TARİHİN SIFIR NOKTASI KOBANÊ (4.BÖLÜM)
ELİF’İN ANILARINDAN SUPHİ NEJAT (GÖRÜŞME TARİHİ ARALIK 2014)
Elif ile görüşmemiz Amed’de oluyor. Artık Kobanê’nin düşme tehlikesi yok. Bunun rahatlığının Elif’in yüzüne yansıdığını görebiliyoruz. 1983 Dersim-Pertek doğumluyum, Nejat ile üniversitede tanıştım. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciydim. Ailem Elazığ’da oturuyor. 2003 yılında üniversiteyi kazandım. Benim de isteğim olan ve bütün Kürt gençlerinin hayalini kurduğu, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kazanmıştım. Ancak dünyanın böyle olmadığını anladım. 2005 yılında Nejat ile tanıştım. Nejat 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne geldi. Daha önce Marmara Üniversitesi’nde okuyordu. Öğrenci eylemleri ve platformlarında onu tanıdım. Daha sonra güzel bir arkadaşlığımız gelişti. Kobanê‘ye gittiği zamana kadar da arkadaşlığımız devam etti. Nejat, sürekli büyük hayalleri, soruları olan ve kendisiyle kavga eden bir insandı. Kavgasını etrafına da yansıtan biriydi. Aynı zamanda kavgasını örgütleyen bir insandı. Nejat’ın hayatla olan kavgasının sebebini Nejat da bilmiyordu. Ben Nejat ile ilgili şu kanıya varmıştım. Komünist bir kişilikti. Sosyalistim demezdi. Kendisine göre komünizm anlayışında belirlediği bazı ölçüler vardı. Almanya’da geçirdiği sürgünlük yıllarında (Nejat Almanya’da doğup büyümüştü) Türkiye’nin onun anavatanı olmasından kaynaklı beslediği özlemleri vardı. Bu beklenti devrimci bir beklenti idi.
Türkiye’ye geldikten sonra bu beklentilerinin gerçekleşmediğini gördü. İstediği gibi bir ülke ve istediği gibi bir devrimci hareketle karşılaşamamanın yarattığı bir hayal kırıklığı. Bu da onda daralmalara neden oldu. Nejat kendi içinde belirlediği ilkeler çerçevesinde yoluna devam etmeye karar verdi. Bireysel ilişkilerini de örgütsel ilişkilerinide bu ilkeler doğrultusunda tutmaya çalışırdı. Bir sürü örgütsel ilişkileri de olmuştu. SDP, ESP’ye de girmişti. İlkeleriyle örtüşmediğini görünce de ayrılmıştı. Nejat’ın yazılarında; menkıbe olsun, diğer yazıları olsun, klasik sol anlayışın olmadığını görürsünüz. Marx üzerine derin yoğunlaşmaları vardı. Son yıllarını buna ayırmıştı. Marx’ı bizim bildiğimiz yerden değil de başka bir yerden yorumluyordu. Almancayı ana dili gibi bilmesinden kaynaklı kendisinin getirdiği farklı yorumlar da vardı. Marx’ın klasik Türkçedeki yorumlanış biçimine yani ekonomik determinist biçime eleştirel bakardı. Bu konuda öfke bile duyuyordu. Para kazanmak için yaptığı çevirilerde bile tartışmasını yürütüyordu. Yordam Yayınevi’ne yaptığı bir çeviri son noktasına geldiği halde dipnotlarda bu konuda bir şeyler yazmak için yayınevi ile kavga etti. Anlaşamayıp çevirisini geri çekti. Yayınevi Nejat’tan ne istiyordu? Düzen ölçülerine uygun bir çeviri istiyordu. Kafa karışıklığı istemiyordu. Yayınevi; bazı kavramlar üzerinde fazla durmanın önemli olmadığını söylüyordu. Nejat ise bunların önemli olduğunu dile getiriyor, bu kavramların bizim komünizmi nasıl ele almamız gerektiğini anlattığını söylüyordu. Nejat, bunun okuyucuya sunulması gereken bir fırsat olduğunu bizim de bu fırsatı sunmamız gerektiğini anlatıyordu. “Bir çevirmenin de bunları yapması gerekir” diyordu. Yayınevi çevirmenin işinin sadece dili dönüştürmek olmadığını söylerdi. Onun üzerine politika yapmak yerine kavramsal önermeleri de yerli yerine oturtmak gerektiğine inanırdı. Nejat bu tartışmalardan dolayı çevirisini geri çekmişti.
Nejat Türkiye’de yapılan Marx çevirilerinin, ekonomist determinist bakış açısıyla yapıldığını söylüyordu. Bir şeyi nasıl okuduğumuz hayata bakış açımızı belirliyor. Bir şeyi nasıl okuduğumuz, nasıl değerlendirdiğimiz bizim ideolojik yapımızla ilgili bir şeydir. İdeolojik bakış açımızı gösterir. Eğer bir insan kaba materyalist ideolojiye sahipse veya merkeziyetçi bir kafa yapısına sahipse insan nasıl görmek istiyorsa öyle görür ve değerlendirir. Ve bunları yorumlar. Bizim Türkiye devrimci hareketine ve Sovyetlere eleştirilerimiz bu noktadadır. Kör işçi ekonomist yaklaşımla ele alarak devrim anlaşılmaz. Devrim toplumsal ve sosyal bir meseledir. Sınıf dediğin sadece işçi değil geniş bir kavramdır. Bugün en büyük ve derin çelişki işçi sınıfının çelişkisi değil kadın erkek çelişkisidir. Ezilenler kavramını sadece ezilenler üzerinde değil de kadınlardan tutalım, işçilere, sokaktaki ayyaşa, uyuşturucu bağımlısına kadar çok geniş bir yelpaze olarak Nejat ele alıyordu. Olguları bu kadar farklı ele alması onun yalnız kalmasına neden oluyordu. Bundan dolayı Nejat anlaşılmadı. Mevcut örgütlerin hiçbirini benimseyemedi. Aslında hiçbiriyle bütünleşemedi. Türkiye’deki örgütlere eleştirileri vardı. Bunları da dile getiriyordu. Günlük ilişki kurduğu insanlarla da bunları tartışıyordu. Okulda sıra arkadaşlarıyla, çevresinde siyasete ilgi duyanlarla bunları tartışmak istiyordu. Herkes gibi sıradan yaşıyordu. Bu kadar farklı düşünüp de sıradan yaşamak onu farklı kılıyordu. Cephe bile ideolojik bir tartışma alanıydı onun için. Bir arkadaşıyla cephede savaşırken sosyalizm tartışması yapmış. Nejat’ın mevcut düzene entegre olamama hali onu ayrıksı tutuyordu. Bir yere ait olmama hali onun temel özelliğiydi.
2006 Amed Mart Serhildanı sürecinde biz de bir şeyler yapmak istiyorduk. Bu Serhildanı üniversite gündemine sokmak istiyorduk. Çünkü üniversite yalıtılmıştı. Üniversite, liberal bir ortam, çok farklı bir yer, her şeyin sonuna kadar tartışıldığı bir ortamdır. Yurtseverlerin açıkça biz Apocuyuz diyebildikleri, Marksistlerin biz Marksist’iz diyebildikleri sanal bir ortam. Fakir - zengin ayrımının da en çok yapıldığı yer. Yaşam çelişkilerinin en yoğun olduğu bir üniversitede gündemi değiştirmek için Amed’e bir grup arkadaşla gittiler. Türkiye devrimci hareketi eleştirisi üzerine, Kürt özgürlük hareketini tanıyarak yeni bir örgütlülük yaratmak temel hedefiydi. Bir örgütlülük yaratmanın tohumları üzerinde yeni bir yapılanma yaratmak istiyordu. Bu konuda gruplar oluşturuldu. Büyük bir çaba harcandı. 2011 yılına kadar bu çabalar devam etti. Tabi bu arada günlük hayatın akışı da devam ediyordu. Çok okuyan biriydi, bilmediği bir devrimci hareket yoktu. Hepsini inceliyordu. Örneğin, İspanya’da şu örgütün şu tarihte bu olaya tutumu nasıldı diye sorduğunda, cevap alabileceğin bir insandı. Ya da şimdi Brezilya’da hangi örgüt hangi düşünceyi savunur, ne üzerine çalışma yürütür? Dediğimizde cevap verebilen bir insandı. Cevap vermenin ötesinde eleştiri de yapabiliyordu. Bu zenginliklerini bir devrimci örgüte dönüştürebilmek için pratiğe de dökme çabası vardı. Bu çabaları, yaşıyorken yerini bulmadı ne yazık ki. Ve boşluğa düştü. Ben ne kadar düşünürsem düşüneyim. Ne kadar çaba harcarsam harcayayım, ben o özne değilim. O zaman kendimi geri çekmeyeyim. Başkaları yaparsa yapsın. Muhtemelen babası bahsetmiştir. Kandile gidip gelişi vardı. Bu arayışını derinleştirmek istiyordu. Kürt özgürlük hareketi ile farklı ilişkilenme biçimi vardı. Kendisini onun bir parçası olarak görmüyordu. Ama farklı bir özne olarak Kürt özgürlük hareketiyle eşit bir ilişki geliştirmek istiyordu.
Şöyle düşünüyordu: Kürt özgürlük hareketinin yarattığı devrimci dalga niye Türkiye sahasına da yayılmasın, benzer bir oluşum niye batıda gelişmesin? PKK Kürdistan’da kendi topraklarında bir çıkış yakalamıştı. Aynı şekilde Türkiye topraklarında da böyle bir çıkış yapılması gerekiyordu. Nejat’ın PKK ile ciddi tartışmaları vardı. Ben de harekete katıldıktan sonra benimle birlikte başka yurtsever arkadaşlara çok ciddi eleştirileri vardı. Anlatmak, anlamak açısında bunları yapıyordu. Yani bu yolculuğumuz için şöyle diyebiliriz. Ben harekete katıldıktan sonra aynı partiden olmasak da iki devrimci yoldaş olarak tartışmalarımız ilişkilerimiz devam etti. Evrensel devrimci yoldaşlık olarak tartışmamız devam etti. Kobanê meselesi ve oraya gidiş başta yoktu. “Ben öncü kişilik olarak Türkiye devriminin örgütünü oluşturamayacağım. Bir şey yapmak istiyorum. Bunun için bu mücadelenin bir parçası olacağım. Ya da iyi bir aile babası, çocukları olan sıradan bir insan. Alabildiğine sistemin içinde olan”, diyordu. Ara bir formül yoktu onun için. Bu tartışmalar_da çıkış yolunu bu coğrafyadan, buradan gitmekte buldu. “Tamam vazgeçiyorum. Buradaki bütün ilişkilerimizden. Buradaki bütün arayışlarımdan bıktım. Latin Amerika’ya gideceğim”, demişti. Kafasında bir kurgu vardı. PKK ye katılım üzerinde tartışmalarımız yürürken. Nejat çok öfkeliydi. Duygularıyla öfkeliydi. Duyguları ve öfkesiyle tartışan konuşan biridir. Bir cümle kurmuştum. PKK sana hiç mi emek vermedi? Tamam, PKK’li olmayabilirsin.
Ancak düşüncelerinin oluşumunda hiç 38 mi PKK’nin emeği yok? En son gitme kararını aldığı sohbetimiz de buydu. 2014 Haziran’ında bunları konuşmuştuk. Nejat, “bunları düşüneceğim, tamam, kararımı vereceğim, PKK’ye katılacağım. Bir iki aylık zamana ihtiyacım var” dedi. Bir iki ay sonra haber çıkmadı. Gelecek mi gelmeyecek mi? Yanlış hatırlamıyorsam 7 Ağustos’ta Amed’e geldi. “Vazgeçtim Kandil’e gitmekten Kobanê‘de bu kadar sıcak savaş varken, insanlar mücadele ederek şehit olurken, PKK’nin seferberlik çağrısı varken benim buradan Kandil’e gitmem ahlaki olmaz. Bunu kendime onursuzluk sayarım. Kobanê‘ye geçeğim” dedi. Birkaç gün geçiş meselesi için kaldı. Mektuplarını emanetlerini buraya bıraktı. Üç aya kadar bir haber almazsan şu mektupları anneme ilet. Şahadet haberim gelirse de başka bir dosya bana vermişti. Üç ay dolmadan şahadet haberi geldi. Ağustos ortasında Kobanê‘ye geçti. 6 Ekim’de şehit düştü. Biz de 12 Ekim’de gecikmeli bir şekilde haberini aldık. Gitmeden önce mektuplar bıraktı. Kendi yaptığı araştırmalar vardı. En büyük çelişkiyi kadın çelişkisi olarak görüyordu. Eğer üzerinde durulursa kapitalizmin kibrit suyunu böyle yakacağımızı, kadın üzerinden bunu yapabileceğimizi söylüyordu. Kadınlarla ilgili derlediği şeyler vardı. Kendisi için yaptığı araştırmalar vardı. Birkaç kitap vs. kadın hareketine iletmemizi istiyordu. Bu kadar uzun süre mücadele vermiş kadın arkadaşlarına bu notları ve kitapları iletmemi istedi. Yazılarının kendi düşünceleri olmadığını, sadece kitaplarda tuttuğu notlar olduğunu söyledi. Kadın hareketine akıl vermek gibi bir amacının olmadığını söyledi. “Ola ki beni merek ederlerse Rojava’da savaşan Paramaz adında bir yoldaş olduğumu söylersin” dedi. İlk defa kodunu o zaman bana söylemişti. Bana bıraktığı emanetler bunlardı. Ben Nejat’ın Kobanê‘de olduğunu biliyordum. Bir ihtimal diyordum. Belki başka bir kantonda olabilir.
Çünkü yeni savaşçıların cephe güvenliği için ön saflarda olacaklarını tahmin etmiyordum. Gece saat 12 civarında bir telefon geldi. “Elif, doğru mu Hikmet ağabeyinin yayınladığı resim?” Tabi ben o sırada başka bir şey okuyordum. “Hangi resim?” diye sordum. Benim dışımda kimse bilmiyordu onun Kobanê‘de olduğunu. Annesi ve arkadaşları için verdiği mektubu daha vermemiştim. Hikmet ağabey Nejat’ın gittiğini öğrenmiş onun için bu resmi twitter üzerinde paylaşmıştı. Herhalde Hikmet ağabey yanlış anlamıştır diye düşündüm. O anda ne hissettim. Büyük bir boşluk. Sabaha kadar düşünce hali devam etti. O gece hep onunla yaşadıklarım aklıma geldi. O günlerde Amed’e çok cenaze geliyordu. Onun için insan ne yapacağını bilmiyor. Bir yandan çok özel ve sendeki yeri farklı olan bir insandır. Ve o kadar birbirinden değerli yoldaşları kaybediyorsun. Bu acının tarifi biraz zor, kelimelerle anlatmak yetmiyor. Bir yandan da isimsiz yüzlerce gencimizi kaybediyoruz. Ve hepsi aynı değerde insanlardır. Bir sürü şehit düşen arkadaş ne anlam ifade ediyorsa hangi öfkeyi uyandırıyorsa çok yakın bir arkadaş da aynı öfkeyi aynı duyguyu uyandırıyor. Suruç’a yakın olan bendim. Yani Amed‘de idim. Hikmet ağabey Almanya’da, Nuran abla İstanbul’da idi. MEYADER ve bazı arkadaşlarla Suruç’a gittik. Aile beni aradı, en azında cenazeye ulaşıp ulaşamayacağımızı merak ediyorlardı. Ne yapabileceğimizi sorup, ilgilenmemizi istediler. Suruç’ta net bir şekilde öğrendik Nejat’ın şehit düştüğünü ve cenazesini alamayacağımızı. 5-6 Ekim tarihinde DAİŞ çeteleri YPG-YPJ’li arkadaşların cenaze görüntülerini yayınlamışlardı. Toplu mezar gibi bir görüntü de vardı. Muhtemelen ordadır. Babası şimdi Kobanê‘de, o da araştırıyor cenazesini. Çok da önemli değil, şehit düştüğü topraklarda kalması bence daha iyi.
Nejat son iki ay, daha önce görüşmediği arkadaşlarıyla görüşmüş. Dargın olduğu arkadaşlarıyla barışmış. Yapmak isteyip de yapamadığı şeyleri yapmış. Vedalaşma haliyle herkesle helalleşmiş. Mektuplarından yayınlanmamış olanları da vardı. Yayınlanan ancak kesik bir şekilde yayınlamış mektupları da var. Nejat diyordu: “Evet, ölmekten korkuyorum. Düşüp ölebilirim. Ölmesem de bari bir işe yarasın”. Nejat’ın en büyük korkularında biri silah kullanmaktı. “Acaba ben silah kullanabilir miyim, silah tutabilir miyim? Onu bile bilmiyorum. Gidiyorum ama arkadaşlara bela olur muyum yoksa bir işe yarar mıyım? Bilmiyorum” diyordu. Ölüm gelecekse de bir etkisi olsun isterdi. Geride kalanlara ya da mücadeleye katkısı olsun isterdi. Mektupları da zaten onun için kaleme almıştı. Eğer Paramaz kendini MLKP’li diye yazdırmışsa da Türkiye devrimcilerine bir mesaj vermek istemiştir. Kod ismi Paramaz Kızılbaş’tan tutalım da yani seçtiği ismin nedeni; Anadolu’nun ilk sosyalistlerinden biri olmasıdır. Paramaz ismini seçerken hem Ermeni toplumuna gÖnderme hem de sosyalist kimliğinden dolayı seçmişti. Kobanê zaferinin etkisi tüm dünyada yankı buldu. Nejat’ta ona bir katkıda bulunmuş oldu. Benim en çok garibime giden, fotoğraflarla Suruç’ta Nejat’ın cenazesine ulaşmaya çalışmamız. Hastanede isimsiz cenazelerden fotoğraflara bakarak Nejat’a ulaşmaya çalışıyoruz. Kobanê savaşının ne kadar büyük acılara kadir olduğuyla yüzleştim. Nejat’ın ailesi ne Türk ne de Kürt geleneksel ailesine benziyordu. Taziye mi kurulacak, ne yapacağız? Kobanê ’deki savaşın gerçekliğinin farklı bir yüzüyle karşılaşıyoruz. Nejat’ın cenazesi yok. Ulaşamıyoruz.
Ailesi sıra dışı bir ailedir. Ne Türk ne de Kürt geleneklerine uyuyor. Ailenin geleneksel bir yapısı yok. Bir şekilde anmak gerekir. İstanbul’a gittim. Taziye kurulmasına karar verildi. Gidip taziyeye katıldım. Emanetlerini verdim. Arkadaşlarına yazdığı mektuplar da bir anlamda vasiyettir. Arkadaşlarına önerilerde bulunuyor. Bu konuda yoğunlaşın. Bu konuda kendinizi geliştirin diyordu. Nejat kendini Marksist olarak tanımlıyordu. Kendini komünist olarak görüyordu. Mesela menkıbede demokrasi ke_limesinden nefret ediyordu. Menkıbede ele aldığı demokrasi kavramını liberal veya sistem demokrasisi olarak ele alıyordu. İç savaştan bahsediyor, iç savaştan kastı toplum içindeki iç çelişkilerdi. Birbiriyle asla uzlaşmaz çelişkilerden bahsediyor. Marks’a yaklaşımı diyalektik kavramlar üzerinedir. Determinizm olgusu üzerinden ele alıyordu. Marks’ı iki şekilde yorumlayabiliriz. Kaba materyalist ekonomi; belirlemeci alt yapı üst yapıyı belirler. Bu şekilde bir okuma bunu getirir. Şöylece yorumlayabiliriz. Alt yapı ile üst yapının sürekli birbirini besleyen ve iç içe geçen olay ve olgularından bahsedebiliriz. Karşılıklı bir ilişki vardır. Biri diğerini belirlemez. Aslında alt yapı, üst yapı birlikte oluşur. Bunlar birbirini belirlemez. Bu ince bir noktadır. Komünizmi böyle almak lazım. Marks’ın Kapital’ini klasik anlamda yorumlarsak Türkiye’deki bugünkü yapı ortaya çıkar. Türkiye’deki sol hareketler işçiliği kutsuyor. Yani işçici olarak kalır. İşçiciden kurtulmak için işçi olmak gerekir. Nejat’ın Apo’ya da eleştirileri vardı.
Ancak ben inanıyorum ki Önderlikle bir araya gelirse Nejat iyi bir Apocu olurdu. Yani Önderlik onu ikna ederdi. Bu anlatılarım nasıl bir portre ortaya çıkardı bilmiyorum. Bir üniversite öğrencisi nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyordu. Bazen çok gel-gitleri olan bir insan dışarıdan bakılınca tırnak içinde devrimci ağabey olarak tanımlana biliyordu. Nejat Kobanê‘de ya da Rojava ’da kalsaydı, buranın inşasında büyük katkısı olurdu. Nejat’la birçok şeyi paylaştık. Mutlaka bir yerde denk geliriz. Vedalaşmamız vardı. Tekrar görüşmek dileğiyle. O karşılaşma olmadan şehit düşmesi beni çok üzdü. Nejat Kobanê‘ye giderken huzurlu mu gitti yoksa huzursuz mu gitti? Çok soruları olan, sürekli arayışta olan biriydi. Oraya gittikten sonra ne hissetti. Bunu çok merak ediyorum. Fotoğrafa baktım. YPG’nin yayınladığı bir fotoğraf vardı. O fotoğrafta onu çok net görebiliyordum. Fotoğraf, yüz ifadesinin en huzurlu ruh halini yansıtıyordu. Onu tanıdığımdan beri en sade en huzurlu ruh hali o fotoğrafta gözüküyordu. Başka huzurlu fotoğrafı da yok. Dedim demek ki, Nejat için iyi ve güzel olmuş. Nejat için bazen sıradan derken sistem içicilikten bahsetmiyorum. Bir kadınla yaşadığı aşk ilişkisini alaya alabilen, bunun üzerinde şaka yapan bir tarafı vardı. Bu şakalardan yola çıkarak sürekli değişik insanlarla ilişki yaşayan bir insan sanırsın. Sonuç itibariyle aşk meselesine yaklaşımı dünyada yer yurt bulmak anlamında vardı. Bu anlamda klasik erkek olmaktan korkan biriydi. Aşkı, toplumsal cinsiyet anlamında söylüyorum. Yaşayıp yaşamayacağını bilmiyordu. Sorgulamaları, korkuları olan bir insandı. İlk ne zaman aşk yaşadı?
2007 yılında bir kadınla kısa süreli bir ilişkisi oldu. Sonra 5 yıllık uzun süreli bir ilişki yaşadı. İki devrimci olmak isteyen insanın ilişkisi fazla uzun sürmedi. Sistem içinde özgür bir ilişki yaşanabileceğini imkânlarını yoktu. Sonuç itibariyle bu beş yıllık ilişki bitmişti. Nejat düzenin içinde aşk olmaz sonucuna varmıştı. Sohbetlerini basit bir şekilde yansıtabilen ama devrimci şekilde derinliğine yaşayabilen bir insandı. Çok güzel sevebilmesi, çok fazla da kırabilmesi ilişkiyi nasıl yaşayacağını bilmemekten kaynaklı bir durumdu. Kendi sosyal ilişkilerinde böyle bir yapısı vardı. Kırıldığı zaman, küstüğü zaman, tam kırabiliyordu. Bir arkadaşı ilkesizlik yaptığı için gidene kadar küs kalmıştı. Nejat’a göre bazı ilkeler 43 vardı. Bu ilkeler dışına çıktın mı kesip atıyordu. Onun dışında aşk ilişkisinde öyleydi. Kırdığını da toparlayabiliyordu. Umarım Kobanê‘de şehit düşen arkadaşlara layık bir yaşam ve devrim yaşanır. Devrim orda kalıcıdır. Batı Kürdistan’da zaten devrimci bir yaşam örülüyor. Umarım Türkiye tarafında bu gerçekleşir.
RÊNAS MÛSA
YORUM GÖNDER