BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (59.BÖLÜM)
TAKTİKTE TIKANMA SÜRECİNİN GELİŞMESİ
1997 Yılının Taktik Hazırlıkları;
1996 kışında her yerde yeterli ve yetkince hazırlıklar yapılmış olsaydı ve her komuta bulunduğu alanda verilen taktik perspektif temelinde yoğunlaşmış olsaydı, 1997 yılı güçlü bir çıkış yılına dönüştürülebilirdi. Önderliğin 1997 yılını “final yılı” olarak tanımlaması bu hazırlıkların gerçekleştirilmiş olduğu hesaplanarak yapılmış bir tanımlamadır. Çünkü Önderlik kendi sahasında güçlü bir hazırlık yapmıştı ve bu hazırlık temelinde güçlü bir çıkış yapmak istiyordu. Bununla Türk devletini masaya, siyasal çözüme çekmek istiyordu. Zira Türk ordusu her yere operasyon yapıyordu, operasyon yaptığı yerlerde araziye dayalı savaş taktiğiyle tıkatılır ve ilerlemesine izin verilmeseydi, bunun karşısında gerilla kendi sistemini kurardı ve bu beraberinde yeni gelişmeler yaratırdı. Bu durumda siyasal çözüm için bazı adımlar atılabilirdi. Araziye dayalı taktik mevzilenme iyi uygulanabilmiş olsaydı arazi denetimi gerillada olurdu, böylece operasyonlar tıkanırdı. Kürt sorununun çözümü devlet açısından sürekli iki alternatifli olagelmiştir. Birinci alternatif, silah zoruyla tasfiye edip yok etme suretiyle “çözüm” yaklaşımı olurken ki resmi devlet yaklaşımı budur, diğeri de siyasal yollarla oyalama, zayıflatma ve bireysel haklar çerçevesinde çözme gibi bir tür tasfiye yaklaşımıdır.
Türk devleti her ne kadar resmi planda siyasal çözümü sürekli reddetmişse de, aslında bu kapının açık kalmasını hep istemiştir. “Bu kapı açık kalsın, sıkıştığımda geçerim” diye düşünmüş, ama şiddetle yok etme mantığını asla terk etmemiştir. Yıllardan beri “bu sorunu silahla, savaşla çözerim” diye kendini kandırmaya devam etmiştir. Burada iki yönlü kandırmadan bahsetmek mümkündür. Birincisi; Türk devletinin dış devletlerin teşviklerine kendini kaptırarak, kandırmasıdır. 1993–94 sürecinde İngiltere’nin ve NATO’nun teşvikiyle PKK’ye karşı topyekun savaş başlatmıştı. Çünkü Batı dünyasının beyin gücü İngiltere ve bu dünyanın askeri zor örgütü NATO, PKK’den çekinmekteydi. Türk devleti de adeta “mademki Avrupa, Amerika arkamdadır, uluslararası desteğim var, o zaman neden şiddet yöntemiyle çözmeyelim, neden Kürtleri teslim almayalım” demiş ve öyle hareket etmiştir. Her türlü kirli ve kanlı uygulamayı yapmasına rağmen kimseyi teslim alamamıştır. Ne Kürtlerin dağda direnen gerilla dinamiklerini tasfiye edebilmiş, teslim almış, ne de Kürt halkının legal-demokratik mücadele zeminindeki kadrolarını ve olanaklarını teslim alabilmişti. Elindeki tüm olanak, araç ve kirli yöntemlerle yasadışı çeteler kurarak, bu çeteleri Kürt halkına karşı saldırtarak, her türlü yöntemi uygulamasına rağmen bir sonuca ulaşamadığı Susurluk’ta ortaya çıktı. Susurluk’ta devletin gerçek yüzü ortaya dökülerek, bu tür yöntemlerle sonuca gidilemeyeceği anlaşılmıştır.
Önderlik, Susurluk’ta ortaya çıkan gerçeğe dayanarak, özellikle 28 Şubat muhtırasıyla ordunun kirli yöntemleri bir düzeyde terk edebileceği mesajını çıkarmıştı. Bu temelde güçlü bir hamle ile devleti siyasi çözüme zorlamayı esas almıştı. Hamlenin amacı ve hedeflediği şudur: Bakın şiddetle yok edemediniz, sorun tüm yakıcılığıyla halen gündemdedir. Kendinizi dışarının gazına kaptırmayın, dış telkinlere aldanmayın, dış destek her şey değildir. Dış desteğe dayanarak kendi vatandaşın saydığın insanlar üzerinde sürekli şiddet uygularsan, orduyu harekete geçirirsen, büyük devlet olamazsın. Bu biçimde büyüklük taslamanın bir değeri yoktur. Türk devletine bu yönlü mesaj verebilmek için bir final çıkışının yapılması gerektiğine inanmış ve bu yönlü hazırlıkların yapılması için direktif vermiştir. Türk devletinin Kürtlere karşı şiddette ısrar etmesinin diğer bir nedeni de savaştan ekonomik ve siyasi rant sağlayan, geleceğini gerginlikten, milliyetçilikten, şovenizmin tırmanış gösterdiği atmosferde gören çeteci grupların devlete olan hakimiyetidir. Bu gruplar önemli ölçüde ordu içerisinde kendilerini örgütlemişlerdir. Zihniyetleri inkar ve imha üzerine kurulmuştur. Gerçekleri göremedikleri ve ülke ile insanlarını sevmedikleri için, hiçbir şey umurlarında değildir. Sürekli “bitirdik, bitireceğiz” söylemini esas almaları halktan korkmaktan kaynaklıdır ve zihniyetlerini oluşturan yalanların dışa vurumu olarak anlam kazanmaktadır. Oysa elini vicdanına koyup doğru-dürüst gerçekleri izah eden bir general ya da generaller grubu ortaya çıksa, “biz şerefli askerleriz, yeterince mücadele ettik ama bu gerilla halka dayanmaktadır.
Gerillayı Kürdistan’ın asi ve muazzam coğrafi koşullarında bitirmek mümkün değildir, bu sorun toplumsal bir sorun ve siyasi yöntemlerle çözülmelidir” tarzında sorunu gerçekçi ortaya koyabilirse, bu kandırmalar belki ortadan kalkacaktı. Maalesef askerliğin şerefli onuruna yakışır bir yaklaşım şimdiye kadar Türk ordu mensuplarında gelişmemiştir. Sürekli ayranı kabarık, “illa ezeceğiz, yok edeceğiz, bitireceğiz” söylemine dayanarak çift maaş, ikramiye ve üzerine milyarlarca rant alan, öte yandan halkın çocuklarını harcayan, birbirine vurdurtan eğilim sürekli etkili olmuştur. Halkın, emekçilerin çocuklarını operasyona süren, bu operasyonlarda büyük kayıplar vermiş olmasına rağmen dağa getirdiği gazeteciler vasıtasıyla uydurduğu yalanlarla, kendisini kahraman yapan, ucuz kahramanlık taslayan kişilerin olduğu yerde gerçeklere ulaşmak güçtür. Samimiyetten uzak, bilinçli kendini kandırmanın bir diğer yüzü de budur. Kısacası hem dıştan yapılan telkinlere kanma vardır, hem de içten rantçı ekibin sürekli “bitirdik, bitireceğiz” söylemlerine kanma vardır. Hatta birkaç sefer “bitirdik” diye nara atmışlardı. Bitirdiğiniz PKK, hala kudretlice direnmektedir. Bir olgu kaç sefer bitirilir? Biten, ortadan kalkan bir olgu nasıl oluyor da hala dimdik ayakta duruyor? Hani bitirmiştiniz, diye çıkıp sormazlar mı? Şimdi 2007 yılı başındayız. Bunlar halen yıllardır “bitirdik” teorisini yapmaktadırlar. Aklı, mantığı, ahlakı ve onuru olan biri uluorta yerde, milyonlarca insan huzurunda nasıl bu kadar pişkince yalan söyleyebiliyor? Doğrusu bunu anlamakta zorlanıyoruz.
Bütün bu yalanları açığa çıkarmak için 1997 sürecine girilirken, güçlü taktik vuruşla Türk devletini ikinci alternatife, yani siyasi çözüme zorlamak temel amaçtı. Çünkü devleti ikna etmenin yolu, ona çıkmazı göstermekten geçmektedir. Askeri yol çıkmaz yoldur, çözümsüz yoldur. Askeri yol ya da yöntemin amacı bitirmektir. Gerilla da “bakın ölmedik, buradayız, canlıyız, hala yaşıyoruz, yaşamaya da devam edeceğiz” tarzında bir yaklaşımı onlara benimsetmek için 1997 yılını final yılı olarak tanımlamıştı. Bunu göstermek için yapılan hazırlıklar temelinde gerillanın final sürecini başlatması yılın temel planlamasıydı. Bu taktik eskisi gibi alan kurtarma taktiği değildir. Sağa sola, sabit hedeflere saldırma taktiği de değildir. Yürütülecek olan, araziye dayalı savaş taktiğidir. Araziye dayalı savaş taktiğinde gerilla mevzilendiği alanı denetimine alır. Pratik olarak kızıl alan yaratmaya yakındır. Bir nevi devletin giremediği, girdiğinde de büyük kayıplar vereceği alanlar yaratılacaktı. Kökten giremeyeceği alanlar hedeflenmiyordu, fakat girdiğinde ciddi zararlar göreceği üs alanları oluşturmak hedefti. Bu taktiğin somut uygulanacağı ve sonuç alacağı alanlar Dersim, Amed, Zagros ve Botan’dı. Güney’in tümü zaten aynı kapsamda ele alınması gerekiyordu. Ama genelde her eyalette böyle yerler yaratmak bir hedef olarak konulmuştu. Taktik buydu. Dikkat edilirse 1990’larda başlayan, 1995 yılına kadar devam eden savaşta somut hedef kurtarılmış alanlar yaratarak, denge sürecine ulaşmaktı. Artık strateji, taktik ve düşüncede bir değişim vardır. Değişim, gerillanın bulunduğu alanlarda denetimini kurması üzerineydi. Gerilla, askerin üzerine gitmez, askeri üzerine çekerek darbe vurmayı öngörür. Operasyona çıktığında, yönelim gerçekleştirdiğinde büyük darbe yiyecek, tuzağa girecek ve öylece geri çekilmeye zorlanacaktır.
Bu konsept askeri çözümün çözüm olamayacağı eksenine dayanmaktadır. Görüldüğü gibi Önderliğin koyduğu yeni strateji ve taktik planlama hem insani, hem savaş yasaları, hem de demokratik çözümün gelişmesi açısından çok iyi ölçülmüş ve biçilmiş bir taktik planlama perspektifidir. Önderliğin öngördüğü taktik perspektifin başarıyla uygulanması durumunda hem halk, hem de sistem üzerinde siyasal etkiler yapması kaçınılmaz olacaktı. Bu yöntem devletin siyasal çözüm alternatifine mecbur kılınması, bu temelde bir hamlenin geliştirilmesi ve sonuç alıcı bir düzeyin ortaya çıkarılmasını hedefliyordu. Esasta 1993-94-95 hamleleri de aynı amaca yönelikti. Daha çok klasik halk savaşı stratejisi gereği denge dönemini hedeflemekteydi. Araziye dayalı savaş taktiği ise değişik, yaratıcı ve esnektir. Ancak bu taktik perspektifin pratikleştirilmesi için ciddi bir emek ve çaba sarf etmek zorunludur. Düz savaş mantığıyla ve ucuz komutanlıkla bu taktik düzeyi yaşamsallaştırmak mümkün değildir. Önce araziyi iyi işlemek, her tarafı mevzi yapıp delik deşik yapmak ve arazi tekniğinden sonuna kadar yararlanmak gerekmektedir. Gerilla savaşında coğrafyadan yararlanmayı bilmek can alıcı bir konudur. Coğrafyayı derinliğine ve genişliğine kullanamayan, onun zenginliğinden yararlanamayan bir gerillanın başarılı olması mümkün değildir. Ama şimdi Önderlik bunu bir adım daha ileri götürmekte; araziyi daha detaylı ele alan, araziyi dokuyan, işleyen ve böylece arazi tekniğini geliştiren yeni bir bakış açısını geliştirmektedir. Bu taktik perspektifi uygulayabilmek için öncelikle inanmak, canla başla çalışmak, zafer kazanmak için ter dökmek, emek sarf etmek ve sonra da gerektiğinde kan dökmeye de hazır olmak gerekmektedir.
1996 yılı ortalarında bu stratejinin uygulanması için Zap’ta bazı hazırlıklar başlatıldı. İlk adım olarak bazı tünel ve mağaralar yapıldı. Zap’ın bir kaleye dönüştürülmesinin projeleri geliştirildi, krokiler çizildi, haritalar yapıldı. Arazinin nasıl işleneceği planlaması yapıldı. Bu planlamaya göre çalışmaları yapmak üzere yüz kadar milis, halk kampından getirilmişti. Daha değişik bir takım projeler çizildi. Bunun için başta Adil arkadaş olmak üzere değişik arkadaşlar görevlendirildi. Haftalarca tepe tepe dolaşıp krokiler ve haritalar çizildi. Tüm hazırlıklar ve çalışmalar Zap’ı adeta bir kaleye dönüştürme eksenindeydi. Sonrasında aynı yıl içerisinde üç defa Zap yönetimi değişince, hazırlanan planlama uygulanmadı. Ne yazık ki PKK komutasının yetmez bir tarzı da, sürekli ve akışkan olmamasıdır. Her gelen arkadaş her şeyi biraz kendinden başlatarak bir önceki yönetimin yapmak istediği hazırlıkları olduğu gibi sürdüremiyordu. Daha çok kendi bakış açısını yansıtan değişiklikler yapıyordu. 1996 sonbaharından 1997 ilkbaharına kadar üç kez yönetim değiştirildi ve belirtilen proje sürdürülmedi. Halbuki taktiğin inceliği, sonuç alıcılığı, arazi derinliğini ve zenginliğini kullanmaktır. Bu temelde araziye dayanarak, gelen düşmanı içine alıp darbelemektir. Öngörülen sonucun alınabilmesi için araziyi işlemek ve hazırlamak gerekiyordu. Fakat görevlendirilen her yeni yönetim ilk başta daha çok örgüt sorunları ile uğraştı. Komuta tarzımızda, askeri taktiklerin tali planda kalmasına sebep olan ideolojik sorunlar öne çıkıyordu. Bu nedenle ideolojik eğitim sürekli öne verilmiştir. Böyle olunca da, askeri taktik eğitimler ve yoğunlaşma geride kalmış, ideolojik netleşme sağlanamadığı gibi askeri taktik performansta da gelişmiş bir düzey yakalanamamıştır.
1996 yılının sonuna gelindiğinde Zap’ta tam bir sorunlar yığını ortaya çıkmıştı. Bu ara biraz kopuşlar gerçekleşti. Kopuşlar 1995 yılından başlayarak, 1996 kışına kadar devam etmişti. Umduğunu bulamamaktan ve erken zafere göre kendini ayarlayan ama sürecin uzamasıyla kararsız düşen, bunalıma giren tipler kopmuşlardı. Karargah yönetimi çözüm gücünü açığa çıkaramadığı için bu yıllarda kopuşlarda artma olmuştu. Zap’ta güç yoğunluğu arttıkça yaşam sorunları da artmıştı. Yönetimler genelde enerjilerinin önemli kısmını bu sorunlarla uğraşarak harcamışlardı. Parti ruhu, partinin militanlık özellikleri zayıflamıştı. Parti, parti içerisinde azınlığa düşmüştü. Yönetimin, komutanın dikkati hep bu nokta üzerine kaymıştı. Aslında dağ ortamının zorlu koşullarında Apocu ruh olmadan direniş geliştirilemez, bu doğrudur. Ama taktik ve hazırlık olmadan da direniş başarılı olamaz. Her ikisi de birbirini çok yakından koşullayan olgulardır. Bu gerçeklikten hareketle ikisini de dengelemek gerekiyordu. Komutanın yetmezliğinden ötürü, iki önemli boyutun optimal dengesi kurulmamış, taktik tali plana itilmişti. Komuta ekseriyetle toplantı, ideolojik eğitim vb çalışmaları ön plana alarak arındırma, netleştirme faaliyetleri ile uğraşmıştı. İdeolojik ve örgütsel çalışmalar ön plana çıkarılınca, askeri çalışmalar ve hazırlıklar yapılamamıştı. Ayrıca daha Mart ayında, karlar erimeden “düşman geldi, gelecek” diye, güç erkenden intişara (alarma) çıkarılmış, bu tutumla da güçlerin yıpranmasına yol açılmıştı. Halbuki bunun yerine daha sonbahardan başlayarak arazi işlenseydi ve 1996’daki proje temelinde arazi üzerinde çalışmalar olsaydı, çok daha önemli sonuçları ortaya çıkaracak bir çalışma yapılmış olunurdu. Türk devleti, istisnasız hemen her bahar aylarında kapsamlı güçlerle bir eyaleti hedefleyerek, imha etmek istemiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi 1996’da Amed eyaleti kapsamlı hedeflenmiş ve uzun süren bir operasyonda eyalet komutanı Cemal arkadaş da dahil 150’ye yakın arkadaşın şehadeti yaşanmıştı.
1997’de ise Dersim eyaleti hedeflenmiş ve burada da bir operasyonda 120’nin üzerinde arkadaşın şehadeti yaşanmıştı. 1997 baharına girişle beraber diğer alanlarda da benzer bir takım operasyonlar yapıldı ama ciddi sayılabilecek kayıplar verilmedi. Bu yılın en önemli gelişmesi 14 Mayıs’ta Zap’a yönelik gerçekleştirilen operasyondur. 1996 kışında gerilla cephesinden nasıl ki, yeni bir taktik perspektifle güçler eğitilip sürece hazırlanmışsa, Türk ordusu da kendini öyle hazırlamıştı. Hem askeri, hem diplomatik hazırlıklar yapmıştı. Bu temelde yaptığı görüşmelerle KDP’yi de PKK’ye karşı operasyona katmaya ikna etmişti. 1995 çatışmasından sonra KDP ile ilişkiler oldukça normaldi, ilerleme kaydedilmişti. PKK, KDP ile YNK arasında yaşanan çatışmalarda tarafsız kalmıştı. KDP, Saddam’ın desteği ile YNK’ye karşı bir hamle yapmış, YNK’yi Kürdistan’dan çıkarmıştı. Böylece Hewler ve Süleymaniye başta olmak üzere, YNK’nin denetimindeki bölgenin önemli bir kısmını kontrolüne almıştı. YNK de İran’ın desteğiyle karşı bir hamle yapmış, Hewler dışında kalan bölgeleri geri almıştı. Fakat Hewler KDP kontrolünde kalmıştı. Hewler el değiştirmeden önce hareketimiz bir dizi kurumsal faaliyet sürdürmekteydi. El değiştirmeye başladıktan sonra da bu faaliyetler devam etmişti. Welat Gazetesi, MKM, hastane ve farklı birkaç kurum orada bulunuyordu. KDP, hareketimizin Güney’deki varlığından rahatsız olsa da, açıktan engelleme çabasına girişmemişti. Bu döneme kadar Güneyli güçlerle ilişkiler iyiydi; görüşmeler yapılıyor, karşılıklı eleştiri ve görüşler sunulabiliyordu.
Ancak Mayıs 1997’de Türk devletinin Güney’e yönelik gerçekleştirdiği operasyona KDP’nin de dahil olması, Güneyli güçlerle yeni ve farklı bir sürecin gelişmesine yol açtı. İlk bir-iki gün KDP’nin Türk devleti saflarında operasyona katıldığı fark edilmemişti. Bunun için Hewler’de bulunan ve kurumsal sivil faaliyetler sürdüren arkadaşlar geri çekilmedi. Kaldı ki, çoğunluğu hasta ve tedavi amaçlı orada bulunmaktaydılar. KDP’ye bağlı peşmerge güçleri Hewler’de kurumlar ve hastanede bulunan arkadaşlara yönelik saldırı başlattı, herkese istisnasız teslim olmayı dayattı. Buna karşı direnenleri ise ezmeyi esas aldı. Başta alan sorumluları Salih (Hasan Ağaç) ve Helin arkadaşlar olmak üzere, çoğunluğu hasta ve yaralı olan 60’a yakın arkadaş kahramanca direnerek, şehadete ulaştı. Yine Şehit Ozan arkadaş (Ömer Özsökmenler) KDP’nin eline esir düşmemek için üzerindeki bombaları peşmergelerin içinde patlatıp, onurluca şehit düşmüştü. Bu olayın bir mazisi de vardır. Ozan arkadaş, DDKO grubundan Dr. Şivanların döneminde Güney Kürdistan’da bulunurken, Dr. Şivanla beraber KDP tarafından zindana atılıyor. Grubun diğer bazı üyeleri tasfiye ediliyor, ancak kendisi küçük yaşta olduğu için Lübnan’a götürülüp, serbest bırakılıyor. O tarihten sonra Türk solunda uzun bir süre devrimcilik yapan, on yıl Türkiye cezaevlerinde yatan ve 1991’in sonlarında hareketimize katılan Ozan arkadaş yirmi beş yıl sonra aynı esaret koşullarını yaşamamak için onurlu bir davranış sergileyerek, kendini imha etmede karar kılıyor. Hewler katliamı Kürtler arasında iç çatışmanın giderek daha fazla boyutlanmasına neden oldu. Hiçbir biçimde tekrarlanmaması, düşünülmemesi ve Kürt tarihinde yeri olmaması gereken bir süreç böylece yeniden başlamış oldu. Çok acı olayların yaşanmasına yol açan bu durumların yanlış politikalardan kaynağını aldığı kesindir. Nedeni ne olursa olsun Türk devletiyle birlikte hareket ederek başka bir Kürdistani gücün üzerine gitmenin yurtseverlikle bağdaştırılamayacağı gibi Türk devletine yapılmış en büyük hizmet olmuştur. Kürt halkına büyük zararlar vermiş olan bu tür iç çatışmaların bir daha tekrarlanmamasına dönük bugün herkes açık tutumunu koymuştur.
Ancak Kürtler arası iç çatışma defterini bir daha asla ve asla açmamak üzere tümden kapatmak doğrudur ama tek başına yeterli değildir. Çünkü böyle söylemek tek başına bu tür durumların bir daha tekrarlanmamasının ciddi bir tedbiri olmamaktadır. Tedbirini almak için kesin bir şekilde devletlerin yedeğine düşmemek, birbirine karşı başka güçlere dayanmamak ve iç çatışmaların önüne geçmek için ortak demokratik bir ulusal platformda birleşmek ve bunu bir sözleşmeyle tüm Kürt halkına ve dünya kamuoyuna deklere etmek gerekmektedir. Biz tekrar konumuza dönerek, süreci işlemeye devam edelim: Zap’ta bulunan gerilla birliklerinin operasyon güçlerine karşı uyguladığı savaş tarzı, defalarca mahkum edilen ve uygulanmaması gereken savaş tarzıydı. Araziye dayalı savaş taktiği hiç uygulanmadı, hatta sanki öyle bir taktik perspektif verilmemiş gibi yaklaşıldı. Arazi derinliğine dayalı direniş geliştirmekten ziyade, normal bazı çatışmalara girmekle sınırlı kalındı. Salt çatışmalarla kapsamlı operasyona karşı durmak güçtür. Bu nedenle ikinciüçüncü gün gerilla gücünün bir kısmı Zap’tan çekilmeye başladı, kalan bazı güçler de yer değiştirdi. Çekilme yaşanınca da düşman Zap’a girdi. Kalan gerilla gücü Zap’ın değişik alanlarında direnişe geçerek, yer yer çatışmaya devam etti. Genel operasyonu koordine eden komuta kademesini taşıyan helikopterin düşürülmesinden sonra operasyon geri çekildi. Operasyonu yürüten beyin takımı ciddi bir darbe almıştı. Fakat bu kez farklı bir taktik uygulanıyordu. Geri çekildiler ama zaman zaman kollar biçiminde dalışlar yapma yeteneğini korumaya çalıştılar. Tekniğe dayalı bu çatışmalarda Kuro Jaro vb yerlerde yaşanan kayıplarımız oldu. Alanın boşaltılması ve stratejik yerlerin tutulmaması nedeniyle düşman habire Kuro Jaro’ya kadar girip çıkabiliyordu.
Önderliğin bir yıldan beri sürekli ifade ettiği araziye dayalı savaş taktiğinin fazla pratikleştirilmemesi ve Zap’ın erken düşmesi Önderliği çok öfkelendirmişti. Bu nedenle Zap yönetimine sert eleştiriler geliştirerek, onları görevden aldı. Zap’taki bu durumun yıl pratiği üzerinde olumsuz anlamda ciddi bir etkisi oldu. Kuzey’e önemli oranda güç takviyesi yapılmış, ama komutanın yetersizlikleri tıkanıklığın aşılmamasına neden olmuştu. Dersim eyalet komutanlığı abartılı bir duruş sergilerken, baharla birlikte çıkan operasyonda yaşanan kayıpları kendine yedirememişti. Giderek, yaşanan kayıpları telafi etmek için düşmana darbeler vurması gerekirken, tam tersine etkili bir varlık gösterememişti. Erzurum eyaleti de aynı konumdaydı. Amed eyaletinde ise adeta karşılıklı uzlaşma gelişmişti. Ne devlet çok fazla operasyon yaptı, ne de gerilla gücü yapması gereken eylemsel çıkışı gerçekleştirdi. Mardin bazı çabalara rağmen çok etkili olamadı. GAP ise hemen hemen tasfiye sürecini yaşıyordu. Arazinin durumu da gücü koruma sorunlarını yaratıyordu. Bir birimle müdahale yapılmışsa da, kalıcı bir sonuç ortaya çıkarılamadı. Nasır sınıra dayalı çatışmaya alışmıştı. Bir anda Kuzey savaş tarzıyla karşılaşınca ters yüz oldu. Sonradan açığa çıkacağı gibi, yaşadığı kırılma Garzan’da daha da derinleşti. Eyalet pratiğini geliştirmekten ziyade tutunamadı. Karamsar yaklaşıma kapılarak, yıl sonuna doğru Amed’e çekilmek durumunda kaldı. Kısaca iç hatların durumu böyleydi. Karadeniz’e açılım yapılmış ve bir hayli ileri düzey de yakalanmıştı. Ruhat arkadaş Koçgiri eyaletinden sorumluydu.
1997 baharında Sivas’ın Yamalar dağında çıkan bir çatışmada 18 arkadaşla birlikte şehit düştü. Bu kayıp Koçgiri eyaleti ve Karadeniz için ciddi bir darbe oldu. Karadeniz grubunda Şehit Ayhan, Şehit Fırat gibi değerli arkadaşların çabaları söz konusu idi. Ancak Ruhat arkadaşın şehedeti süreç üzerinde etkili oldu. Bu da düşünülen kapsamlı açılımın Karadeniz’de yapılmasını önledi. Güneybatı eyaleti hattında, özellikle Amanos’ta sürdürülen bazı çabalara rağmen çok etkili bir varlık ve yeni bir çıkış ortaya çıkarılamadı. Burada daha sonra etkisi ortaya çıkacak olan tasfiye pratiği devreye konulmuştu. Önderlik denemek ve açığa çıkarmak için soruşturma sonrası bu alana Zeki’yi gönderdi, ama çok kısa bir süre sonra denetimindeki güçlere tasfiyeyi yaşatarak geri döndü. Serhat eyaleti için hazırlanan güç yola çıkarılmış ama kış boyunca sınırda beklemişti. Bu nedenle 1997 sürecinde eyalete tam giriş yapılmamıştı. Eyalet komutanlığı sınırdan içeri bile girmemişti. Sürekli oyalama taktiğini esas alarak, partiyi bu alanda boşa çıkaran bir pratiğe yol açmıştı. Geriye Botan, Zağros ve Güney hattı kalmıştı. Zağros eyaleti yeni yıla eylemselliklerle giriş yapmak istedi ama araziye dayalı savaş tarzı ekseninde bir yoğunlaşmayı yaşamadığı için, içeriye bile zor bela ancak girebilmişti. Girdiğinde de sonuç alıcı bir pratik geliştirememişti. Aslında Önderlik 1996 yılında yürüttüğü çalışmalarda hem geliştirdiği taktik perspektifle, hem de eyaletlere dönük geliştirdiği yeni düzenlemelerle 1997 yılına kapsamlı bir hazırlık yapmıştı.
Önderlik bu sebeple daha yılın başında “final yılıdır” dedi. Çünkü yaptığı bu hazırlıklara güveniyordu. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Botan unsuru ve Dr. Süleyman tasfiyeciliğinin bu eğitim zemininde buluşması ve resmi olmasa da yaşam tarzı itibariyle ortaklaşarak birbirini destekleme ve beslemesi sonucu Önderlik sahasında yürütülen Önderlik çalışmaları ve eğitim faaliyeti boşa çıkarılmıştı. En büyük ihanet aslında burada yaşanmıştı. Çok sinsi ve ikiyüzlü bir biçimde en iyi anlayan, en iyi uygulayacak pozisyonuna giren bu kişiler eğitimi boşa çıkararak aslında kapsamlı bir mücadele hamlesini boşa çıkarmışlardı. 1997’de bırakalım araziye dönem taktiğinin uygulanması, yanından bile geçilmemişse ve Kuzey eyaletlerinde bir pasifleşme, yozlaşma yaşanmışsa bunun en temel nedeni taktiğe girmeyen, dönem görevlerine doğru yaklaşmayan, devrimsel yürüyüşte kararsızlığı yaşayan ikiyüzlü kişiliklerin kötü bir rol oynamalarıdır. Elbette ki her şey buna bağlanamaz. Burada çok samimi davranan komuta yapısının rolünü oynamaması ve yapılan düzenlemelerin isabetsizliği uygulanan tarzların yetmezliğinde rol oynamıştır.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER