KÜRDİSTAN'DA ZORUN ROLÜ
İnsanlığın doğuşuna ve yükselişine beşiklik etmiş olan Kürdistan, tarihsel süreç boyunca sürekli işgal, istila ve talanlara uğramasıyla adeta egemen güçlerin ilgi alnından hiç çıkmamıştır. Kürdistan üzerinde yürütülen savaşlar ‘fetih hakkı’ kapsamında olmuş ve fethedenin elinde kaldığı sürece sessizliğe bürünmüş, yeni fetihçiler ortaya çıkana kadar bu böyle sürmüştür. Egemenlerin bu gerici zoru karşısında Kürdistan adeta hedef tahtası haline getirilmiştir. Bölünen, parçalanan ve paylaşılan Kürdistan’da uygulanan zorun insanlık dışı yönü en çok yol açtığı sonuçlarda gözlemlenmektedir. Egemen devletlerin denetim altına almada uyguladıkları yöntemler karşısında Kürdistan halkının meşru savunma konumuna geçişi yer yer geçekleşmişse de trajik sonucu değiştirememiştir.
Kürdistan halkının coğrafik avantajdan da kaynaklı dağa dayalı direnme geleneği tümden tarihten silinmesini önlediği gibi, varlığını günümüze taşırmasında da en temel rolü oynamaktadır. Doğal toplum formunun devlet uygulamaları karşısında gösterdiği direnç, dağla birleştiğinde, tümden imhasını imkansız kıldığı gibi, fırsat bulduğunda gelişme katetmesini sağlamış, meşru savunma kapsamında önemli sonuçlara yol açmıştır. Mevcut durumda Arap- Fars ve Türk egemen devletlerinin hakimiyeti altında bulunan Kürdistan’da süren hakimiyet mücadelesi emperyalist güçleri de içine alarak bölgesel çapta bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla Kürdistan ülkesi ve halkıyla tüm Ortadoğu’nun kalbi durumundadır. Tüm gelişmelerden hem etkilenen, hem de etkileyen konumuyla Kürdistan ilgi odağı olmaya devam etmektedir.
Kürdistan üzerinde hakimiyet kuran devletlerin işgal, istila ve talanları işin bir yönünü oluştururken, Kürtlüğe ait ne varsa bitirmeye çalışmaları da işin diğer yönünü oluşturmaktadır. ‘Sömürge bile olmayan’ Kürdistan’ın bu denli hedeflenmesi boşuna olmayıp jeostratejik ve jeopolitik konumundan ileri gelmektedir. O nedenle inkar ve imha uygulamaları hız kazanmış, hiç gündemden düşmemiştir. Gerici zorun her türüne maruz kalan Kürdistan’da zorun rolü irdelenirken bu tarihsel gerçeği iyi bilmek zorundayız.
Kürt ve Kürdistan kavramlarının hatta coğrafik adlarının bile tanınmadığı, yasaklandığı, halk olmaktan kaynaklı haklarının talep edilmesinin ölüm konusu yapıldığı, en ufak talebin bile şiddetle karşılandığı bir ortamda, meşru savuma bir tercih sorunu olmayıp, varlığı devam ettirmenin yegane yoludur. O nedenle Kürdistan’da meşru savunmasız hak alma, talep etme trajikomik bir durum olup, realiteyi yadsımak veya tanımamaktır.
Meşru savunmanın şiddeti içeren bir tarzda gelişmesi Kürdistan’ın koşullarından ileri gelmektedir. İnkar ve imha uygulamaları bu durumu zorunlu kılmaktadır. Eğer demokratik mücadele imkanları açık olsaydı meşru savunmanın şiddet içeren uygulama tarzına- örgütlülüğüne gerek kalmazdı. Demokratik mücadele yöntemleri yeterli olurdu. Fakat Kürdistan’da bu olgu yaşanmamaktadır. Meşru savunmasız Kürtler adına hareket etmek mümkün olmadığı gibi, saldırılara açık kapı bırakan, dolayısıyla kaybeden olmaktır. Dolayısıyla Kürdistan’da meşru savunma gerici zorun karakterinden ötürü silahlı şiddeti de içerdiği gibi, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel boyutlarıyla toplumun demokratik mücadelesinde güvence teşkil eden öz- savunma bilinci ve örgütlülüğüyle iç içe gelişmek durumundadır.
Kürdistan’da zor irdelenirken tarihsel- toplumsal gelişim sürecinde oynadığı rol sürekli göz önünde bulundurulmalıdır. Olgulara yaklaşırken, analiz ederken bu husus önemlidir. Zora dayalı sömürgeci mantığın yok etmek istediği Kürt toplumsal yapısının direnme ve karşı koyma hakkı tartışılamaz bir gerçektir. Dağla birlikte anılan Kürdün direnme geleneğini oluşturan, geliştiren ve günümüze kadar taşıyan temel dinamikler, dayandığı tarihsel- toplumsal gerçeklik kadar karşılaştığı saldırıların düzeyidir. Direnmekten başka yol bırakılmayan Kürdün, en meşru hakkı olan kutsal direnme hakkına başvurması tüm bu ve benzeri nedenlerle anlaşılır olmaktadır.
Kürdistan’ın tarihsel – toplumsal yapısında zorun oynadığı rolü iyi analiz eden, çözümlemeye tabi tutan ve bu anlamda meşru savunma kapsamında şiddeti de içeren direniş yöntemlerini geliştiren ancak varlığını koruyabilmekte ve meşru haklarını savunabilmektedir. Aksi tüm yaklaşımlar imhaya da teslimiyete götürmektedir. İşbirlikçiliğin- teslimiyetin ve ihanetin maddi temeli de böyle oluşmaktadır. Direniş karşısında kullanılan zorun yanı sıra, bu yapılara dayalı iç saldırılar da gündeme gelmekte ve direniş kırılmaya çalışılmaktadır. İnkarcı sistemin yedeklediği toplumsal yapılara karşıt rol oynatılmakta ve sömürgeci mantığın hizmetine koşulmaktadır. Bu durum meşru savunmanın kapsamını genişleten bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.
PKK’nin Doğuşu ve Meşru Savunma Anlayışı
PKK, Kürdistan halkının özgürlük ve eşitlik taleplerinin gerçekleştirici gücü olarak 1970’lerin sonlarında tarih sahnesine çıkarken, verili koşulların ideolojik- politik kavrayışı çerçevesinde hareket etmiştir. O dönemin bilgilenme düzeyi ve kavrayışı ile olay ve olgular analiz edilmiştir. İdeolojik gruplaşma dönemi olarak da tanımlanan başlangıç aşamasında karşılaşılan zor, PKK’nın erkenden meşru savunma konumunda kendisini bulmasına yok açmıştır. Sömürgeci mantığın inkar ve imha çizgisi saldırıların bir yanını oluştururken, iç gericiliğin- sosyal şoven güçlerin ve ilkel milliyetçi odakların saldırıları da diğer yanını oluşturmaktadır. Komple ve iç içe geliştirilen bu saldırılar karşısında meşru savunmanın silahlı şiddeti de içeren bir tarza büründürülerek geliştirilmesi zorunlu hale gelmiştir.
Demokratik mücadele kanallarının tümden kapatıldığı, imha temelinde saldırıların geliştirildiği bir ortamda meşru savunma düzenine geçme anlaşılır olmaktadır. Verili kavram- kuram ve kurumların Kürdistan somutuna uyarlanması bu koşullarda gerçekleşmektedir. 15 yılı pratik savaş ortamında geçmek üzere 20 yılı kapsayan bu direniş sürecinin yol açtığı gelişmeler önemli derslerle doludur. İdeolojik- politik ve örgütsel açılardan değerlendirilmesi ayrı olmakla birlikte, askeri açıdan değerlendirilmesi ayrı bir önem taşımaktadır. Meşru savunmanın yaşamsallığı doğrulanmakla birlikte, askeri açıdan değerlendirilmesi ayrı bir önem taşımaktadır. Meşru savunmanın yaşamsallığı doğrulanmakla birlikte, yanlış ve yetersiz yaklaşımların giderilmesi bazında doğru esaslar da yeniden yapılanma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Başkan APO bu durumu şöyle tanımlamaktadır; “PKK’nin geçmişte uyguladığı isyan ve gerilla çizgisi, meşru savunma hakkını hem siyası çizgi, hem de askeri strateji ve taktikler açısından aşmıştır. Bunun anlamı özde olmasa da biçimde ayrılıkçılığa açık bir program, askeri strateji olarak da saldırıya varan ve sorumlu olmaması gereken birçok taktik hedefe başvuran bir duruma düşmesidir.’ Bu değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere meşru savuma anlayışını aşan bir durum söz konusudur. Bunun nedenlerini doğru tespit etmek ve gidermek önemlidir. Eğer bu doğru yapılmazsa karşıtına benzeşen, yedeğine düşen veya sonuçsuzluğa mahkum olan bir konuma düşmek kaçınılmazdır. O nedenle meşru savunmayı aşan zor kullanımının ideolojik- politik- felsefi bakış açısından kaynaklandığını görmek önemlidir.
Kürdistan’da özgürlük ve eşitlik problemini kendi devletini kumayla çözme, dolayısıyla devlet yıkma ve devlet kurma ekseninde savaşı tek yol olarak benimseme, bunun için strateji ve taktikler geliştirme nihai olarak zor yoluyla öngörüldüğünden her şey buna bahşedilmiştir. 1970’lerin verili ideolojik çerçevesi bilinçlenme düzeyi ve oluşa gelen geleneksel devrimci atmosfer bu temelde bir çıkışı, örgütlenmeyi ve eyleme geçmeyi koşullamakta, nihayetinde PKK’nin isyan ve direniş çizgisi bu temelde oluşmaktadır. Uzun süreli Halk Savaşı Stratejisi gerilla ile taktik plana kavuşturulurken, silahlı şiddetle sonuca gitme dönemin dili olmuştur. Bu konuda zorunluluğun gereğini görmek önemlidir. Fakat içeriğini doldurmak da bir o kadar önemlidir. Başkan APO bu hususa dikkati çekerken, şu belirlemeyi yapmaktadır; “PKK pratiğinin savaş- eylem çizgisinde asıl hatası veya yanlışlığı; meşru savunma çizgisini derinliğine teorikleştirmemek kadar, bunun pratik uygulamasını da akıl almaz bir sorumsuzlukla çeteleşme anlayışına ve insafsızlığına terk etmesidir.”
PKK’nin meşru savunma temelinde doğuşu anlaşılırdır, hatta zora karşı zoru örgütlemesi ve devreye koyması da tabiidir. Fakat meşru savunmayı aşan zor uygulamalarına geçit vermeyecek bir donanımla, anlayış ve yaklaşımla pratikleşmesi de görevi gereğidir. Bu konuda geçen savaş sürecinde ortaya çıkan çeteci pratiklerin yarattığı tahribatlar, neden ve sonuçlarıyla gözler önündedir. Bilinçlenmemiş, aydınlanmamış ve örgütlenmemiş kişiliklerin her bir yetersizliği çeteciliğin zemini olurken, savaşta uyulması gereken kuralları bile hiçe sayan, adeta karşıtına taş çıkartan pratik örnekler ortaya çıkmıştır. Halka ve yoldaşlarına dahi kasteden, yaşam hakkını elinden alan çeteciliğin yol açtığı tahribatları giderme ve aşma halen önemli görevlerdendir.
PKK’nin savaş ve eylem çizgisi ideolojik- politik çerçeveye oturduğundan bu alanda da yaşanan yetersizlikler yansımasını bulmuş, hatta belirleyici rol oynamıştır denilebilir. İdeolojide dogmatizmin, politikada darlığın, örgütte çeteciliğin, savaşta taktik dışılığın nedenleri bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu durum yaşananların hem nedeni, hem de sonucudur.
PKK’de Değişim- Dönüşüm ve Yeniden Yapılanma Kesintisiz 15 yıl süren silahlı savaşım; Kürdistan halkının demokratik hak ve özgürlüklerini talep eder hale gelmesinde, tüm saldırılara rağmen direniş tutumunu sürdürmesinde en önemlisi de olağan üstü güç dengesizliğine rağmen inançla, bilinçle, direnişle üstün fedakarlık örneği göstererek edindiği kimlik ve kişiliğinde belirleyici rol oynamıştır. Tüm bu v.b gelişmeler meşru savunmanın silahlı biçimi de dahil, tüm mücadele yöntemlerini iç içe uygulaması sonucu yaşanmıştır.
Kürdün direnme geleneğinde dağın rolüne daha önce atıfta bulunulmuştu. PKK’nin uzun süreli halk savaşı stratejisini benimsemesi, doğalında, gerillanın yaratılması ve Kürdistan dağlarına çıkarılmasını gerekli kılmaktaydı. Kırdan kente aşamalı savaş stratejisi doğalında egemen zorun hakimiyetinin olmadığı veya en zayıf olduğu alanlarda varlık bulacaktı. Bu temelde Kürdistan dağlarına çıkış gerçekleştirildi ve adım adım mevzilenildi. Savaşın ilk 6 yılında gerillanın muazzam direnişi sonucu meşru savunmanın silahlı biçimi görkemli gelişmelere yol açarken 1990’ların başında kitlelerin demokrasi ve özgürlük talepli ayağa kalkışını da tetiklemişti. Milyonların ayağa kalkışı siyasal-demokratik talepli örgütlenmelere-eylemselliklere yol açarken ilk kez sorunların çözüm zemini oluşmuş ve bu temelde arayışlar gündemleşmiştir. PKK’nin 17 Mart 1993 tarihinde ilan ettiği süreli tek taraflı ateşkes, devlet bünyesinde yine PKK bünyesinde yuvalanan çetecilik tarafından boşa çıkartılmış ve yeniden şiddet yoğunluklu bir savaş süreci yaşanmıştır.
PKK’nin 1993’teki ateşkesi esasında demokratik çözüm arayışlarında ileri gelmektedir. Sorunun çözüm zemini açığa çıkarılmış, demokratik hak ve özgürlüklerin kabulü durumunda savaş halinden barış haline geçişin daha gerçekçi bir yol olduğu düşünülmüş ve karşı güce çağrı yapılmıştır. Fakat bu çağrı yanıtsız kalmış ve şiddet sarmalında giderek zorlanan devlet-toplum ve örgüt durumu yaşanmıştır. Savaş rantçısı kesimlerin, çözümsüzlüğü derinleştiren tutumlarına ek olarak emperyalist güçlerin çıkar amaçlı yaklaşımları ve çatışmayı derinleştiren tutumları sorunu daha bir kangren haline getirmekte, önü alınmazsa büyük trajedilere kapı aralanmaktadır.
En son uluslar arası komployla Başkan Apo’nun esaret altına alınışı ile bu süreç derinleştirilmeye, halklar birbirine kıldırtılarak sarsılan çıkarlar tekrar güvenceye alınmaya çalışılmıştır. Komplonun hedeflerine sezen ve boşa çıkaran yine Başkan Apo olmuştur. Tutsaklık koşullarında sınırlı olanaklarla geliştirdiği savunmalar ve yaptığı çağrılarla süreci adım adım tersine çevirmiş ve stratejik değişimini gündemleştirmiştir.
Öncelikle savaş ve barış olgularına yaklaşım boyutuyla PKK’de yaşanan değişim ideolojik-felsefi bakış açısıyla bağlantılıdır. Savaşı meşru savunma hali olarak ele alan, ilkesel olarak zorunlu haller dışında ret eden, dolayısıyla savaş halini sonlandırmayı, bu anlamda barışçıl ortama yol vermeyi, dolayısıyla demokratik mücadeleyi esas alan bir çizgi izlenmektedir. Barış, karşılıklı kabule dayalı, bir arada yaşamayı esas alan demokratik mücadele kanallarının açık olduğu, bu yolla birbirini dönüştürmeyi esas alan ortamın yaratılması anlamına gelmektedir. Savaş ve barış olgularına biçilen bu anlam ilkesel değerde olup stratejik değişim sürecinin özünü oluşturmaktadır.
PKK’nin devlet-iktidar-savaş konularında geliştirdiği yeni bakış açısı egemenlerin yatırımı olan kavram-kuram ve kurumlarla hesaplaşmayı doğururken alternatiflerini de oluştura gelmiştir. Bir yandan meşru savunma kapsamını aşan zor uygulamalarına son verilirken, bir yandan da çağ çözümlemelerine dayalı yeni mücadele yol ve yöntemleri geliştirilmekte, bunun için örgütsel dönüşüm gerçekleştirilmektedir. Yeniden yapılanmanın esası da bu olmaktadır.
1 Eylül 1998’de ilan edilen üçüncü tek taraflı ateşkes tüm bu nedenlerle süresiz kılınmış ve demokratik mücadele yoluyla sonuç alınmaya çalışılmıştır. Bu kez de komplonun başarıya ulaşmasını umma sonucu demokratik açılımlara gidilmemiş, sorunların çözümüne yönelik adımlar atılmamış ve adeta zamana yaydırılarak çözülme beklenmiştir. Buna paralel saldırılar devam etmiş ve süresiz ateşkes koşulları-olanakları değerlendirilmemiştir. Tüm bu gelişmeler karşısında örgütsel nedenlerden ötürü gecikmeli de olsa, yapılan durum değerlendirmesi sonucu ateşkes kararı sonlandırılmış ve 1 Haziran 2004’ten itibaren meşru savunma kapsamında aktif direniş konumuna geçilmiştir. Askeri içerikli saldırılara karşı silahlı direniş geliştirilirken, kitlelerin demokratik eylemlilikleriyle bütünleştirilmiştir. 20 Ağustos 2005 yılında ilan edilen bir aylık eylemsizlik süreci de yanıt bulmamış ve 1 Ekim 2006 yılına kadar aktif mücadele devam etmiş, 1 Ekim itibariyle de son kez tek taraflı ateşkes kararı alınmıştır. İlgili tüm güçlerin çağrıları sonucu alınan son ateşkes kararı halen yürürlükte olup, gerekli demokratik açılımlar gerçekleşmediğinde bahar aylarının sonunda sonlandırılacağı kamuoyuna deklere edilmiştir. Tek taraflı ateşkes kararını artık sonlandırılacağı, dolayısıyla aktif mücadele konumunun ancak çift kararlı ateşkesle ortadan kaldırılacağı daha şimdiden ilan edilmiştir. Geçen 15 yıllık süreç boyunca özgürlük ve eşitlik temelinde bir arada barış içerisinde yaşama umudu gerçekleşebilir kılmak için PKK’nin gösterdiği çabalar, attığı adımlar ve yaptığı çağrılar savaşta ısrar edenin kim olduğunu herkese gösterdiği gibi, PKK’nin haklı meşru direnişinin kamuoyunca kavranmasını, kabul görmesini doğurmuştur. Savaş rantçısı kesimler dışında, geniş halk kitleleri bu gerçeği görmekte ve savaş karşıtı tutumlarını geliştirmektedir. Sorunların siyasal yöntemlerle demokratik zeminde diyalog yoluyla çözülmesi için ateşkesler ilan edilirken, inkarcı ve imhacı zihniyetin sınır tanımaz saldırganlığı karşısında kendini- özgürlük değerlerini savunmak bu çerçevede silahlı direnişi devreye sokmak kaçınılmaz hale gelmiştir. İdeolojik planda devletçi-iktidarcı resmi toplumun dışında halkların demokratik özgür yaşamını bir arada gören Halkların Demokratik Konfederalizmi, alternatif çıkışıyla devletçi-iktidarcı –savaşçı zihniyete öldürücü bir darbe indirmiştir. Demokratik Toplum modeliyle ulus-cins-sınıf çelişkilerine dayalı parçalayıcı, çatıştırıcı ve ayrımcı tüm yaklaşımları aşarak ve eşitlik temelinde tüm toplumun komünal demokratik yaşamını- duruşunu gerçekleşebilir kılmıştır. Bu yolla devletçi zihniyetin ideolojik örtüsü olan milliyetçiliğin ezilen-sömüren, insanlığın bünyesinde oynadığı kanser rolüne son vermiştir. Bilimsel- teknik gelişimin yol açtığı muazzam birikime ve tecrübeye dayanarak insanlığın çözülemeyecek bir sorunun olmadığı, çözümsüzlüğün kaynağında egemen zihniyetin gerici karakterinin yattığı, bununda aşılabileceği, özde ve biçimde demokratik bir sisteme ulaşabileceği kanıtlanmıştır.
DERLEME
YORUM GÖNDER