BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (75.BÖLÜM)
ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜNDE BÜYÜK ZAFERİ ENGELLEYEN NEDENLER
Taktik Komuta Haline Gelememenin Nedenleri;
Ortadoğu egemenlik sisteminin halkın zihniyetine kazıdığı “gökte Allah, yerde devlet” anlayışının etkileri Kürt halkında olduğu gibi hareketimizin kadrolarında da önemli oranda yer edinmiştir. Açık ya da gizli bir biçimde bu etkilerin izlerini görmek mümkündür. Özellikle 1983–85 sürecine ilişkin, bunu bir veri olarak ifade etmiştik. “Gökte Allah, yerde devlet” vurgusu devletin kendi propagandasıdır ve bunun beş bin yıllık bir tarihi vardır. Sürekli işlenen bu propagandanın insanlar üzerindeki etkisinden ötürü, inanç zayıflığını yaşama durumu gelişmiştir. Hareketimizde de ilk aşamada gerilla mücadelesine karşı inanç zayıflığı vardı. Fakat binlerce gerillanın savaş sahasına çıkması, inanmayanları bile inandırmaya götürmüştü. Diriliş devrimi sürecinde 1990’la birlikte daha önce farklı örgütlerde mücadele yürütmüş Vedat Aydın gibi birçok kadro ve yurtsever bulundukları örgütlerden ayrılarak, PKK çizgisine katılmışlardır. Gerilla kendini kanıtladıktan sonra her çevre ve sosyal katmandan yoğun katılımlar gelişmişti. Burada sözü edilen inanç zayıflığı, taktiğe ilişkindir.
Örneğin alan kurtarma taktiğine ilişkin ciddi inanç zayıflığı bulunmaktaydı. Gerilla alan kurtarır mı, kurtarmaz mı, bazı alanları fethedebilir mi, fethedemez mi, noktasında inançsızlık vardı. Genel olarak stratejiye inanmıştır, fedakarca katılmıştır, hatta fedai eylemini bile yapabilecek düzeydedir, ama “heval bu şehri alalım, falan yerdeki taburu sökelim, bu alanı denetime alalım” denildiğinde, hemen ‘acaba yapabilir miyiz’ diye kaygıya kapılmıştır. Sanki gerilla değil de, başka yerden gelecek farklı bir güç yapacakmış gibi bir yaklaşıma girilmiş, güç olmak başka yerden beklenmiştir. Bu, yüzyıllarca egemenlik altında kalmanın yaratmış olduğu bir psikolojidir. Bütün Kürdistanlılar, Kürdistan’ın bir an önce özgürlüğe kavuşmasını ister. Ama burada bulunan kişiler olarak “biz bunu yapalım” dendiğinde, genellikle yeni ve görece büyük sayılabilecek çıkışlara karşı önyargı ve inanç zayıflığı başlar. “Yapacak olan biz miyiz?” diye sorar. Komutansın, denetiminde binlerce gerilla var. Kürdistan’ı senin kurtarman lazım denildiğinde, acaba o biz miyiz dercesine donakalır. Çünkü bilinçaltında inanç zayıflığı yatıyor. Açıktan “inanmıyorum” demez. Gerçekte inanmama gibi bir durum yoktur. Çok derin psikolojik bir paradoks onu esir aldığı için derinliklerde yatan büyük başarıya inançsızlık vardır. “Senin bu işi başarman gerekir” sözü karşısında hemen tereddüt yaşamaya başlar. 1990’lardan sonra başlayan tereddüdün nedeni budur.
Esas olarak 1990’lardan sonra komutada gelişen tereddüt 1980 sürecindeki gibi değildir. Fethedebileceğine pek inanmamıştır. Bu anlayış üzerine birkaç çarpıcı örnek vermekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Önceki bölümlerde de izah edildiği gibi 1993 yılında Beytüşşebap ve Uludere’nin alınması ardından Eruh ve Şırnak’a dayanacak tarzda bir alan kurtarma projesinin uygulanma aşamasına gelindiğinde, başarma noktasında tereddüt başlamıştı. Planlamanın pratik safha aşamasına varıldığında, komutada “acaba başarabilir miyiz, bunu yapacak olan biz miyiz, yoksa daha güçlü bir gerillamız oluştuğunda mı yapılacaktır?” gibi inanç zayıflığıyla tereddüt yaşanmıştı. Geç kalma ve kar yağışı ardından ertelemenin olmasının altında yatan gizli ve gerçek neden budur. 1997 yılında Çatak’ı birkaç günlüğüne kurtarıp elde tutma ve çevresinde de arazi çatışmasını yapma biçiminde kapsamlı bir plan yapılmıştı. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra tam hareket edileceği saatte bunu gerçekleştirecek olan 50 civarındaki komuta yapısına, “bu eylemden vazgeçiyoruz, keşifte netleşmeyen noktalar var. Başarısına ilişkin ciddi endişeler taşıyorum. Bu nedenle iptal edip eylemi normal bir şehir baskını eylemine dönüştürerek, sıradan bir eylem halinde uygulayalım” dediğimizde herkeste bir rahatlama gözle görünür düzeyde yansımıştı. El kaldırıp konuşan birkaç arkadaş “en doğrusu budur, biz de aynı şeyi düşünüyoruz” dediler. Bazıları “ne evet ne hayır” biçiminde konuştuysa da hiçbir arkadaş itiraz etmedi. Aslında hepsi de fedai düzeyindeki arkadaşlardı. Ama itiraz etmediler, çünkü bir hafta boyunca Türk ordusuyla boy ölçüşecek böyle kapsamlı bir eylemin başarısına olan inanç zayıftı. Bu kararı gerçekten netleşmeyen bazı noktalara dayanarak ilk veren ben olduğuma göre, bende de eylemin başarısına olan inanç zayıflığını açığa çıkarmaktadır.
Fakat aynı zamanda işi ilerletme, yeni bir aşamaya taşımaya dönük ciddi anlamda bir taktiksel çıkış arayışım da vardı. Ama sonuçta yapılmadığına göre yetersizliği başka bir biçimde izah etmem mümkün değildir. Her şeyi kendi dışında gören bir yöntemi hiçbir zaman benimsemeyen bir kişi olarak, belirttiğim her hususta şu veya bu düzeyde kendimin de bir payı olduğunu belirtmem gerekiyor. Hatta bazı yerlerde birinci düzeyde payımın olduğu da açık ortadadır. Ama buradaki konu sosyolojik açıdan ciddi anlamda değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bir zafer militanı olabilmek için gerekli tüm veriler var, buna dönük istek de zayıf değil, ama yine de tam olarak sonuca gitmeme pratiği çözümlenmesi gereken bir durumdur. Aynı şekilde 1998’in Ağustos başlarında Kato Jirka’daki bir tugaylık askeri gücü söküp atma planı üzerinde iki ay yoğunlaşılmasına rağmen uygulama esnasında bir tereddüt başlamıştır. ‘İlk önce bir deneme yapalım, bir taburu hedefleyelim, eğer güçlerimiz başarılı olursa tümünü hedefleriz’ denildiğinde, bütün komuta kademesinin “evet en doğrusu budur” demesi bunun en açık göstergesidir. Bir kez daha görüldüğü gibi burada da itiraz olmamıştır. Bu, bir kişide gelişen bir tereddüt değildir, sözünü ettiğimiz 50–60 kişiden oluşan komuta kademesidir. Açığa çıkan yaklaşım Kürt’ün psikolojik yapılanmasının bir yansımasıdır. Yüksek hedeflere göz diker, ama fiili olarak kendini katmaz.
Mesela işinde, gücünde bulunan herhangi bir Kürt yurtseveri, gerilla ordusunun çok büyümesini, çok güçlü olmasını ister. Fakat sıra kendi çocuğunun katılımına gelince tereddüde girer. Ordu halk evlatlarının katılımıyla büyür. Bir değil, birkaç çocuğunu gerilla saflarına gönderen anne ve babaların sayısı az değildir. Bu düzeyde yaklaşanlar da vardır ama genel toplum psikolojisinin anlaşılması açısından bunu belirtmeyi gerekli gördüm. İleri düzeyde yurtseverdirler ve artık tümüyle inanmış olanlardır. Fakat bunlar istisnadır. Birçoğu kendi çocuğunun katılımında tereddüt eder. Komutada da zaferi arzulama ve hayal etme vardır. Ancak tereddütten kaynaklı zafer militanı ve komutanı olmamaktadır. İş gelip kendisine dayandığında orada tereddüt yaşamaktadır. Yaşadığı açık bir tereddüt değildir, gizlidir. Onu zaferden ve büyük güç olmaktan alıkoyan bu psikolojidir. PKK’de engel tanımaz bir biçimde komutalaşmanın gelişmemesi ve gerçek zafer komutanlarının oluşmamasının altında böyle bir psikolojinin yattığını söylemek doğru olacaktır.
Çünkü insanlar kararlıdır, Kürdistan uğruna gözünü kırpmadan canını verebilecek cesarete sahiptir. Ama “gel bu işi başar ve zafer kazan” denildiğinde tereddüde girer. Birçok fedai arkadaşımız vardır, gözünü kırpmadan feda edecek düzeyde kendini adamıştır. Ama “zafer için çalış” sözünü duyduğunda -ki zafer çalışması sabır ister, olgunluk ister, zaman ister, fedakarlık ister- “acaba başarabilir miyim?” kaygısına kapılarak “yok, ben intihar eylemi yapacağım” diye tutturmaya başlar. Bu yaklaşım sabırlı, uzun vadeli bir stratejiye dayanarak adım adım sonuca gitme psikolojisinden ziyade hemen sonuca gitme psikolojisidir. Bu anlamda kendine derin bir güvenden çok, kendini feda etme noktasında hiçbir tereddüdü yaşamama duruşu söz konusu olmaktadır. Bu durum karmaşık bir toplumsal psikoloji olarak görülebilir. Ama maalesef komutanın durumuna yansıyan da budur. Gerillanın ezici çoğunluğu fedaidir, fedaice savaşabilmektedir. Fakat “zafer için günlerce sabırla, inatla, taktik geliştir, bu doktrine dayalı mücadele yürüt” noktasına gelindiğinde hemen kara kara düşünmeye başlar. Kürt kişiliğinin bu psikolojik yapılanması, çok derinlikli bir biçimde komuta üzerinde etki yaratmıştır.
Aslında bu anlayışın altında yatan neden kölelik ruhunun bilinçaltı üzerinde yaratmış olduğu etkidir. Komuta ile Önderlik arasındaki fark budur. Önderlik kendini bir zafer önderi, zafer gücü ve zafer militanı olarak ele alıyor. Önderlik komutadan farklı olarak kendini Kürt toplum psikolojisinden kurtarmıştır. Bunu çocuk Kürdistan’da yaşlardan itibaren çeşitli isyanlara girişerek, adeta geçmişle çok köklü bir hesaplaşma temelinde yapmıştır. Bu, ayrı bir değerlendirme konusudur ama Önderlik bunu başarmıştır. Bizim başaramadığımız nokta budur. Bu nedenle iş nihai noktaya geldiğinde hemen tereddüt başlıyor. Aslında dürüstlük, fedailik, kahramanlık ve fedakarlık desen vardır, fakat zafer duruşu desen orada tereddüt başlıyor. Zaferi istiyor ama çok kararlı değildir. Bu hususta Önderlik, “En ağır işleri yapmada bir sorununuz yoktur, ama zafer tarzında yoğunlaşmıyorsunuz” diyerek, bu konuyu çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. PKK’deki komuta, gözü kara savaşır. En ağır işleri yapar, günlerce en zor koşullarda direnir, ama zafer taktiğinde fazla yoğunlaşmaz. Zafer taktiği çok uzun vadeli bir çalışmadır. Ani çıkışlarla erken sonuca gidilemez. Sabırla, inatla hazırlıklar yaptıktan ve derinlikli düzeyde yoğunlaşıldıktan sonra zafere ulaşılabilir.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER