BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ(10.BÖLÜM)
KÜRT TOPLUMSAL ŞEKİLLENMESİ VE SAVAŞ GERÇEKLİĞİ
Birinci Dünya Savaşı Döneminde Kürtler;
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ve müttefiklerinin resmen yenik düşmesi Kürtler için yeni bir başlangıç, bir dönüm noktası olabilirdi. 30 Ekim 1918’de imzalanan Montros Mütarekesi ile beraber Kürt ve Ermenilerin statüleri tekrar gündeme gelmiştir. 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti bu dönemde ortaya çıkan uygun koşulları politik ve taktik yaklaşımlarla karşılayamamış, dönemin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir strateji geliştirememiştir. Kürt Teali Cemiyeti’nin Bab-ı Ali mektebinden kaynaklanan düşünce yapısının, bırakalım o dönemde revaçta olan bağımsızlıkçı bir milli kurtuluş anlayışını geliştirmesini, halka dayanmayan çok kötü bir İngiliz-Osmanlı işbirlikçi anlayışın teorileştirilmesini sağlamış ve Kürt halkını sahipsiz bırakmıştır. Bu süreçte halk kan ağlamaktadır. Ülkenin her tarafı Fransız, İngiliz vb yabancı ordular tarafından işgal altındadır. Kürt Teali Cemiyeti ise İstanbul’da harita ile uğraşmakta, bu haritaları İngiliz konsolosluğuna götürmekte, işte “Kürdistan sınırları şuraları kapsıyor” diyerek, İngilizlerden medet ummaktadır. İngilizler de, “Biz Britanya olarak Ortadoğu’ya tüm ulusların haklarını vermek için geldik, bunun için bir sistem geliştireceğiz. Bu sistemin bozulmaması için bölgeye haber gönderin, herkes sükûnet içinde kalsın, kimse bir şey yapmasın, Kemal Atatürk gibi karışıklık çıkarmak isteyenlere kanmasınlar, biz herkesin hakkını vereceğiz” diyerek oyalama taktiğiyle kandırma siyasetini yürütmektedir.
Mustafa Kemal o süreçte bir Türk aydını ve subayı olarak, milli kurtuluş düşüncesiyle işgal güçlerine karşı mücadeleyi düşünmektedir. İngiliz işgali altındaki bir İstanbul’da kalamayacağını anlamıştır. Çünkü işgal altında bulunan bir yerde direnişi gerçekleştirmesi, bunun örgütünü oluşturması oldukça zor görünmektedir. İşgali benimsememesi onu Anadolu ve Kürdistan’a açılmaya zorlar. Anadolu ve Kürdistan’a açılmak, direnişi buralarda örgütlemek daha mantıklı görülmektedir. Bu temelde kararını verir ve padişahtan aldığı görev izni ile İstanbul’dan çıkar. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı, Anadolu’ya açılmanın, Kürt ve Türk halkını bir ittifak içinde mücadele mevzisine çekmenin girişimi olarak değerlendirilebilir. Ardından Erzurum Kongresi, Amasya Tamimi ve Sivas Kongresi’ni geliştirerek mücadele startını verdiği bilinmektedir. Mustafa Kemal, Anadolu ve Kürdistan’a çıkışı gerçekleştirmeden önce, zaten işgal güçlerine karşı yerelde kendiliğinden ve parçalı bir direniş söz konusuydu. Özellikle Kürdistan’da Kürt halkının Fransız ve İngiliz işgal kuvvetlerine karşı sergilediği direniş iştahını kabartmaktadır. Yerelde verilen direnişin ortak bir cephede birleştirilmesinin yaratacağı düzeyin oldukça sonuç alacağının farkındadır. Anadolu ve Kürdistan’da halkın yabancı işgale karşı rahatsızlığını çok iyi tespit eden Mustafa Kemal bunu değerlendirmek üzere Anadolu ve Kürdistan topraklarına gelir. Bu gerçeklerden duyduğu heyecan ve umutla Erzurum ve Sivas kongresine Kürt delegelerini davet eder. Özellikle Erzurum ve Sivas kongrelerinde Mustafa Kemal Kürt halkına çok net çağrılar yapmış, geleceğe ilişkin güçlü vaatlerde bulunmuştur. Kürt halkına yaptığı çağrının temel içeriği şudur “Kürt-Türk hepimiz kardeşiz, dindaşız, ecnebiler ülkemizi işgal etmişler, Kürdistan yerine Ermenistan’ın kurulma tehlikesi vardır, din tehlike altındadır, bu değer yargılarımızı korumak için hepimiz beraber gavur kuvvetlere karşı savaşalım” gibi söylemlerle o zamanki toplumsal psikoloji ve gerçekliğe hitap etmiştir. Bu toplumsal psikolojisinden dolayı Kürt halkının büyük çoğunluğu bu ittifaka dahil olmuştur.
Aslında Kuva-i Milliye hareketinin güç kazanmasının altında bu temel söylemler yatmaktadır. Çünkü bu söylemler toplumsal psikolojiye uygun, halkın temel ihtiyacını karşılayan söylemler olup, yabancı işgale karşı ortak direnişi öngörmektedir. Bu nedenle Kuva-i Milliye hareketi buna dayanarak direniş sürecini geliştirmiş ve sonuç almıştır. Buna karşın Kürt Teali Cemiyeti, Kürt halkının sosyal ve toplumsal yapılanmasından soyut olduğundan dolayı etkisizdir. İstanbul’da oturup Kürdistan’a talimatlar vermekle sınırlı kalmışlardır. “Sükûnetinizi koruyun, İngilizler düzeni sağladıktan sonra bize hakkımızı verecekler” diye sürekli telkinlerde bulunmuşlardır. Ancak Kürt Teali Cemiyeti’nin Amed’deki şubesini dikkate alan çevreler bile bu tür telkinleri dikkate almamış, Mustafa Kemal’in çağrılarına uymayı daha gerçekçi bulmuşlardır. Kürt Teali Cemiyeti bu yaklaşımlarıyla Kürt halkının milli bir siyaseti ve milli mücadeleyi geliştirmesini etkisiz kıldıkları gibi Türk halkıyla giriştikleri ortaklığa güçlü bir taraf olarak katılmalarını da önlemiştir.
Kürt-Türk ittifakından güç alan Mustafa Kemal hareketi belli başarılar sağlamış ve artık İstanbul’a yürüme düzeyine geldiğinde İngiliz gemileri İstanbul’dan işbirlikçilerini yanlarına alıp gitmişlerdir. Çünkü başta İngilizler olmak üzere Avrupalı emperyalist güçler Doğu’da gelişen Bolşevik devriminden korkmakta; Mustafa Kemal’in öncülüğünde kurulacak yeni Türkiye’nin Sovyet Rusya’nın yayılma tehlikesi önünde bir engel ve bir ön cephe rolünü oynayabileceğini düşünmektedir. Bu nedenle fazla uğraşmadan çekilmeyi kendi politik çıkarlarına daha uygun görmüşlerdir. Osmanlı ve İngiliz işbirlikçiliğinde ısrar eden bir takım Kürt Teali Cemiyeti’nin üyeleri de Osmanlı hanedanı ile birlikte, geri çekilme durumunda olan İngiliz gemilerine binip, İstanbul’u terk etmek zorunda kalmışlardır.
Kürt Teali Cemiyeti’nin bu biçimde Kürt toplumsal gerçekliğinden ve halkın arzularından çok kopuk, adeta bir saray anlayışı ve üst sınıf bakış açısıyla siyasete yönelmelerinin nedeni, Sultan Abdülhamit politikalarının bir sonucudur. Sultan Abdülhamit’in onları saray bünyesindeki mekteplerde bu biçimde yetiştirmesinin bir sonucu olarak böylesine öz güvenden yoksun işbirlikçi bir ruhsal şekillenme gelişmiştir. Bütün bunlara rağmen belli dinamiklere sahip olan Kürt toplumu, I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında gelişen savaşların önemli bir dinamik gücü durumundadır. Bu nedenle Atatürk, Kürt toplumunun kazanılmasına önem verir ve boşlukta olan Kürt toplumuna olumlu yaklaşır. Bu yaklaşımın sonucunda da Kürt toplumunun ileri gelen sınıfı olan siyasi ve dini otoriteler de Kürt-Türk ittifakı biçiminde gelişen işgale karşı direniş sürecine katılarak ortak hareket ederler.
MURAT KARAYILAN(HEVAL CEMAL)
(10.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER