BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(33.BÖLÜM)
DİRİLİŞ DEVRİMİ VE İNİSİYATİFİN GERİLLAYA GEÇMESİ
Kürdistan Halkının Serhildan Direnişi;
1990 yılında Sovyetler Birliği öncülüğündeki reel sosyalist blokun dağılmaya başlamasıyla birlikte dünya sistemi köklü bir değişim sürecine girdi. Kapitalist sistem hiç gecikmeden tüm dünyada reel sosyalist sisteme karşı zaferini ilan etti. Reel sosyalist blokun yıkılmasıyla beraber dünyada yepyeni bir çığır açılmıştı. Kapitalist sistem her ne kadar zaferini ilan etmişse de, esasında bu zafer psikolojik olmaktan öteye gidemedi. Çünkü reel sosyalist sistemin yıkılması aynı zamanda kapitalist sistemin de büyük yaralar almasına neden oldu. “Komünizm tehdidi” kapitalist sistemi yıllarca ayakta tutma rolünü oynamıştı. Bu açıdan reel sosyalist bloğun yıkılması, kapitalist sisteme de bir mesajdır. Eski sistemsel yapılanmasında ısrar etmesi durumunda kapitalist sistemin de reel sosyalist blokun akibetine uğrayacağı ortaya çıkmıştır. Bu yüzden reel sosyalist blokun yıkılması, iddia edildiği gibi sosyalizmin yenilgisi olmamış; yıkılan, yıllarca kapitalizmi ayakta tutma rolünü oynayan Sovyet totalitarizmi olmuştur.
En önemlisi de Sovyet totalitarizminin yıkılması demokratik sosyalizmin ve bu uğurda mücadele yürüten güçlerin önünü açmıştır. Sovyet yapılanması totaliter yönü ağır basan bir devlet örgütlenmesiydi. Buna devlet kapitalizmi de denilebilir. Sovyetler Birliği şahsında sosyalizmin farklı yorum ve pratik uygulamalara tabi tutulması, sosyalist yapılanma olduklarını iddia eden bütün devletleri de aynı düzeyde olumsuz etkilemiştir. Önderliğin “benim ruhumdur” dediği Bir Halkı Savunmak adlı savunmasında dile getirdiği gibi sosyalizmin devleti olamaz. Devletleşen sosyalizm kendi özünden ve halk eğiliminden uzaklaşır. Sovyetlerin yıkılmasıyla onlarca ülke aynı akibete uğramıştır. Bu yıkılışla beraber Sovyetlere göbekten bağlı olan bütün devletler ve örgütler de domino taşları gibi ardı sıra dağılmışlardır. Hemen dağılmayan örgütler kalmışsa da, ya bir anda umudunu yitirerek kırılmış ya da marjinalleşmişlerdir. Dogmatik merkeze bağımlılığın cezası böylece ödenmiştir.
PKK’nin de sosyalist gerçekliği ve özü göz önünde bulundurulduğunda, aynı akibete uğrayacağını düşünen bütün çevreler çok geçmeden yanıldıklarını anlamışlardır. Kuşkusuz ’70’li yıllarda PKK’nin düşünsel diyalektiği ve oluşum ilhamı reel sosyalizmin etkisi altındadır. Ancak bir düşünceye dayanarak o düşünceyi kendi koşullarına uyarlamak bir şeydir, özgünlükleri göz önünde bulundurmadan aynı şablonu alıp olduğu gibi uygulamak daha başka bir şeydir. PKK, sosyalizmin evrensel boyutlarından etkilenerek, örgütsel oluşumunu açığa çıkarmıştır. Onun sınıf, bürokrasi ve adaletsizliğe bulaşan yönlerini sürekli reddetmiş, halka dayanan sosyalist anlayışı savunmuş, halka dayanmayı temel ilke haline getirmiştir. PKK’yi PKK yapan bu özelliklerdir. Bu özelliklere dayandığı için reel sosyalist bloğun yıkılmasıyla yara almamış, aksine önünde engel olan totaliter zihniyetin yıkılmasıyla daha da güçlenmiştir. Reel sosyalist sistemin yıkılması dünya dengelerinde olduğu gibi Ortadoğu dengelerinde de kısa sürede etkisini gösterdi. Bu yıllarda Ortadoğu sahası yeni gelişmeleri yaşamaya gebedir.
Bölge denkleminde sarsıntılar yaşanmakta, bu sarsıntılar tüm bölge devletlerini etkisi altına almaktadır. Türkiye’de 12 Eylül cuntacılarının geliştirdiği sistem, inceltilmiş politikalarla devam etmektedir. Daha önce askeri üniforma altında yaptıkları katliamları bu sefer takım elbise ve kravatın arkasına saklanarak yapmaktadırlar. Irak, TC’nin farklı bir versiyonu olmuştur. 1988 yılında Halepçe’de Kürt halkına karşı geliştirdikleri katliam resmi devlet çevreleri dışında kalan tüm dünya insanlığını dehşete düşürmüştür. Emperyalizmin gayri meşru çocuğu Saddam Hüseyin, Kürt katliamından aldığı cesaretle yeni maceralar peşinde koşmaktaydı. İran, islamiyetin şia yorumuna dayanarak, kendi koşullarına yanıt verebilen “islami” bir sistemi kendi coğrafyasında özgün geliştirme çalışmalarını hızlandırmaktaydı. Irak’la yaşadığı sekiz yıllık savaşı bitirdikten sonra bölgede aktif rol oynama stratejilerine yönelmek durumundaydı.
Suriye Hafız Esat’ın kıvrak zekasıyla, gelişen ve değişen her dengede kendisine oynayacak bir rol bulmaktaydı. Filistin İntifadası hızından hiçbir şey kaybetmeden giderek boyutlanmaktaydı. Filistin-İsrail savaşı dünya gündeminin başlıca konusu durumundaydı. Önemli hassasiyetlerin varlığını giderek farklı düzeylerde ilişki ve çelişkileriyle iç içe hissettirdiği Ortadoğu denklemi kritik gelişmeleri her an açığa çıkarma potansiyeline sahiplik etmekteydi. Bu yönüyle 1990’lı yılların başlangıcı Kürdistan özgürlük mücadelesi açısından çok önemli bir dönemeci teşkil etmektedir. Bu yıllarda başta Türk devleti olmak üzere birçok çevrenin ortak beklentisi olan “PKK’nin tasfiyesi” gerçekleşmemiş, aksine Kürt halkının diriliş devrimini gerçekleştirecek bir savaş pratiğine öncülük yapılmıştır. Gerilla savaşını başlattığı 15 Ağustos’tan sonraki süreçte önemli ölçüde zorlanmışsa da, yaşadığı zorlukları güce dönüştürme becerisini göstermiştir. Tüm yetersizliklerine rağmen yaşam tarzı, ölçüsü ve duruşuyla halkın zihniyetine özgür insanın bilinci ve kişiliğini yerleştirmiştir. Kürt halkı her gerillada kendine ait bir parça gördüğü için, gerillaya dört elle sarılmıştır. Çeteci ve komplocu kişiliklerin yarattığı tahribatlar önemli ölçüde olumsuz rol oynamışsa da, esas olarak gerillanın gösterdiği kahramanca direniş gönülleri fethetmektedir.
Buna gerillanın giderek Kuzey Kürdistan’ın tüm sahalarına yayılması da eklenince Kürt halkında kuşkuya yer bırakmayacak düzeyde PKK’nin Kürdistan’ı özgürleştireceği düşüncesi ve inancını geliştirmiştir. Bu yıllarda halkın serhildanlarla özgürlük mücadelemizi sahiplenmesinin nedeni bu güven olgusudur. Belki serhildan oluşum aşamasındaydı ama her geçen gün yaygınlık kazanma sürecindeydi. Şehirlerde serhildanları ilk geliştiren halk kesimleri genelde köyleri Türk devleti tarafından yakılan yurtsever kesimlerdir. Bu yıllarda Bestler alanında bulunan tüm köyler yakılmıştır. Köyleri yakılan halk, Şırnak ve Cizre başta olmak üzere civar bölgelere yerleşmişlerdir. Ağır baskı ve insanlık dışı işkence yöntemlerine rağmen bu köylerden göç eden yurtseverler gerilla ile bağlarını koparmamışlardır. Şehit düşen her gerillanın cenazesi büyük halk kitleleri ve serhildan ruhuyla toprağa verilmektedir. Şehit cenazelerini sahiplenmenin yarattığı serhildan ruhunu ilk defa şehirlere taşıyanlar bu kesimlerdir. Bölge denkleminin yarattığı hassasiyet halkın özgürlük çığlıklarıyla birleşince gerilla açısından oldukça önemli bir sürecin gelişmesine yol açmıştır. Gerilla bu zamana kadar daha çok Botan’da yoğunlaşmıştır.
Bugünkü Zağros da o zaman Botan eyaleti dahilindeydi. Sonradan iki eyalet biçiminde örgütlendirilmiştir. Gerilla 1990’lardan itibaren Botan-Zagros hattından diğer sahalara açılım yapmaya başlamıştır. Gerilla Kürdistan’ın dört bir tarafına yayılmıştır. Kürdistan’ın diğer eyaletlerine takviye Botan’dan yapılmaktaydı. Türk devleti Botan’dan diğer eyaletlere yapılan takviyeleri erkenden fark ettiği için burada arazi tutmaya dayalı operasyonel taktiklere başvurmaya yönelmekteydi. Bu dönemde şehirlerde de gerillayı, gerilla cenazelerini sahiplenen halk serhildanlarına Türk devleti şiddetle yöneliyordu. Amaç, göz korkutmak ve bastırmaktı. Çünkü devlet, kesinlikle gerillanın kitlesel bir tabana kavuşmasını istemiyordu, bunun kendisi için bir ölüm olduğunu, Kürdistan’ı kaybetmek anlamına geldiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle sokağa çıkan kitleye panzerler eşliğinde saldırılar gerçekleştirmekten tutalım kitlenin taranmasına kadar her seferinde birçok şehadete yol açmaktan çekinmiyordu. 1989 yılında Botan köyleri üzerinde gelişen yoğun baskılara rağmen halkın serhildanı önlenemedi. Şırnak’ın Gundikê Mele köylüleri devletin baskılarını Şırnak-Uludere yolu üzerinde oturma eylemi yaparak protesto ettiler. Bu eylem halkın devlete karşı ilk toplumsal direnişiydi.
Giderek gelişen kitlesel direniş, ilk büyük serhildan hareketi olan Cizre’deki Newroz kutlamasında ortaya çıkmıştır. Bunu hazmedemeyen Türk devleti halka saldırmış ve 22 kişiyi katletmiştir. Ama kahraman Cizre halkı kayıplara rağmen ikinci gün taviz vermemiş, serhildanın amacı olan mezarlıktaki Şehit Berivan’ın (Binevş Agal) mezarını kitlesel olarak ziyaret etmeyi başarmış ve mezarı başında konuşmalar yapıl_mıştır. Saldırı ve şehadetlere rağmen halkın ısrarı ve kararlılığı ilk serhildan çıkışını başarılı kılmıştır. Bu dönemde Cizre ve Nusaybin halkımızın kararlı duruşu şehit vere vere yeni bir mücadele çizgisinin, serhildan tarzının doğuşuna yol açmıştır. Özellikle Cizre’de her serhildan yürüyüşüne devletin saldırısı sonucu birkaç kişi yaşamını yitirerek, şehit düşmekteydi. Her seferinde şehit düşenlerin cenaze törenleri de yeni bir serhıldana dönüşmekteydi. Böylece halkta kesintisiz süren bir direniş süreci başlamıştı. Gerillaya yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda ise çok büyük artışlar yaşanmıştı. Operasyonlar gerillada yıl ortalarına kadar bazı kayıplara neden olmuştu.
Özellikle daha yılın bahar aylarında Kaşura alanında Medeni (Derikli Ömer) arkadaşın sorumluluğundaki 43 kişilik grubun bir kısmının şehadeti, bir kısmınınsa esir alınması gerillaya indirilen ciddi bir darbe olmuştu. Bu hareketimizin o zamana kadar savaşta verdiği en ağır kayıptı. Kayıplar yıl ortalarına doğru azaldı. Kısmen gerilla tarzının uygulanmasıyla beraber geliştirilen yönelimler sonuçsuz bırakıldı. Böylece hem gerilla, hem halk mücadelede ilerleme ve gelişme sürecine girdi. Halk ve gerilla arasında ahenk ve uyum yakalandı. Özellikle Berivan arkadaşın Cizre’de yürüttüğü başarılı askeri ve örgütsel pratik ardından şehit düşmesi, Cizre başta olmak üzere tüm Kürdistan kadınları üzerinde büyük etki yaratmıştır. Yaratılan etki sonucunda gerillaya genelde katılımlar çoğalırken, Kürdistan kadınında gerillaya ilgi ve katılım bu dönemde kitlesel düzeye çıkmıştır.
Bu temelde Kürt kadınları ilk kez önemli sayıda gerillaya katılım gerçekleştirirken, yine tarihte bir ilk olarak serhildan hareketinin ön saflarında yer almaya başlamışlardır. Yılın ortalarına doğru Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan süreç, Türkiye ve ordusu üzerinde de etkisini göstermiştir. Bilindiği üzere dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın “bir koyup üç alma” teorisi ekseninde Türk ordusu ABD yanında Irak’a saldırma hazırlıklarını yürütmektedir. Bu durum Türk ordusunun Kürdistan’daki askerlerinin yoğunlaşmasına yol açmıştır. Aynı dönemde Önderlik de gelişen siyasal atmosfere, örgütsel-askeri sürece müdahale etmek amacıyla zamanı gelmiş olan IV. Kongre’yi gündemleştirerek sürece müdahale etmeyi esas almıştır.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL) (33.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER