BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (5.BÖLÜM)
KÜRT TOPLUMSAL ŞEKİLLENMESİ VE SAVAŞ GERÇEKLİĞİ Kürt-Türk İttifakının Gelişimi; 10. yüzyılın başlangıcından itibaren Kürtlerde kısmi düzeyde bir serbestlik ve milli eğilim gelişmeye başlamıştır. Böylece toplumsal düşünce daha ileri bir düzeye ulaşmıştır.Aslında bu dönemde Kürtlerde yaşanan gelişme sadece Mervani Kürt devletinin kurulmasıyla sınırlı değildir. Hemen her mirlik kendi içinde bir tür özerk devlet yapılanması niteliğindedir. Kendi kendini yöneten, savunma kuvvetleri olan, çevre aşiret ve mirliklerle iyi ilişkilere sahip örgütlenmeler geliştirmişlerdir. Nasıl ki antik çağ döneminde Helenlerde birçok site devleti oluşmuşsa, bu dönemde Kürtlerde de benzer bir yapılanma mirlik tarzındadır. Kırsalda yedi sekiz aşiretten oluşan aşiretin başındaki mir ve yine manevi liderliği durumundaki şeyhlik kurumuyla kendi içinde bir tür özerk idari sistemler kurmuşlardır. Bunların her biri gevşek bağlarla Abbasi halifeliğine bağlı olmakla birlikte, kendi içinde ilişki halinde bulunmuşlardır. Bu temelde belli bir organizasyonla Selçuklularla ilişki halinde olan Kürtler, siyasi ilişki tarzıyla dostluk sürdürmüşlerdir. Bu dönemlerde Bizans İmparatorluğu’nun Kürdistan içlerine doğru zaman zaman saldırıları olmaktadır. Aynı zamanda Haçlı Seferleri’ni başlatan kilise çağrılarına katılan bütün Avrupa devletlerinin akınlar halinde Kudüs’ü hedefleyen saldırı süreçleri gelişmiştir. Hıristiyan dünyası tarafından geliştirilen bu saldırılar, müslüman olan tüm halklar arasında bir dostluk ve dayanışma atmosferini açığa çıkarmıştır. Bu nedenle Kürtler, Araplar ve Selçuklular arasında temeli islami savunma ülküsüne dayanan güçlü bağlar gelişmiştir. İç içe örgütlenmeler ve ordulaşma düzeylerinin buna paralel geliştiği görülmüştür. Özellikle de bu aşamada kimin hangi milliyetten olduğundan çok, müslüman halife topraklarını korumak esas alınmıştır. Haçlı Seferleri başlamadan önce Selçuklu ve Oğuz boyları da açılım peşindedirler. Özellikle Roma’nın zayıflamasından yararlanıp, Anadolu’yu yurt edinmek eğilimindedirler. Ortadoğu’ya gelişlerinden bu yana henüz yurt edinmemiş olan Türk boyları için en müsait alan denetimin gevşek olduğu Anadolu’dur. İslam bayrağıyla Bizanslara karşı akınlar başlatmak daha kazançlı gözükmektedir. Bunun için Anadolu kapısında yer alan Kürtlerle ittifak yapmak tek çıkar yol durumundadır. Alparslan’ın ve yeni gelen Türk boylarının Kürtlerle sıcak ilişki geliştirmelerinin temelinde bu durum yatmaktadır. Kürtlerin Türklerle Bizanslılara karşı kurdukları ilişki bir nevi geleneksel islam ittifakıdır. Türk Oğuz boyları ve Kürtler arasında yapılan ittifak, 1071 yılında Malazgirt Savaşında Bizans ordularını yener veAlparslan öncülüğünde Türk boylarına Anadolu kapısı açılır. Eğer burada Kürt-Türk ittifakı gelişmemiş olsaydı ve Kürtler en seçkin güçlerinden on bin askerini Alparslan’ın himayesine vermeseydi, Alparslan komutasındaki Türk boylarının Bizans’ı yenmesi ve Anadolu’ya geçmeleri mümkün olmayacaktı. Bu nedenle bu ittifak çok önemlidir. Sadece Türklerin Anadolu’yu ele geçirmelerine yol açmamış, aynı zamanda tarihin akışını büyük oranda etkileyen, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna yol açan zemini de yaratmıştır. Nitekim sonraki yıllarda bu ittifak tutumu birçok önemli dönemeçte devam edecek ve önemli sonuçlar elde edecektir. Kürtler ekonomik ve kültürel olarak daha önde olmalarına karşın, Türkler askeri ve siyasi olarak daha gelişkin durumdadırlar. Fakat Kürt beylikleri parçalı bir duruş içerisinde olmalarına rağmen sahip oldukları askeri güçle otonom konumlarını korumayı başarmaktadırlar. 10. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Kürt beylikleri bir nevi özerkliğe sahiptirler. Karşılıklı hoşgörü, bu dönemin en önemli özelliği konumundadır. Yaşanan askeri ve siyasi gelişmeler o dönemlerde Kürt toplumunda belli bir toplumsal düzey, kültürel yapı ve askeri performansın gelişmiş olduğunu ve komşu halklardan geri olmayan hatta bazı açılardan daha ileri düzeyde bir gelişmeyi yaşadığını göstermektedir. Belli düzeyde güçlenen Kürtlerin askeri performansı aşiret federasyonlarında otonom bir yaşam biçimini geliştirmiştir. Daha çok bu otonom yaşam tarzının birer savunma gücü olarak küçük hanedan (mir) orduları gibi örgütlenmişlerdir. İstedikleri bir güce karşı birkaç mirlik birleşerek savaşabildikleri gibi savaşan taraflar arasında istedikleri tarafa ağırlıklarını koyarak, kazanmalarına yol açmışlardır. Denilebilir ki Kürtler iyi bir yedek savaş gücü konumunda olmuşlardır. Her dönemde kendileri bir savaş komutası olmamış, ama her dönemde yetkin bir destekleyici ve kazandırıcı güç konumunda bulunmuşlardır. Görülüyor ki, Kürtler devlet ve egemen olma iddiasını pek fazla taşımamış, daha çok otonom olmayı benimsemişlerdir. Savaşlar karşısında zorlanınca dağlara çekilmiş, ovaları ve şehirleri bırakmışlardır. Bu örgütlenmede her bir Mir’in denetiminde on binlere ulaşan askeri kuvvet mevcuttur. Toplumsal açıdan Kürtler şehir merkezlerinde yoğunlaşmadıklarından dolayı herhangi bir egemen devlet onları kısa sürede yenerek ele geçirememektedir. Çünkü Kürdistan’ın geniş ve muazzam coğrafyasına yayılmış her bir aşiret konfederasyonunu yenen devlet, ilerledikçe başka ve yeni aşiret konfederasyonlarıyla karşılaşmışlardır. Bu durum Kürdistan ülkesinde egemenlik kurmak isteyen devletleri oldukça zorlayan bir husus olmuştur. Örneğin, Urfa’da Barazi aşiret federasyonunu yenip geçen bir güç bu kez Mili aşiret federasyonuyla karşılaşır, onu yenip geçerse bu sefer de önüne Ömeryan aşiret konfederasyonları çıkar. Tüm Mardin aşiretlerini yenen bir güç daha sonra Botan aşiret federasyonu ve mirliği ile karşılaşacaktır. Bunların arkasında Ertuşi mirliği gelir. Daha sonra Şikak veya Menguriler gelir. Bu şekilde her bir mirlik, küçük bir devlet yapılanması gibidir. Durum böyle olunca herhangi bir ordunun Kürdistan üzerinde tam bir hakimiyet sağlaması güç olmaktadır. Zaten tarih boyunca tam hakimiyeti sağlayan herhangi bir egemen ordu gücü de olmamıştır. Bunda, bütün olumsuzluklara rağmen Kürt halkının direngen ve kendinde ısrar eden karakteristik özelliğiyle, örgütlenme yapısı ve mükemmel Kürdistan coğrafyasının büyük rolü vardır. Zaten toplumsal bilimde bir toplumun karaktersel özelliklerinin şekillenmesinde o toplumun yaşadığı coğrafyanın da önemli bir rolü olduğu tespitlidir. Kürt toplumunun bu durumunu çok iyi fark eden Osmanlı’nın kurnaz padişahı Yavuz Sultan Selim Doğu’ya açılmak istediğinde Kürdistan’a savaşla değil de anlaşmayla girmeyi ve Kürtleri yanına almayı temel bir seçenek olarak önüne koymuştur. Osmanlı İmparatorluğu iyice büyüyüp Batı’da Viyana kapılarına dayandıktan sonra, Yavuz Sultan Selim’le Doğu’ya açılmak ister. Osmanlı’nın bu düşüncesi Kürt tarihinde de önemli bir dönüm noktasıdır. Osmanlı’nın, Kürtlersiz Doğu’ya açılması ve başarılı olması pek mümkün görünmemektedir. Bunun için de Kürtleri yanına almayı Yavuz Sultan Selim öncelikli koşul olarak görür. Bu amaçla Kürt yerel beylerinden biri olan İdrisi Bitlisi’yi yanına çağırır ve ona, “gidin kendi aranızda anlaşın, ortak bir temsilci çıkarın, onunla anlaşma yapacağım” der. İdrisi Bitlisi geri döner, diğer Kürt beyleriyle görüşmeler yapar. Ancak anlaşma sağlayamazlar, birbirlerine güvenmediklerinden ve kabul edemediklerinden dolayı bir temsilci seçemezler. İdrisi Bitlisi geri dönerek Yavuz Sultan Selim’e temsilci seçemediklerini söyleyince, Yavuz da kendisine en yakın kişi olarak İdrisi Bitlisi’yi gördüğünden, “ben, seni temsilci olarak görüyorum” diyerek, onunla anlaşma yapar. Şeyh İdrisi Bitlisi’nin Osmanlı devletiyle işbirlikçiliği anlaşmaya dayandırarak resmileştirmesi bu şekilde olmuştur. Bu anlamda Kürt tarihinde 1514–1516 yılları önemli bir dönemeçtir. Çünkü yapılan anlaşmayla Osmanlı ordusu Kürdistan’a barışçıl bir temelde girer ve geliştirdikleri ittifaklarla Mısır-Memlük imparatorluğuna karşı sefere girişir. Zafer elde eden bu Osmanlı seferi, islam halifeliğine de Osmanlı’nın el koymasıyla sonuçlanır. Görülüyor ki Türk boylarının ilk Batı açılımı Kürtlerle ittifak temelinde gerçekleştiği gibi, daha sonra imparatorluk haline gelen Osmanlı devletinin, Doğu ve Güney’e açılımı da Kürtlerle yaptığı ittifak temelinde olmuştur. Açıkçası Türklerin Anadolu’ya gelişi ve büyüyerek imparatorluk haline gelmesinde Kürtlerle yaptığı ittifakların rolü belirleyicidir. 1500–1800 arası yıllar Kürt feodalitesinin kendini en çok belirginleştirdiği yıllardır. Kürt tarihinde beylikler biçiminde anlama kavuşan otonom anlayış bu dönemde resmileşerek, bir statü haline dönüşmüştür. Önceleri de beylikler, aşiret konfederasyonları ekseninde gelişen örgütlenmeler var, ancak Kürt milli bilinciyle yoğunluk kazanmaları bu yıllara rastlar. Selçuklulardan itibaren “Kürdistan” ismi resmi olarak kullanılıp, mirlikler de bir otorite olarak kabul edilmişlerdir. Özellikle Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Osmanlı İmparatorluğu tarafından da onaylanan bu sistem ve ilişki biçimi 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Osmanlının ümmetçilik politikasıyla Kürtlere yaklaşımı, özümseme yerine bütünleşmeyi esas alan bir niteliğe sahiptir. Kürtlere daha toleranslı yaklaşmasının diğer bir nedeni de Kürtlerin İran Safavi devletine kaymaması için kazanma istemidir. Osmanlı ile İran arasında yaşanan uzun savaşlardan sonra 1639’da yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla Kürdistan ilk kez resmen ikiye bölünmüştür. Osmanlı, İran Safavi İmparatorluğu’yla Doğu’da bu anlaşmayı imzalarken, Avrupa’da giderek daralma ve büzülmeyi yaşamaktadır. Viyana kapılarında karşılaştığı beklenmedik yenilgi ile başlayan süreçle birlikte Osmanlı artık Batı’da tutunamaz haldedir. Her geçen gün işgal ettiği toprakları bir bir kaybetmeye başlamıştır. Batı’da yaşanan bu gerileme durumu karşısında Osmanlı İmparatorluğu, yönünü Doğu’ya doğru dönmüştür. Fransız Devrimi ve Osmanlı’nın Doğu’ya Yönelmesi; Avrupa’da uzun yıllar devam eden aydınlanma süreci, 1789’da Fransız devrimi ile büyük bir atılım geliştirir ve bu devrimle beraber ulus devlet dönemi gelişir. Esasta Fransız Devrimi, karanlık ortaçağ Avrupa zihniyeti ve onun yönetim olgusuna isyan eden toplumun demokratik komünal değer yargılarına duyduğu derin özlemin bir sonucudur. Öz dinamikleri üzerinde devrimi geliştiren halk katmanlarının aynı başarıyı yönetim olgusunda gösterme durumundan uzak olması, yeni gelişen burjuvazinin öncülüğüne rahat zemin sunmuştur. Burjuvazi elde ettiği iktidarla, Fransız devrimini esas özünden saptırarak, halkın büyük bedel, emek ve çabalar harcadığı bu devrimi, kendi sınıfının siyasal programı haline getirerek, ulus devlet ekseninde kendini kurumsallaştırmıştır. Kapitalizm iktidarlaştıktan sonra, pazarları ele geçirmek ve siyasal iktidarını meşrulaştırarak kalıcı kılmak için, milli hareketleri geliştirir ve bu milli hareketler de peş peşe ulus devletler kurar. Pazarları ele geçirme ve iktidarını sarsılmaz bir konuma getirme uğruna yaratılan bu süreç, birçok çatışma ve savaşlara neden olur. Bir taraftan kapitalistleşme devam etmekte, diğer yandan Afrika ve Asya gibi alanların sömürgeleştirilmesi ve sermaye birikiminin yoğunlaşması gelişmektedir. Avrupa’da yaşanan bu gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu’nu Batı’da giderek daraltır. Kapitalistleşme süreciyle gelişen milli duygular, Osmanlı’ya nefes aldırtmayan bir özellikle yüklü olup, yeni bir sistemi açığa çıkarmada iddia sahibidir. Osmanlı’nın Batı’da toprak kaybetmesinin ekonomik ve siyasi faturası ağır olur. Bu dönem aynı zamanda Avrupa’daki gelişmelerin tersine feodalizmi derinleştiren Osmanlı sisteminin gerileme dönemi olmaktadır. Giderek Doğu Avrupa’da da milli hareketlerin başlaması asker ve vergilerin toplanma olanaklarını ortadan kaldırmıştır. Artık Batı’da asker ve vergi toplayamayan, burada daha çok kesilmeyen savaşlarda gücünü tüketen Osmanlı Devleti, Doğu’ya yönelerek, buradan asker ve vergi açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Bu durum, daha önceden Yavuz Sultan Selim’in Kürtlerle yaptığı anlaşmanın bir kenara atılması anlamına gelmektedir. II. Mahmut tarafından geliştirilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı sisteminde köklü değişiklik anlamına gelmektedir. Hem dışa bağlanmanın derinleşerek resmileşmesi, hem de sistemin baş belası haline gelen Yeniçeri ordusunu dağıtma ve yerine Nizami Cedid ordusunun kurulması ile beraber Kürdistan’a vergi ve asker toplama dayatılmıştır. Daha önce vergileri kendi içinde toplayan, Osmanlı ordusuna asker vermeyen, fakat seferberlik döneminde toplu destek sunma üzerinde anlaşan Kürtler, bu otonom durumlarını korumak için direnişe geçmişlerdir. Böylece Kürdistan’da Osmanlılara karşı isyanlar süreci gündeme gelmiştir. MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL) (5.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER