderliğe telefonda, konferans yapıyoruz diye bir şey belirtmedik, zaten önceden haberi vardı.
Önderlik telefonla komuta kademesiyle tek tek görüşme yapmaya başladığında Şoreş Şırnak diye biri, “konferansın bize verdiği güçle” diye bir cümle kurmaya başladı. Bunu bilinçli söylemiş olma ihtimali yüksektir. Diğer arkadaşlar da telefonla görüşürken, heyecandan olsa gerek, “konferansımızın aldığı kararlar” vb sözler sarf ettikleri için konferans ve yeri deşifre edilmiş oldu. Telefon görüşmesi bittikten sonra konferans bileşimine, “yarın buradan çıkıyoruz” dedim. Yönetim toplantısını hızla bitirdik, 8 Mart’ı kutladık, şehit Zelal arkadaş bir konuşma yaptı, ardından ben de kısa bir konuşma yaptım. Telefonla konuşmanın yapıldığı günün ardından çıkmayı dayattık. Haftanin’den gelen arkadaşlar, “Cudi yolu kapalıdır, düşman Cudi yolunu kapatmış, bu nedenle geçmek mümkün değil, önceden bir keşif yapalım, keşif süresi boyunca Bestler’de kalırız” diye görüş belirttiler. Kabul etmedik, bugün herkes Bestler’i terk edecek diye kesin görüş belirttik. Bestler’de bulunan herkes Gabar’a yani ters istikamete gidecekti. Bazı komuta üyeleri “olmaz” görüşünde ısrar ettiyse de, kesin talimattan sonra herkes Gabar’a doğru yola çıkmaya başladı. Haftanin ve Cudi’ye gitmesi gerekenler de Gabar komuta gücüyle beraber Gabar yoluna düştüler. Gündüz vakti herkes çıktıktan sonra, konferans yerini son bir kez kontrol etmeye gittim. Oradaki bölük komutanına, “Bütün mangaları, konferans yerini kendin bizzat katılarak temizleyip düzenleyeceksin, konferansla ilgili tek bir bulgu kalmayacak” dedim.
Belli bir süreden sonra gelip, her şey tamam dedi. Bir kez daha kontrol etmesi talimatını verdim. O bir kez daha kontrol ettikten sonra ben de konferans yerini bizzat kontrole gittim. Konferans salonunda herhangi bir emare yoktu, dışarı çıktım, kül vardı, içinde de küçük bir kağıt parçasının ucu gözüküyordu. Kağıdı külden çıkarınca bunun büyük bir sayfa olduğunu, düzgün katlanarak külün içine saklanmış olduğunu anladım. Bu kağıda konferansın bütün kararları, düzenlemeleri, taktiği, planlaması en ince ayrıntısına kadar küçük bir yazıyla yazılmış ve ucu dışarıda kalacak şekilde kül içine kamufle edilmişti. Bu yazıyı araştırmak üzere Adil arkadaşa verdim, “Sen bu yazıyı yanına al. Konferansa katılan komuta kademesinin defterlerini kontrol et, bu yazıyla karşılaştır. Yazının kime ait olduğu tespit edilmeli, çünkü yazıyı yazan kimse, kesin ajandır” dedim. Başka kimseye bu yazıdan bahsetmedim. Yazının içindeki bilgiler konferanstan sonra yapılan yönetim toplantısının bilgilerini de içeriyordu. Bu durum ajanın yönetimden biri olduğunu gösteriyordu. Bu nedenle çok gizli tutmak zorundaydık. Tüm işler, kontroller yapıldıktan sonra artık gece yaklaşmıştı. Ben de hareket edeceğim birlikle beraber konferans alanını terk ettim. Her şeyi kesin bir operasyonun olacağı şeklinde hazırlayıp düzenledik. Meğer yazı Şırnaklı Şoreş denilen kişiye aitmiş. Ona görev verildikten sonra her şeyi kontrol ediyor. Yazıyı da önceden hazırlamış. Kendisi en son kontrol eden kişi olduğuna inandığı için ve benim sürpriz bir şekilde oraya gidip kontrol edeceğimi tahmin etmemiş olacak ki hazırladığı bilgi raporunu gidip usta bir biçimde külün içinde saklamış.
Tekrar dönüp bakmasaydım, düşman konferansın bütün ayrıntılarına hakim olacaktı ve böylece yapılan tüm hazırlıkları öğrenerek avantaj elde edecekti. Biz hareket halindeyken akşam saat 12’den itibaren Türk ordusunun savaş uçakları Bestler’deki tüm hakim zirveleri vurmaya başladı. Onlar sağlı sollu hakim tepeleri vururken, biz de 100’e yakın bir güçle vadi vadi ilerlemeye devam ettik. Tahminde yanılmadığımı anladım. Tedbir almıştık, fakat ilerleyip sabah olmadan Kato’ya Jirki’deki Deryê Qaçê’ye ulaşmamız gerekiyordu. Onlar yüksek zirveleri bombalarken, tüm güçlerimiz planladığımız yerlere ulaşmaya ve mevzilenmeye çalışıyorlardı. Bombardıman ardından uçar birliklerle yüksek yerlere asker indirmeye başlandı. Nihayetinde sabah bazı yerlerde temaslar başladı fakat güçlerimiz hazırlıklıydı. Alınan tedbirler sayesinde operasyon boşa çıkarıldı. Operasyon beş gün sürdü, bazı yerlerde çatışmalar gelişti. Kobra atışları ve bir-iki yerde pusuya düşmekten kaynaklı 7 şehit verildi. Düşman da bazı kayıplar verdi ve iki korucu ile bir asker güçlerimiz tarafından esir alındı. Operasyonu boşa çıkarmak ve gereken cevabı vermek için güçlerimiz araziye yayıldı ve daha çok Kato’ya dayanmayı esas aldık. Düşman da Kato’ya indirme yapmaya kalkıştı. İlk indirilen iki helikopterlik güç, güçlerimiz tarafından kuşatmaya alındı. Kuşatmadaki güçleri kurtarmak amaçlı etrafa indirmeler yapıldı.
Fakat yapılan indirmeler ya püskürtüldü ya da indirilmeleri engellendi. Güçlerimizin kuşatmasında bulunan bir grup asker ve korucu, yapılan bir yanlışlık sonucu kuşatmadan çıktılar ama ters tarafa gittikleri için donmaktan son anda kurtuldular. Türk ordusu bu operasyonda ciddi bir sonuç almadığı gibi kayıplar da verdi. Biz Kato hattını tuttuk, Türk ordusu bütün ısrarlarına rağmen Kato’ya giremedi. Sonra baktık inada binmişler, onurlarına dokunmuş, hiç bırakmasak ısrar edecekler, uzayacak, bu nedenle onları yanıltmak ve razı etmek için bir taktik yaptık: Kato’nun küçük bir bölümü olan Deriyê Qaç’tan Deriyê Beq’e kadar olan tarafı akşam boşaltıp onlara bıraktık. Onlar sabahleyin boş olduğunu anlayınca oraya girdiler. Ama yine de tuzaklardan korktukları için girişleri yarım gün sürdü. Girince çok sevindiler, bir gün boyunca 200 metre mesafe ile karşı karşıya mevzilendik. Onlar sürekli hava saldırılarını koordine ettiler. Karadan zaten ilerleyemezlerdi. Zaten verdiğimiz yedi kayıptan dördü hava saldırısı sonucu yaşanan kayıplardı. Sonra akşam Türk ordusu tümüyle geri çekildi.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER