BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (4.BÖLÜM)
KÜRT TOPLUMSAL ŞEKİLLENMESİ VE SAVAŞ GERÇEKLİĞİ İslamiyetin Kürdistan’a Girişi; İslamiyetin yayılarak Kürdistan’a dayanmasıyla birlikte, Kürt toplumu açısından yeni bir dönemin başlangıcı gelişmiştir. İslamiyet’e kadar Kürtlerin temel inancı ve felsefesi Zerdüştlüktür. İslamiyetin doğup, gelişmeye başladığı dönemlerde Kürdistan iki ordu, yani Sasani ve Roma İmparatorluğu arasında yaşanan savaşlarda perişan vaziyettedir. İslamiyet Arabistan yarımadasında zaferini ilan ettikten sonra, kılıç ve iman gücünün verdiği üstünlükle fetih hareketlerine girişir. Daha kuzeye açılmasının yolu Kürdistan’dan geçmektedir. 640’lı yıllarda islam orduları gelip Kürdistan kapılarına dayanır. Kürtler başta karşı direnişe geçseler de yüzyıllarca iki ordunun at nalları arasında kalmanın verdiği yorgunluk ve yıpranmayla, islamiyet adeta bir denge unsuru olarak kabul edilir. Kürtler açısından Sasani ve Roma İmparatorluklarının Kürdistan üzerindeki işgalini kırmak için, islamiyet orduları üçüncü bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Kürtler islam ordularına karşı başlangıçta direnseler de bir tür kurtarıcı olarak gördükleri için ekseriyetle İslamiyet’i kabul etmişlerdir. İslamiyetin kabul edilişi Kürdistan tarihinde önemli bir kırılma dönemidir. Böylece Kürtler zerdüştlükten giderek uzaklaşmışlardır. Bu dönemde Kürtlerin bir kesimi islamiyeti hemen kabul etmez. Ezidilik bunun bir örneğidir. Ezidilik zaman içerisinde çok değişip dönüşmesine ve bir biçimde islamiyetten etkilenmesine rağmen özünde zerdüştlüğün bir devamı olarak varlığını sürdürmüştür. Bu süreçten sonra islamiyet, Kürt toplumunda özellikle kültür, dil, edebiyat, inanç ve sosyal yaşamın her alanında toplumun yaşam dinamiğini oluşturan tüm olguların istikametini belirleyen temel bir etken olmuştur. İslami kültürün gelişmesiyle beraber, Kürtlerin ideolojik kimlik ve aynı zamanda inanç dini olan zerdüşti kültür kısmi düzeyde varlığını sürdürse de giderek etkisizleşmiştir. Öz yaratım kültürünü yadsıyan yabancı kültürün zoraki asimilasyonlarla Kürt toplumsal hafızasının gözeneklerini tıkatması yeni bir dönemin başlangıcını ifade eder. Bu anlamda Kürt toplumsal gelişim seyrini islamiyetten önce ve sonra olmak üzere iki ayrı dönem gibi ayırmak daha doğru olacaktır. İslamiyet, Kürdistan toplum yapısında önemli değişiklik yapmakla birlikte, esas değişikliği Kürt egemen sınıfları üzerinde gerçekleştirmiştir. Kürtlerin aşiret sisteminde aşiret reisliği ve federasyon liderliği olarak mirlikle beraber, şeyhlik ve seyitlik tabakası oluşmuştur. Artık toplumun en ileri geleni olarak mirliğin yanında şeyh ve seyitlik kurumu da toplumsal sisteme dahil olmuştur. Birisi siyasi lider olurken, diğeri manevi liderlik rolünü oynamıştır. Bu durum, çoğu zaman toplumun yönlendirilmesinde mir ve aşiret reisinden ziyade, şeyh ve seyitlik kurumlarının toplumda belirleyici olmasını beraberinde getirmiştir. Şeyhlik aslında bir tür dışarıyla ideolojik olarak bağlanma kurumu biçiminde tesis edilmiştir. Gerek Emeviler, gerekse Abbasiler döneminde din adı altında kendi siyasal egemenliğini kurumlaştırma mekanizması olarak, bu tür kurumların geliştirilme durumu söz konusudur. Bir tür ideolojik ajan diyebileceğimiz bu kesimler, toplumdaAraplaşmanın geliştirilmesinde rol oynamışlardır. Toplumsal açıdan milli ideolojiden kopmuş olan Kürtler için din yoluyla ideolojik açıdan dış güçlere bağlanmanın kalıcılaştırılması süreci geliştirilmiştir. Kürdistan’da feodal dönem boyunca, daha çok yabancı veya komşu devletlerin din anlayışı etkisinde kalma durumu vardır. Özellikle de islamiyetin Kürdistan’a girişinden sonra, Kürt halkı islam ideolojisini kendi milli toplumsal yapısıyla bütünleştiren bir yoruma ve milli toplumsal yapısını güçlendirecek bir içtihada ulaşamamıştır. Örneğin, Fars halkının İrani halklar adına şialığı geliştirmesi, kendine özgü bir yoruma tabi tutması temelinde ulusal, milli bir ideolojiyi oluşturma durumu söz konusudur. Bugün bile İran İslam Cumhuriyeti’nin bu ideolojiye dayanarak, dünyaya meydan okuma durumu bilinmektedir. Burada İran’ın yaptığı, islamın şia yorumuna ulusal bir muhteva kazandırmasıdır. Dolayısıyla toplumun toparlanması ve örgütlendirilmesinde bir güç kaynağına dönüştürülmüştür. Ancak Kürdistan’da böyle bir şey olmadığı gibi bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Bu anlamda diyebiliriz ki, islamiyetin çıkışı Arapları, Farsları toplumsal olarak güçlendirmiştir. Yine sonradan bölgeye gelen Türkleri de güçlendirmiştir. Arkasına islamiyeti alan, onun fetihçi karakterine dayanan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin nasıl yükselişi yaşadıkları, islam dininden nasıl yararlandıkları ve güç aldıkları bilinmektedir. Elbetteki Kürtler de neden böyle yapmadı gibi bir düşüncemiz yoktur. Ancak islamiyetin kendi döneminde bir devrimsel karakteri olup, toplumlarda değişik biçimlerde gelişmeye yol açarken, Kürt toplumunda bu tür bir gelişmenin yaşanmaması önemli bir sonuçtur. Kürt halkı ve onun dindar çevreleri, islamiyetin Kürt toplumuna özgün bir yorumunu geliştiremedikleri için, islamiyet diğer halklar için bir aydınlanma, ilerleme ve güç kazanma kaynağı olurken, Kürdistan toplumu için bölünme, parçalanma, başkasına bağlanma ve zayıflama nedeni olmuştur. Oysa Kürtler aşiret yapılanmalarındaki doğal demokratik niteliklere uygun olarak islamın demokratik yorumunu kendilerine uyarlamış olsalardı toplumsal dokuları fazla bozulmaya uğramayabilir ve bu temelde kendi birliğini kurarak güç olabilirlerdi. Kendine özgü bir dini perspektifi olmayan Kürt toplumunun bir kısmı İran şahlığı etkisinde kalarak, bunlar tarafından örgütlendirilirken, diğer önemli bir kısmı da halifeye bağlı olarak örgütlendirilmiş ve başta Arap, sonradan Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kılınmışlardır. Buna katılmayan bir kesim de düşünüldüğünde, parçalanma düzeyini anlamak mümkündür. Kürdistan’da islamiyetin egemenlikçi yönüyle hücrelere kadar sızması, Kürtleri parçalamaya götürmüş, ideolojik olarak dışarıya bağımlı hale getirmiştir. Bu dönemde Kürtlerin ideolojik yorumcuları yoktur. Ulema çevresi kendi toplumsal özgünlüğü yerine, dışa bağımlılığı esas almıştır. Bu nedenle yaygın bir biçimde ümmetçilik anlayışı ve tarikatlar vasıtasıyla halifeye ve şahlığa bağlılık pekiştirilmiştir. Kürdistan’da toplumsal özgünlüğe uygun bir içtihat merkezinin olmaması, kendine özgü bir yorum tarzının gelişmemesi, daha çok dışa bağlı olmasından kaynaklı islamiyetin içindeki mezhep ve ayrılıkların doğrudan Kürdistan’a yansıması Kürt toplumunun ideolojik planda farklı merkezlere bağlanmasını beraberinde getirmiş, bu da toplumsal parçalanmayı derinleştirmiştir. Şia ve alevi mezhepleri, Kürdistan’ın dışındaki Şah’a veya Ayetullah’a bağlı olurken, sünni kesimler ise çeşitli tarikatlar yoluyla doğrudan halifeliğe bağlanmış ve toplum ideolojik planda dışarıdan yönlendirilmiştir. Bu dönemler boyunca êzîdîlik varlığını sürdürür. Ama baskı ve katliamların yoğunluğu êzîdîliği dar ve sınırlı kalmaya yöneltmiştir. Kürdistan’da êzîdîlik bir nevi kendi kültüründe ve özgür duruşunda ısrardır. Özü itibariyle bir zamanlar Kürtlerin inancı ve felsefesi durumunda olan Zerdüştlük geleneğinin devam ettirilmesi anlamına gelen êzîdîlik, Kürdistan’da çok daraltılmış ve baskılara maruz kalmıştır. Bu nedenle êzîdîlik, geniş toplumsal kesimlerden ve gelişmelerden koparılmış, sınırlı bölgelerde yaşanan bir inanç haline getirilmiştir. Ancak êzîdîlik dışında kalan diğer inanç gruplarını ve islamiyeti seçenlerin etnik kökeninden uzaklaştığı ve ters düştüğü biçiminde değerlendirmek yanlıştır. Fakat islamiyet süreciyle beraber, kendi toplumsal kültüründen alabildiğine bir uzaklaşma ve egemenlerin denetimine girmeyi kabul etme vardır. Çünkü milli ideoloji oluşturamama durumu, beraberinde kendi toplumsal gerçekliğinden kopuşu ve onun değer yargılarından uzaklaşmayı güçlendirmiştir. Hangi düşünce ya da inanç biçimi olursa olsun, kendi özgün toplumsal koşullarına uyarlanmazsa o düşünce ya da inanç toplumu başkalaşıma uğratır. Çünkü içinde o toplumun kültürel dokusu ve tarihsel düşünce diyalektiğine dair belirgin çizgiler olmazsa, toplumu o düşünce sistematiğinin orijinal sahiplerine eklemlemeye götürecektir. İslamiyet kendinden uzaklaşmayı ve başka egemen güçlere teslim olmayı gerektirmiyor. İslamiyet inancı ve diniyle de ulusal bakış açısı sağlamlaştırılabilir ve toplumsal çıkar daha fazla gözler önünde bulundurulabilir. Ama bunun yerine islamiyet ile birlikte Kürtlerde ümmetçilik anlayışı geliştirilerek, adeta mücadelesiz, boyun eğme anlayışı ve kendine ait olmama duygusu yerleştirilmiştir. Örneğin Kürtler alevilik adına ya da daha başka bir biçimde özgün bir yorum geliştirebilselerdi hiç kuşkusuz ki durum farklı olabilir ve islamiyet daha ulusal bir çerçeveye oturtulabilirdi. Kürdistan’daki alevi bakış açısı diğer ülkelerde bulunan şialıktan farklıdır; bir devlet ideolojisi haline getirilmemiştir. Aslında Kürdistan’daki alevilik, hakarete ve zulme başkaldırıda muhalefet odağı olmaya açık bir felsefi duruşa sahiptir. Ancak aleviliğin tüm Kürtleri kapsayan toplumsal bir duruşa ulaşamaması ve Kürdistan’daki alevilerin daha çok Anadolu’daki bektaşiler yoluyla etkilenmeye çalışılması, yine Kürtlerin çoğunluğunun sünni olmaları bu imkanın değerlendirilmesini ortadan kaldırmıştır. Yoksa Kürdistan’a özgü, islamiyetin bir yorum biçimi olarak alevilik, Kürt toplumunda milli bir ideolojik duruşun zemini haline getirilebilirdi. Birçok bakımdan buna denk özellikler taşımasına rağmen belirttiğimiz nedenlerden dolayı böyle bir durumun gelişmesi imkansız hale gelmiştir. Aynı biçimde Doğu Kürdistan’da halkımızın bir kesimi tarafından kabul edilen “enel hak” inancı da benzer özellikler taşımakla birlikte Kürt toplumunda fazla yaygınlaşmamış olmasından dolayı böyle bir rolü oynaması söz konusu olmamıştır. Açıkça görülüyor ki, Kürt toplumu kendi doğasından ve doğal toplum özelliklerinden, kendi kültürel gerçeklerinden uzaklaşıp, feodal çağın kültürel etkisi ve feodal sınıflaşmayı yaşadıkları oranda özgür yaşamdan uzaklaşmışlardır. Feodal zihniyet, doğal toplum ve aşiret özgürlüğünün aleyhinde gelişme sağlayarak, zihniyet yabancılaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bir nevi sosyal ajanların ortaya çıkmasına zemin sunmuştur. Bundan dolayı Kürdistan’da her zaman direniş çizgisinin yanında ihanet çizgisi de var olmuştur. Çoğu zaman ihanet çizgisi, egemen devletle ittifak halinde toplumda daha baskın gelmiş ve direniş çizgisi boğdurulmuştur. Bu duruma Feqî Teyran ve Ehmedê Xanê gibi edebiyatçılar karşı çıkıp isyan etse de, işbirlikçiliğin kurumsal düzeyde yabancı devlet kültürlerinin denetimine girmesinden kaynaklı, sonucun değişmesinde etkili olamamışlardır. Kürt egemen sınıfları milli anlayıştan uzaklaşıp, sürekli egemen devletlerle işbirliği eğilimine girmiş, bu da zamanla bir karakter haline gelmiştir. Aslında Kürt egemen sınıflarındaki ihanetin temeli böyle gelişmiştir. Bütün bunlara rağmen özellikle Abbasiler döneminde 900’lü yıllardan sonra toplumsal özgürlükle bağ içinde önemli gelişmeler de yaşanmıştır. Kültür ve edebiyat alanında Feqî Teyranların ve Mervani Kürt devleti gibi oluşumların ortaya çıkması, bu bağımsız gelişmenin bir sonucu olmuştur. Aynı dönemin bir ürünü olarak askeri alanda Eyyubi hanedanı şahsında Selahattin ve Şergoların yakaladıkları komutalaşma düzeyleri milli özgünlüğe dayalı olmasa da islam çizgisi doğrultusunda komutanlaşan Kürt kişiliklerinin ortaya çıkması açısından önemli bir düzeyin göstergesi olmaktadır. MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL) (4.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER