BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (58.BÖLÜM)
TAKTİKTE TIKANMA SÜRECİNİN GELİŞMESİ
Ambargoya Karşı Doğal Kaynaklara Yönelme;
Bu yıllarda Botan alanı halktan arındırılmıştı. Gerilla için ciddi erzak sorunu vardı ve kolay kolay çözülmeyeceğe benziyordu. Birçok alternatif üzerinde yoğunlaşıldı. Mesela şeker İran’dan getiriliyordu. Ama ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktı. Bunun üzerine bazı teoriler geliştirildi. Dünya tarihinde yaşanan büyük savaş seferlerinde erzak sorunu nasıl çözülmüş diye çeşitli araştırmalar yaptık. Yine kervancılar tarihi incelendi. Ulaşılan sonuç; çağın koşulları ve ihtiyaçları farklı olsa bile, eski dönemlerde kervancıların örgütlenmesine benzer bir örgütlenme oluşturma üzerinde karar kılındı. Beş-altı günlük mesafelerden kervanlarla Botan’a erzak getirilecekti. Bilindiği üzere Persler döneminde yarısı Medlerden, yarısı Perslerden oluşan 20.000 kişilik ölümsüzler ordusunun tüm erzakı her gün düzenli olarak İran’dan gönderiliyormuş. Perslerin ölümsüzler kuvvetleri çıktıkları seferlerde, başka yerin yemeklerini yemezlermiş. Bu ordunun yemeği gittiği her yerde arkasından gönderiliyormuş. Tam olarak böyle olmasa bile tarihte bu tür örneklerin yaşandığı anlaşılıyor. Yani çok uzak yerlerden kervanlarla erzak taşındığı kesindir. O zaman neden şimdi aynı biçimde kervan örgütlemeyelim, diye üzerinde yoğunlaştık. Bu temelde kervanların oluşturulmasına ağırlık verildi. Görevlendirmeler yapıldıktan sonra bu kez kervanları oluşturmak için hayvan bulma sıkıntısı yaşanmaya başlandı. Tüm Botan alanında her tarafa bakıldı. Alan boşaltıldığı ve az sayıda çete köyü kaldığı için yük hayvanı, özellikle katır bulmak oldukça zordu. Çünkü eyalet sınırları içerisinde fazla yoktu.
Güney Kürdistan’da araştırma yürütüldü ve ihtiyacı karşılayacak sayı bulunamadı. Sadece Siirt-Eruh hattındaki ovada bulunan Mişare ovasında yurtsever ailelerin bazı katırları vardı. Ama Türk devleti dünyada yeniden bir ilke imza atarak, katırlara plaka takmıştı. Plaka denilen kızgın demirle yapılan dağlamayla katırlara numaralar vurulmuştu. Bu katırlar bir yerde yakalansa ya da görülse kimin üzerine kayıtlı olduğu bilinecekti ve sahibine yaşam haram edilecekti. Köylüler de bu korkudan dolayı, hem katırlarını kimseye vermiyorlardı, hem de dört katı para bile versen satmaya yanaşmıyorlardı. Türk devleti bir ara yerleşim yerleri ve yaylalara at ve katır operasyonu çıkarmıştı. Köylüler yaz aylarında güçlenmeleri için at ve tayları yaylalara bırakıyorlardı. Bazen gerilla güçleri yaylalara bırakılmış bu atları yakalayıp, birkaç sefer erzak taşıyabiliyordu. Türk ordusu gerillanın atları erzak taşımada kullanmaması için yaylalarda bir operasyon çıkardı. Faraşin’e yakın bir yer olan Serhesın yakınlarında bir gün, Bolu komando tugayı operasyona çıktı. Gerillaya yöneliktir diye hemen tedbirler aldık. Güçlerimizin bulunduğu alana girselerdi çatışma çıkardı, vurulurlardı. Çünkü iyi tedbirler alınmıştı.
O esnada düşman cihazlarını da dinliyorduk. Bir ara, “yerlerini tespit ettik” diye operasyon koordinesine bir tekmil verildi. Bunun üzerine güçlerin mevzilendiği yer tekrar gözden geçirildi ama gerillanın yerini tespit etmeleri pek mümkün görünmüyordu. Telsizde yoğun bir görüşme trafiği vardı. Ayrı noktalardan tekmiller veriliyordu. Bir kol, “önlerini kestik, üç tane vurduk” diye tekmil verirken, diğer kol, “benden çıktılar, sana doğru geliyorlar” diye başka bir kolu harekete geçiriyordu. Üç, beş derken, on ayrı operasyon kolundan ayrı ayrı tekmiller veriliyordu. İlk başta ne olduğunu çok merak ettik, bizden habersiz başka bir gücümüzün oraya gelmiş olabileceğini düşündük. Büyük bir heyecanla cihazları dinleyerek, dürbünlerle izleyerek anlamaya çalıştık. Bir süre sonra at ve taylara karşı operasyon yaptıklarını anladık. Meğer at ve taylara birçok noktada pusu kurarak vuruyorlarmış. Anladık ki Bolu tugayının atlara karşı özel bir operasyonuymuş. Faraşin o zaman boşaltılmıştı. Faraşin köylülerinden bazıları koruculuğu kabul etmesine rağmen sürekli devlet baskılarına maruz kalıyorlardı. Korucu olmuşlardı, ama gidip devlete tekmil veremiyorlardı. Tekmillerini telsizle veriyorlardı. Karakol komutanları cihazdan sürekli onları yanına çağırıyordu ama korucular korktukları için gitmiyorlardı. Çok ilginç bir durum ortaya çıkmıştı; hem devletin silahını taşıyorlardı, hem de korktukları için devletin, askerin yanına gidemiyorlardı. Sonunda devletten kaçarak, Van’a gittiler. Özü yurtsever olan bir çevreydi. Bazıları aracılığıyla da silahlarını devlete gönderdiler. Devlet ise tüm Faraşin köylerini yakarak, öç alma peşindeydi. Bunun için Bolu tugayı, atlarına karşı operasyon düzenlemişti.
Türk devleti katır ve atlara karşı yoğun tedbir alınca, kervan oluşturmada zorluk çekiliyordu. Bu sefer katırlar İran’dan satın alınmaya başlandı. Ama orada ihtiyacı karşılayacak kadar katır bulunamadı. Garzan’dan katır ihtiyacının temin edilebileceği yönünde haber alınınca, katırları satın almak için iki takım görevlendirildi. Katırlar çete köylerinden satın alınacaktı. Bunun dışında çete bölgelerine iki ayrı koldan gerillalar katır avcılığına çıkarıldı. Tüm çabalara rağmen bir türlü ihtiyacı karşılayacak düzeyde kervan oluşturacak hayvan sayısına ulaşmak mümkün olmuyordu. Boşaltılmış, insansız bölgeye dönüştürülmüş Botan’da binlerce gerillaya erzak temin etmek dünyanın en zor işlerinden biri haline gelmişti. Kervan örgütlemesinde hem zorluklar fazlaydı, hem de sürekli yetersizlikler yaşanıyordu. Bunun için farklı arayışlarımız da vardı. Güçlerimizin açlığı nedeniyle direnişi zayıflatmak kabul edilemezdi. En son ‘kurt-gerilla’ teorisini geliştirdik, “gerilla kurttur, kurt hiçbir koşulda aç kalmaz, bir biçimde kendini doyurur, gerekirse hiç ekmek yemez et yer, ama aç kalmaz” diyerek gücü buna motive etmeye başladık. Bir gün radyodan Çiller’in Van valisini çok övdüğünü ve Kürdistan’daki diğer valilere örnek gösterdiğini dinledim. Şunu söylüyordu, “tüm valiler gitsin baksın, Van valisi ne yapmışsa, onlar da aynısını illerinde yapsınlar”. Biz de biraz araştırmaya başladık.
Çünkü Van valisinin, Çiller’den övgü alabilecek kadar nasıl bir başarı sağladığını merak etmeye başlamıştık. Araştırma sonucunda Van valisinin Ziraat bankasından kredi yoluyla her eve 300 ile 600 arası koyun verdiğini öğrendik. Daha doğrusu devlet korucularla ortaklık kurmuştu. Çünkü tüm köyler boşaltıldığı için, sadece korucu köyleri kalmıştı. Onlar da hem orada kalmayı riskli buluyorlardı, hem de maaşı az görüyorlardı. Korucu maaşı yanında her eve bir sürü verilince, korucu çevreleri için daha çekici gelmiş ve kimse silah bırakıp şehre gitmemişti. Böylece Yezdinan, Alan vb aşiretler kendi aşiret reislerinin öncülüğünde çeteleşerek, alanı tutuyorladı. Ancak koyunlarını otlatmak için de sürekli 25-30 süvari çete güvenlik halinde dolaşıyordu. Deştalan denilen yaylada binlerce koyun bir arada yayılıyordu. Bunun üzerine ‘kurt-gerilla’ teorisini ve sadece et ile beslenme yaklaşımını geliştirmeye başladık. Çünkü çetelerin devletle ortaklaşa koyunları vardı; o koyunları alır, erzak yerine kullanırız, dedik ve öyle yapmaya başladık. Tansu Çiller’in radyo konuşmasıyla daha fazla dikkati üzerine çeken koyun meselesi giderek Botan güçlerinin temel ve tek beslenme maddesi haline geldi. Zaten başka bir çözüm bulmak da çok zordu. Çünkü binlerce gerillayı çok uzaklardan getirilen erzaklarla doyurmak başlı başına sorundu. Ama koyunların kendi ayakları vardı, istenilen yere kendileri gidebiliyordu.Arkadaşlar buna “ayaklı erzak” demeye başlamıştı.
Dolayısıyla kervanla erzak çekme ihtiyacı da biraz hafiflemiş oldu. Biz Şırnak’a Urmiye’den şeker getiriyorduk. Ama un ve diğer tüm ihtiyaçları getirmek çok zordu. Un yerine herkesin et yemesini sağlamaya çalışarak, Türk devletinin bu politikasını boşa çıkardık. Güçleri ete alıştırmak biraz zor oldu. İnsan bünyesi ete erken alışamıyor, sürekli et yenildiğinde, ilk bir ay boyunca mide zehirlenmesi yaşanıyor. Bünye bir aydan sonra yavaş yavaş alışmaya başlıyor. Gerillanın etten başka erzakı yoktu. El konulan korucu koyunlarından elde edilen sütten peynir yapılıyordu. Yani et ve peynir gerillanın temel ve tek erzakıydı. Zozanlarda bulunan güçlerin ot avantajı vardı, pişirdikleri ete biraz ot katarak, farklı bir tat elde edebiliyorlardı. Çünkü sadece günde üç öğün et yemek protein zehirlenmesine yol açabiliyordu. Yenilebilir otlar kısa sürede kurumaya başlayınca zozanlarda “Sinan otu” diye bir çeşit ot vardı, sıra bu otu etle pişirmeye geliyordu. Sinan otunun tadı yoktu, ama ilginç bir hikayesi vardı. Bu ot karların eridiği yerde bitiyordu. Zozanlarda da kar sorunu hiç yoktu. Yaz boyu kar vardı ve bir yerlerden sürekli eriyordu. Karın eridiği yerlerde çıkan ota Sinan’ın otu diyorduk. Bu ot toplanıp etle pişiriliyordu. Aslında bu otta pek bir tat yoktu, fakat yoklukta iyiydi. 1991’den önceki yıllarda bir dönem aç kalma durumları yaşanmış, bunun üzerine arkadaşlar da yiyeceğini doğadan temin etmeye çalışmışlardı.
Fakat sonbahar olduğu için zozanlarda herhangi bir şey bulanamıyor. Bu tür işlerde Sarı Sinan arkadaş biraz yetenekli olduğu için karın eridiği yerlerde biten otu toplayıp getiriyor, arkadaşlar da yiyorlar ve birkaç gün mecburen böyle geçiniyorlar. Bu şekilde o otun ismi de “Sinan’ın otu” oluyor. Normalde halk bu otu yemediği için ismi de pek bilinmiyor. Bu nedenle bizdeki ismi ‘Sinan’ın otu’ydu. Ayrıca değişiklik olsun diye bazen güçler Masiro suyunun üzerine gidip konumlanıyordu. Masiro suyunun balıkları boldur. Masiro “balıklı su” anlamına gelmektedir. Güçler bazen Masiro yakınlarına gidip ihtiyaçları kadar balık avladıktan sonra tekrar yerlerine dönüyorlardı. Koyun dışında erzak olmadığı için sürüler halinde birçok yerde hayvan besleniyordu. Bestler’de, Kato’da, zozanların değişik yerlerinde sürüler halinde hayvan besleniyordu. Her bir sürü 1000–2000 hayvandan oluşuyordu. Sağılabilecek hayvanlar sağılıyor, süt ve peynir elde ediliyordu. Yapılan peynir kış için kaldırılıyordu. Yine kış için her bir bölük için yüzlerce hayvan kesilip kavurma yapılıyordu. Bağ ve bahçenin olduğu yerlerde kuru üzüm ve ceviz toplanıyordu. Bütün bunlar kış erzakı olarak tonlarca depolanarak kışa hazırlık yapıldı.
Çünkü Botan’da gerillanın erzakı bunlardan oluşuyordu ve bunlara dayanarak yaşamak zorundaydı. Binlerce koyundan oluşan sürüler, arazide besleniyor ve gerillalar tarafından korunuyordu. Tabii ki eğer Türk ordusu istediği zaman gelip alabilseydi, koyunları beslemek mümkün olmazdı. Doğal olarak koyun beslemek olamazdı. Fakat gerilla, araziye dayalı taktiği uyguladığı için arazi gerillanın denetimine geçmişti. O zaman Türk ordusu da bunları biliyordu. Bazen kobralarla gelip sürüleri vurmak istiyordu ama fazla etkili olamıyordu. Karadan ise gelme gücü yoktu. Botan gibi bir yerde Katoya Jirka’ya ya da Bestler’e operasyon yapabilmesi için en az 50 000 asker toplaması gerekiyordu. Bu da her an olacak bir şey değildi. Kaldı ki toplayıp operasyon yaptığında da çok etkili sonuç alamıyordu. Bir tür denge vardı; kırsal alan gerillanın denetiminde bulunuyordu. Onun için gerilla arazide hem ekin, bostan ekiyor, hem de koyun besliyordu. Bu biçimde kendi öz gücü ve emeğiyle doğal yaşam olanaklarını yaratarak, lojistik sorunlarını önemli oranda çözmüş bulunuyordu. Tabii Gabar gibi yerlerde bu yiyeceklere badem, zeytin vb yiyecekler eklenek, çeşitler daha da zenginleşebiliyordu. Fakat bütün bunlara rağmen günlerce, aylarca aç kalma gibi durumlar da yaşanıyordu. Benim bildiğim, açlıktan şehit düşen herhangi bir arkadaş olmadı. Fakat Kuzey eyaletlerinde bir arkadaşın açlıktan şehit düştüğü söyleniyordu. Sanırım sadece açlıktan değil, hastalıkla birlikte açlık şehadete yol açmıştı. Fakat açlıktan dolayı zehirli mantar yiyip, şehit düşen bir arkadaşın olduğunu biliyorum. Yani erzak yetersizliği ciddi sorunlar yaratıyordu, fakat aşılamayacak bir sorun da değildi.
MURAT KARAYILAN (CEMAL HEVAL)
YORUM GÖNDER