BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (52.BÖLÜM)
TAKTİKTE TIKANMA SÜRECİNİN GELİŞMESİ
Güney’de İkinci Kez Çatışmanın Başlaması;
Önderlik, Kuzey’de istenilen biçimde çıkış gerçekleştirilmediğini görünce bir takım arayışlara girdi. Çünkü tıkanma had safhaya ulaşmış ve bir çıkış kanalı bulmak gerekiyordu. Özellikle bu dönemde gelişen Dublin anlaşması, PKK açısından büyük bir tehlikeye işaretti. Başta KDP olmak üzere Güneyli güçlerin yanlış politikaları pratik açıdan da giderek zorlayan tutumlara dönüşmekteydi. Dublin anlaşmasıyla bunun belli bir siyasal çerçeveye büründürülmesi sonucunda PKK ile KDP arasında yaşanan gerginlik arttı. Bu gerginlik 1995 Ağustos ayında çatışmaya dönüştü. Böylece ikinci Güney Savaşı başlamış oldu. Bu savaşı gelişen tıkanmaya çözüm arayışları çerçevesinde de ele almak mümkündür. Yanlış ya da doğru olması tartışma konusu olabilir. Günümüz penceresinden bakıldığında çatışmayı o düzeye vardırmamak gerektiği düşüncesi hakim olur. Çünkü gerginliğin cinsi ne türden olursa olsun, işi Kürt örgütleri arasında çatışmaya vardırmamak gerekiyordu. Bu süreci tarafların özeleştirisel yaklaşması gereken bir süreç olarak değerlendirmemiz daha doğru olacaktır. KDP ile girilen savaş PKK açısından da önemli bir güç ve zaman kaybına yol açtı. Bu süreçle beraber hareketimiz, gücünün önemli bir kısmını Güney’de mevzilendirmek zorunda kaldı. Bu da gerilla açısından bir dezavantaj doğurdu. Karşılıklı yanlış politikalar bu savaşa zemin oluşturdu. Bu süreç bizim açımızdan bir taktik çıkış kanalı olarak değerlendirilmek istenildi. Ama Kuzey’de gösterilen taktik çözümsüzlük, Güney çatışmasında da ortaya çıktı. Sonuç alıcı, gücü doğru değerlendiren, bu anlamda yeni bir taktik açılımla zafere kilitlenmiş bir yaklaşımdan ziyade, vaziyeti idare eden, sabit bir savaş tarzı uygulandı. Yetersizlikler Güney zemininde KDP ile girilen çatışmada bir kez daha ortaya çıktı.
Bu durum, aşılması gereken en önemli hususun komuta kademesinde yaşanan taktik yetersizlik olduğunu çok net açığa çıkardı. Taktik önderlik kendisini tümden savaşa yatırmadığı için taktik yaratıcılığı geliştiremedi. Yaratıcılık gelişmediği için ya basmakalıp yöntemler devreye konuldu, ya da kararsızlık gelişti. Taktik, bu iki uç anlayış arasında sıkışıp kalmıştı. Gelişen artık taktiksizlikti. Dönüp dolaşıp aynı şeyler yapılmış, boş kalmamak için rast gele vuruşlar geliştirilmişti. Önderlik, süreci anı anına izleyerek, perspektif ve çözümlemelerle tıkanan süreci aştırmak istiyordu. Bu temelde stratejik düzeyde bir şeyler kurtarmaya çalışıyordu. Hem Kuzey’e dönük, hem de Güney’de geliştirilen sürece ilişkin çaba gösteriyordu. Ama taktik öncülük boş kalmamak ve “neden savaşmadın?” sözlerini duymamak için bireysel kaygılarla riskli ve yeni sayılabilecek çıkışlardan ziyade düz bir biçimde savaşmayı esas almıştı. Planlı, adım adım savaşı ilerleten bir doktrin esas alınmadı. Komutadaki bu anlayışın kökeninde Önderlik çizgisini kendine göre yorumlamanın payı büyüktü. Önderlik çizgisi ve gerçeğine tümüyle kendini katmaktan çok, kendine göre bir katılım durumu söz konusuydu. En iyi, en bağlı, en kararlı olan gerilla ve komutanın durumu buydu. Birinci neden budur. İkinci bir neden de; çeteciliğin değişik biçimlerde varlığını sürdürmesidir. 1987’lerden itibaren Kör Cemal, Terzi Cemal, Hogir ve Metin ile başlayan, adına Dörtlü çete denilen, arkasında da Botan, Ebubekir gibi unsurların bulunduğu, daha sonra değişik biçimlerde Ferhat ve Serhat unsurlarının da derinleşmesinde önemli rol oynadığı kirli bir anlayış varlığını sürdürmüştür.
Bu anlayış, örgüt çizgisine samimi yaklaşmama anlayışıdır. Daha sonra Zeki’nin öncülüğünde Kuzey’de şekillendirilen Dr. Süleyman ve Küçük Zeki gibi kişilerle boyutlandırılan bu gayri samimi duruş, PKK’yi başkalaşıma uğratan temel bir duruş biçimi olmuştur. Özellikle PKK’yi sadece yaşamda yozlaştırarak yıpratma değil, önüne her geleni vurarak PKK’yi kitleler nezdinde yıpratmayı esas almıştır. Hogir ve Dr. Süleyman gibi kişilerin pratiklerine bakıldığında salt objektif nedenlerle izah edilemeyecek kadar sübjektif boyutlarının olabileceği ihtimali çok yüksektir. Bu çete faaliyetine bulaşan bazılarının ya baştan ya da daha sonradan devletle ilişkilenmeye ve işbirliğine yattıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü sergiledikleri pratik sadece kişilik sorunlarıyla izah edilemeyecek kadar karşıtlık temelinde şekillenen bir pratiktir. Birinci anlayış kendine göre bir katılımla örgüte katıldığı yanılgısını yaşamış, ikinci anlayış bulduğu her fırsatta çizgi dışı anlayışları hakim kılma çabalarına girişerek, kendi gerçekliğini pratiğe uygulamıştır. Bu çizgi her fırsatta kendini konuşturan, kendi tarzını örgüt tarzı yerine koyan, böylece Önderliğin önderliksel gelişimini çarpıtan, hareketin temiz, sade, dürüst ve doğal özünü lekeleyen ve onu kendine göre bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalışan bir pratik izlemeyi esas almıştır. Gerektiğinde en büyük Apocular olarak kendilerini göstermişler ve parti çizgisinin en büyük savunucuları olduklarını söylemişlerdir. Yine gerektiğinde alttan alta hareketin temelini oyan ve bir biçimde boşa çıkaran, Apoculuk adı altında kendilerini uygulayan, kendi sistemini ve iktidarını geliştiren, ikiyüzlü politikalar uygulamışlardır. Bu anlayışa sahip tipler esas olarak, Önderlik gerçeği ve çizgisiyle samimi yürümeyi düşünmemişlerdir. Harekette bazı yetenekler kazanarak kendilerini yaşattıkları için de bu dönemde kaçmayı pek istememişlerdir. Zira bu yaklaşımları çeteciliktir.
Bunun için bu anlayışlara çete diyoruz. Çünkü yeri geldiğinde kendine göre hareket edebiliyor, kendine göre adam örgütleyebiliyor, ahbap çavuş çevresi oluşturabiliyor. Örgüt resmiyetinde ayrı, ahbap çavuş gruplarıyla da ayrı bir dili rahatlıkla kullanmışlardır. Oldukça kaygılı, sürekli hesapçı, iktidarcı ve kariyerist bir tutum sahibi olmuşlardır. Çeteci anlayışlara kapılan ve örneklerini verdiğimiz tipler katıldıkları süreçte gösterdikleri fedakarlığı daha sonra göstermemişlerdir. Harcadıkları emeği kendilerini kabul ettirme temelinde kullanmışlardır. Zaten emek ve fedakarlık göstermeselerdi üst düzeyde yönetici olamazlardı. Kariyer olarak belli bir düzeye geldikten sonra ne fedakarlık göstermiş, ne de emek harcamışlardır. Bu çetecilik, 1995 sürecinde tüm Kuzey’i felç etmiş, hem 1994 hem de 1995 sürecine kendisini alabildiğine dayatmış, örgüt gerçekliğini ve sadeliğini çarpıtmış, örgüt taktiğini ters yüz ederek taktiksizliği, olmazlığı, karamsarlığı yaymış, bu duruş ve tarzlarıyla örgütü fazlasıyla zorlamışlardır. Aynı şekilde fedai ruhla donanmış, büyük bir cesaretle saldırı ruhunu geliştirmiş kadro yapısını değişik biçimlerde düşürmeye çalışmışlardır. Çeteci zihniyetin örgüt ortamına musallat olduktan sonra bir türlü tümden açığa çıkarılıp etkisiz kılınamaması çok farklı sorunların gelişmesine neden olmuştur. Bu nedenle taktikte açılım yapılmamış, tıkanıklık ve muğlaklık taktik üzerinde etkili olmuştur. Komuta ve gerilla yapısı, yaşanan çeteci eğilimlere karşı etkili bir mücadele yürütememiştir. Önderlik çeteciliğe karşı çok yoğun bir mücadele yürütmüştür. Fakat bu mücadelede Önderlik kadro tarafından yine yalnız bırakılmıştır. Sözüm ona bağlı olduğunu söyleyen kadro ve yönetim kesimi, çetecilikle mücadele etmekten öte çoğu pratiğiyle çeteciliğe zemin sunmuştur.
Belki çeteci eğilimle bütünleşmemiş ama yetmez duruşuyla örgütü çeteci anlayışa muhtaç hale getirmiştir. Rolünü oynaması gerekenler, zamanında rollerini oynamış olsalardı çeteci anlayışlar daha erken açığa çıkardı ve örgüt ortamında büyük tahribatlara yol açılmazdı. Ama bağlı ve dürüst olan kadrolar rolünü oynamayınca dengeler gelişmiş ve çeteciler bu dengeye dayanarak kendilerini yaşatmışlardır. Zeki unsurunun bu konudaki yaklaşımı çok ilginçtir. Bu kişi açıktan, “ben merkeze bağlı değilim, Önderliğe bağlıyım, merkezi takmıyorum” deme cesaretini göstermiştir. Önderlik, onu merkez çalışmalarına katmak için yoğun çaba harcamıştır. Ama merkez komite rolünü oynamayınca, birileri de çıkıp “takmıyorum” diyebilmektedir. Çünkü bu anlayışın ortaya çıkmasına yol açan merkezin etkisiz konumudur. Merkezi yapının bu anlayışa bir tavır ya da tutum takınması belki vardı, ama bu kirli anlayışı giderme temelinde değil de, karşıtlaştırarak yapmaktaydı. Tabii karşıtlaştırma politikası sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Çünkü kendi içinde çözüm yöntemi taşımaz. Tüm anlayışlarla Önderlik tek başına mücadele etmiştir. Herkesi doğru mücadeleye doğru katmaktan tutalım, doğru anlayış kazandırmaya kadar her işi Önderlik tek başına üstlenmek zorunda kalmıştır. Kongre kararlarına ve anakarargah kurulmasına rağmen bütün bu nedenlerden ötürü 1995 süreci iyi değerlendirilememiştir. Türk devleti 1995’de elle tutulabilir somut bir başarı sağlayamadı. Sadece 1994 yılında yürüttüğü taktiğe tutunarak, süreci oturtmaya başladı. Biraz da onu somutlaştırdı. Kontra faaliyetleri 1994 yılı gibi yoğunluklu olmasa da, 1995 yılında da devam etmişti. 1996 yılında devletin Susurluk’ta kamyona çarpmasıyla tüm kirleri açığa çıktı. Kazadan sonra kontra eylemleri açısından yeni bir dönem başladı. Halk üzerinde uygulanan baskı, bütün şiddetiyle devam etti.
Türk devleti bu dönemde hareketi marjinalleştirerek, kontrol edilebilir bir düzeye getirmenin konseptini bütün boyutlarıyla geliştirdi. Marjinalleştirme hedefine ulaşmak için, ambargoyu daha güçlü uyguladı. Bu uygulamanın tam yerini bulması için çete köylerine giden erzak bile kontrol altına alınmıştı. Kendi çetelerine bile erzak ambargosu uyguladığına göre, ambargodan beklentisi fazlaydı. Devlet, Kürdistan’ın kırsal bölgelerinde normal yerleşik köy bırakmamıştı, çete olmayı kabul etmeyenlerin köyleri yakılmıştı. Buna rağmen çete köylerine de aynı uygulamayı yapmıştı. Örneğin, Faraşin köylüleri silah alıp, korucu olmayı kabul etmelerine ve ellerinde devletin silahları olmasına rağmen köyleri yakılmış ve Van’a göç etmek zorunda kalmışlardı. Görüldüğü gibi baskı dozajı hızından bir şey yitirmeden 1995 yılında da devam etmişti. Ama yurtsever Kürdistan halkı baskılara karşı direnişinden taviz vermemişti. Türk devletinin birçok cephede uyguladığı farklı saldırı taktiklerine karşı gerilla sürekli bir direniş pozisyonunda oldu. Uyguladığı alan hakimiyeti taktiği ve ambargo sistemiyle gerillayı Kürdistan topraklarından çıkarma ve teslim almaya dönük uygulamalarına karşı, gerilla müthiş bir fedakarlık ve direniş gösterdi. Özel ve psikolojik savaş yöntemleri bu dönemde oldukça yoğun bir biçimde devreye konulmuştu. Propaganda ve özel savaş yöntemleriyle Türk ordusu sanki zafer kazanmış gibi kamuoyuna lanse edilmişti. Gerçeklerle alakası olmayan yalan yanlış propagandalarla kamuoyu yönlendirilmeye çalışılmıştı. Oysa gerilla tüm dezavantajlara rağmen direnişten ödün vermemişti.
Ambargonun yarattığı erzak sıkıntısına rağmen direnişten vazgeçme gibi bir düşünce asla gelişmemişti. Pratik bir-iki örnek vermekte yarar vardır. Üç ay boyunca hiç ekmek yemeyen, ekmeğin rengini görmeyen birçok arkadaş gördüm. Dağlarda elbisesizlikten dolayı şalvarını şorta dönüştürüp dolaşanları gördüm. Ayakkabı yerine naylon parçalarını ayağına sararak gerillacılık yapanlara ve bu biçimde eyleme gidenlere tanık oldum. Yine elinde bulunan bir çuval unu günlerce yemeyip saklayanlara, fizik gücünü yükseltmek için eyleme gideceği gün yarım ekmekle yetinen binlerce fedakarlık örneğine bizzat şahit oldum. 1995 yılında gerilla yeni bir çıkış yapamadı. Ama kararlı duruşunu bütün dezavantajlara rağmen sürdürmesi karşısında, Türk ordusu da askeri operasyonlarını azaltmak ve başka yöntemlere başvurmak zorunda kaldı. Bu kez psikolojik ve ekonomik yöntemlere daha fazla ağırlık vermeye başladı. 1995 eylül-ekim ayları itibariyle durum böyledir. İçinde bulunulan yılın gelişmeleri insanı düşündürüyordu. Ne Güney’de ne de Kuzey’de süreci karşılayacak bir taktik ve eylemsel süreç geliştirilememişti. Önderlik devam eden tıkanıklığı aşmak için bir toplantı yapmayı tasarlıyordu. Toplantının sonuç alıcı olması için Kuzey’deki komuta yapısından da belli bir kesim Güney’e çekilmişti. Önemli bir husus tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştı. Nasıl ki, 1985 yılında Önderlik tarafından ülke yönetimi başarısız olduğundan dolayı çekilmişse, bu dönemde de Kuzey eyaletleri için aynı durum söz konusudur. Önderlik bunun için Zeki, Dr. Süleyman ve Küçük Zeki denilen kişileri aynı amaçla çekmişti. Bu temelde Zap’ın Dola Şive vadisinde PKK Merkez Komitesi’nin toplantısı yapıldı. Toplantı birçok konu üzerinde yoğun tartışmalara sahne oldu. Öncelikli olarak taktik sorunlar tartışılarak, taktik üzerine yürütülen tartışmaların sonuçları Önderliğe aktarılmak istendi. Ama Önderlik dinlemek bile istemedi. Esas olarak yapının durumu üzerinde tartışmanın derinleştirilmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Önderliğin dediğine göre, öncelikli olarak tartışılması gerekenler tartışılmamış, ikinci planda kalan hususlar tartışılmıştı. Çünkü tartışmalar olması gereken yöne kaymaktan öte tali konulara kaymıştı. Kış süreciydi ve yapı yoğun bir savaş yılını daha geride bırakmıştı. 1995 savaş pratiğinin bir yansıması olarak yapıda belli bir yıpranma gelişmişti. Bu yıpranma ideolojik, örgütsel açıdan ciddi boyutlara varmıştı. Öncelikli konu budur. Çünkü yapıyı hazırlamadan taktik ne kadar gelişkin olsa da bir sonucun alınmayacağı açıktır. Önderlik perspektif verdikten sonra toplantı, yapının durumunu daha detaylı gündemine aldı. Gerçekliği biraz açığa çıkardı. Önderlik birçok kişiyle telefonla da konuştu. Belki toplantı yaşanan sorunlara çok büyük çözüm gücü olmadı, ama yeni bir düzenleme geliştirdi. Fuat arkadaş Zap’taki ana karargah sorumlusuydu. Zeki de yardımcısı olarak düzenlendi, daha doğrusu askeri sorumlu olarak atandı. Toplantıya katılan bir kısım arkadaş ve Kuzey’den gelenlerin çoğu Önderlik sahasına gönderildi. Bu eksende kış yoğunlaşmasına girildi. Önderlik, esas olarak güç üzerinde durmaya ve gücü eğitmeye ağırlık vermişti. Önce “gücü eğitme,” sonra “taktik durumu gündeme getirme” biçiminde perspektif verdi. Çünkü güç hazır olmadıktan sonra, taktik üzerinde ne kadar tartışma yürütülürse yürütülsün, pek bir anlam ifade etmeyecekti. Taktik, gerilla gücü üzerinden pratikleşir. Taktiği pratikleştirmekle yükümlü olan güç hazır olmadıktan sonra taktik derinliğin bir anlamı olmayacaktır. Nihayetinde 1995–96 kışı boyunca güçler toplu eğitimden geçirildi. Eğitimle güçleri hazırlama, çeteci yaklaşımları açığa çıkarma, teşhir etme ve bu temelde gücü bahar sürecine belirli düzeyde hazırlama faaliyeti yürütüldü. 1995 döneminin önemli gelişmelerinden biri örgütsel sistemde bir gelişme olarak değerlendirilebilecek ana karargahlaşma ve siyasi komiserlik kurumlaşmasının geliştirilmesidir. Belki içeriği iyi doldurulmadı ama belli bir sistemin gelişmesine ön ayak oldu.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER