BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (68.BÖLÜM)
ULUSLARARASI KOMPLO VE GERİ ÇEKİLME SÜRECİ
Hesapta Olmayan Bir Savaş: Kandil Kuşatması;
2000 yılı sonbaharında güçlerimizin büyük çoğunluğu Güney’e çekilmişti. Kuzey eyaletlerinin her birinde çok az sayıda, bir veya iki takımlık güç kalmıştı. Hatta Serhat, Garzan, Amanos gibi eyaletlerde gücümüz hiç kalmamıştı. Güney Kürdistan’a çekilmiş olan güçlerimizin önemli bir kısmı Kandil alanında üstlenmişti. O zaman hareketin yönetimi ağırlıklı olarak Kandil’e üstlenmişken, 3500 civarında bir güç de Kandil’de mevzilenmiş bulunuyordu. Fakat güçlerimizin mevzilenme sahası çok dardı. Güçlerimiz Dola Kokê ve Şehit Harun dediğimiz fazla büyük olmayan bir vadide üstlenmişti. Ayrıca 55 kişilik bir cephe birimi de daha çok Doğu’ya dönük faaliyet yürütmek üzere Karadağ’da üstlenmişti. Bu dönemde Kandil alanına dönük güçlerimizi zorlamak üzere hem İran tarafından hem de YNK tarafından bazı kısıtlama, etrafını tutma vb yöntemlerle kıskaca alma süreci gelişti. İran kendi tarafında sınırı tuttu. YNK de kendi tarafında güçlerimizi giderek daha da hareketsiz kılacak şekilde kamplar arasına bile kendi gücünü yerleştirdi. Daha sonra Karadağ alanında bulunan güçlerimizin kuşatılıp vurulduğu, bir kısmının şehit düştüğü, bir kısmının esir düştüğü, bir kısmının da kurtulabildiği yönünde bilgiler geldi. Böylelikle PKK ile YNK arasında bir çatışma süreci başladı. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, Kandil çatışması Kürtler arasında yaşanan son çatışmadır. Umarız ki bundan sonra asla tekrarlanmayacak ve Kürdistani güçler arasında hiçbir zaman silahlı çatışma yaşanmayacaktır. Biz hareket olarak kendi açımızdan bu defteri kapatmış oluyoruz. Bu açıdan da burada yaşanan çatışmayı uzun uzadıya açmayı pek gerekli görmüyoruz.
Açık ki partimiz PKK, tarihinin en zor yılını yaşıyordu. Her bakımdan yaşanan bir zorluktu. Bu yılda kalkıp, hem de Kandil’e giderek başından beri daha çok dostluk ilişkisi içinde olan, zaman zaman da çeşitli ittifaklar yaptığı YNK ile çatışma geliştirmez. Çünkü PKK’nin bunda hiçbir amacı, çıkarı olamaz. Ayrıca o zor koşullarda PKK’nin kendi iç sorunları vardı. Dolayısıyla çatışmanın daha çok PKK’nin herhangi bir biçimdeki davranışından kaynaklandığının iddia edilmesi güçtür. YNK ister kabul etsin, ister etmesin bu çatışmanın meydana gelmesinde YNK’nin ulusal çıkarlarla çelişen yanlış politikaları temel neden olmuştu. O dönem hala uluslararası komplonun büyük bir iştahla bizi bitirme amacı vardı. Türkiye’nin mutlak sonuç alma istemi söz konusuydu. Şöyle ya da böyle, bu çatışmanın geliştirilmesi komplocu güçlerin çıkarına hizmet etmişti. Bu açıdan yanlış bir çatışmaydı, olmaması gereken bir süreçti. Biz, şu haklı bu haksız gibi bir tartışmayı gerekli görmüyoruz. Çünkü zaten bellidir. Ancak herkes kendi cephesinde tarihin bu sayfasından gereken dersi çıkarmalıdır. Cefakar halkımıza zarar veren, gencecik insanlarımızın yaşamına mal olan politikalardan kesinlikle uzak durulması gerekmektedir. Özellikle halkımızın özgürlüğünden korkan düşman güçlerin amacına hizmet edecek olan bu tür iç çatışmalara asla meydan vermemek gerekiyor.
Kısaca bu çatışma sürecinin esas olarak hareketimiz üzerindeki uluslararası sürecin bir devamı olarak bölgesel düzeyde geliştirilen bir konsept çerçevesinde gündemleştiği açıktır. Bu dönemde saflarımızdan kaçan grubun verdiği bilgiler de yanlış kararların gelişmesine yol açmıştır. Özellikle gerilla gücünün eğitimden ve motivasyondan uzak olduğu, oldukça dağınık ve amaçsız kaldığı bilgilerini alan YNK’de, sıkıştırırsak sonuç alabiliriz kanaatinin gelişmesine yol açmıştır. Saflarımızda ihanet edip kaçanlar, verdikleri bilgilerle tahrik edici bir rol oynamışlardır. Uygulanan siyaset anlayışı çok yanlıştır. YNK’nin ciddi anlamda maddi sıkıntı yaşaması da böyle bir vahim, yanlış politikaya yönelmesini teşvik etmiştir. Kısaca, ulusal demokratik çizgide ısrarlı ve kararlı bir duruş bu tür yanlış politikaların ve hataların önüne geçecek tek tutarlı duruştur. Kandil savaşı aralıklı olarak iki kez, her seferinde 8-9 gün sürecek şekilde yaşanmıştı. Gerilla güçleri birinci aşamada oldukça başarılı sonuçlar elde etmişlerdi. Bir hamle gibi gelişen bu aşama Kandil’deki kuşatma olasılığını parçalamıştı. Onun için güçlerimiz tek taraflı olarak çatışmayı durdurdu. Karşı taraf ise gafil avlandığını düşünerek, çatışmalara üç aylık bir ara verdi. İran, arabulucu rolü oynayarak, hareketimizi yatıştırma ve oyalamaya çalıştı. Bu süre içerisinde YNK, Türk subaylarının da desteğiyle peşmergelerini eğitip, daha iyi donatarak, yeni ve kapsamlı bir saldırı hazırlığı başlatmıştı. Nitekim bu yanıltmalardan sonra iyi hazırlanan YNK güçleri 3 Aralık 2000 tarihinde üç-dört koldan kapsamlı bir saldırıyı başlatmışlardı. YNK’nin saldırısı üzerine ikinci çatışma süreci başladı. İkinci çatışma dokuz gün sürdü. Her iki taraftan da kayıplar yaşandı, bu çatışma sürecinde YNK başka mevziler de kaybetti.
Tekrar güçlerimizin ateşkes ilan etmesiyle savaş sonuçlandı. Kandil savaşında güçlerimiz her ne kadar bazı sorunları yaşıyor olsa da, bıçak kemiğe dayandığında nasıl bir fedai ruha, direngen ve savaşkan özelliklere sahip olduğunu ortaya koymuştu. Bu savaşta gerillanın uyguladığı taktik var olan mevzilenmeyi koruma değil, tehdit oluşturan güçlerin etkisizleştirilmesi için ilerleme mantığına sahipti. Eğer sadece savunmada kalınmış olunsaydı, muhtemelen başarılı sonuçlar sağlanamayacaktı. Çünkü güç sayısında büyük bir dengesizlik vardı. Gerilla güçleri, peşmerge güçlerinin onda biri kadar vardı. Alandaki tüm gerilla güçleri savaşamıyordu, ancak yarısı savaşabiliyordu. Yine gerillanın yeterli cephanesi ve ağır silahları yoktu. Otomatik silahları da yeterli değildi. Bunların hepsini savaşta elde etmek zorundaydı. Silah ve cephanesini karşı taraftan alarak savaşmak zorundaydı. Aksi halde savaşamazdı. Bu nedenle hareketli olmak, sürekli savunmada değil, saldırı pozisyonunda olmak gerekiyordu. YNK böyle bir taktik beklemediği için sonuç almadı, başarılı olamadı. İkinci çatışma da YNK’den gelen dolaylı haber üzerine durduruldu. YNK ile gelişen çatışma umuyoruz ki, süresiz bir biçimde Kürtler arasındaki son çatışma olur. PKK ve Güneyli güçler arasında daha önce de üç kere şiddetli çatışmalar yaşanmıştı. YNK ile gerçekleşenle beraber dördüncü oluyordu. Aslında Güneyli güçlerle yaşanan çatışmalar onların hatalarından dolayı gerçekleşmişti. PKK açısından belki 1995 çatışması tartışılabilir. KDP’nin bir takım olumsuz davranışlarına rağmen yetersizliklerimizi kabul edebiliriz.
Ama diğer çatışmaların hepsi karşı tarafın ulusal çıkarlardan ziyade örgüt veya parça çıkarlarını öne çıkarmaları temelinde gelişmiştir. Bunlar artık aşılmış, geride kalmış çatışmalardır. Sahip olunan umut, bu sayfanın tümden kapanması ve yeni bir sayfanın açılmasıdır. Zira son altı yılda gelişen süreç, bu konuda herkesi umutlandırmaktadır. Tüm Kürdistani güçler, şu noktada kesin bir duruşa sahip olmalıdır: Kürt halkının ortak bir stratejiye ve bu eksende siyasi askeri güçlerinin dayanışmasına ihtiyacı vardır. Önderlik özgürlük güçlerinin önüne üç görev koymuştur: Savunma güçlerinin müşterek güçler haline getirilmesi, ulusal bir kongrenin geliştirilmesi ve KCK’nin örgütlenmesi. Bu çerçevede üç temel görev koymuştur. Bundan sonra PKK’nin esas alacağı doğrultu budur. 2000 yılının sonunda YNK ile gelişen çatışmanın Kürt halkına zarar verdiği ortadadır. Olmaması gereken bir çatışmaydı. Olumsuzluklara rağmen o çatışma birçok önemli noktayı da açığa çıkardı. Öncesinde tehlike hala vardı. Meşru savunma gücü, askeri sanatı öğrenmeli denildiğinde birçok kişi pek anlam veremiyordu, hatta inanmıyordu. Saygı gereği belki direkt karşı çıkmıyorlardı ama inanmıyorlardı. Aslında gerilla yapısında askeri faaliyetlere doğal bir ilgi var. Askerileşme çizgisine yatkınlık gelişkindir. Ama var olan ilgi ve yatkınlık işlenmedi mi, bir sonuç almak mümkün olmamaktadır. Avrupa’dan ilk geldiğimde, Serhat denen kişilik Kandil’deki askeri güçlerin sorumluluğunu yürütüyordu. Düzenlemesi Gare’ye olunca itiraz etmiş, bunun üzerine Maxmur’a düzenlenmişti.
Geldiğimden dolayı görevi bana devretmesi gerekiyordu. Kampların yerini sorduğumda kaba hatlarla yerlerini tarif etmeye başladı. Güçlerin askeri eğitim ve sabah sporu yapıp yapmadıklarını sorduğumda “hayır yapmıyorlar” diye karşılık vermişti. Neden yapmadıkları sorusuna “istemiyorlar” diye yanıtlamıştı. Bu yanıt karşısında şaşırmamak elde değildi. Güçlerimizde genellikle siyasi eğitime karşı bir isteksizlik olurdu ama askeri eğitimi “istemiyorlar” demek gerçekten de şaşırtıcıydı. Durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine bir gün sonra en yakın kamp nerededir, diye sorarak, hemen yakındaki kampa hareket ettim. Kamp sorumluları Sabri (Başkale) ve Nucan arkadaşlardı. Yüz ellinin üzerinde güç vardı. Hemen toplantı düzenine alındılar. Kim askeri eğitim görmek istemiyor sorusunu yönelttiğimde hiç kimseden ses çıkmadı. Yönetim olan Sabri ve Nucan arkadaşlara güçleri neden eğitmedikleri üzerine sorular sorunca, verdikleri yanıt çok düşündürücüydü. Artık savaştan bahsetmekten korktuklarını, savaştan bahsedenlerin “savaş rantçısı” olarak değerlendirildiklerini ifade etmişlerdi. Yaşanan ve görünen tablo karşısında dehşete düşmemek mümkün değildi. Daha sonra Şehit Ayhan ve Şehit Harun kamplarına gittik. Burada durum çok daha vahimdi. Bir askeri kampta askerliğin canına okunacak ne varsa hepsi mevcuttu. Kampta bir bölük komutanı olan Çiya Malazgirt, kadın temsilcisi sıfatında görülen Bahar gibi kişiler de içinde olmak üzere altı kişi, yapılan toplantı sonucu görevden alınarak, soruşturmaya tabi tutuldular. Çiya denilen kişi askeri disiplini “ilkellik” olarak tanımlayan bir kişiydi.
Düşünün bir bölük komutanı disiplini ilkellik olarak tanımlıyorsa orada askerlik ve yaşam ne hale gelir? Tam bir sapma ve çarpıtma örneği! Toplumun en seçkin gençlerini toplayacaksın, ama disiplin içinde yaşamaları için gerekli olan eğitimleri vermeyeceksin! Göz önünde olan tabloya karşılık “ya silahları atıp ovalara yerleşelim, ya da silahlara doğru sahiplik yapalım” diye karşılık verdim. Çünkü eğer silahların hakkı verilmezse iki gün yaşam izni vermezlerdi. Bu anlamda Kandil savaşı birçok açıdan güçlerimizin gerçekleri görmesini sağladı. Gücün özünü ortaya çıkardı. Böylece güce tekrar bir çeki düzen verme süreci başladı. Savaşın durmasından hemen sonra Türk ordusu Çarkurna’ya bir tugaylık kadar güçle gelip yerleşmişti. Bu nedenle savaşın daha fazla gelişme ihtimali bulunmaktaydı. Savaş psikolojisinin de etkisiyle eğitimler daha fazla öne çıkarıldı. Güçlerimiz 2001 yılı itibariyle kendilerini daha kapsamlı bir savaşa hazırladı. Türk ordusu gerekli uluslararası desteği alamadığı için Kandil’de güçlerimizle çatışmayı göze alamadı ve Çarkurna’ya getirilen güç 320 araçlık bir konvoyla tekrar Türkiye’ye geri döndü. İran aracılığıyla YNK ile dolaylı sürdürülen barış görüşmeleri vardı.
Türk askerlerinin geri çekildiği gün barış protokolüne tarafımızdan imza atıldı. Ardından Temmuz ayında HPG I. Konferansı gerçekleştirildi. Konferansta ilk kez meşru savunma nedir, meşru savunma kuvvetleri nasıl olmalıdır, onun felsefeye, ideolojiye, siyasete, askerliğe yaklaşımı hangi çerçevede olmalıdır, tüzük ve yönetmeliği nasıl olmalıdır, disiplin anlayışının ölçüsü nelerdir, savunma kuvvetleri olarak nasıl bir askerleşmeyi yaşaması gerekmektedir gibi hususlar üzerinde yoğun tartışmalar yürütüldü. Yine mücadelesi, taktikleri, ilkeleri üzerinde önemle duruldu. İlk kez yoğun bir biçimde “misilleme hakkı” tartışılarak karar altına alındı. HPG’nin temeli, özünde bu konferansla atıldı ve örgütsel işleyişindeki aksaklıklar giderildi. VII. kongrede HPG adı konulmuştu ama hiçbir faaliyeti yoktu. Esas olarak I. HPG Konferansı ile HPG’nin dayandığı zemin somutlaştırılmış, perspektifi netleştirilmiş ve yönetmeliği kararlaştırılmıştır. Böylece HPG’nin kuruluş esasları tamamlanmıştı.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER