BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(12.BÖLÜM)
KÜRT TOPLUMSAL ŞEKİLLENMESİ VE SAVAŞ GERÇEKLİĞİ
20. Yüzyıl Kürt İsyanlarının Karakteri;
Kürdistan’ın en büyük parçası olan Kuzey’de Kürtler, yeni kurulan cumhuriyetin asli kurucu öğelerinden olmasına rağmen bu statü Kürtlere tanınmamış, görmezden gelinmiştir. Her ne kadar milli mecliste yerel kıyafetleri ve kendi dilleriyle kabul görmüş olsalar da, esasında kurtuluş savaşında gösterdikleri direnişin tam karşılığını almazlar. Mustafa Kemal’in Kürtler için düşündüğü muhtariyet veya bugünkü anlamıyla özerklik bir türlü yasal ve anayasal güvenceye kavuşturulmaz. 1921 anayasası herkesin içinde yer alabileceği bir içeriği ihtiva etmektedir. Ancak Lozan antlaşması ardından hazırlanan 1924 anayasası salt Türklüğe dayandırılan ve Kürt haklarını yok sayan bir çerçeveyi esas almaktadır. Yasal ve anayasal düzeyde inkarla birlikte şiddetli baskıların geliştirilmesiyle Kürtler yeniden isyan süreçlerine girmek durumunda kalırlar. 19. yüzyıl ayaklanmalarının başarısızlığı, Hamidiye alaylarının yıpratıcı özelliği ve direngen dinamiklerin farklı taktiklerle çürütülmesi zayıf ve çağı okuyamayan öncülüklerle birleşince yeni dönem ayaklanmaları da cılız olmuştur. Özellikle geçmişte yıpranan ve gözden düşen mirler yerine toplumda siyasal öncülüğe soyunan şeyh ve seyitlerin öncülükteki yetersizlikleri bu isyanların ulusal bir düzeyde gelişmesini engellemiştir. Bu temelde cumhuriyet sonrası gelişen ilk Kürt isyanı olan Şeyh Sait ayaklanması önemli bir dönemeci ve kırılma noktasını teşkil etmektedir.
Şeyh Sait Ayaklanması Kürt halkının ve egemen yapıların tepkisini yansıtması açısından önemlidir. Ayaklanma, aşiretsel, ulusal ve dinsel faktörlerin iç içe girişinin tipik bir örneğidir. Cumhuriyet öncesinde fırsatları olmasına rağmen herhangi bir bağımsızlıkçı girişim etrafında birleşme eğilimi göstermeyen aşiretlerin, bu isyanda birçoğunun birleşerek başkaldırmaları etnik bir tepkidir. Fakat merkezi yönetimle çatışan Kürt ileri gelenleri, halka ne somut bir proje sunabilmiş ne de ulaşabileceği hedefleri doğru saptayabilmiştir. 1919–1923 yılları arasında bağımsız Kürdistan kurma eğilimleri olsa da fazla girişimci ve etkili olunmamıştır. 1925 isyanı ise gittikçe güçten düşen Kürt üst sınıflarının güçlenen cumhuriyet karşısında ağırlıklı olarak inkara karşı tepkisel duruşunu ifade eder. İsyanın kitlesel olduğu merkezi alanlar dışında kalan yerleşik aşiretsel ilişkiler ve devlet-aşiret ilişkileri isyana katılımı da belirlemiştir. İsyana katılımı belirleyen temel unsur bu grupların çıkarlarının bozulması, aşiretler arası rekabet ve çatışma durumudur. Aşiret üyeleri birçok yerde reislerini ve toplumda dini öncü olarak bilinenleri izliyorlardı, buna göre tavır belirliyorlardı. Birçok Kürt isyanında en belirgin özellik olarak karşımıza çıkan bu durum, bu isyanda daha fazla kendisini göstermiştir. Devlet güçleriyle hareket etmekten çekinmeyen birçok aşiretin saf değiştirmesi ancak bununla açıklanabilir.
20. yüzyılda Kuzey Kürdistan’da gelişen bu isyanın şeyh önderlikli olması aşiretsel çatışma ve rekabeti azaltarak bir nevi birleştirici bir rol oynamışsa da tam anlamıyla ulusal bir motifin örülmesi başarılamamıştır. Kürdistan’da alevi aşiretler, Şeyh Sait isyanına mezhepsel ve Halit Cibranlı’nın Hamidiye alaylarında albay olması gibi nedenlerle kaygılı yaklaşmış ve katılım göstermemişlerdir. Kürdistan’ın farklı bölgelerinde yaşayan aşiretler de yeni kurulan Türk devletiyle çıkarlarının bozulmaması için bu isyana katılmamışlardır. Bu gibi nedenlerle, yürütülen bazı çabalara rağmen isyan ulusal bir çerçeveye kavuşamamış ve bölgesel düzeyle sınırlı kalmıştır. İsyanın yanlış bir anlaşılma sonucu erken başlamış olması da bunda rol oynamıştır. Aslında gerçekten yanlış bir anlaşılma mı yaşandı, yoksa bilinçli bir provokatif tutum mu devreye girdi konusu halen araştırılmaya muhtaç bir konudur. Kürt toplumunun öncülüğüne soyunan egemenlerdeki işbirlikçi ve dengeci mantığın sonucu olarak bir kısım aşiretler tarafsız kalmış, bir kısmı da ihanet ederek isyanın bastırılmasında rol oynamıştır. Sonuçta güçlü ulusal motif ve argümanların olmaması, halk özgürlük eğilimini başarıya ulaştıracak taktik zenginlik ve stratejiden yoksunluk bu isyanı da başarısız kılmıştır.
Ulusal değerlerinden uzaklaştırılan ve kendine bağımlı hale getirilen yerel otoritelerin güçlenmesine bile tahammül edemeyen rejim, bu dönem için daha çok güçsüzleştirme ve dağıtma politikasını uygulamıştır. İsyandan sonra aşiretlerden isyana katılan reis ve şeyhlerin bir kısmı idam edilirken birçok aşiret ve ileri gelen aile sürgün edilmiştir. Daha sonra sistematik olarak uygulanacak olan sürgün-iskan politikası, isyan sonucunda tehlikeli görülen aşiret ve ailelere uygulanmıştır. Bu yaklaşım Kürt sorununun giderek daha da karmaşıklaşmasına ve derinleşmesine yol açmıştır. Önderlik bu süreci şöyle ifade etmektedir: “Birinci Dünya Savaşı sırasında elverişli koşullara rağmen tutarlı bir antiemperyalist, demokratik program ve örgüt oluşturmaktan çok uzak bulunan İran’da Simko (İsmail), Irak’ta Mahmut Berzenci ve Türkiye’de Şeyh Sait önderlikleri, Kürt hareketlerinde en başarısız rolün sahipleri olmaktan kurtulamamışlardır. Çoğunlukla emperyalist ajanların basit oyunlarını ilişki sanıp oyunlarına alet olmuşlardır. Onca çabaları ne kendileri ne de halk için bir kazanca dönüştürebilmişlerdir. Miras olarak sadece ailelerini bırakmışlardır. Bu aileler üzerinde kurulan kontrol ise yine halk üzerinde denetim aracı olmaktan öteye bir anlama sahip olmamıştır. Egemenler arası bu tarz yaklaşımlar aslında tüm tarih boyunca bolca uygulanmıştır. Zayıf ve yenilmiş kişilerin bir denetim aracı olarak kullanılmaları yaygın bir politikadır. Kürtlerde bu politika bilinçli olmanın da ötesinde son derece içselleştirilmiş ve alıştırılmış oldukları için gönüllü olarak kendileri tarafından kendilerine karşı uygulanmaktadır.”
Türk devleti, kanlı yöntemlerle Şeyh Sait isyanını bastırdıktan sonra 1926 yılında 12 Dersim aşiret reisinin idam edilmesi Hozat’ta başka bir isyanın başlama temelini atmıştır. Aynı yıl Sason’da bulunan Şeyh Sait isyanına katılmış olup hala isyan halinde bulunan ailelere yönelik geliştirilen askeri hareket başarı sağlayamamıştır. Kürdistan’ın birçok yerinde halen devletle çatışan gruplar dağlarda varlıklarını uzun süre sürdürmüşlerdir. Bu döneme kadar ağırlıklı olarak bastırma, imha ve sürgün politikaları uygulanırken diğer taraftan ise “yatıştırma, kazanma, yumuşatma” politikaları devreye konulmuştur. Dersim aşiretlerine yönelik geliştirilen bu politika denge unsuru olarak ele alınırken, Bektaşi liderlerinin Dersim ziyaretleri de eksilmiyordu. Uygulanan diğer bir politika da aşiretleri birbirine karşı örgütleme politikasıydı. Bu arada bir milyona yakın Kürt sürgüne tabi tutulmuştur. Türk devleti bu isyanları çok kanlı yöntemlerle bastırırken, bir yandan direnebilecek potansiyele nasıl yaklaşacağını göstermiş, diğer yandan isyana katılmayan kesimler üzerinde de uyguladığı korkuyla kendine daha fazla bağlama siyasetini gütmüştür. Takrir-i Sükûn gibi kanunları çok gündemleştirmeden sessizce uygulamış, kimi aşiretlere ve reislerine yerel haklar tanımış ve devlete bağlılığı kanıtlanmış aşiret reislerinin Kürdistan’a dönmesine izin vermiştir. Bir nevi Abdülhamit politikası izlenmiştir.
Şeyh Sait isyanının üzerinden çok geçmeden 1927 yılında Ağrı’daki isyan başlamıştır. Bu isyanı durdurmak ve anlaşmayla sonuçlandırmak için harekete geçen devlet, bölge isyancıları ile görüşmesi için milletvekilleri göndermiştir. Daha önce askeri güç kullanarak bastırılmaya çalışılan isyana karşı başarısız kalınınca, bu sefer uzlaşma yolları aranmıştır. Bu isyana daha çok Hoybun Cemiyeti sahip çıkarak yönlendirmek istemiştir. Ancak merkezi Suriye’de bulunan cemiyetin isyan süreci üzerinde çok fazla etkili olamama durumu vardır. Cemiyetin en etkili katkısı İhsan Nuri Paşa’yı askeri komutan olarak buraya atamasıdır. İhsan Nuri Paşa, Türk devletinin tüm rüşvet ve satın alma girişimlerini reddederek Türk ordusunun Kürdistan’dan çekilmesini şart koşmuştur. İsyanın başında okumuş aydın ve askerlikten anlayan İhsan Nuri Paşa bulunsa da Kürt tarihsel hastalığı olan öngörüsüzlük ve saflıktan kaynaklı bu isyan da başarılı olamamıştır. İç ihanet, İran’a bel bağlama ve taktik yaratıcılık yakalanamadığı için sonuç alınamamıştır. Özellikle bu dönemde İran ilişkisi fazla sonuç vermediği gibi, İhsan Nuri Paşa’nın dostluk kurduğu Ermeniler aracılığıyla Sovyet Rusya ile ilişki arayışları da sonuçsuz kalmıştır. Stalin denetimindeki Sovyet Rusya güçleri görüşme amacıyla İhsan Nuri Paşa’yı bir yere çağırıp komployla teslim alma girişiminde bulunmuşlardır. Fakat İhsan Nuri Paşa kurulan tuzaktan son anda kurtulmayı başarmıştır. Sovyet Rusya’nın Kürt isyanlarını desteklemek bir yana, bastırma politikasını esas aldığı belgelerle ispatlanmıştır.
Askeri açıdan diğer Kürt isyanlarına göre biraz daha ileri olmakla birlikte ciddi bir askeri yetkinlik geliştirilemez. Bazı kollar iç hatlara doğru, Muş’a kadar sarkıtılmasına rağmen kalıcı bir biçimde yerleştirilmek yerine daha çok Ağrı dağından eylem için gidip gelme biçiminde düzenlenmiştir. Dolayısıyla ülkeye yayılmayı hedefleyen kalıcı bir askeri sistem oluşturulamamıştır. Oysa eski bir Osmanlı subayı olan İhsan Nuri Paşa gerilla türü hareketlerle isyanı içe doğru kaydırabilirdi. Bazı çabalara rağmen bunu başaramayan İhsan Nuri Paşa tek kalmıştır. Zilan vadisinde katliam gerçekleştiren Türk ordusu, daha sonra İran ordu güçleriyle birlikte iki taraftan ezme hareketi sonucunda isyanı çok kanlı bir şekilde bastırmıştır. Cesaretli bir asker olan İhsan Nuri Paşa beraberindeki az sayıdaki bir güçle çemberi yararak kurtulmuştur. İsyanın bastırılmasından sonra uygulanan yine sürgün ve göçertmedir.
En son isyan, büyük acılarla hafızalara kazınan Dersim isyanıdır. Türk devleti Dersim halkını bastırmanın planlarını mecliste yapmaktadır. Bastırma hareketinin başarılı olması için provokasyona ihtiyaç duyulur. Dersim hareketi öncesinde mecliste hazırlıklar yapılmıştır. Yöre halkından 200 bin silah istenmektedir. Bu arada Dersim’e tanınan özgün haklar kaldırılmaktadır. Çok bilinçlice yapılan bu tahrik, halkı isyana teşvik etme ve bunu gerekçe yaparak ezme istemidir. Nitekim sonradan geliştirilen sel hareketleri önceden planlanmış olarak ortaya çıkmaktadırlar. Devletin topyekun yönelim hazırlıklarına rağmen birlik sağlanmıyor, birçok aşiret devlet yanlısı ve kimi de tarafsızlık adına yerinde durmaktadır. Çetin bir direniş ardından 1937-38 yılında isyan hafızalardan silinmeyecek birşekilde vahşice bastırılır. Çok kanlı yöntemlerle bastırılan isyanda işbirlikçiliğin ve ihanetin gölgesi eksilmez. Düşünce düzeyinde isyan lideri Seyit Rıza’ya en büyük destekçi ve bir tür danışman olan Alişêr, Reyber’in ihanetiyle katledilir. Daha sonra yaşanan çeşitli ihanetlerle isyan zayıflatılırken, Türk devletinin kapsamlı saldırıları sonucu gerçekleşen katliam ve yakma harekatıyla isyan bastırılır. Burada Kürt halkına karşı yapılan büyük vahşet ve katliamla yetmiş bine yakın Kürdistanlı katledilmiş daha sonra sürgün ile sonuç alınmak istenmiştir. Oldukça kanlı geçen bu süreç, kahramanlıkları kadar ihanetin de belirgin bir biçimde geliştiği bir tarihi kesiti ifade etmektedir. Tarihi değerlendirememe, öngörülü olamama, dünya ile bağ kuramama, içte birlikteliği yaratamama başarısızlığın temel nedenlerindendir. İç ihanet ve sürece cevap olabilecek önderliği yaratamama; büyük çıkışlar yapıldığında da bu büyüklüğe layık disiplini gösterememe başarısızlığın diğer nedenleri arasındadır.
Bu dönem Kürdistan’ın diğer parçalarında gelişen isyanların hemen hemen hepsinin benzer olduğunu söylemek mümkündür. Kürt ayaklanmalarının sonuçsuz kalması ve başarılı olamamalarının nedeni, doğru bir mücadele anlayışının geliştirilememesidir. İdeoloji ve siyaset alanında doğru ve çağdaş bir çizginin yakalanamaması yüzünden, ayaklanmaların ulusal düzeye çıkmaması, bölgesel düzeyde kalmasının yanında savaş taktiklerindeki dar köylü isyancılığını aşmayan, geri ve savaş sanatı adına hiçbir değer taşımayan savaş biçimi yenilgiyi kaçınılmaz kılmıştır. Kuzey Kürdistan’daki tüm ayaklanmalarda bu durum geçerli olduğu gibi, Doğu’daki Simko ayaklanması ve Mahabad Cumhuriyeti denemeleri, yine Güney’deki Şeyh Mahmut Berzenci deneyimleri de aşağı yukarı aynı nedenlerle yenilgiye uğramışlardır. Sömürgeci ve emperyalist güçlerin siyaset ve entrikalarını cevaplayabilecek, özgüvene dayalı doğru bir siyasi duruş olmadığı gibi, savaş taktiklerinde de daha başta kendini yenilgiye mahkum eden yöntemler uygulanmış ve böylece Kürt halkının büyük rüyası olan özgür bir ülkede yaşama umudu o dönemde gerçekleşmemiştir. Bu dönem isyanlarında Kürt kadınları da direnişlerde yerini almıştır. Teslimiyet ve ihaneti reddederek Dersim kayalıklarından kendilerini uçurumlara atan Kürt kadınları hafızalardan silinmeyecek bir iradenin varlığını göstermişlerdir. Dersim İsyanı’nda Zarife, eşi Alişêr’le birlikte elinde silahıyla savaşmıştır. Yine Sason direnişinde isyan önderi olan Ali Yunus’un torunu olan Rındexan bu direnişte aktif yer almıştır. Direniş kırıldığında yaralı olarak Türk subaylarının eline geçen Rındexan’a bir subay kendisiyle birlikte olması temelinde vaatlerde bulunur. Rındexan’ın direnişinden ve güzelliğinden etkilenmiş olan bu subaya karşı Rındexan’ın yanıtı çok çarpıcıdır. Esir ve yaralı olduğunu, babasının hakim olduğu topraklarda kendisine dokunmamalarını, bu sınırlardan çıktıktan sonra onlara ait olabileceğini söyleyerek subayı yönlendirir. Malabadi Köprüsü’ne geldiklerinde de kendisini köprüden atarak teslimiyeti ve ihaneti kabul etmez.
Ağrı İsyanı’nda İhsan Nuri Paşa’nın eşi savaşta kadınları örgütler ve direnişe katılır. Kürt kadınının teslim olmayan direnişçi özü bu isyanlarda kendisini çarpıcı bir biçimde göstermiştir. İsyanlar temel bir strateji ve zengin taktiklere dayanmasa da müthiş direnişlere sahne olmuştur. Sömürgeci katliam karşısında kahramanlıkla gerçekleşen direnişler ve ortaya çıkan agitlerin teslimiyet ve ihanet karşısında direniş çizgisini temsil etmeleri, Kürt toplumunun yok olmasını önlemiştir. Bu temelde bugün Kürdistan özgürlük mücadelesinin önemli bir düzey kazanarak, zafer yürüyüşünü güçlendirmesinin altında da bu tarihsel direnişlerin yarattığı etki vardır. Kürtlerin 19. ve 20. yüzyılda büyük acı ve yıkımlara neden olan ama başarılamayan isyanlarının yetmezlikleri ve savaş taktikleri üzerine bir değerlendirme yapmak, bu isyanların başarılı olmamasına yol açan etkenleri bilince çıkarmak oldukça önemli bir konudur. Verilen bunca bedele karşın, isyanların zaferle sonuçlanmaması çok öğretici derslerle doludur. Çünkü büyük acı, deneyim ve yaşanılan felaketlere rağmen Kürt halkı hala özgürlük mücadelesini büyük bir tutku, ısrar ve umutla sürdürmektedir. Bugün, geçmiş mücadele yöntemlerinden çıkarılan dersler olmasına rağmen çoğu zaman bu isyanlarda kullanılan yetmez taktiklerin belli zamanlarda uygulanma durumu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Bu açıdan nedenlerine inmek ve gereken dersleri çıkarıp topluma mal etmenin gerekliliği vardır. İsyanlarda uygulanan savaş tarzı baştan itibaren yenilgili bir tarzdır. Önemli ve sonuç alıcı bir taktiği, günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir stratejisi olmayan, tamamen köylü isyancı bir mantığa dayanmaktadır. Düşmanı yenebilecek, büyük düzenli orduları boşa çıkarabilecek herhangi bir strateji ve taktik manevra anlayışı yoktur. Bu açıdan da daha baştan itibaren yenilgiye mahkum bir savaş tarzının yürütüldüğünü söylemek mümkündür.
En önemli ve mutlaka iyi anlaşılması gereken temel husus, Kürdistan’da sürekli iki çizginin var olması ve birbirleriyle çatışma gerçeğidir. Birincisi, direniş çizgisidir. Bu çizgiye tam ulusal bir bilinç çizgisi denilmezse bile kendi toplumsal gelenek ve göreneklerine, özgürlüğüne bağlı, bunun için yabancı egemenliklere boyun eğmeyen, bu anlamda her türlü zorluğu göze alan, gerektiğinde mal mülkten vazgeçebilen, şehirden, ovadan çekilerek dağa dayanıp yarı özgür bir biçimde yaşamayı göze alan direnişçi çizgidir. Bu davranış ve yaşam biçimi hemen hemen tarihin her aşamasında göze çarpan bir gerçekliktir. Yabancı egemenliklere karşı boyun eğmeyen, kendi özgücüne dayanarak direnmeyi esas alan, ne olursa olsun hiçbir biçimde teslim olmayan, gerektiğinde düşmanla vuruşarak ölümü seçen direnişçi bir duruş biçimidir. Kürdistan toplumunda her zaman bu çizginin yanında bir de ihanet çizgisi varlığını sürdürmüştür. Hiç bir biçimde toplumsal değer ve özgürlüklere kendisini bağlı hissetmeyen, egemen sınıfın aile, kabile çıkarları temelinde ya da farklı çıkarları din kisvesi altında gizleyerek, sürekli dış güçlere dayanmayı esas alan, bir anlamda kendisini pazarlayan, ajan bir yapılanmadır. Bunun temelinde ideolojik açıdan ulusal duyguları kaybetme vardır. Özellikle islamiyetin Kürdistan’a girmesiyle beraber bu ihanetçi çizginin artık çığırından çıkmış olduğu ve kendisine meşru bir zemin yaratmaya çalıştığı bilinmektedir. Hatta bu konuda ihaneti meşrulaştırmanın gerekçesi olarak, biz şeyh bir sülaleden geliyoruz, ehlibeyt ailesine dayanıyoruz, halifeye bağlıyız diyerek, Kürt olduğunu bile inkar eden bir duruşu sergilemesi bu durumu oldukça anlaşılır kılmaktadır. Halbuki Arapların dışında islami olan diğer halklarda da farklı gelişmeler ve ilerlemeler yaşanmıştır. Ancak Kürtlerde bu olmamıştır. Daha önce belirttiğimiz gibi Farslar islamı şia yorumu ile milli bir ideolojiye dönüştürerek toplumsal güçlenmeyi yaşamıştır. Kürtler ise tersine toplumsal açıdan milli özelliklerini yitirerek, büzülmeyi, daralmayı ve adeta ilelebet başkasının yedeği olması gerekirmiş gibi bir ideolojik saplantıyı yaşamıştır.
Bu durum Kürt egemen sınıfının tutumu ve Kürt din adamlarının dışa bağımlı ve işbirlikçi karakterinden ileri gelmektedir. Eğer böyle olmasaydı Kürdistan koşullarına göre doğru bir dini yorumlamayla özgünlük geliştirilebilir ve islamiyet aynı zamanda toplumsal gelişmenin itici bir gücü olarak değerlendirilebilirdi. Fakat Kürt dindarlar şurası, içinde bazı yurtsever çıkışlar olsa da bunu yapmamıştır. Kuzey Kürdistan’ın bazı alanlarında gelişen alevilik ve Doğu Kürdistan’ın bazı alanlarında gelişen şia ve “enel hak” mezheplerinin belli arayış ve direngenlikleri olsa da milli bir ideolojiye dönüşmemişlerdir. İslamiyete teslim olmayıp, kendinde ısrar eden ezidilik biçimindeki zerdüştlük, toplumda azalarak daha çok baskı ve tecride uğramıştır. Böylece inanç olgusu Kürdistan’da toplumsal gelişmeyi yaratan, tüm toplumu bir eksende geleceğe yönelten bir toplumsal ideolojiden çok, toplumsal parçalanmanın ve parçalı duruşun en temel sebeplerinden biri olmuştur. Bütün bu durumlar sömürgeciler tarafından Kürt toplumunu bölüp parçalamada kullanılmış, toplumun güçsüzleştirilmesinde temel bir olgu haline getirilmiş ve sonuç alıcı olmuştur. Hem inanç bakımındaki parçalılık hem de aşırı yerelcilik, gelişen isyanların ulusal düzeyde değil, bölgesel düzeyle sınırlı kalmasını sağlayan önemli objektif faktörler olmuşlardır. Tarihte gelişen Kürt isyanları sadece egemen devletlerin gücü tarafından bastırılmamıştır. Bütün isyanlar bizzat ihanet eden Kürtlerin de katılımıyla bastırılmıştır. Bu, önemli bir gerçekliktir ve istisnasız tüm direnişlerde bu görülmüştür. Bunun karşısında direniş çizgisi de hiçbir zaman ortadan kaldırılamamış ve sürekli olarak varlığını sürdürmüştür. Kürt ulusal motifini temsil eden çizgiye karşı Kürdistan’daki ihanet çizgisi, egemen devlet ordularıyla birleşerek direniş çizgisini bastırmıştır. Hatta direniş hattı içerisinden çıkan ihanetler yoluyla isyanları daha kısa sürede bastırma olanaklarını yakalamışlardır.
Yezdan Şer ve Reyber durumu buna çarpıcı bir örnektir. Bu nokta önemlidir. Çünkü genelde egemen devletler, direnişin içinden ihaneti örgütleyerek isyanları bastırma taktiklerini geliştirmektedirler. Nitekim günümüzde de bu tür yöntemlere sıkça başvurdukları bilinmektedir. Aynı şekilde Dersim isyanında görüldüğü gibi, Türk asıllı Bektaşi dedeleri Sivas ve çevresinden getirilerek teslimiyet dayatılmıştır. Bu çaba ve görüşmeler sonucunda teslim alınan aşiretler yoluyla direnişin içten çökertilmesi esas alınmıştır. Düşmanın aynı taktikle direniş önderliğinin yakınına kadar sızabildiği de bilinmektedir. Tüm bu olumsuzlukların nedenini dine bağlamak ve bunları sadece dinle izah etmek kesinlikle yanlış olacaktır. Kendi dönemindeki bazı Kürdistanlı dindarların yaşadıkları milli değerlerden kopuş gafletini, toplumda yarattığı tahribatlar ve bu tahribatların günümüze kadar etkilerinin açığa çıkması için vurguluyoruz. O dönemde Kürt dindar sınıfının önemli bir kesiminin yaşadıkları uşaklık ve ihanet olmasaydı, belki de islamiyetin çok farklı etkileri olacaktı. Ancak bu sınıfın önemli bir kesiminin milli değerlerden kopuşu toplumsal denklemde işbirlikçiliğin zeminini güçlendirmiştir. Elbette ki dürüst ve inançlı birçok dindarın ulusal hizmetler uğruna sarf ettiği çabalar olmuştur. Melayê Cizîrê gibi birçok dindar insanın ürettiği hizmetler ve geliştirdiği direnişler de olmuştur. Ancak bu kesimin ekseriyeti daha çok işbirlikçilik çizgisini esas almıştır. Bunda tarikatların rolü belirgindir.
Tarikat başının işbirlikçiliği reva görme gibi durumları olmasa, dürüst dindarlık kesinlikle yurtseverliğin derinleşmesi ve milli değerlerle bütünleşmeyi geliştirebilecek düzeydedir. Ancak din adına çıkarcılık ve kariyerizm ortalığı bulandırmış, bu sınıfın kötü bir rol oynayarak dürüst dindarlığı gölgede bırakmasına yol açmıştır. İslamiyetten önce Kürtlerin ideolojik kimliği ve milli ideolojisi Zerdüştlüktür. Milli ideoloji ve Kürtlerin ideolojik kimliği olan Zerdüştlüğün aşılmasıyla birlikte, Kürt toplumunda ideolojik planda bir nevi milli değerlerden uzaklaşma yaşanmıştır. Milli ideolojinin toplum nezdinde aşılmasıyla birlikte, toplum bir nevi toplumsal ideolojiden yoksun kalmış ve ideolojik olarak dışarıya bağlanmıştır. Bu durum kendinden, toplumsal varlığından ve gerçekliğinden uzaklaşma zeminini oluşturmuştur. Bundan dolayı Kürdistan’daki ihanetin boyutu hemen her dönemde direnişten daha baskın gelmiştir. Bu, tarihimizde yaşanan bir gerçekliktir. Eğer şimdi yürüttüğümüz direniş mücadelesinde direniş çizgisi ihanet çizgisinden daha etkili hale gelmişse, bunun belirgin nedeni ideolojik planda ihanet çizgisinin kırılması ve milli duruşun gelişmesine yol açılmasındandır. Aynı zamanda başarı şansımızın kesinliğini de ortaya koymaktadır. Daha açık ifade edersek, bugün direniş çizgisinin etkisi Kürt toplumuna daha baskın kılındığı için, özgürlük mücadelesi toplumda daha etkili olabilmiştir. Diğer önemli bir neden de gerçekleşen isyanların hiçbirisinin tam ulusal bir motifi oluşturamamasıdır. Yani Kürt halkının tüm kesimlerini kapsamaması ve dönemin ihtiyacına yanıt olabilecek toplumsal projeleri geliştirememesidir. İsyanlar esas itibariyle daha çok yerel düzeyde kalmıştır. Mesela en derli toplu olan ve çatışmasız bir ortamda kurulan Mahabad Cumhuriyeti bile hiçbir zaman tüm Doğu Kürdistan’ı kapsamamıştır. Mahabad Cumhuriyeti oluşumu Mahabad ve çevresindedir. Şeyh Sait isyanı Amed ve çevresinde, Dersim isyanı Dersim’de, Ağrı isyanı Ağrı ve çevresiyle sınırlı kalmıştır. Ulusal hareket olmaya dönük belli düzeyde çabalar sarf etmiş olsalar da başarılı sonuçlar elde etmemişlerdir. Yerelci zihniyet, mezhepçilik, tarikatçılık ve aşiretçilik bunun önünde engel olmuştur. Bundan dolayı sömürgeciler tarafından kuşatılması ve bastırılması kolaylaşmıştır.
Direniş ve isyanların başladığı 19. ve 20. yüzyıllar bilindiği üzere dünya çapında ulusal kurtuluş hareketlerinin gelişip güçlendiği ve başarıya ulaştığı yıllardır. Ancak bu yüzyıllarda yaşanan Kürt isyanlarının hiçbirisi bağımsız bir düşünce sistemine ulaşamamış, çağdaş ulusal kurtuluşçu bir bakış açısını ve perspektifini yakalayamamıştır. Dar, mezhepçi bakış açısının etkisinde kalmış veya tarikatların bakış açısıyla mezhebçi bir çerçeve ile sınırlı kalmıştır. Ya da Xoybun örneğinde olduğu gibi dış egemen güçlerin, örneğin Fransızların etkisinde kalıp, ulusal kurtuluşçu ilkeleri çok içermeyen bir bakış açısıyla hareket etmişlerdir. Kendi özgücüne dayanan, bağımsızlıkçı, halkçı, demokratik bakış açısına sahip milli demokratik veya sol sosyalist eğilimli bir çıkış gerçekleşmemiş; bilimsel bir savaş tarzı ve örgütlenme biçimi geliştirilememiştir. Örgütlenmesi ise eski klasik örgütlenme biçimini aşamamıştır. Ayaklanma olduğunda aşiret reislerine haber verilmiş, katılmak isteyenler katılmış, katılmak istemeyenler katılmamışlardır. Yani toplumun üst kesimine, şeyh ve aşiret reislerine dayanan bir bakış açısı esas alınmıştır. Tüm topluma ve geniş halk tabanına dayanan bir yaklaşımı yoktur. Bu isyanların hemen hemen tümünde halkçılık ve halka dayanma pek güçlü değildir. Öncüsü, toplumda egemen olan sınıftandır. Ya şeyh ya da mirdir. Bu yüzden ulusal çapta halktan, tabandan gelen geniş bir halk hareketine dönüşememiştir. Bunun en temel nedenlerinden biri ekonomik ve sosyal yaşam koşullarıdır. Feodal yaşam tarzı ve bakış açısı hakimdir. Toplum, feodal çitleri aşamadığından direnişler ulusal bir muhteva içermemiş, ulusal kurtuluş hareketi niteliğini pek kazanmamıştır.
Belirttiğimiz gibi birçok farklı neden olmakla birlikte esas belirleyici neden; halk içinden çıkan, halkın psikolojik ve toplumsal gerçekliği ile hayal ve özlemini bilen, bunların gerçekleşmesi için somut ve tutarlı projeler geliştirebilen bir önderliğin ortaya çıkarılamamasıdır. Bu isyanların en temel sorunu önderliksel bir çıkışın yaşanmamış olmasıdır. Toplumun tümüne hitap eden, bu yönüyle toplum tarafından dikkate alınan, perspektif oluşturan, programı, stratejisi, konsepti olan bir önderliksel çıkışı Kürt halkı kendi içerisinde yaratamamıştır. Önderliğe önce mirler, sonra da şeyhler soyunmuştur. Ancak bu düzeyde önder olarak ortaya çıkan mir ve şeyhlerin teorik birikimleri, yeterli bakış açıları ve temelleri olmadığından, özgürlük konusunu programlaştıramamışlardır. Ufukları ve bakış açıları dar ve yetersiz olduğundan çağdaş bir düşünce sistemine ulaşamamaları da buna eklenince isyanlar etkili sonuçlar alamamıştır. Bu isyanların başarısızlığını temel başlıklarla bu şekilde izah etmek mümkündür.
Burada tekrar esas konuya dönecek olursak, Kürt toplumunun savaşa bakış açısına ilişkin ifade edilen tarihi sürece bakılarak şunlar söylenebilir: Toplumda Med aşiretler konfederasyonu öncesi ve sonrasında belli bir savaş yeteneği ve düzeyi söz konusu olmasına rağmen daha sonra giderek Kürt toplumu bu özelliğini yitirmeye başlamıştır. Savaş sanatından, stratejisinden, biliminden uzaklaşmayı yaşamıştır. 2000 yıl öncesine dayanan savaş sanatı teorileşmesinin tersine savaş sanatını içermeyen, onun taktiklerini esas almayan, düello biçiminde, karşı karşıya gelerek çatışma tarzını esas alan bir savaş tarzının toplumda oturtulmasının payı bunda büyüktür. Gelişen dış baskılardan kendini korumak için dağa çekilip, dağda adeta yarı gerilla tarzında kendisini savunup, bu biçimde yarı özgür bir yaşamı esas almıştır. Bununla beraber daha çok feodal ideoloji ve değer yargılarına dayanarak bu dönemde savaş tarzında göğüs göğüse (singa sing) bir çatışma biçiminde ısrar etmiştir.Aslında ağırlıklı olarak yarı hareketli göçebe hayatını yaşayan Kürt toplumunda doğal olarak savaş tarzına yansıyan da yarı gerillaya yakın bir tarz durumu söz konusu iken, bu giderek mevzi savaşı tarzına doğru bir kayma seyrini izlemiştir. Kürt toplumunda savaş bilimsel anlamda ele alınmamış, daha çok kavga biçiminde bir tarz gelişmiştir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi 19. ve 20. yüzyıl direnişlerinde bu tarz bariz bir biçimde ortaya çıkmıştır. Kürt toplumunun savaş tarzının; köylü isyancılığına dayanan, teorik çerçeve içermeyen, savaş sanatına, onun inceliğine ve kıvraklığına sığmayan, çok yönlülüğü esas almayan kaba isyancı bir tarz olduğunu söylemek, yukarıdaki bölümde de belirtildiği gibi en doğru tespit olacaktır. Bu tarz günümüzde peşmerge olarak bildiğimiz savaş yapılanmasının da temeli olma rolünü teşkil etmektedir. Her ne kadar 20. yüzyılda gelişen peşmergecilik klasik bir Kürt savaşçılığı olarak bu savaşı biraz geliştirmiş olsa da, bunun bir gerilla tarzı olmadığı toplumdan, toplumun psikolojisinden gelen savaş tarzının biraz ilerletilmesi olarak algılanabileceğini söylemek mümkündür. Bugün Kürdistan’da gelişen gerilla hareketi, toplumda bulunan bu savaş tarzının ruhsal ve psikolojik etkisine karşı mücadele verilerek zamanla ancak gelişebilmiştir.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL)
(12.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER