BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (23.BÖLÜM)
PKK DİRENİŞİ
12 Eylül Faşizmine Karşı Büyük Zindan Direnişi;
Her zorba egemenlikçi devlet anlayışı gibi Türk devlet tarihinde de zindanlar hep muhalif hareketlerin ezilmeye ve bitirilmeye çalışıldığı stratejik mevziler olmuştur. Zindanlarda yakın dönemde olduğu gibi geçmiş tarihte de muhalifler tutsak alındıklarında kaba işkencelerin yanı sıra en ince özel savaş yöntemleriyle kendi karşıtına dönüştürülmek için her şey yapılmıştır. Bu yöntemlerle teslim alamadıklarında ise infaz ve darağaçlarına asmaktan kaçınmamışlardır. İdam sehpalarıyla gelecek nesillere gözdağı verilirken, karşıtına dönüştürülenler ise umutsuzluğun, inançsızlığın ve kararsızlığın tohum ekicileri olmuşlardır. Karşıtına dönenler devrim umutlarını çürütme noktasında önemli roller üstlenmişlerdir. Kuşkusuz 12 Eylül faşist askeri darbesi işkence ve zindan sistemini en çok geliştiren bir askeri darbe olmuştur. Bu yolla teslim alınmış bir toplumsal gerçeklik yaratmak istemişlerdir. Zindana aldığı bireyi vahşi işkence yöntemleriyle şekillendirmeye çalışırken, dışarıda toplumdaki insanları da aynı eksende açık bir cezaevi kültürüyle şekillendirmeye çalışmıştır. Bu nedenle toplumun tüm hücreleri üzerinde yoğun ve vahşi saldırılar uygulanmıştır. Tüm toplumsal yapılar askeri kışla kültürü sistemine tabi tutulmuştur. Farklı bir düşünce ve davranışa hiçbir şekilde izin verilmemiştir. Halkın her kesimini teslim almaya dönük siyasal, kültürel politikalar izlenmiştir. Rejime muhalif olan tüm kesimler ya katledilmiş ya kaçırtılmış ya da cezaevlerine alınmıştır. Böylece dışarıda ölüm sessizliğine bürünen bir toplumsal yapı şekillendirilmek istenmiştir. Bunun için insanlık dışı yöntemleri mubah görmüşlerdir.
1979 yılında hareketin kadrolarından bazıları tutsak düşmüş olmakla birlikte, esas olarak 12 Eylül darbesinden sonra yoğun ve kitlesel tutuklanmalar yaşanmıştır. Kısa sürede bu sayı binlere ulaşmıştır. Merkez komite üyeleri yanında orta kademe ve yeni katılanlarla beraber önemli sayıda kadro zindana alınmıştır. Binleri aşan yurtsever ve sempatizanlar da aynı süreçte tutuklanmışlardır. Türkiye’de vahşetin sınırsız bir biçimde uygulandığı en önemli zindan merkezlerinden birinin de Diyarbakır zindanı olduğu bilinmektedir. Diyarbakır başta olmak üzere cezaevlerine alınan tüm tutsaklara çok yoğun işkence ve her türlü insanlık dışı uygulama yapılmıştır. Amaç, cezaevlerindeki devrimcileri teslim almaktır. Türk cunta rejimi kendince dışarıdaki direniş odaklarını kırmış, tasfiye etmiş, artık sıra zindanlardaki devrimcileri teslim almaya gelmiştir. İşin önemli bir boyutu da yakalanan devrimcilerin üstlendikleri rol ve içinde bulundukları konumdur. PKK her ne kadar diğer devrimci gruplar kadar darbe yemese de yine de öncü kadroların birçoğu yakalanmıştır. Çünkü askeri darbenin en önemli hedeflerinden birisi partimiz olmuştur. Amacına ulaşamayınca da tutukladığı kadrolar şahsında PKK’yi bitirmeye çalışmıştır. Bu nedenle işkencenin en ağırı Diyarbakır zindanında vahşet düzeyinde uygulanmıştır. Diğer devrimci hareketlerde olduğu gibi zindan, PKK’lilerin ve PKK’nin bitirilme sahası olarak düşünülmüş ve Diyarbakır bunun pilot bölgesi seçilmiştir. Elazığ’da teslim olan Şahin Dönmez ve Yıldırım Merkit gibi hain kişiler devrimcilere işkence yapacak kadar karşıtına dönüştürülmüştür.
Zindandaki tüm devrimcileri teslim almak için işkencenin dozajı alabildiğine arttırılmıştır. Kürt’ün yüreğine ve beynine ekilen ihanet tohumları bu ihanetçi kişilikler vasıtasıyla tekrar canlandırılmaya ve hareketimizi bitirmeye dönük planlar bütün yöntemlerle hayata geçirilmek istenmiştir. Hareketimizin dışarıda kalan kadroları geri çekilme ile yurtdışına çıkarılmıştır. Bu dönemde yaşanan çatışmalarda Dersim, Karakoçan, Pazarcık, Bingöl ve Mardin’de şehadetler yaşanmıştır. Ülke içinde dışarıda kalmış PKK direnişini geliştirebilecek pek bir güç kalmamıştır. Geriye kalan tek yer zindandır. Diyarbakır zindanı da bunun merkezidir. Onların hesabına göre Diyarbakır zindanındaki devrimciler düşürülürse PKK büyük oranda tasfiye edilecekti. Çünkü artık PKK’nin Kürdistan’da bir varlığı kalmayacaktı. Halkı umutsuzluğa sürükleyeceği gibi yurtdışına çıkanları da olumsuz etkileyecek ve inançsızlaştırarak mülteci yaşama itebilecekti. Bunun için düşmanın öncelikli amacı devrimcileri ideolojik ve iradi olarak teslim almaktı. İrade kırıldıktan sonra fiziki imhanın olup olmaması çok fazla önemli olmayacaktı. Amaç tutuklulara ideolojik olarak ihanet ettirmekti. Türk devlet sisteminin geçmişinde muhaliflerine zindanlarda uyguladığı yöntemlerle ihanet ettirme ve onları kendi özüne yabancılaştırarak, halka karşı kullanma örnekleri çok vardır.
PKK’yi de aynı yöntemle istedikleri noktaya getirme çabaları yoğunca uygulanmıştır. Bu dönemde herkesin dikkati cezaevleri üzerinde yoğunlaşmıştı. Cuntanın gelmesiyle beraber vahşi bir hal alan işkence ve inceltilmiş özel savaş yöntemleri devreye konulmuştur. Böylece zindan koşullarında tecrübesiz olan devrimci ve yurtseverleri tek tek düşürmeye başlamışlardır. Öyle ki 1981’in sonlarına doğru neredeyse teslim alınmamış bir devrimci kalmamış gibidir. PKK’li tutsaklar bu vahşete karşı direniş içerisine girmiş ve açlık grevinde ilk şehidini vermiştir. Türk kökenli (Maraşlı) olan Ali Erek arkadaş eylemin on beşinci gününde mide kanaması geçirerek şehit düşmüştür. Ali Erek arkadaş askeri, siyasi yönden yetkin ve zeki olan bir arkadaştı. Öyle ki bu özelliklerinden dolayı kendisine “Cin Ali” denilmekteydi. Zindanlarda hareketimizin ilk şehidi Elazığ cezaevinde 1979 yılında faşistlerin saldırısıyla şehit edilen Aytekin Tuğluk arkadaştır. Ali Erek arkadaş ise Diyarbakır zindan direnişinde şehit düşen ilk arkadaşımız olmuştur. Ancak 1981 açlık grevi direnişi ile sonuç alınamamış ve vahşet tüm hızıyla sürmüştür. PKK’li tutsaklar ilk direniş denemesinin yarattığı başarısızlığı kader olarak görmemişlerdir. Direniş bir kez daha yeniden ama daha güçlü örgütlendirilmiştir. Geliştirilen direnişler, açlık grevleri ve ölüm oruçları denemelerinde belli bir tecrübe edinilmiştir.
Direniş yeniden kırıldıktan sonra hemen her tutsak “başarısız olduk, Önderliğe ve arkadaşlara bunu nasıl izah ederiz” anlayışında olmuştur. Çünkü Apoculukta başarısızlığın gerekçesi yoktur; her koşul altında direniş vazgeçilmez yaşam tarzıdır. Bunu bilen tutsaklar daha farklı ve zengin içerikli yöntemlerle direnişi örgütlemeye çalışmıştır. Diyarbakır zindan direnişi diye tarihe geçecek görkemli ve onurlu direniş bu zemin üzerinde gelişmiş ve tarihte hak ettiği yeri almıştır. Devrim tutsakları Diyarbakır zindanında geliştirecekleri direnişle PKK ve Kürdistan özgürlük mücadelesini savunacaklarının bilincindedirler. Zindandaki PKK’li önder kadrolar Mazlum, Kemal, Hayri ve Ferhat yoldaşlar başta olmak üzere, tüm önde gelen devrimciler bu zorlu süreçte asıl görev Kürdistan’da askeri çizgi ve rolün zindan tutsaklarına düştüğünün farkındadırlar. Ara dönemde devrim bayrağını dalgalandıracak olanın zindan olması bilinciyle hareket edeceklerdir. Mazlum Doğan arkadaş 1981’de dışarıya ulaştırabildiği mektupta, “Geri dönüş için acele edilmesin, sağlam bir hazırlıktan sonra ülkeye dönülsün. O zamana kadar direniş bayrağını biz dalgalandıracağız. Direnişimizi ve sesimizi tüm dünyaya duyurmak gerekmektedir” diyerek sorumluluğu bizzat üzerine almış, nasıl bir fedakarlık ve sorumlulukla sürece yaklaştığını göstermiştir. Hayri arkadaş ise tarihteki tüm Kürt direnişlerinin geride hiçbir yazılı belge bırakmadan bastırıldığını, dolayısıyla tarihe mal olmuş miraslara dönüşemediğini, her ne pahasına olursa olsun savunma yapmaları gerektiğini vurgulayarak, direnişin nasıl bir sorumlu anlayışla sürdürüldüğünü açıklamıştır.
Bu denli derin ilkesel yaklaşım PKK’li önder kadroların tarihte eşine ender rastlanılacak türden bir direnişi sergilemelerine götürecektir. Okudukları kitaplardan öğrendikleri dışında zindanlara ilişkin herhangi önemli bir bilgileri yoktur. Tecrübesizlik alabildiğine hakimdir. Buna rağmen girdikleri ilk ölüm orucu eylemi 43 gün sürecektir. Zamanla eylem türleri ve direniş yöntemleri üzerine tecrübe kazanırlar ve iradeleri çelikleşir. Direnişlere rağmen fiziki işkenceler yanında insan onurunu ayaklar altına alan uygulamalarda da belirgin bir artış yaşanır. 21 Mart 1982 tarihinde Mazlum Doğan arkadaş bu duruma müdahale etmeleri gerektiğine karar verir ve Newroz günü üç kibrit çöpüyle Newrozu kutladıktan sonra tarihe geçecek olan eylemini gerçekleştirir. Mazlum yoldaşın eylemi direnişe yeniden ama daha güçlü düzeyde yön vermede bir kilometre taşı rolünü oynar. İhanet ettirme girişimlerinin çokça yaşandığı günlerde şehadetiyle ihanete ve ölüme meydan okuyan bu direniş yöntemi PKK kadrolarını çelikleştirirken, düşmanı kahreder. Apocu ruhun hiçbir koşul altında teslim alınamayacağını, aksine bu ruhun sürekli ve her yerde direnişi sergileyeceğini gösterir.
Hemen ardından Dörtler’in eylemiyle ihanetin sis perdesi yırtılır. 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner yoldaşlar bedenlerini ateşe vererek ölümsüzleşirler. Dörtlerin eylemi Mazlum yoldaşın çaktığı üç kibrit çöpüyle buluşmuş, direnişin zafere götüreceği inancını beyinlere yerleştirmiştir. Direniş eylemlerinden sonra tarihe yön veren, ihanet-teslimiyet ve bu yönlü tüm çabaları yerle bir eden 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi başlar. Eylem 14 Temmuz 1982 yılında “PKK bize teslimiyeti değil, direnişi öğretti. Yaşamdan bıktığımız ve yaşam gücünü gösteremediğimiz için ölümü seçtiğimiz sanılmasın. Biz yaşamı uğruna ölecek kadar çok seviyoruz” şiarıyla başlar. Direniş tüm hızıyla sürerken “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür!” sloganı temel yaşam şiarı haline gelir. Direniş sürecinde Kemal Pir 7 Eylül’de, Mehmet Hayri Durmuş 12 Eylül’de, Akif Yılmaz 15 Eylül’de, Ali Çiçek yoldaş 17 Eylül’de şehadete ulaşırlar. Bu önder kadroların tarihsel direnişleri ve şehadetleri hareketimiz açısından yeni bir dönemi başlatmanın startını verecektir. Hareketimizin tutsak kadroları bu direnişler sonucunda ilk kez tarihi ters yüz ederek düşmanı dize getirirler. Kürt halkı PKK öncülüğünde ilk kez zindanda düşmana karşı büyük bir zafer kazanmış, bununla yürüteceği mücadelenin zeminini güçlendirmiştir. 14 Temmuz tarihi Kürt halk direnişinde devrimci ruhun şahlanışı, koşullar ne olursa olsun teslim olmamanın, kendini çözümsüz bırakmamanın, kimlikli ve onurlu yaşama bağlılığın adı olmuştur. Bu anlamda 14 Temmuz direnişçiliği Önder Apo’nun temsil ettiği mücadele çizgisinin nasıl büyük kahramanlıkları ve yiğit kişilikleri yarattığının kanıtlanmış ifadesi olmuştur. Bundan sonraki tüm mücadele tarihimiz 14 Temmuz ruhuyla anlam bulmuş ve temel direniş çizgisi haline gelmiştir. Önderliğimiz yurtdışı sahasındaki hazırlıkları ve hamle dönemini de 14 Temmuz ruhunu yaşatmaya adamıştır.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL) (23.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER