BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(42.BÖLÜM)
DİRİLİŞ DEVRİMİ VE İNİSİYATİFİN GERİLLAYA GEÇMESİ
1992 Güney Savaşın’da Taktik Sorunlar;
Kürdistan özgürlük hareketi 1991–92 sürecinde yapamadığını bu konseptle bu dönemde yapmayı tasarlamıştı. 1992’den itibaren Kürdistan’daki savaşın doğrudan NATO güçlerinin yoğun siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri destekleriyle sürdürüldüğü kesindir. Daha öncesi de vardır ama 1992’den itibaren ABD ve İngiltere’nin ağırlık teşkil ettiği uluslararası konseptin temel hedefi hareketimizin tasfiye edilmesidir. Doğan Güreş Londra ziyareti ardından, “terörü ortadan kaldırma desteği aldık” diyerek Kürdistan’daki katliamların onayını aldığını ifade etmiş oluyordu. Bu temelde ilk bir-iki yıl hazırlıklarını yetkinleştiren Türk ordusu, özellikle 1994’te topyekun bir imha ve katliam sürecini uyguladı. Hizbullah, JİTEM vb paramiliter kontra güçlerle de hareketin sivil tabanını yok etmek üzere, doğrudan yargısız infaz yöntemlerini uygulayarak kesin sonuç almak istediler. Doğan Güreş, Tansu Çiller ve Mehmet Ağar ekibi bu konseptin uygulanması için görev başına getirildi. Bu ekip topyekun savaş ekibidir. Sistem içinde yaşanan bir takım iç çatışma ve çekişme ardından özellikle Turgut Özal ve Eşref Bitlis başta olmak üzere Cem Ersever, Rıdvan Özden, Bahtiyar Aydın gibi kişilerin dahil olduğu ekibin tasfiyesi üzerinden kirli savaş ekibi iktidara getirildi. Bu ekip kirli savaşı, katliamı ve her türlü şiddet yöntemini meşrulaştırma konseptini geliştirmeyi temel görev olarak belirlemişti.
O döneme kadar Türkiye’de PKK üzerinde yapılan tartışma “ya ver kurtul, ya da vur kurtul” ekseni üzerineydi. Tartışma sonucunda “vur kurtul” anlayışının galip çıkmasıyla katliamcı ekip iş başına getirildi. Bu anlamda bu ekip “vur kurtul” ekibinin yürütücü gücüdür.Tabii “vur kurtul” mantığı Kürdistan’da direnen tüm dinamikleri katliamlara uğratarak ortadan kaldırmayı esas alıyordu. Ancak Türk devletinin bu konsepti uygulamaya koyabilmesi için belli düzeyde bir hazırlığa ihtiyacı vardı. Nitekim 1993 yılı itibariyle hazırlıklarını tamamlayarak, katliam sürecini daha etkili uygulama düzeyine ulaştılar. Bir kadın olmasına rağmen Tansu Çiller’in bu dönemde uyguladığı alçakça yöntemler dünya tarihindeki kirli sayfalarda yerini sürekli koruyacaktır. Çiller kirli yöntemlerin basit bir kuklası durumunda olması itibariyle bugün bile insanlık vicdanında lanetle anılan Hitler ve Mussolini yanındaki yerini almıştır. ABD’nin eğittiği, hazırladığı ve göreve getirdiği Çiller’in kariyer hırsı, ona her türlü insanlık suçunu işletecek düzeyde gözünü ve yüreğini köreltmiştir. Ciddi bir siyasi birikimi olmayıp, çeteciliğin bir kuklası rolündedir. Öyle ki başbakan olduğu ilk dönemlerde çıktığı bir yurtdışı gezisinin başlangıcında Kürt sorununu İspanya’da ETAmodeliyle çözebileceğini belirtmişti. Hemen akabinde Doğan Güreş müdahale ederek “Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, sorun terör sorunudur” diyerek, Çiller’e geri adım attırtmıştı. Adeta görevinin kirli savaşın siyasetini yapmak olduğunu hatırlatırcasına uyarmıştı. Doğan Güreş, hiç kimsenin kendi sorumluluğunda yapamayacağı lanetli ve kirli yöntemleri Çiller’e yaptırtmıştır. Hatırlanacağı üzere Kürt işadamları öldürülmeden önce, “PKK’ye yardım yapan işadamlarının listesi cebimde” diyerek, işadamlarına yönelik cinayet emrini vermişti.
Yine onun döneminde devlet güçlerinin uyguladığı “faili meçhul” cinayetlerde büyük bir artış yaşanmıştı. Köy yakmalardan tutalım, işkencelere kadar Kürtler üzerinde uygulanan vahşette büyük tırmanış yaşanmıştı. Şırnak, Cizre,Yüksekova ve Lice gibi yerleşim yerlerinde “PKK baskın yaptı” yalanıyla şehirler adeta harabeye dönüştürüldü. Böyle kirli yöntemlerle savaşın sürdürülmesini aklı başında olan hiç kimse kendi sorumluluğunda kabul edemezdi.Ama Tansu Çiller hiç çekinmeden iktidar ve kariyer hırsı için kabul etmişti. Bu özellikleriyle Çiller Kürt katliamı için biçilmiş kaftandı. Tansu Çiller Türk devlet çeteleri tarafından çok iyi kullanıldı. Görevini iyi yerine getirdi. Dolayısıyla tarihte Kürtlere karşı en acımasız ve kirli yöntemleri kullanan başbakanlardan biri olarak hep lanet ve öfkeyle anılacaktır. Zelê tasfiyeciliği PKK öncülüğünde gelişen özgürlük mücadelesiyle Kürt halkının dirilişi gerçekleşir. Türk devleti çözüme zorlanırken, hareketimiz içinde “Ferhat kişiliği” teslimiyetçi çizgisiyle öne çıkmış ve büyük tahribatlara yol açmıştır. Bu tahribatların en derin yaşandığı ve yayıldığı alan Ferhat’ın sorumlu olduğu Zelê alanıdır. Önderlik Zelê süreci ve burada geliştirilmek istenen tasfiyecilik üzerine iki ciltlik çözümleme yapmıştır. Güçlü bir pratik, çaba ve emek sarf edilmediği halde kendini aşırı abartma ve her şeyi kendi merkezinde görme anlayışı 1991–92 sürecinde gelişen bir anlayıştı ve erken iktidar hastalığına yol açmıştı. PKK’nin stratejisi sonuç almış, gerilla Kürdistan’da tutunmuş, halk gerillayı bir kurtuluş ve özgürlük sembolü olarak kabul etmişti. Bu gelişmeler üzerine serhildanlar başlamıştı. Serhildan sürecinin yaygınlık kazanması, tüm Kürt halkı üzerinde büyük etki yaratmış ve bu temelde gerillaya katılımda ciddi artışlar yaşanmıştı. Erken iktidar hastalığına kapılan kişilikler, ortaya çıkan başarıyı kendilerine mal etmeye başlamış ve bir anda ne oldum delisine dönmüşlerdi. Esas olarak ortaya çıkan başarı Önderlik stratejisinin başarısıydı.
Ancak erken iktidar hastalığına yakalanan komuta, somut koşulların somut tahlilini yapamadığı için genel gelişmeleri okumaktan uzak kalmıştı. Zira halk üzerinde yaratılan olumlu etkinin sözümona kendi başarılı pratiğinin bir sonucu olduğuna inanmaya başlamıştı. Bu eksende katılım yapan gençleri değerlendirmek ve ordulaşmayı geliştirmek yerine, hovardaca bir yaklaşım sergileyerek potansiyeli kör hırsları için tüketmişlerdir. Bu dönemde bu anlayışın en çarpıcı iki örneği Ferhat ve Zeki’de görülmüştür. Her iki tip de yaşanan gelişmelerin kendi eksenleri ve çabaları sonucunda geliştiğini düşünmüşlerdir. Uyguladıkları taktiklerin çok “dahiyane” ve yaratıcı olduğundan dem vurarak, kendilerini oldukça abartmışlardır. Kendilerini Önderlik stratejisinin birer uygulayıcısı olarak görmekten de öte, başrol oyuncuları olarak değerlendirmişlerdir. Her ikisi de emek harcamadan, kendilerini en büyük emek sahibi göstermeye çalışmışlardır. Belirttiğimiz yanılgılardan ötürü özellikle 1993 döneminde her ikisi de PKK’den çok ciddi ve köklü bir kopuşu yaşamışlardır. Ferhat’ın kopuşu erken yüzeye vurmuştu. Çünkü dış ayakları vardı. Daha önce İran ve Güneyli güçlerle ilişkilenme fırsatı bulmuştu. YNK ile direkt ilişki içerisindeydi. Bu dönemde gelişmeleri takip eden Türk özel savaşı tarafından medyatikleştirilmişti. Kişisel özellikleriyle kendisi de medyatik olmaya sürekli eğilim gösteriyordu. Aynı dönemlerde Zeki’nin de benzer arayışları vardı, medyatik olmayı çok istiyordu.
Örneğin kendisiyle bir röportaj yapması için BBC muhabirini bile kaçırmıştı. Her ikisinin de medyatik olma eğilimi dahil birçok özellikleri birbirine benziyordu. Kişilik düzeyinde tutuldukları hastalık aynıydı. Ferhat’ın kopuşunun erken ortaya çıkmasının nedeni, Önderlik sahasından uzak oluşu ve YNK’nin denetiminde bulunmasıydı.Ama Zeki’nin kopuşu koşullardan kaynaklı hemen ortaya çıkmadı. Çünkü Kuzey’de bulunduğundan dolayı uygun bir ortam bulamamıştı. Bu yüzden Zeki’nin düşünsel düzeyde PKK’den yaşadığı kopuş daha sonra netleşti. Ama onun da kopuş süreci 1992–93 yıllarıdır. Hatta bu dönemde Kulp’a yakın Kelê noktasında 6 ay kalarak geliştirdiği yaşam tarzı ve ondan sonraki ruh hali bu süreçte bir biçimde devletle ilişkilenme olasılığını ciddi bir ihtimal haline getirmektedir. Zelê süreci Ferhat’ın düşünsel düzeyde PKK’den kopuşunu netleştirmiştir. Burada sergilediği tutum tam bir tasfiyeciliktir. Abartılar üzerine kurulan bir kişilikten ibaret olduğu için, bu sefer teslimiyetine ‘politik deha’ kılıfını uydurmaya çalışmıştır. Güney savaşında yaşadığı teslimiyeti politik manevra olarak değerlendirmiş, hatta ‘politik manevranın’ partiyi kurtardığı, bunu yapmaması durumunda parti güçlerinin tümden tasfiye aşamasına geldiği ve kendisinin tasfiyeyi engellediği gibi bir hava yaratmıştır. Bazı şakşakçıların alkış tutmasıyla kendinden geçerek, kendini adeta Önderlik yerine koyacak kadar yüzsüzleşmiştir. Zaten pohpohlanmaya yatkın bir kişilikti. Basının da bu süreçte onu pohpohlaması, iç yüzünü erkenden açığa vurmasına neden olmuştur. Bu kişi Zelê sürecinde bir nevi isyana kalkışmıştır. İsyanı Önderliğe karşıydı. Dış güçlerin özellikle de YNK liderliğinin bunda rolü fazladır.
İlk başta Zelê’de 1500 gerilla vardı. 1500 gerillayı denetimde tutabilmesi için teslimiyetin teorisini geliştirmeyi esas almıştı. Teslimiyetine kılıf uydurmanın bir diğer yöntemi de Haftanin’in direnişini gereksiz gösterme tutumuydu. Çünkü Haftanin teslimiyet çizgisinin zıddı bir direniş sergilemişti. Haftanin’deki direniş çizgisini gereksiz görmesinin bir gereği olarak beni ve Cuma arkadaşı hedeflemeye başlamıştı. Haftanin komutanlığını ve Haftanin’deki direnişi hedeflemesine karşı, Haftanin’den Zelê’ye giden yapının direnişisahiplenmesi ve Ferhat’a karşıt bir duruş geliştirmesi üzerine bu kez Xakurke-Haftanin çelişkisini yaratmıştır. Örgüt içerisinde Haftanin-Xakurke çelişkisi bilinçli olarak bu kişi tarafından geliştirilmiştir. İlk başlarda bu çelişkiden benim haberim bile yoktu. Ancak sonbaharda gelen grupların aktarımıyla öğrenilmiştir. Bu arada kendisinin Güneylilerle yaptığı görüşmeler çerçevesinde Güneyli güçlerin bir birliği gelip Mêrgeşîş’e yerleşti. Mêrgeşîş bölgesi güçlerimizin hareket sahası olup Kuzey’le bağlantı, gidiş geliş için önemli bir yerdi. Bu yeri bırakmaları için uyarı yapıldı. Uyarıyı dikkate almadıkları için 32 kişilik bu peşmerge birliği güçlerimiz tarafından silahsızlandırılmıştı. Bu unsur bu olayı da kendisine karşı yapılmış gibi göstererek sorun yaptı ve teşhir faaliyetlerini daha da arttırdı. Esas itibariyle çelişkisi Haftanin’le veya benimle değil, Önderlik ve Önderlik çizgisiyle ilgiliydi. Sonradan Haftanin ile geliştirdiği çelişkinin göstermelik olduğu, aslında Önderlik çizgisine bir karşıtlık pozisyonunda bulunduğu, hatta kendisini adeta ikinci bir Önderlik gibi dayatmak istediği açığa çıkmıştır.
Önderlik benimle yaptığı bir telsiz konuşmasında bu kişinin bizler hakkında söylediklerinin gerçeği yansıtmadığı, kendisinin ve bizim pratiğimizin her şeyi açığa çıkardığı yönünde değerlendirmeler yaptı. Hakikaten de herkesin pratiği onun aynası olup, gerçeğini açığa vuran en iyi imtihan sahasıdır. Bu dönemde de bu gerçek çarpıcı bir biçimde pratiğe yansımıştır. Anlaşıldığı üzere Zelê süreci örgüt üzerinde çok boyutlu tahribatları geliştirmiştir. Güçleri birbirine kırdırtma, örgüt çizgisi ile bütünleştirmeme, çeşitli biçimlerde dejenere ederek içini boşaltma gibi yaklaşımlarla gücü hazırlamamanın süreç üzerinde birçok olumsuz etkisi olmuştur. Hem bir tasfiye çizgisi olarak örgütü bozmaya, hem de oradaki gerillaları örgütten uzaklaştırmaya çalışmıştır. Önderliğin geliştirdiği müdahalelerle güçler zor bela Zelê’den çıkarılıp diğer alanlara düzenlenmiştir. Ama Zelê güçlerinin iyi hazırlanamamasından kaynaklı gelişen yıpratıcı durumun sonuçları pratiğe oldukça yıkıcı yansımıştır. Özellikle “Haftanin’den gelmişler” diye değerli bazı arkadaşların haksız yere sorgulamalara tabi tutulması yoldaşlığı zedeleyen sonuçlara yol açmıştır. Savaşta kahramanlığıyla kendini ispatlayan Şehit Ahmet Rapo ve Önderliğe yönelik gerçekleştirilen uluslararası komployu protesto etmek amacıyla Moskova’da bedenini ateşe veren Şehit Tayhan arkadaşların o zaman soruşturma süreci ve ağır koşullarda tutulması gibi birçok olumsuz pratikler yaşanmıştır. Önderliğin geliştirdiği müdahale ve aldığı tedbirler vasıtasıyla daha fazla tahribat yaratmasına engel olundu. Aynı dönemde Zelê’de yapılan kadın kongresi de Ferhat tasfiyeciliğinin vardığı boyutları göstermesi açısından önemlidir. Önderlik, bu kongreyi kabul etmemişti.
Çünkü Önderlik çizgisiyle çelişen bir kongreydi. Ferhat’ın bu kongre ile hedeflediği tümüyle kendi anlayışına uygun tarzda bir kadın yapısını şekillendirmekti. Hatta Zelê’de şekillendirilen bazı tipler daha sonra örgütün başına bela olmuş ve örgütle hiçbir zaman bütünleşmemişlerdir. Bazıları da Ferhat’a karşıtmış gibi görünse de özünde ortak noktaları daha fazlaydı. Ortak noktaları ise örgüt karşıtlığıydı. Daha sonraki pratiklerinin de gösterdiği gibi örgütle bütünleşmediler. Bunun en çarpıcı örnekleri Sewra ve Peyman’dır. Bu iki tip bütün çabalara ve verilen değere rağmen örgütle bütünleşmediler. Önderliğin bütün düzeltici ve rol verme çabalarına karşın bunlar örgüt çizgisinde yürümemede ısrarlı davrandılar. Çünkü enjekte edilen zehrin düşünce ve duygu üzerinde yarattığı tahribat örgüt karşıtlığı temelinde derin olmuştur. Bu dönemde Zelê tasfiyeciliğinin uğraştırıcı pratiği ve Zeki unsurunun Amed’de özellikle 1993 ortalarından sonraki süreçte arkadan hançerleyen, geriye çektiren durumuna karşın, gerilla temposundaki yükseliş devam etmiştir. Gerilladaki yükseliş örgüt sistemine de yansımış, daha derli toplu örgütsel bir sistem gelişmeye başlamıştır. Botan’da hareketli tabur kurulmuş, birçok eyalette bölük ve tabur sistemi geliştirilmiştir. Aynı zamanda kadın gücü de başta takım, daha sonra ordulaşma kararıyla birlikte bölük sistemine geçmişti. Özcesi, 1993 yılının sonbaharında Zelê’deki kadın kongresi Önderlik tarafından reddedilmiş, Zelê yönetimi soruşturmaya tabi tutulmuş, bu arkadaşlardan bir kısmı Botan’a gönderilerek soruşturmaları orada devam etmiştir. Aynı zamanda Zelê’deki kongrenin başarısız olması nedeniyle savaşsahasında kadın örgütlenmesine ağırlık verilmesi ve Önderliğin verdiği perspektif ile Botan’da savaş içerisinde kadın ordulaşmasının çalışmaları başlamıştır. Kadın özgürlük çizgisine yaklaşım Önderliğin toplum içerisinde bilincine vardığı ilk çelişki cinsler arası çelişki ve eşitliksizliktir.
Çünkü çok küçük yaşlarda bu çelişkiyi yakalamış ve giderek gelişen düşüncesinin ana ekseni konumuna getirmiştir. Hareketin gelişim sürecinde kadına önemli bir yer verme tutumu ön plandadır. Yine Önderliğin Fatma ile yürüttüğü mücadeleden çıkardığı dersler kadın hareketinin gelişimi ve kadın çizgisinin somutlaşmasına kadar gitmiştir. Önderlik kadın özgürlüğü konusunda tarihsel, toplumsal yeni bir bakış açısı geliştirmiştir. Bugün kadın aleyhinde ortaya çıkan adaletsiz statüyü ortadan kaldırmak gerektiğini ısrarla belirtmiş ve bunun için kadın özgücüne dayalı, kadın gücünü açığa çıkaran ve kadını iradi bir güç haline getiren örgütsel bir oluşumun aciliyet arz ettiği tespitini yapmıştır. İnsanlığın toplumsal özü kendine yabancı bir düzeye getirilmiştir. İnsanlığı, toplumsallığı ve değer yargılarıyla bütünleştirmek isteyen iddialı bir hareket önce erkek egemenlikli zihniyet tarafından kadının içine düşürüldüğü köleliği parçalamakla işe başlamalıdır. Çünkü doğal toplum gerçekliği ve özlü değerleri kadının düşürülüşüyle kaybedilmiştir. Kaybedileni kaybedilen yerde aramak pekala bir başlangıç olabilecektir. Bu anlamda kadın-erkek arasındaki eşitsizliğe yol açan erkek egemenlikli zihniyet ve yaklaşımı aşmak gerektiği tespitinden hareketle, Önderliğin kadın çizgisini kapsamlı bir biçimde ele alma süreci adım adım gelişmiştir. Önderlik öğretisinde bugün teorisi sistemleşen, kapsamı genişleyen kadın özgürlük projesi 1988–89–90 süreçlerinde somutluk kazanmıştır. Sosyalizm, parti-iktidar gibi olgular üzerinde çözümlemeler geliştirilmiş, özellikle kadın özgürlüğü üzerinde daha ayırt edici çizgiler açığa çıkarılmıştır.
Mesela 1989 yılında kadın sorunu ve özgürlüğü çelişkisini çözüme kavuşturma kabilinden pratik bazı düzenlemeler gündeme girmişti. O dönemde askeri sahada kadının ayrı takımlar oluşturma perspektifi vardı. Hatta o zaman Önderlik sahasından savaş sahasına giden bazı bayan arkadaşlara böyle bir rol de biçilmişti. Takım oluşturma, takım halinde hareket etme, iradeli, kendi kendini yöneten ve yürüten bir güç olma perspektifi verilmişti. Fakat Dörtlü çete anlayışı tüm örgüt yapısında olduğu gibi, kadın iradesi üzerinde de büyük tahribatlar yaratmıştır. Erkek egemenlikli feodal zihniyetin baskı ve iradesizleştirme tavrına maruz kalması, kadının örgüt içerisinde erkenden bir güç olmasını engellemiştir. Bunda geri toplumsal zihniyetin şekillendirdiği erkeğin çarpık bir kişiliğe bürünmesinin payı büyüktür. Erkeğin bütün geri zihniyet ve yaklaşımlarına rağmen kadın, savaş sahasında gösterdiği pratik ve tutarlılıkla kendini ispatlamıştır. Özellikle ilk gerillalaşma sürecinde Besê, Havva, Sultan, Çiçek, Saadet ve Azime gibi arkadaşlar başta olmak üzere yüzlerce kadın militan, savaş sahasında gösterdikleri direnişle küllerinden yeniden doğan kadının destansı mücadelesini başlatmışlardır. Belleklerde anısı halen taze olan Berivan arkadaşın tanrıça edasıyla geliştirdiği pratikle şehadete ulaşması kadın özgürlük çizgisini tüm topluma taşırmıştır. Özellikle 1989–90 süreçlerinde yoğunlaşan kadın faaliyetleri ve bunun halkımıza ve kamuoyuna yansımasıyla beraber gerçekleşen direnişler kadın katılımında büyük bir patlama yaptırtmıştır. Bu eksende 1990’dan başlamak üzere 1991–92 yıllarında kadınlar gerillaya yoğun katılım yapmaya başlamışlardır.
Kadın katılımında yoğunluk yaşanmasına rağmen erkeğin geri, egemenlikli yaklaşımı bu potansiyelin doğru değerlendirilmemesine yol açmıştır. Kuzey sahasında kadının önünde tıkaç rolünü Zeki oynamıştır. Zeki’de somutlaşan bu anlayış çok tehlikeli sonuçlar doğurduğu kadar, örgütün çizgisini de sapmaya uğratmıştır. Geri erkek anlayışının yarattığı egemenlikli bakış açısı kadının enerji ve potansiyelini örgüte akıtmayı engellemiştir. Bu anlayışa esas olarak zaaflı erkek anlayışı demek daha doğru olacaktır. Zeki şahsında ortaya çıkan yaklaşım, egemenlikli ve zaaflı duruşun iç içe geçerek ucube bir anlayışı doğurmasıdır. Bu anlayışın somut olarak yansıma bulduğu yaklaşım, “kadın askeri sahada yapamaz, siyaset yapabilir, örgütsel çalışmalarda yer alabilir, ama gerilla olamaz” eksenindedir. Ona göre askeri çalışmalar “heybet” gerektiren özelliklerle yüklüydü. Kadında ise “heybet”li bir duruş ve davranış bulunmuyordu vb teoriler oluşturmuştu. Aslında geliştirdiği bu vb teoriler zaaflı durumunu kamufle etmeye yönelikti. Zeki öylesine ileri gitmişti ki, bu bakış açısını cihaz tartışmalarına da yansıtmaktan çekinmiyordu. Gizli değil, zaman zaman propagandasını yaptığı için diğer eyaletlerin kadın anlayışı üzerinde de etki yaratmıştı. Telsiz tartışmalarında bu anlayışın doğru olmadığına dair belirtilen görüşler de vardı. O süreçte bulunduğumuz alanda bu tür görüşlere karşı tavırlar geliştirilmişti. 1992–93 yıllarında Zeki, ordu içerisinde böyle bir kadın çizgisi geliştirmeye çalışmıştır. Bu anlayışın bir sonucu olarak Kuzey’den katılım yapan bayan yapısının önemli kısmını “örgütsel çalışma yürütme” adı altında İzmir vb yerlere göndererek ordudan uzaklaştırmış ve gönderdiği bayanların çoğu kısa zamanda yakalanmışlardır.
Bu arkadaşlardan hareketten kopmayanların birçoğu yeni yeni cezaevlerinden çıkmaktadırlar. Garzan eyaletinde de aynı yaklaşım izlenmişti. Daha doğrusu Zeki’in ektiği anlayıştüm Kuzey sahası dediğimizAmed, Garzan, Erzurum ve Dersim eyaletlerinde yayılmıştı veya en azından etkisi olmuştu. Bu anlayış geliştirilmeseydi, kadının daha kalabalık gruplar halinde gerillaya katılım sağlaması kaçınılmazdı. Bu nedenle Kuzey eyaletleri bu anlayışın etkisiyle kadınları saflara almamışlardı. Kadın katılımları bu yüzden genelde Güney sahalarına yapılmaktaydı. Botan, Zağros ve Güney sahasında kadın katılımları gerçekleşiyordu. 1992 Güney savaşına kadar varlığını sürdüren Xakurke karargahı da kadın katılımına karşı çıkmıyordu ama bir savaş gücü olarak ele almaktan çok, kadına geri cephede tutulması gereken bir güç gibi bakma durumu vardı. Kaynağını klasik erkek egemenlikli anlayıştan alan, kadını bir savaş gücü olarak görmeyen bu anlayış 1993 yılında da devam etmiştir. 1993 yılında birçok bayan arkadaş gerillaya katılım sağlamak üzere Amed’e, Garzan’a gitmiş, geri çevrilince tekrardan gelip Botan’da veya Güney alanlarında saflara katılmışlardır. Tabii birçoğunun vazgeçip geri gittiği de bir gerçektir. Bundan dolayı 1993 yılına gelindiğinde kadın gerilla yapısı daha çok Botan ve Zağros’ta bulunmaktaydı. Zaten 1993’ün sonuna doğru Botan ve Zağros eyaletleri birleştirilmiş, Güney sahası adı altında tek bir karargah olarak örgütlendirilmişti. Bu dönemde diğer eyaletlerde kadın gücü ya yoktu, ya da bir grup şeklinde az sayıda bayan arkadaş bulunmaktaydı. Aynı dönemde Botan-Behdinan sahasında 1300 civarında kadın gerilla gücü bulunmaktaydı. Önderliğin daha 1989’da verdiği perspektiften hareketle Haftanin’de 1992 yılında ilk defa bağımsız kadın takımı oluşturuldu.
Daha sonraki dönemde Garzan’da şehit düşen Dilan Derik arkadaş bu takıma komuta ediyordu. 1992 Güney savaşında Haftanin’e yapılan ilk saldırıyı bu bayan takımı karşıladı. Güneyli güçler ilk saldırıyı bayan takımının bulunduğu Borselê boğazına dönük gerçekleştirmişlerdi. Aynı anda başka yerlere de saldırı yapmışlardı, fakat buralarda bulunan arkadaşlar çatışmaya girmeyerek geri çekilmişlerdi. Ama Borselê boğazında bulunan bayan takımı geri çekilmeden önce çatışmaya girmişti. Haftanin cephesinde 1992 Güney savaşının ilk şehidi olan Çiğdem arkadaş bu çatışmada şehit düştü. Bu dönemden sonra Haftanin ve Botan’da bayan takım örgütlenmesi giderek geliştirilmişti. Aslında bu bir denemeydi. Kadın gücünün Güney savaşında gösterdiği bu kararlılık ve cesaret bizlerde savaşta kadına karşı güvenmeyi ve örgütlenmesine önem vermeyi daha da güçlendirmiştir. Kendim için bu deneyimin önemli sonuçlar ortaya çıkardığını söylemek mümkündür. Öncesinde Xakurke’de de ayrı bir kadın oluşumu gelişmişti. Fakat bu alanda küçümseme tarzı hakimdi. “Kızıl ordu” vb isimler takılarak, küçümseyici tutumlarla bir savaş gücü olmaktan çok, geri cephede tutulması gereken bir güç olarak değerlendiriliyordu. Buna rağmen kadın gücünün Güney savaşında en çok direnen bir güç olduğu pratikte kanıtlanmıştır. Bu direnişin zirveleşen ismi olarak şehit Beritan (Gülnaz Karataş) arkadaş, alan yönetimindeki geri anlayışlara rağmen kadın direnişinin sembolü olmayı başarmıştır. Beritan arkadaşın direnişteki tutumu bu yönüyle de çok anlamlıdır. Teslimiyete ve geri anlayışlara karşı direnişi temsil ederek sembolleşmiştir.
Xakurke yönetimindeki bu küçümseme anlayışının olduğu gibi Zelê’ye taşınması temelinde bilinen kadın kongresi gerçekleşti. Uzun bir dönem örgütü çok uğraştıran, tasfiye etmeye yeltenen “sosyal reform” ilk olarak Zelê sürecinde gündemleştirilmişti. Kadın hareketine yaklaşım konusunda 1993 yılına kadar pratikte üç ayrı yaklaşım açığa çıktı. En tehlikeli anlayış Zeki’in geliştirdiği “kadın orduda olamaz, ordudan çıkarılmalı” yaklaşımıdır. Hatta bu görüşünü cihazdan okuma yoluyla otuz sayfalık bir raporla Zelê’de gerçekleşen kadın kongresine de sunmuştu. Tabii kadın kongresi Zeki’in bu düşüncelerini kabul etmedi ama ciddi bir çözümlemesini de yapmadı. Çünkü Zelê’de gerçekleşen kongrenin de kendisine göre oluşturduğu bir çizgisi vardı. Bu kongre, kadını ordudan çıkarmaya gerek yok, geri cephelerde kalabilir gibi sosyal reform türünden bazı evlilik kurallarını geliştirme tutumunu öne çıkarmıştı. Bu vb anlayışlarla bir nevi erkek egemenlikli zihniyet ve geleneksel klasik kadında ısrar etmenin teorisi oluşturulmuştu. Bu iki anlayışın yanında bir de Botan-Behdinan’da gelişen bir anlayış vardı. Botan-Behdinan’da gelişen anlayış, kadını erkekleştirme anlayışıdır. “Kadın orduda kalabilir, hatta en keskin yerlerde yer alabilir. Erkekten geri kalan yönü yoktur, kadın da erkek gibidir, erkeğin yaptığını kadın da yapabilir” tutumu kadını erkeğe benzetme anlayışı biçiminde şekillenmiştir. Bilindiği üzere ordu, iktidarın en büyük aracı durumundadır. Çünkü erkek, orduya dayanarak iktidar aracını ele geçirmiş ve kadını düşürmüştür.
Dolayısıyla kadın da ordunun her cephe ve kadamesinde yer alarak güç olmalı ve içine düşürüldüğü cendereden çıkmalı yönündeki değerlendirmelerle kadının askerleşmesi savunulmuştur. Ama ideolojik temelini oluşturmadan, kadın cinsinin özgünlüğü ve duygusal zeka gerçeğini göz önünde bulundurmadan, özgürlükçü özünü derinleştirmeden geliştirilmek istenilen bir askerleşmedir. Botan-Behdinan’ın bu anlayışı daha sonra “erkek karikatürü” anlayışı olarak Önderlik tarafından değerlendirilmiş ve çözümlemeye tabi tutulmuştur. Kuşkusuz ki, bu çizgi de Önderliğin çizgisi değildir. Önderliğin çizgisi, kadın cinsinin yeteneklerini açığa çıkarmak, eşit, özgür bir bakış açısı ile kadını bu temelde iradeleştirmektir. Kadın cinsi olarak iradeleştirme, komutanlaştırma istemi belirgindir. Önderliğin kadın özgürlük çizgisi budur. Botan-Behdinan’da erkek karikatürü yaklaşımı gelişmiş olsa da, dışlanmaması kadının savaş sahası içerisinde hem de en ön saflarda yer almasına yol açmıştır. Bütün birliklere düzenlenerek, savaşın bütün sahalarında yer almıştır.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER