BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(30.BÖLÜM)
15 AĞUSTOS ATILIMI VE GÖRKEMLİ DİRİLİŞ SÜRECİ
Dörtlü Çetenin Yarattığı Tahribatlar;
Türk devleti 1987 yılında da kendine göre bazı hazırlıklar yapmıştı. Bu yılda halkı gerillaya karşı silahlandırmak için geçici köy koruculuğu yasası çıkarılmıştı. Yine gerillayı zayıflatmak için itirafçılık yasasını devreye koymuşlardı. Aynı yılda Türk devletinin diğer önemli bir çıkışı da Olağanüstü Hal uygulamasını tüm Kürdistan’da başlatmasıydı. OHAL yasasıyla tüm Kürdistan’da olağanüstü hal ilan edilerek, sivil-askeri bir idare altında sıkıyönetim tarzı geliştirilmiştir. Kürdistan’da esas olan askeri bir yönetimdir. Artık Türkiye’de ayrı, Kürdistan’da ayrı yönetim biçimleri uygulanıyordu. Türk devleti bu tür politikalarla kendisini gerillaya karşı bir nevi organize etmişti. Gerillaya karşı daha sistemli mücadele edebilmek ve daha etkili bir koordinasyona ulaşabilmek için OHAL valiliği, OHAL Jandarma Bölge Komutanlığı gibi oluşumlara gitmiş ve bu temelde daha etkili bir yönelim sürecine girebileceklerini hesaplamışlardı. Türk devletinin bu yönlü hazırlıklarına karşı içten Önderlik çizgisine dayatılan tasfiyecilik ile bir takım ideolojik derinlikten yoksun, halkın psikolojik-moral motivasyon durumunu anlamayan kişiliklerin pratik sahada sorumlu olmaları önemli zorlanmalara yol açmıştır. Pratiğinde ve davranışında çete eğilimi ağır basan, nereye savrulacağı belli olmayan Kör Cemal gibi tiplerin halka yaklaşımda gösterdikleri tutarsızlığın yol açtığı sonuçlar düşman politikalarının hayat bulmasına fırsat vermiştir. Bu tarz, özellikle askerlik yasasının yanlış uygulanmasında somut ifadesini bulmuştur. Yasanın yanlış uygulanması bazı yörelerde düşmanın kirli politikalarını uygulamasına güçlü bir zemin sunmuştur. Bu yasanın doğru uygulandığı Şırnak vb bölgelerde olumlu bazı sonuçlar alınmış olsa da, Şemdinli vb birçok alanda da yanlış uygulama sonucu önemli tahribatlar yaratmıştır.
Her şeyden önce Türk devletinin uzun zamandır bu yörede uygulamak isteyip de uygulayamadığı politikalarını gerçekleştirme zeminini doğurmuştu. Zorunlu askerlik yasasının çarpıtılarak uygulanması, Türk devletine politika ve propaganda alanında geniş bir manevra sahası sunmaktaydı. Tabii Türk devleti bu durumu kendi lehinde kullanma becerisi göstererek, bazı aşiretlerle gerillayı karşı karşıya getirmede başarı da sağladı. Çünkü Türk devletinin kullandığı temel propaganda, “PKK’liler gelip zorla çocuk ve gençleri kaçırıyor, bunlara karşı kendinizi korumalısınız” eksenindedir. Halkın bir kısmı tanık olduğu pratikler nedeniyle, diğer bir kısmı da bu tür propagandaların etkisinde kalarak, “madem gençleri zorla kaçırıyorlar, o zaman biz de kendimizi korumalıyız” diyerek korucu olmayı meşrulaştırmışlardır. Geçici köy koruculuğunun Kürdistan’da kalıcı köy koruculuğuna dönüşmesinin başlangıcı bu tür propagandalara dayandırılarak yapılmıştır. Bir yandan örgüt gerçekliğinden uzak tiplerin yarattığı tahribatlar yaşanırken, diğer yandan adım adım eylemsellikler de gelişmektedir. 1987 Haziran ayı itibariyle, gecikmeli de olsa, III. Kongre’nin etkisi pratik süreç üzerinde kendisini hissettirmiştir.Aslında 1987-90 arasındaki dönemsel gelişimi birbirinden ayırmak güçtür. Bu yılları bir süreç olarak değerlendirmek daha doğrudur. Gerillaya karşı düşmanın operasyonları yoğunlaştıkça ve halka karşı vahşet düzeyine varan baskı ve işkenceler arttıkça Kürt halkının direnişi ve gerilla mücadelesi de gelişmektedir. Ancak PKK’nin Kürdistan’da giderek bir güç odağı olması, içten iktidar hesaplarının yapılmasına da yol açmaktadır. Özellikle partinin ideolojik-politik çizgisine hakim, ama 1985 pratiğinden dolayı III. Kongre tarafından eleştirilmiş bir kısım kadronun ülke pratiği dışında tutulması veAgit, Erdal, Bedran arkadaşlar gibi gerillanın bel kemiği olan kadroların, değerli komutanların 1986 ve 1987 yıllarında şehit düşmeleri önemli bir boşluk yaratmıştır.
Bundan yararlanan kof bazı kişilikler örgüt ortamında çizgi dışı anlayışlarını adeta kurumlaştırma olanağını bulmuşlardır. Aslında Agit arkadaşın şehadeti ardından yönetimde doğan boşluğun yukarıda izah edilen nedenlerden ötürü III. Kongre süreciyle birlikte hak etmeyen bazı kişiliklerin öne çıkmaları örgüt yönetiminde önemli değişikliklerin yaşanmasına yol açmıştır. Bu değişiklik kısa sürede örgüt, yönetim, savaş ve yaşam tarzı üzerinde de önemli etkilerde bulunmuştur. Birdenbire öne çıkan tipler kendilerini bulunmaz hint kumaşı sanarak, deyim yerindeyse ağa ya da bey kesilmişlerdir. İktidar hastalığına tutulan bu tipler, kendilerine tehdit olarak algıladıkları kadroları etkisiz kılmak ve tasfiye etmek için akıl almaz yöntemler geliştirmişlerdir. Tehdit olarak algıladıkları, örgüt ve Önderlik çizgisini uygulayan kadrodur. Savaş sürecinden kendine pay çıkaran bu tipler, birdenbire değer gördüklerini, kendilerine saygı duyulduğunu ve dinlendiklerini gördükçe kendilerinden geçmişlerdir. Bu tiplerin geliştirdikleri pratikler sonucunda hareketimizin ideolojik, siyasal ve askeri çizgisinin uygulanma süreci büyük bir çarpıtma ile karşı karşıya kalmıştır. Hem askeri, hem siyasi, hem de örgütsel ve kadro çizgisi ters yüz edilmiştir. Bu pratiğe damgasını vuran temel anlayış, örgüt ve çizgi dışı anlayıştır. Bu anlayışın özünde egemenlikçi feodal bakış açısının yarattığı çarpık ruh hali vardır. Köklerinden kopmuş kişiliğin, kendi ülkesi başta olmak üzere tüm insanlığın değer yargıları açısından tehlikeli olabileceği bilinen bir husustur. Toplumsallığın temel değerlerini yadsıyan kişilik oluşumunun, kendi gerçekliğine karşı ihanet etmede tereddüt yaşamayacağı tarihsel verilerin bizlere sunduğu bir gerçektir. Bu gerçeklik Kürt feodallerinde daha belirginlik kazanarak, bu çevrelerde komplocu karakteri geliştirmiştir. Bunun bir yansımasını yaşayan kişiliklerin örgüt içinde kendilerini değiştirmemesiyle feodal-komplocu tarz örgüt içerisinde giderek etkili olmaya başlamıştır. Bu tipler örgüt zemininin yarattığı olanaklardan yararlanarak kendi anlayışlarını örgüt çizgisi olarak ortama dayatmışlardır. Esasında bu süreci Kör Cemal başlatmıştır.
Daha sonra Zeki, Metin ve Hogir gibi kişilikler de çeteciliğin sürdürücüleri olmuşlardır. Sonradan örgüte katılan Hogir unsuru 1987 yılında Mardin üzerinden Kuzey Kürdistan’a giriş yapan Botan grupları içerisinde sıradan biridir. Henüz yenidir ve ortaya çıkmış herhangi bir özelliği yoktur. Fakat Mardin’deki sapma eylemlerinde oynadığı rol en dikkat çekici özelliği olmuştur. Pratikte Kör Cemal’in tarzını en iyi uygulayanlardan biri olduğu için kısa sürede öne çıkmıştır. Bu yönüyle alan yönetiminin anlayışına en uygun cevap olabilen bir tarza sahip olmuştur. Kaldı ki esas alan sorumluları bu kişiler değildir. Özellikle bu anlayışın palazlandığı dönemde alan sorumluları ağırlıklı olarak Botan ve Ebubekir ikilisidir. Her ikisi de kendi sorumluluklarında yürütülen bu pratiğe ses çıkarmamışlardır. Önderlik çizgisi bu kişilerce bilinmesine rağmen uygulanmamıştır. Önderlik çizgisini uygulamama gerekçeleri sonradan anlaşıldığı üzere bu çizgiye dürüst yaklaşmamaları ve inanç zayıflıklarıdır. Pratik sahada Önderliği uygulamamanın başlangıcı 1983’lere kadar dayanıyor. 1987’den itibaren tersten uygulama durumu söz konusudur. Geliştirilen yanlış pratiklerle her şeyden önce Apocu hareketin siyasal çizgisi ile oynanmış ve çarpıtılmıştır. Apocu hareket bir halk hareketidir, halka dayanarak halkı örgütleyecek, halk ordusunu kurup Kürdistan’ı özgürleştirmekle sorumlu olan bir harekettir. Bu nedenle halka karşı asla yanlış bir uygulama ya da yaklaşım içinde olamaz. Durum bu kadar net olmasına rağmen Dörtlü çete yönetimi, “feodal kompradorlara karşıyız” adı altında bir takım uygulamalara girişmişlerdir. Feodal komplocu ajanlara “karşıtlık” adı altında çok kirli uygulamalar geliştirmişlerdir. Aşiret bağlarının çok güçlü olduğu Botan gibi bir alanda “ajandır” adı altında aşiret reislerini hedeflemişlerdir. Tabii bu durum önemli oranda aşiret mensuplarını aşiret reisi etrafında daha fazla kenetlemiştir.
Bu nedenle aşiret reisine karşı geliştirilecek bir saldırının tüm aşirete yapılmış sayılacağı açıktır. Özellikle ciddi bir gerekçesi olmadan, eğer varsa bu gerekçeleri yurtsever Kürt halkına ve aşiret mensuplarına açıklamadan örgüt talimatıyla yanına çağırıp bazı aşiret reislerinin infaz edilmesi o aşiret çevrelerinde bir infial durumunu yaratmıştır. Batuyan, Alan, Jirki ve Kaşuran aşiretleri yurtsever niteliklere sahip olmalarına rağmen bu yöntemlerle düşman saflarına itilmişlerdir. Benzer veya daha değişik biçimlerdeki hatalı yaklaşımlar Botan-Zagros sahasındaki birçok aşiret için de geçerlidir. Hogırcılık dediğimiz Dörtlü çete pratiğinin sonucunda birçok çevre ve aşiret bu dönemde harekete karşı düşman saflarında yer almışlardır. Elbette ki yurtsever bir çevre için nedeni ne olursa olsun düşman saflarında yer alma kabul edilemez. Ancak burada yürütülen kontra pratiğinin de böyle bir işbirlikçiliğe zemin sunduğunu görmek önemlidir. Bu dönemde Türk devletinin aşiretler üzerinde oynama girişimleri vardı. Aşiretleri çeteleştirmek ve harekete karşı savaştırmak için sürekli girişimlerde bulunmaktaydı. Türk devletinin tüm çabalarına, para ve çıkar sağlama vaatlerine rağmen aşiretlerin önemli bölümünü PKK’ye karşı örgütleme girişiminden pek bir sonuç alınamamıştı. Çünkü halk tabanı yurtseverdir, mensubu bulunduğu halkın özgürlük mücadelesine karşı savaşmak istememektedir. Bizim cephemizden geliştirilecek uygun bir politika ile aşiret çevrelerinin çoğunluğunu kazanabilecek nitelikler vardır. Kazanılmasa bile tarafsız tutulmaları mümkündür. Ancak çingene paşalığı misali örgüt gücünü eline geçiren tipler ‘bakın ağzımdan çıkan her şey kanun gibi uygulanıyor’ türünden yaklaşımlarla oldukça kaçırtıcı olmuşlardır. Kazanımcı bir yöntemle halka yaklaşılmamıştır. Türk devleti de yüzyılların kendisine sağladığı deneyim avantajını kullanarak, ortaya çıkan boşluğu iyi kullanmıştır. Somutlaştırmak açısından birkaç örnek vermekte yarar vardır.
Düşmanın aşiretleri silahlandırma girişimlerinin olduğu dönemde, aşiretler artık tarafsız kalamayacaklarını öğrenmişlerdir. Bunun için kendi içlerinde toplantılar gerçekleştirerek, kimden yana tavır belirlemek gerektiğini tespit etmeye çalışmış ve arayışa girmişlerdir. Jirki aşireti de PKK’den mi, devletten mi yana tavır geliştireceklerine dair kendi içlerinde tartışıp karar verme aşamasına gelirler. O zamana kadar tarafsız kalmışlardır, ama artık Kürdistan özgürlük mücadelesinin geldiği aşama ve çatışma ortamı itibariyle bir karar vermek zorundadırlar. Bu temelde toplantılar yapmışlardır. Kendi içindeki tartışmada PKK’den de görüş almaları gerektiği kararı çıkar ve oluşturdukları bir heyeti alan yönetiminin yanına gönderirler. Bu heyet, dönemin egemen çeteci anlayışının etkisi sonucu kurşuna dizilir. Olayı yapan bizzat çete üyesi olanlar değildir, ama anlayışlarını öylesine egemen kılmışlardır ki, anlayışları dışındaki herhangi bir davranışı derhal “işbirlikçilik” ve “hainlikle” suçlayıp yerle bir ettikleri için, bu anlayışı kabul etmeyenlere de kendi anlayışlarını uygulatma düzeyinde güç kazanmışlardır. Oysa genelde ‘elçiye zeval olmaz’ denilir. Ayrıca bir misafir olarak gelmişlerdir. Kaldı ki tartışmak ve hareketin bu konudaki görüşünü almak istemeleri gayet doğaldır. PKK bir gerilla hareketi olduğu kadar aynı zamanda toplumu aydınlatma ve ikna hareketidir. Gelen heyet üyeleriyle görüş paylaşmak kadar daha doğal bir durum olamazdı. Ancak örgüt doğruları temelinde yaklaşacaklarına, tümden düşmana hizmet eden bir pratikle yaklaşmışlardır. Böyle aracı olan insanları vuran bir yaklaşım, değil devrimcilikte, Kürt toplumunun ne geleneğinde ne de ahlakında asla bulunmamaktadır. Ahlak ve inanç ilkelerine asla sığmayan bu tarzlar Jirki aşiretini düşmanın kucağına atarak, koruculaştırmıştır. Sonradan bu olay Doktor Baran arkadaşa yüklenmek istenmiştir. Doktor Baran farklı özelliklere sahip bir arkadaştı; duygusal yönü ağır basan, pratikte çizgiden ödün vermek istemeyen ama yapılacak bir eleştiri karşısında da hassas bir kişilik yapılanmasına sahipti.
Bu özelliklerin yarattığı atmosfer ve ruh halinin, Beytüşşebap’ta bazı aşiretlerle geliştirdiği ilişkilerin eleştiri konusu yapılıp, baskı altına alınmasıyla birleşince büyük bir çılgınlığı doğuracağı beklenen bir durum olacaktır. Benzer biçimde Kaşuri aşiretine karşı da bizim kültür ve anlayışımıza sığmayan davranış ve tutumlar sergilenmiştir. Önce hareket adına çağırmışlar, sonra da ‘cezalandırmışlardır’. Yine Batuyan aşiret reisi SaitAğa, görüşme bahanesiyle Herekol’a çağrılmış ve orada infaz edilmiştir. Sait Ağa aslında yurtsever bir Kürt’tür, ama aşiret reisi olmasından dolayı devletle de belli düzeyde bir ilişkisi bulunmaktadır. Esas olarak Metin (Şahin Baliç) unsuru toplum içindeki aile çelişkilerinden ve tepkilerinden hareketle, bu infazı hareket adına gerçekleştirmiştir. Bir kere ajan da olsa, PKK adına çağrılan kişi vurulmaz. PKK topluma verdiği güvenle halk arasında kök salmıştır ve yeni bir toplumu inşa etmek üzere yola çıkmıştır. PKK hareketinin ideoloji ve felsefesi toplumsal değerlerin korunmasına dairdir. Doğal olarak bunların aksi yönünde atılacak her adım, geliştirilecek her eylem türü PKK’ye ve halka zarar verecektir. Alan aşiretine yönelik geliştirilen tarz da aynı çerçevededir. Alan aşiret reisi Sadun ağanın oğlu da aynı tarzda PKK anlayışıyla hiçbir zaman uyuşmayacak bir biçimde çağrılarak, katledilmiştir. Bütün bu çeteci anlayışların pratikleri sonucunda Alan, Batuyan, Jirki, Kaşuri, Gerdi ve Herki aşiretleri başta olmak üzere, Kürdistan’da diğer bazı aşiretler hareketimize karşı düşmanlığa itilmiştir. Özünde bu aşiretlerin hiçbiri Kürdistan özgürlük hareketine düşman olacak birsosyal yapıya sahip değillerdir. Belki aşiret reisleri çıkarcı yaklaşımlarından ötürü devletle bir takım ilişkiler geliştirmişlerdi. Ama bizden yana yanlış bir siyaset izlenmeseydi harekete karşı bu denli kitlesel boyutta silahlanmazlardı. Botan’daki aşiret yapılanmaları genelde yurtsever özelliklere sahiptir. Bu nedenle Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı silahlandırılmaları trajik bir durumdur.
Fakat Dörtlü çetenin, hareketin siyasal çizgisini ters yüz ederek uygulamasısonucunda Türk devleti bu aşiretleri çeteleştirmeyi (koruculaştırma) başarmıştır. Önderlik çizgisinin ruhuna ve kitle politikasına ters bir politika izlendiği, yanlış tutumlar geliştirildiği için sonuç böyle olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesi parti-ordu-cephe bileşiminden oluşmuş bir örgütsel yapıdır. Doğal olarak yerleşik bir kültürü, bir adalet ve yargı sistemi bulunmaktadır. Örgütsel işleyiş net olmasına rağmen bu kişiler sadece yönetim kararı ile diledikleri insanları cezalandırmışlardır. Bu tipler, “filan kişi ajandır, cezalandırılmalıdır” dediğinde anında cezalandırılmıştır. Hatta daha ileri giderek, dürüst, bağlı, devrimci kadroları da cezalandırmaya başlamışlardır. Göreve itiraz ve görevini yerine getirmediği iddiasıyla birçok bağlı kadro ve yurtsever infaz edilmiştir. Kendi anlayışlarına uymayan, ölçülerine gelmeyen kadroyu intiharvari bir şekilde eyleme göndererek, katledilmesine neden olmuşlardır. Aynı şekilde yeni katılan ama gerillacılıkta zorlandığı için saflardan kaçan kişinin ailesinden fertler dahi vurulabilmiştir. Gerillaya alan ama eğitmeyen kendisidir, firardan kendisini sorumlu göreceğine, ailesini sorumlu tutmuştur. İlginç, düşündürücü ve bir o kadar vahim olan durum budur işte. Bu tarzın eylem biçimlerine yansıması da geliştirilen tahribatları daha fazla derinleştirmiştir. Yapılan tüm eylemlerde bilinçli olarak kadının, çocuğun hedeflendiğini söylemek doğru değildir. Tüm eylemlerde kadın ve çocuklar bilinçli hedeflenmiştir, demek abartılı bir yaklaşım olur. Ama bu hassasiyet fazla dikkate alınmadan eylemler geliştirilmiştir. Ajan ya da çete olan biri evin içinde bulunmuşsa, o ev vurulmuştur. Evde çocuk ya da kadının bulunduğu hesabı yapılmış olsa da ciddi bir biçimde dikkat edilmediği açıktır. Yer yer bazı sübjektif öğeler bundan istifade ederek, eylemi tümden amacından çıkarmışlardır. Hatta Hogir unsurunun birçok yerlerde kasıtlı bir biçimde bu hedef saptırması durumu sabittir.
Özellikle Hogir, Zeki ve Metin’in eylem tarzları bu düzeyde gelişmiştir. Bizzat Zeki unsurunun Çırav’da yaptığı eylemler de bu tarzdadır. Yani bunların bilinçli olarak toplu hedeflemeler yaptığı açıkça görülmektedir. Bilindiği üzere PKK ilk çıkışta üniversite öğrencileri etrafında örgütsel oluşumunu gerçekleştiren ve bir aydın gençlik hareketi olarak doğan bir partidir. Bu nedenle daha baştan itibaren aydın öğrenci gençliğin katılımı öncelikli olmuştur. Gerilla mücadelesine başlandıktan sonra da üniversiteden katılımlar devam etmiştir. Çünkü gelişim diyalektiği bunun üzerine kuruludur. Gerilla savaşının yavaş yavaş geliştiği dönemde de aydın katılımı devam etmektedir. Aydın öğrenci gençlikten gerilla adayı olarak katılanlara, “bu kişi neden gerillaya katılmış, büyük ihtimalle ajandır” denilmiş, soruşturmalardan geçirilmiş, kaçırtılmış ve harcanmışlardır. Çeteci yaklaşımları, tarzları ve pratikleri eleştiren her kadro hedef tahtasına konulmuştur. Eleştiri diye bir şey ortada bırakılmamıştır. Bu biçimde hareketin örgütsel çizgisini kendilerine göre uyarlayan bir yapılanma geliştirmişlerdir. Dörtlü çeteci anlayış özellikle askeri çizgi ve eylem tarzında çok derin sapmalara yol açmıştır. İşlediğimiz konu açısından iyi açımlanması ve bu eksende çözümlenmesi gereken en önemli boyut budur. Gerilla mücadelesi Kürdistan’da sömürgeci sisteme ve onun ordu gücüne karşı halk adına gelişen bir özgürlük hareketidir. Bu nedenle temel hedefi egemen sömürgeci güçler ve kurumlarıdır. Mücadelesi ve karşı duruşu bu hedefe yöneliktir. Ama 1987’den itibaren giderek daha da belirginlik kazanan bir hedef saptırması gelişmiştir. Önderlik çizgisine girmeyen, PKK’nin imkanlarını bireysel iktidarlarının bir aracı haline getiren kişiliklerin yarattığı tarz, aslında Türk ordusunu fazla hedeflememiştir. Enerjilerinin ağırlıklı bölümünü bazı sivillerin de öldüğü çetelere karşı geliştirdikleri eylemlerde harcamışlardır.
Gerilla savaş tarzına göre bir planlama geliştirilemediği için, gerilla gelişim diyalektiği de yakalanamamıştır. Gerilla stratejik savunma taktiğini geliştirerek ve bu taktiği doğru yöntemlerle uygulayarak kendisini büyütmeyi esas almalıydı. Stratejik savunma yöntemiyle aktif eylemsellikler geliştirme yerine daha çok sağ savunmacı bir anlayış egemen olmuştur. Ciddi anlamda hedefte sapma durumu yaşanmıştır. Bu dönemde gerillanın Türk ordusu ile teması karakolların uzaktan vurulmasıyla sınırlıdır. Uzaktan vuruş, taciz taktiğinden öte bir anlam ifade etmemektedir. Agit arkadaşın şehadetinden sonra 1989 yılına kadar gerillanın düşmanı etkili hedefleme ve somut darbe vurma eylemleri pek gelişmemiştir. Fakat düşmanın gerçekleştirdiği operasyonlarda gün boyu süren önemli çatışmalar ve direnişler geliştirilmiştir. En büyük handikap operasyonlarda çatışma biçiminin esas alınmasıdır. Bu, önemli bir yetmezlik ve tehlikeli bir tarzdır. Çünkü gerilla savaş taktiğinde zorunlu olmadıkça çatışmaya girme yaklaşımı yoktur. Çatışma bir nevi mevzi savaşıdır. Mevzi savaşına yatan gerilla, gerilla değildir. Gerillanın en etkili vuruş taktiği ‘vur-kaç’tır. Fakat operasyonda düşman askeri araziye çıktığında mevzilenip akşama kadar çatışma tarzı esas alınmaktaydı. İzlenen yanlış taktiğin gerillaya büyük darbe vuramaması, Türk ordusunun o süreçte teknik düzeyde güçlü olmamasından ve tecrübe sorunlarından kaynaklıdır. Bu nedenle ilk başlarda bu çatışmalarda fazla kayıp verilmemiştir. Kayıp verilmediği için de mevzide çatışma yöntemi adeta bir tarz haline getirilmiştir. 1988 yılında oturan bu tarz, Türk ordusu araziye her geldiğinde tekrarlanmış ve sabahtan akşama kadar çatışma düzeyinde sürdürülmüştür. Parti tarihinde çok eleştirilen, mahkum edilen ve bunun üzerinden tecrübe çıkarılması gereken Hilvan-Siverek direnişindeki “kozık savaşı” tarzına kayma durumu tekrar yaşanmıştır. Mevziye dayalı savaş tarzı önceki bölümlerde çokça vurguladığımız gibi tarih içinde Kürtlerde süreklileşen bir seyir izlemiştir. Bu savaş tarzı Kürt insanının bilinçaltına yerleşerek, savaş denildi mi, hemen bir yere çıkıp mevziye yatma akla gelmektedir.
Kürdistan tarihinde genellikle bir kalede ya da bir dağ zirvesinde mevziye yatma biçiminde olmuştur. Buna Kürt toplumsal psikolojisinin savaş tarzına yansıyan ruh hali de denilebilir. Önderlik, Kürt halk tarihinde neredeyse bir gelenek haline gelen bu savaş tarzını önlemek ve doğru askeri çizgiyi, yani gerilla savaş çizgisini uygulatmak için çok çaba sarf etmiştir. Bunun için yoğun perspektifler sunmak kadar, pratik bazı tedbirler de geliştirmiştir. Hatta bu o kadar detaylara inmiştir ki, her kişi üzerindeki mermi sayısı azaltılarak, gün boyu çatışmasının önüne geçilmek istenilmiştir. Bir dönem Önderlik her gerillanın üzerinde sadece 120 adet merminin bulundurulması talimatını vermişti. Bol mermi gerillada akşama kadar çatışma psikolojisini geliştiriyor diye bu tedbir alındı. Önderlik mevzi çatışmasını önlemek, gerillanın mevziye çakılıp kalmaması ve daha çok geri çekilme ve manevra kabiliyetinde esnek olabilmesi için taşınan mermi sayısını azaltmıştır. Dikkat edilirse Önderlik gerilla taktiğinin uygulanabilmesi için ayrıntılarına kadar bir yoğunlaşmayı yaşamaktaydı. Her ne kadar geliştirilen çeşitli tedbirler ve perspektiflerle gerillayı mevziden çıkarma çabaları olmuşsa da, Kürt’ün bilinçaltına yerleşen mevzi savaşına yatma düşüncesinin yarattığı ruh hali buna her koşul altında geçit vermemiştir. Vur-kaç taktiğini uygulayan hareketli gerillaya bir türlü tam olarak ulaşılamamıştır. Türk ordusu geldiğinde sabahtan akşama kadar onunla çatışma pozisyonu daha cazip gelmiştir. Vur-kaç taktiğini uygulayan, çarpıcı, sonuç alıcı eylemleri geliştiren, düşmanı bu biçimde yıpratan bir savaş düzeyi yakalanamamıştır. Dikkat edilirse hem hedef belirleme hem de belirlenen hedefe doğru sonuç alıcı gerilla savaş taktiğiyle yönelim geliştirilememiştir. Çünkü savaş çizgisinin klasik tarzlarıyla birlikte savaşa dürüst yaklaşmayan sağ savunmacı tutumlar vardı. Bütün bunlar hareketin savaş çizgisini ters yüz etmiştir. Bu eksiklikler elbette ki yeni tespit edilmemiş, zamanında görülmüş ve giderme yönünde çok da çaba harcanmıştır. 1988 yılında Botan-Derik hattının açılması hem takviye, hem müdahalenin erken bir zamanda yapılmasının koşullarını yaratmıştır. Bu yıl hem Mardin, hem de direkt Botan üzerinden bütün eyaletlere çeşitli takviyeler yapılmıştır.
Aynı zamanda Önderlik, savaş sahasındaki alan yönetiminin çoğunluğunu kendi sahasına çekmiştir. Çekilen yönetim üyeleri yoğun eleştiri sürecine tabi tutulmuşlardır. 1988 yılı sonunda belli başlı yönetimlerin çoğu çekilerek özeleştiriler temelinde tekrar savaş sahasına gönderilmişlerdir. Gerillanın merkez alanı konumundaki Botan’da 1989 yılında yapılan yeni düzenlemede Büyük Harun (Şeyhmus Yiğit) arkadaş sorumlu kılınarak, yeniden düzeltme ve hamle planlanmıştır. Aynı düzenlemede Zeki (Şemdin Sakık) de Botan alanına giden grupta Gabar sorumlusu olarak düzenlenmişti. Önderliğin tüm perspektif ve talimatlarına rağmen alanda beklenen düzeltme ve atılım bir türlü yapılamadı, tıkanıklıklar ve sorunlar devam etti. Bu durum üzerine Önderlik, eğitim sahasında bulunan Botan’ın (Nizamettin Taş) sorumluluğunda yeni bir müdahale grubu yolladı. Önderliğin amacı savaş sahasında mutlak surette gereken düzeltmeyi yapmak ve çizgiyi doğru oturtmaktı. Fakat Botan sorumluluğunda yapılan müdahale de alanın olumsuz pratiğine yeniden ortak oldu. Çünkü eskiden de bu pratikte bir tür ortaklığı vardı. Çok tartışılan Tahta Reş Konferansı bu temelde yapıldı. Bu konferansta çeteci grubun pratiği bir nevi aklandı. Önderlik, en başarılı komutana verilmek üzere hediye olarak altın bir kalem göndermişti. Konferansta en başarılı komutan olarak Hogir görülmüş, altın kalem de ona verilmişti. Konferans sonuçları Önderliğe aktarıldığında, Önderlik çizgi dışı bir temelde geliştiğini hemen fark etmiş ve Tahta Reş konferansını kabul etmemişti. Bu şekilde konferansta olumlanan anlayışın önüne geçme zorunluluğu doğmuştu. Çünkü konferansın çizdiği tablo çok korkunçtu. Alanda çok olumsuz pratikler yaşanmıştı. Konferansta olumsuz pratiklerin mahkum edilmesi ve yaratılan tahribatın giderilmesine yönelik kararların alınması gerekirken, yaratılan tahribat bir nevi başarı gibi gösterilmişti. Yargılanması gerekenler ödüllendirilmişlerdi. Önderlik, “Eğer tüm güçlerimiz bu kış süreci boyunca konferans anlayışı ekseninde eğitilseler bahara kadar bizim güçlerimiz olmaktan çıkarlar” diyordu.
Bu yüzden yeniden ama daha güçlü bir müdahalenin tekrar yapılması gerekiyordu. Önderlik gerekli perspektif ve çözümlemeyi uzun uzadıya geliştirmişti. Yine düzeltmenin formülünü sunmuştu. O zaman teknik iletişim olanakları olmadığından istenilen mesajı ilgili yerlere hemen iletmek mümkün değildi. Talimat ve perspektifler bu nedenle elden gönderiliyordu. Önderliğin geliştirdiği perspektif, talimat ve alan üzerine pratik çözümlemeleri götürmek için 24 kişilik bir grup hazırlandı. Ama Kasım ayının sonları yaklaşmaktaydı ve sular yükselmişti. Bu nedenle bazı riskler bulunmaktaydı. Tüm riskler değerlendirilerek, grubun yola çıkarılması konusunda görüş birliği sağlandı ve grup yola çıktı. Çünkü grubun gitmemesi durumunda Tahta Reş konferansının aldığı kararlar ve geliştirdiği anlayışın önüne geçmek mümkün olmayacaktı. Grup 4 Aralık’ta Derik’te Dicle suyunu geçerek Botan’a giriş yaptı. Sınır üzerinde çatışmaya girmek zorunda kaldılar ve çatışarak içeriye geçtiler. Bu çatışmada sınır üzerinde 4 arkadaş şehit düştü. Grubu sağlam bir biçimde sınırı geçirmek için kurye arkadaşlarla beraber grupla sınıra kadar giden Derik alan temsilcimiz Muhyettin arkadaş ile kurye grubundanAhmet, Zınar ve gruptan olan Zozan arkadaş gece boyunca sürdürülen bir çatışma sonunda şehit düştüler ama grup sınırı geçerek Cudi eteklerine ulaştı. Düşmanın takibi sonucu Cudi alanına dönük yapılan operasyonda aynı grup bu sefer Cudi eteğindeki Kêrê’de gündüz çatışmaya girerek, 9 şehit daha verdi. İki günde 13 şehit verilmiş ama alana müdahale gerçekleştirilmişti. Müdahalenin gerçekleşmesiyle Hogir görevden alınarak soruşturmaya tabi tutuldu. Önderliğin gönderdiği talimat Sarı Baran tarafından ona okutuluyor, hemen akabinde açık soruşturmaya alınıyor. Bu durumda açık soruşturma bir nevi “kaçmak istiyorsan, kaçabilirsin” anlamına geliyordu. Nihayetinde Hogir gereken mesajı almış, yarattığı çeteci tarz ve tahribatların hesabını parti adaletine vermeden kaçmıştır. Kaçtıktan sonra Saddam’a, oradan da Türkiye devletine sığınarak, büyük yurtsever Kürt yazarı Musa Anter’in şehit edilmesinde de başat rol oynamıştır.
Tabii ki parti bu hesabını orta yerde bırakamazdı, nitekim öyle de oldu. Tahribatı çok olan bu olumsuz pratiğin nedenlerini ve esas sorumlularının durumunu açmakta yarar olduğu kanısındayız. Aslında daha 1987 yılının ortalarında tarzı ve alanı düzeltmek ve kongre kararlarını pratik uygulamaya geçirmek üzere Harun (Hüseyin Özbey) arkadaş ve Ebubekir (Halil Ataç) İran üzerinden sahaya aktarılmıştı. Bu gidişle beraber gerçekleşen Botan-Serhat konferansının olumlu bir etkisi olmuştur. Sonrasında gelişen bütün çeteci ve kontravari pratikler büyük oranda Ebubekir sorumluluğunda yaşanmıştır. Çünkü bu dönemde alan sorumlusu Ebubekir’dir. Aynı zamanda Botan kişiliği de genel yürütme ve çoğu zaman da koordine olarak sorumlu durumdadır. Pratik uygulayıcıları ise Zeki, Metin ve Hogir denen unsurlardır. Ebubekir’in kendisi bu dönemde Çatak’ta genel sorumlu durumundadır. Tahribatların en çok geliştiği alanlardan biri de Çatak’dır. Burada Ebubekir bizzat bir takımın başındadır. Hogir de onun sorumluluğunda ikinci bir takımın başında bulunmaktadır. Ebubekir’in takımı hiçbir pratik geliştiremediği gibi 9-10 kayıp da vermiştir. Ama Hogir gidip “askeri kanun” adı altında köylerden zorla gençleri toplamış, gücünün sayısını neredeyse 200 kişiye çıkarmıştır. İlk etapta bir başarı gibi gözükmektedir. Ama bir de derinlikli bir bakış açısıyla analiz edildiğinde işin vahameti çok net ortaya çıkacaktır. Bu durum pratik ve eleştiri arasındaki uçurumu ortaya koymada önemli bir örnek olmaktadır. Ebubekir, Hogir’ı pratiğinden dolayı eleştiremez, çünkü kendisinin bir pratiği bulunmamaktadır. Pratiği olmayan biri yanlış da olsa pratik sahibi olanları eleştiremez. Çünkü pratiğin dili ve eylemi ayrıdır. Bunun için, Hogir’ın eleştirilmesi bir yana, sahiplenilmesi ve ödül verilmesi gereken kişi olarak Ebubekir tarafından ön plana çıkarılmıştır. Uygulamayı yapan Hogir’dır ama esas sorumlusu Ebubekir denilen kişidir. Botan denilen kişilik de bulunduğu her alanda ve kadro yapısında sürekli liberalizmi egemen kılmıştı. Herkesin kendisini konuşturduğu, yürüttüğü ve çizgi dışı anlayışların cirit attığı bir ortamı geliştirmiştir.
Zaten Botan’ın bulunduğu yerde mutlaka liberalizm, plansızlık, örgütsüzlük ve günübirlik tarz vardı. Hatta bu plansızlıktan dolayı yanındaki güç çoğu zaman erzağını temin etmede bile zorluk yaşardı. Tümden ordu gerçekliğine ters, dağınık, örgütsüz ve plansız bir duruş yaratmıştır. Bu nedenle onun denetiminde her türlü çetecilik, çürüme, çizgi dışılık her zaman var olmuştur. Dörtlü çetenin palazlanıp, gelişmeyi yaşaması bu anlayışın sonucudur. Dörtlü çetenin savaş sahasında egemenliğini oluşturduğu, iktidar ve güç olma duygularını tatmin ettiği dönemde olumlu ve olumsuz düzeyde farklı süreçlerin gelişmesi söz konusu olmuştur. Bu açıdan çok önemli bir dönemdir. Adeta Önderlik çizgisi ve çeteci çizginin yoğun bir mücadelesi söz konusudur. Bu nedenle ihaneti, alçaklığı ve tahribatının bol olması yanında, dürüst, bağlı, emek ve değer sahibi kadronun kahramanlığının da çokça yaşandığı bir dönemdir. Kuşkusuz ki savaş sahasında yürütülen tüm pratiği çeteci anlayışlara bağlamak vahim bir hata olacaktır. Çünkü bu sahada yüzlerce kadro şehadete ulaşmıştır. Yaratılan değerler ve geliştirilen mücadele, bu değerli ve aziz şehitlerin fedakarlığı sayesindedir. Yine Önderliğin anı anına geliştirdiği takip ve onca çabası söz konusudur. Her şeyden önce Kürt halkının ender yetişen evlatlarından Bedranların, Erdalların, İsmaillerin ve daha yüzlerce değerli kadronun şehadeti mücadeleye katık olmuş, ruh vermiş ve ilerlemesini sağlamıştır. Muazzam düzeyde emek ve çabalar sergilenmiş, destanlar yaratılmıştır. Bu dönemde gücümüzün önemli bir kısmı da Mardin ve Dersim eyaletlerinde bulunmaktadır. Özellikle Mardin alanında Sabri (Emin Aslan) arkadaşın büyük çabaları vardır. Gerilla savaş taktiklerini ve hareket tarzını oturtmak için adeta kendini adamıştır. 1988 yılında Bagok’ta girilen çatışmada içinde Battal ve Delil Halfeti (Garzan sorumlusu) arkadaşların da bulunduğu 20 değerli devrimcinin şehadete ulaşması hareketimiz açısından büyük kayıp olmuştur.
Bagok direnişinde gerilla saflarına henüz yeni katılmış olan Bingöllü Ayten Tekin arkadaş da kahramanca çatışarak şehit düşmüştür. Bu şehadetlerden sonra Sabri arkadaş, yanında bulunan 11 yoldaşla beraberşehit düşünce Mardin Eyaleti ağır bir darbe almıştır. Belki Mardin’de kayıplar yaşanmıştır ama PKK’nin özgürlükçü, ilerletici ve direnişçi karakterinin alanda uygulanması bir başarıdır.Aynışekilde bu dönemde halka yaklaşımda doğru çizgisinin esas alınması da önemli kazanımlar doğurmuştur. Dersim’de uygulanan tarz ise Botan’da uygulanan tarzın farklı bir versiyonudur. Botan’da uygulanan tarzın inceltilmiş, Kemalist komploculuğun özellikleri yedirilmiş biçimi aynı düzeyde tahribatların gelişmesine neden olmuştur. Bu da Serhat (Hıdır Yalçın) denilen kişiliğin sorumluluğunda gelişmiştir. Halka karşı uyguladığı yanlışlıklar yanında, hareketin Avrupa’dan gönderdiği görevli kuryeyi bile ajanlıkla yargılayıp, infaz etmiştir. Serhat unsuru yarattığı tahribatlar nedeniyle görevsizlendirilerek Dersim’den çekildi. Güney’de IV. Kongre sahasına ulaşınca tutuklandı ve o temelde Önderlik sahasına gönderildi. Orada ismi Metin’dir. Dersim’de lanetle anılan bir isim durumuna düştüğü için, ismini tekrar değiştirmiştir. Botan dışında güçlerimizin yoğun bulunduğu diğer alanlarda da durum kısaca böyleydi. Amed, Bingöl, Serhat alanlarında da güçlerimiz bulunuyordu. Bu alanlarda ciddi sorun yaratabilecek bir durum yaşanmamıştı. Buralarda daha çok küçük birimler bulunup, hamlesel çıkışa uygun eylem türleri ve taktikleri de pek fazla geliştirilememiştir. Aynı dönemlerde Güneybatı’da Zeki (Emin Taştan) arkadaş vardı. Bu arkadaşın sorumluluğundaki güçlerimizAdıyaman alanında bazen büyüyor, bazen küçülüyordu. Düşmanısürekli uğraştıran bir hareket tarzını başarılı bir biçimde uyguluyordu.Ama bu arkadaşlara bir türlü takviye aktarılamadı ve ulaşılamadı. 1985 yılında Adıyaman’a ulaşmak üzere gönderilen grupta yer alan Hacı Gözübüyük ve Mamo Yeşiler arkadaşlar dahil grubun tümü Bozova’da girdikleri bir çatışmada kahramanca savaşarak şehit düştüler.
1987 yılında içinde Ömer (Mustafa Ömürcan) ve Selim (Halil Rahman Korkmaz) arkadaşların bulunduğu grup da alana varmadan yolda çatışmaya girerek şehit düştüler. Peş peşe gönderilen birçok grup Güneybatı’ya giderken yolda düşmanla karşılaşmış ve çarpışarak şehit düşmüştür. En son 1988 yılında başka bir grubun Pazarcık’a gitmesi ve Emin Taştan arkadaşla buluşması planlandı. Bu grubun sorumlusu Terzi Cemal’di. Bu grup Pazarcık’a ulaşıp Zeki arkadaşı çağırıyor. Zeki arkadaş grupla buluşmak üzere üs alanından çıkarak yola çıkıyor, daha grupla buluşmadan önce yolda, yaptırdığı bir sığınakta düşman tarafından basılıyor ve fedai bir biçimde çatışarak son mermiyi kendisine sıkıp kahramanca şehit düşüyor. Güneybatı’da da bu yüzden çok fazla gelişme yaşanmadı. Yalnız Zeki arkadaş Adıyaman alanında bulunduğu süre içerisinde hep gücünü korumuş ve alanda mücadelenin sürekliliğini sağlamıştır.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL) (30.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER