BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (24.BÖLÜM)
PKK DİRENİŞİ
Filistin-Lübnan Sahasında Gerillalaşmaya Doğru;
Önder Apo, Lübnan’daki Filistin sahasına açılırken, deyim yerindeyse bilinmezliğe doğru bir yol almıştı. Çünkü tek bir ilişki olmadan çıkış yapılmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütü o dönemlerde Güney Lübnan’da hakim bir güçtü. Bu sahada Ortadoğu ve dünyanın birçok örgütü bulunmaktaydı. Devrimci örgütlerin sahası olarak da adlandırılabilecek bir sahadır ve yeni çıkışlar için ilham kaynağı rolündedir. Devrimci örgütler bu sahada eğitimlerini gördükten sonra devrimi kendi ülkelerine taşımak üzere çalışma yürütüyorlardı. Ancak burada faaliyet gösteren, eğitim gören birçok örgüt önceden çeşitli yollarla Filistinli gruplarla ilişkilenerek, orada kendilerine yer açmışlardı. Önderlik tek bir ilişkiye sahip olmadan bu sahaya gitmiştir. Ne maddi bir imkan, ne tanıdık bir çevre bulunmaktadır. Devrim ısrarı, inanç, düşünsel düzeydeki derinlik ve yaşam tarzında gösterilen tutarlılıkla adeta iğne ile kuyu kazarcasına devrimci çevrelerle ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Güneybatı Kürdistan’daki dost Kürt çevre ve ailelerin de yardımlarıyla Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Mücadele Cephesi ile önceleri sınırlı da olsa bir ilişki geliştirilir. Yaser Arafat’ın El-Fetih Hareketi Filistin hareketleri içerisinde en etkin örgüt konumundadır. Ancak tam da bu dönemde Türk devletinin El-Fetih ile ilişki kurması nedeniyle bizimle ilişkileri çok sıcak olmamış, belli bir düzeyde kalmıştır. Hareketimiz Suriye-Lübnan sahasına çıktığında hiçbir ilişki ve dayanak olmadığı gibi önceden buralara gelip ilişki kuranların, hareketimiz hakkında çok ciddi anti propaganda yapmış oldukları görülmüştür.
Hareketin uluslararası sahaya açılmaması için düşman güçler çok yoğun tedbirler almıştı. Hatta birileri PKK adına önceden gidip ilişki kurmuşlardı. Bu çok ciddi bir sorun olmuştu. Bizi ise PKK değil, bir nevi Türkeş partisinin Kürdistan’daki bir kolu gibi göstermeye çalışmışlardı. DDKD’nin (Devrimci Doğu Kültür Dernekleri) o zamanki temsilcilerinin PKK adını kullanarak, gelip ilişki kurduğunu öğrenmiş olsak da bunun kimin oyunu ve ne amaçla yapıldığı tam olarak anlaşılmamıştır. Ama hareketimizi uluslararası alanda barajlamaya dönük çabaların bir sonucu olduğu da açıktır. Bütün bu engeller büyük bir sabır, ısrar ve metanetle sürdürülen diplomatik mücadele ve pratikteki kararlı duruşla aşılmış ve böylece Filistin ve diğer çevrelerle adım adım ilişki kurma olanakları yaratılmıştır. Belirttiğimiz Filistin hareketlerinin kamplarını Kürdistan devrimcilerine açmalarıyla giden gruplar eğitim görmeye başlamışlardır. Filistinlilerin giderek dostluklarını güçlendirmesinin temel nedeni Kürdistan devrimcilerinin kararlılığı, fedakarlığı, katılımcılığı ve devrimci duruşlarıdır. Bunun üzerine Önderlik ülkeden grupların Filistin sahasına gönderilmesi için talimat vermiştir. Ancak ülke yönetimi durumu kavramaktan uzak kalmış, çalışmaların duracağını düşünerek, Önderliğin gelmesini istediği kadroların yarısını göndermiştir. Böylece Kemal Pir, Delil Doğan gibi arkadaşların da içinde bulunduğu ilk gruplar Filistin’e giderek eğitim görmüşlerdir. Ardından, ülke pratiğindeki amatör, dar pratikçilik gibi yetersizlikleri aşmak için tekrar ve hızla ülkeye düzenlemeler yapılmıştır. Fakat daha sonra 12 Eylül faşist askeri cuntanın gelişmesiyle birlikte alınan geri çekilme kararı temelinde dışarıda kalan kadroların hemen hemen tümü bu sahaya çekildi. Geri çekilme perspektifi temelinde hareketimizin yürüttüğü genel ve yaygın olan faaliyetler durdurulmuştu. Ülke içerisinde sadece gizli dar bazı birimlerin bırakılarak her bölgeden seçilmiş kadroların Lübnan sahasına çekilmesi, geri kalan kadro ve sempatizan çevrelerinin kendilerini korumaları öngörülmüştü.
Ancak gerek bırakılan gizli birimler, gerekse de kendini korumak için çeşitli yerlere gidenlerin tümü 1981 yılı süreci içerisinde yakalanmışlardı. Böylece örgütlü birimler sınırlı bir biçimde Mardin’in bir-iki bölgesi dışında kalmamıştı. 12 Eylül cuntası ile beraber her bölgede tespit edilen arkadaşlar Filistin sahasına bu temelde çekilmiştir. İlk etapta 150 civarında bir kadro sayısı gruplar halinde yeni eğitim sahasına ulaşmıştır. ’81’ süreci genelde bir geri çekilme sürecidir. Yıl boyunca Dersim ve benzeri alanlarda kalan kadroların çekilmesiyle 200’ü aşkın kadronun Lübnan sahasına ulaşması sağlanmıştır. Yurtdışına çekilen kadrolar gruplar halinde Filistinlilerle beraber çeşitli yerlere yerleştirilerek, hem askeri hem de yoğun bir siyasi eğitime tabi tutulmuşlardır. 12 Eylül faşizminin devrimci potansiyele indirdiği darbelerin etkisi arttıkça işin ciddiyeti daha iyi anlaşıldı. Daha önce darbe uyarısını ciddiye almayan Türk solundan bazı çevreler bizden destek istedi. Özellikle Dev-Yol hareketi Türkiye’de aranan ve zorlanan kadrolarını çekmek için destek istemişti. O süreçte toplam olarak yüze yakın Dev-Yol kadrosunu Suriye üzerinden Lübnan sahasına ulaştırmayı sağlamış olduk. Bu dönemde tüm merkezi yakalanan Dev-Yol’un tek yakalanmayan, dışarıda kalmış merkez üyesi olan lider pozisyonundaki Taner Akçam Önderliğin yanına birçok kez gelmişti. Önderlik, yeniden daha güçlü bir devrimci dönüşün nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerini yoğun bir biçimde kendisine aktarıyor ve tartışıyordu. Ancak bu kişinin devrimi geliştirme niyeti yoktu. Dolayısıyla Ortadoğu’ya çekilen ve eğitim gören kadroların yeni bir hamle ve mücadele süreci için ülkeye dönüşü değil, tek tek Avrupa’ya aktarılmasını pratikleştirmişti. Bu döneme kadar hareketin çekebileceği kadrolar çekilmiştir. Kadrolar bir yandan yoğun askeri ve siyasi eğitime tabi tutulurken, diğer yandan diplomatik faaliyetler yürütülmüştür.
12 Eylül faşizmine karşı devrimci ittifak çalışmaları yürütmek kadar, diğer ülkelerin devrimci hareketleriyle de ilkeler ekseninde ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Türkiye sol hareketinden beş örgütle yapılan ittifakla FKBDC (Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi) oluşumu kurulmuştur. Ortadoğu’da yapılacak belli hazırlıklar ardından ülkeye yönelmek ve devrim hareketini birleşik bir cephede başlatmak temel amaçtır. Ancak güçlü devrimci bir cepheyle cunta faşizmine karşı bir duruş ve gelişme sağlanabileceği düşünülüyordu. Kürt gruplar da aynı çalışmaya dahil edilmek istenmiştir. Kürt gruplarıyla mücadele birliğine ilişkin tartışmalar sürdürülse de ülkeye dönüş niyetlerinin olmaması ve teslimiyetçi eğilimleri böyle bir cepheyi geliştirme önünde engel olmuştur. Sonuçta Kuzey Kürdistanlı Kürt gruplar böyle bir mücadele cephesine yanaşmadığı gibi Avrupa’da mültecileşme yolunu seçmişlerdir. Türk solunun tavrı başlangıçta olumlu olsa da, sonradan gerçekten uzun ve çetin bir savaşımın gündemde olduğunu görünce bundan ürküntü duyarak onlar da vazgeçmişlerdir. Durum böyle olunca, hareketimiz bir halkın binlerce yıldır sürüp gelen özgürlük sorununu çözmek kadar, Türkiye’de faşizmi yıkmanın mücadelesini de bir başına, kendi özgücü üzerinden yürütmek durumunda kalmıştır. 1982 yılında gelişen İsrail saldırısında Apocu hareketin militanları bulundukları her yerde en görkemli direnişi göstererek, halkların ve ezilenlerin kardeşliği ile özgürlüğünü sağlamak için gerektiğinde canlarını feda etmede tereddüt etmeyeceklerini göstermişlerdir. Filistinliler son mevzilerini terk edene kadar, PKK militanları bulundukları hiçbir mevziyi bırakmayarak direnişi sürdürmüşlerdir. Özellikle Kala Şiqêf’teki direniş Filistin halkının dilinde destanlaşmıştır. 11 PKK’li devrimcinin şehadeti, 15’nin de esaretiyle sonuçlanan bu direniş, hareketimize çok büyük bir saygınlık kazandırmıştır. Hareketimizin Filistin denetimindeki Lübnan sahasında kendine yer açmasının en büyük nedenlerinden biri de budur. Direnişiyle, emeği ve yaklaşımıyla bunu hak etmiştir.
Bu açıdan ’82’ süreci mücadele tarihimizde oldukça önemli bir dönemdir. Bugüne kadar sürdürülen direnişin temelleri bu süreçte atılmıştır. Bizzat Önderliğin denetiminde gelişen eğitsel faaliyetler kadro yaratmada önemli bir rol ve işlev görmüştür. Çünkü hareket çok zor bir süreçten geçmiş ve o zor süreçten kurtulan kadrolar Lübnan sahasına çekilmiştir. Çekilirlerken beraberlerinde çeşitli sorunları da getirmişlerdir. Cuntanın ülkede yarattığı vahşet ve şiddet ortamı geri çekilmenin yarattığı psikoloji ile insanlarda moralsizlik, ruhsal daralma vb kişilik sorunları bir hayli kendini dışa vurmuştur. Bu dönemde bazılarının bozguncu girişimleri de vardır. Önderlik genel çalışmaları rayına oturtmak kadar, bu bozgunculuğu boşa çıkarmak için de uğraşmıştır. Bu eksende yürütülen en önemli çalışma 1981 yılında I. Konferans’ın gerçekleştirilmesidir. Birçok kadro ilk kez böylesine kapsamlı bir toplantıya katılım sağlamıştır. Bu toplantıda tüm sorunların tartışılarak çözümlenmesi kadar, yeni döneme ilişkin mücadele stratejisinin belirlenmesi de esas alınmıştır. I. Konferans’ta Önderlik “ne yapmalı?” sorusunu tartışmaya açmıştır. Tıpkı bizim gibi Lenin de Rus devriminin 1902’de yaşadığı örgütsel krizden çıkması için “ne yapmalı?” sorusunu ortaya atmış, aynı isimle bir kitap yazmış ve o zaman cevap olarak Rusya koşullarında bir gazetenin çıkarılmasının ilk adım olabileceğini belirlemiştir. O zaman RSDP’nin (Rus Sosyal Demokrat Partisi) içinde bulunduğu örgütsel krizi aşması için çıkarılan Iskra adındaki gazete önemli bir işlev görmüştür. Partinin Bolşevik kanadı bu gazetenin dağıtımı üzerinden örgütsel iskeletini yaratmayı esas almış ve önemli sonuçlar elde etmiştir. Elbette bir gazetenin Rusya devriminde oynadığı rolü Kürdistan devriminde oynamayacağı tartışmasızdır. Ne var olan koşullar, ne de toplumdaki aydınlanma düzeyi buna yetmemektedir. O halde Kürdistan’da Iskra’nın rolünü oynayacak araç ne olabilirdi? Kürdistan’da bir mücadele yürütülmüş, örgütsel kriz yaşanmış, ardından cunta darbesi gerçekleşmiştir. Yaşanan örgütsel krizin aşılması kadar, vahşi yöntemler uygulamakta olan askeri faşist cunta rejimine karşı bir atılıma dönüşecek uygun bir taktik çıkışa ihtiyaç bulunmaktadır.
Önderlik “ne yapmalı?” sorusu etrafında tartışmayı derinleştirerek, ortak bir sonuç elde etmek istemiştir. Fakat Önderliğin tüm çabalarına karşın, kimse sağlıklı bir görüş sunamamıştır. Hatta Önderlik konferansta bazı arkadaşları kaldırarak, “Siz eylemcisiniz, eylemci olma iddianız var. Bu konudaki görüşünüz nedir, bize söyleyeceğiniz taktik çıkışlar neler olabilir?” diye sormuştur. Fakat yeterli ve doyurucu bir yanıt alamamıştır. Sonuç olarak Önderlik gereken açımlamayı kendisi yaptı. Öngördüğü çer_çeve şu temeldedir: Rusya’da Iskra Gazetesi’nin oynadığı rolü Kürdistan’da silahlı propaganda birlikleri oynayacaktır. Bu temelde I. Konferans’ta karar altına alınan en önemli gelişme gerilla savaşının ön aşaması olan silahlı propaganda faaliyetinin başlatılmasıydı. Böylece yeni bir çerçeve belirlendi. Çünkü faşist cuntanın yarattığı tablo gerçekliği karşısında başka türlü hiçbir faaliyet yürütme olanağı bırakılmamıştı. Cuntanın kirli yüzünü ve politikalarını boşa çıkaracak, kitlelere kavratıp, örgütlenmesine yol açacak temel araç silahlı propaganda olacaktı. I. Konferans’ın ulaştığı perspektif ve kararlaşma düzeyi kadroların kafasında var olan muğlaklığı önemli oranda gidermişti. Böylece kadro daha kararlı ve net bir düzeye ulaşmıştı. Bu temelde konferans örgütsel toparlanmada ciddi bir rol oynamıştı. Özellikle cuntanın büyük bastırma hareketi karşısında toplumun susturulduğu bu karanlık dönemde saflarımızda da umutsuz, karamsar dolayısıyla kendini sürece katmayan duruşlar ortaya çıkmıştı. Bütün bunların giderilmesi, Önderlik etrafında toparlanan belli bir kadro kesimin yoğunlaşmasına yol açmıştı. Bununla birlikte yeni dönem planlamasının bir diğer gelişmesi de 1982 yılı başından itibaren Serxwebun Dergisi’ni sistemli ve istikrarlı bir yayın çizgisine ulaştırma kararıdır.
Önderlik daha önce yurt dışına birkaç kadro göndermişti. Semir, Fatma ve Baki gibi kişilikler de gönderilenler içinde vardı. Bunlar fazla bir gelişme yaratamadıkları için başka kadrolar da gönderildi. Gazete çıkarma, yurtdışı örgütsel ve diplomatik çalışmalar için yeni düzenlemeler yapıldı. I. Konferans’ın önemli planlamalarından biri de Lübnan sahasında yürütülen hazırlık çalışmalarıydı. Eğitsel faaliyetler bu konferansın koyduğu çerçeve temelinde yoğunlaştırılmış ve derinleştirilmişti. Mücadele stratejisine ilişkin de bazı kısa belirlemeler yapılmış, uzun süreli halk savaşı biçiminde bir savaş tarzının esas alınacağı ortaya konulmuştu. Fakat yürütülecek bu mücadelenin çerçevesi, özellikleri, taktikleri net ve geniş bir düzeyde konulmamıştı. I. Konferans’ta ilk kez buna nasıl giriş yapılacağının açılımı kısmen yapılmıştı. Bu mücadele stratejisinin çerçevesi esas olarak Önderliğin 1981 yılının sonunda ülkeye geçecek ilk gruba yaptığı konuşmalarla ortaya konulmuştu. Benim de içinde olduğum 22 kişilik grup, ülkeye ve pratiğe gidecek ilk grup olarak çeşitli kamplardan çağrılmış ve Şam yakınlarında bulanan Filistin Demokratik Cephe’sinin donanımlı bir kampında bir araya getirilmişti. Bu grup içerisinde, Mehmet Karasungur, Mahsum Korkmaz, Şahin Kılavuz, Gözlüklü Ali, Kızıltepeli Sadık gibi ilk ülke grubunda yer alıp sonradan şehit düşen arkadaşlar vardı. Yine daha sonra ihanet eden Terzi Cemal, Nebil gibi kişiler de vardı.
Önderlik ilk kez orada bir hafta boyunca günde sekiz saat süren çözümlemelerle uzun süreli halk savaşı stratejisini nasıl ele almamız gerektiğini konuşma halinde sundu. Önderliğin konuşmaları kasete alınıyor, bizler de not alıyorduk. “Kürdistan’da Zorun Rolü” kitabı böylece yazılmış oldu. Mücadele stratejimiz I. Konferans’ın kararlaşması temelinde netleşmişti. Aynı dönemde “Kürdistan Ulusal Kurtuluş Problemi ve Çözüm Yolu”, “Örgütsel Sorunlarımız ve Çözüm Yolları” gibi kitaplar da çıkarılarak mücadelenin genel perspektifi ’82 yılı itibariyle somutlaştırılmıştı. 1982 yılında hem Lübnan sahasındaki savaş hem de aynı dönemde gelen cezaevi direnişleri ve şehadet haberleri ortamında PKK II. Kongresi gerçekleşti. II. Kongre’nin en önemli kararı ülkeye geri dönüş kararıdır. Zindan direnişleri ve şehadetlere de alınan bu kararla yanıt olunacaktı. Diğer bütün konularda PKK I. Konferansı çerçeveyi çizmişti. Yazılar yazılmıştı. II. Kongre’nin rolü I. Konferans kararlarını onaylamaktı. Bu dönemde Semir unsuru Ziyad ile beraber hazırlıkları boşa çıkarma gayretlerinde bulundu. Önderlik bu kişiliklerin yapmak istedikleri ve varmak istedikleri hedefleri biliyordu ve buna karşı bazı tedbirler geliştirdi. O dönemde tasfiyeci grubun önemli öğesi durumunda bulunan Davut (Resul Altınok) çıkardığı sorunlardan dolayı soruşturmaya alındı ve ardından yapılan kongreye de dahil edilmedi. Resul’un önce soruşturmaya alınması ve bu nedenle kongreye katılmayışı Semir öncülüğündeki tasfiyeci girişimin planlarını biraz boşluğa düşürdü. Boşluğa düşünce de kongrede istedikleri çıkışı yapamadılar. Sağda solda ileri geri bazı konuşmalar yapsalar da esas olarak yürütmek istedikleri tasfiyeci planları yürütemediler.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
(24.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER