BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (15.BÖLÜM)
1960’LI YILLARDA ORTADOĞU'DA HALK MÜCADELESİ VE TAKTİKLERİ Savaş Bilimi Ve Halk Savaşı Stratejisi; Savaş da diğer tüm bilim dalları gibi kendine özgü bir takım özelliklere sahiptir. Bugün savaş sanatı da bir bilim dalı gibi kabul görmektedir. Her ne kadar yüksek sesle sözü edilmese de, bugün her devletin savunma sisteminde gelişkin akademiler, araştırma merkezleri ve çağın en gelişkin teknolojisini kullanan uzay bilimi dahil birçok bilim dalında önemli gelişmeler kaydeden, savaş bilimiyle uğraşan kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlar sistemin en başat kurumları olurken, ülkelerin ekonomisinin önemli bir bölümü de bu tür kurumlara akıtılmaktadır. Nasıl ki, tarih boyunca diğer tüm bilim dallarında insan tecrübesi, insanın yaşadığı teorik yoğunlaşma ve pratik deneyimler iç içe geçirilerek yani deney, araştırma ve inceleme tarzıyla bilim somutluk kazanmışsa, savaş konusunda da öyle olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca bütün süreçlerde savaş olgusu pratik evrelerden geçerek temel kuramlarına ulaşmıştır. Neolitik dönem sonrası tarih, egemenlerle ezilenlerin mücadele diyalektiği üzerinden anlam bulmuştur. Bu dönemden sonra, iki toplumsal olgu arasında yürütülen mücadelenin bir sonucudur tarih. İnsanlık tarihi boyunca günümüze kadar şekillenip gelen, insan tecrübesinin ortak birikiminin yoğunlaşmış bir ifadesi olarak zengin bir savaş bilimi ve savaş sanatı teorisi söz konusudur. Savaş olgusunda çeşitli biçimler, yöntemler ve taktikler vardır. Yine savaşlarda halkların, ezilenlerin kullandığı farklı yöntemler hep olagelmiştir. Örgütlenmiş, donanmış iki ayrı ordunun karşı karşıya gelip savaşması, stratejiler ve taktikler oluşturup birbiriyle çarpışması savaşın bir başka ve esas kapsamlı boyutu olurken, diğer bir boyutu düzenli ordularla halk kesimlerinin karşılıklı savaşması durumudur. Bu karşılaşmada da bir tarih söz konusudur. Yani egemen, örgütlü, büyük güce dayanan, en gelişkin silahlara sahip, otoriter insan gücünün en yoğunlaşmış ifadesi olarak örgütlenmiş güçlü ordulara karşı ezilen halkların ya da sınıfların mücadelesi ve savunma savaşı da savaş biliminin önemli bir deneyimi ve dalı olmaktadır. Genellikle savaş bilimini en iyi kullanan, savaşla uğraşan, savaşı bir sanat olarak ele alanlar profesyonel askerler, samuraylar, profesyonel ordular, savaş stratejistleri ve generaller olmaktadır. Daha çok yaşamı boyunca savaş sanatını bir meslek edinmiş olan kimseler bunun üzerinde yoğunlaşır ve öğrenir. Ama sıradan bir sivil insan bu denli savaş bilimi ve savaş yeteneği üzerinde yoğunlaşmaz. Dolayısıyla bu gruplar savaş sanatını en çok kullanabilen, bilinçli uygulayan, teorisini, pratiğini derinlikli uygulama durumunda olan savaş örgütleridir. Şiddet ve baskıyı tek yaklaşım olarak belirleyen egemen savaş orduları karşısında halkların direnme zorunlulukları da ortaya çıkmıştır. Duygusal düzeyi ağır basan bu direnmeler genellikle düzensiz, rastgele, tepkisel çıkışlar biçiminde gelişmiştir. Bunun için bu direnişlere “isyan” denilmektedir. Halk isyanları diyebileceğimiz direnişlerdir bunlar. Çoğunlukla başarılı bir teoriye, derinlikli ve dönemin ihtiyacına yanıt verebilecek bir strateji ve taktiğe dayanmadığı için başarı şansı ya olmamıştır, ya da az olmuştur. Anlaşılacağı üzere yeterli hazırlığa ve alt yapıya sahip olmayan bu tür isyanlar, birçok imkana sahip gelişkin sistemler karşısında başarılı olamamışlardır. Bunun ideolojik siyasal doğrultuyla bağlantısı olmakla birlikte savaş tarzının yetersiz kalmasıyla da doğrudan ilişkisi vardır. Örnek kabilinden belirtecek olursak; tarihte halk isyanları adına sembolleşmiş olan Spartaküs’ün güçlü ve çağın en gelişkin ordusuna sahip Roma imparatorluğuna karşı geliştirdiği ayaklanma belli düzeyde bilinçli sayılabilecek bir ayaklanmadır. Savaş sanatında birikim sahibi olan gladyatör gelenekten geldikleri için bilgi sahibidirler. Spartaküs ayaklanması bir nevi gladyatör örgütlenmesi üzerinden gelişen bir isyandır. Buna rağmen başarılı olamamıştır. Çünkü Roma’ya karşı nasıl bir alternatif sistem geliştireceğini bilememiş ve kendi ordusuna katılan birlikleri düzenli ve sürekli bir şekilde tutamamıştır. Strateji, taktik ve örgütlenmeyi geliştiremeyince de kaybetmiştir. Tarih boyunca Spartaküs ayaklanmasına benzer birçok halk ayaklanması hareketi gelişmiştir. Bu isyanlar, ayaklanmalar ve hareketler giderek ezilen, baskıya maruz kalan halk cephelerinde bir deneyim ve ustalık kazandırmıştır. Halk savaşı teorisi bu gerçekler ve bedeller üzerinden ete kemiğe bürünmüştür. Bu da halk savaşı teorisi çerçevesinde, halkların düzenli ordulara karşı direniş yöntemlerini,strateji ve taktiklerinisomutlaştırmış ve teorik pratik çerçevesini netleştirmiştir. Bu temelde halk savaşlarının başarıya gitme şansı doğmuştur. Halk ayaklanmaları değişik karakter ve biçimlerle zengin tarzlarla ve farklı taktiklerle süreklilik kazanmıştır.Halkların, egemen kesimlere yönelik uyguladığısavaştaktikleri hangi ülkede ya da toplumda uygulanacaksa oradaki ekonomik yaşam koşulları, sosyal durum, kültürel gerçeklik ve zihniyet yapılanması göz önünde bulundurularak yürütülmüştür. Kapitalizmin geliştiği, şehirleşme kültürünün yaşandığı, yani proletarya ve burjuvazinin bir sınıf olarak ayrıştığı yerlerdeki isyan yöntemi ayaklanma olup, barikat kurarak direnme biçiminde pratikleşmiştir. 19. yüzyılda gelişen ayaklanmalar barikatlar üzerinden olmuş ve bu yöntemle sanayiye, ulaşıma, iletişim ağlarına el koyarak iktidarı ele geçirmeyi hedeflemiş ve birçok yerde başarılı da olmuşlardır. Yani geçmişte şehir yaşam biçiminin keskin çizgilerle ayrıştırdığı sınıflar arasında sert mücadelelerin yaşandığı ve halk yığınlarının daha fazla bir araya gelme olanaklarının yakalandığı yerlerde halk ayaklanmaları başarılı olmuştur. Kapitalizmin henüz tam gelişmediği ya da kısmen geliştiği, halk çoğunluğunun kırsalda yaşadığı, bir araya gelme koşullarının az olduğu yarı kapitalist yarı feodal yaşam ve ilişkilerin hakim olduğu toplumlarda ise bu ayaklanmalar genellikle başarılı olamamıştır. Onun yerine farklı tarzlarla mücadele arayışları gündeme gelmiştir. Bu yerlerde kendini savunma ve direnme yöntemi olarak vur-kaç taktikleri uygulanmıştır. Bu yöntem tarihin çok eski dönemlerinden günümüze kadar ezilenler tarafından egemenlerin güçlü ordularına karşı vazgeçilmez direnme biçimi olmuştur. Mesela “on binler”in Kürdistan’dan geçtiği sefer sırasında Kürt halkı bu orduya karşı vur-kaç taktiğini çok yaygın kullanmış ve bu taktikle küçümsenmeyecek sonuçlar almıştır. Yine İskender’in Kürdistan geçişi sırasında bu taktik çok yaygın kullanılmış, İskender ordusu bu tarz yönelim karşısında epey yıpratılmıştır. Vur-kaç yöntemleri tarihin tüm kesitlerinde kullanılmıştır. Fakat bu mücadele yöntemi tek başına başarı sağlayamamıştır. Kendini savunmaya ya da karşı tarafı yıpratmaya dönük olmuştur. Bu taktiğin bir teorisini oluşturma, onu zengin yöntemlerle besleme durumu yaşanmamıştır. Napolyon’un İspanya’yı işgalseferinde yenilen İspanyol ordusu subaylarının vur-kaç taktikleriyle Napolyon ordusunu zorladığı ve bir hayli yıprattığı gerçeğini tarih not etmiştir. Napolyon ordusuna teslim olmak istemeyen ve bir şekilde işgal ordusuna karşı direniş geliştirmek isteyen İspanyolsubaylar dağa çıkarak vur-kaç taktikleriyle mücadelelerinisürdürmüşlerdir. Bu savaşta yenilen bir ordunun gayri nizamisavaştaktiğiyle geliştirdiği taktik savunma durumudur. İşgalci orduyu, Napolyon’un ordusunu yıpratmada hayli başarı da kazanmıştır. İspanyol dilinde “Gerileo” olan gerilla ismi bu dönemde bir tanıma ulaşmıştır. Fakat bu süreçte gerilla ve gerilla mücadelesi bir savaş stratejisi ve teorisine dönüşmüş değildir. Daha çok zayıfın güçlüye karşı teslim olmak istemeyip varlığını sürdürmek ve bunu sağlamak için sergilediği bir direniş ve davranış biçimidir. Güçlü, dev gibi bir ordu vatanına girmiş, işgal etmiş, işgale uğrayan halk bunu kendine yedirememiş, işgalci kuvvete karşı öfkesini başvurduğu bu yöntemle kusmuştur. İşgalciyi vur, yıprat, bu yöntemle işgalci ordu üzerinde psikolojik baskı yarat, kaç ve gözden kaybol! Bu taktik yaklaşım 19. yüzyılda yaygınlaşan bir direniş biçimiydi. 20. yüzyılda kapitalizmin daha fazla gelişmesi, hemen hemen bütün dünyada etkisini göstermesiyle beraber Çin, Vietnam, uzak Asya ülkeleri ve dünyanın farklı coğrafyalarında işgalci ordulara karşı gerillacılık direniş yöntemi haline gelir. Genelde yarı kapitalist, yarı feodal yapılanmalara sahip olan bu ülkeler işgal altındadır ve bu taktiklerle işgale karşı direniş gerçekleştirmişlerdir. İlk başlarda işgal kuvvetlerine karşı ayaklanmalar geliştirilmiş ama uzun vadeye yayılmış bir direniş programı olmadığı için bu ayaklanmalar genellikle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1920’lerde Çin’de, 1931’lerde Vietnam’da köylü ayaklanmaları gelişir, ancak sonuç alamazlar. Doğru ve yeterli bir strateji olmadığı için her iki ülkede de ayaklanmalar başarısız olur. O zamana kadar vur-kaç taktikleri düzenli, sürekli kullanılmamış, bir savaş teorisi durumuna getirilmemişti. İspanya’da biraz şekillenen, giderek farklı yerlerde kullanılan, ayaklanmaları desteklemek amacıyla Lenin tarafından tekrar gündeme getirilen gerilla yöntemleriyle partizan gruplarının oluşturulmaları ve eylemleri, düşman tarafını yıpratmaya dönük bir ara taktik girişim olarak anlam kazanmıştır. Ancak ayaklanma denemeleri başarılı olamayan Çin’de bu taktik Mao Zedung tarafından başarıya gidebilecek uzun süreli halk savaşı stratejisine dönüştürülmüştür. Bu savaş tarzının teorisi Mao tarafından oluşturulmuş, pratiği de Çin’de uygulanarak 1949’da nihai başarıyı yakalamıştır. Bu taktikler üzerinden Çin’de yapılan devrimle bu gerilla tarzı bir savaş stratejisine dönüştürülmüştür. Sonradan farklı ülkelerde büyük maharetle uygulanarak birçok halkı özgürlüğüyle buluşturmuştur. Başta Vietnam halkı olmak üzere birçok ülkede halk, bu mücadele yöntemiyle dünyanın en büyük işgalci kuvvetlerini yenilgiye uğratarak mücadelelerinde galip gelmişlerdir. Genelde savaş güçlerini iki ayrı kola ayırmak mümkündür. Biri çağın en gelişkin silahlarıyla donanmış, sayıca üstün, her türlü imkanı olan düzenli ordular, diğeri de çok sınırlı imkanlara sahip sayıca az, teknolojik desteği yetersiz olan halk ordularıdır. Halk savaşının temel gücü genelde iki kuvvetin birleşmesinden oluşur. Bu kuvvetlerden biri gerilla, diğeri de onu destekleyen ve besleyen halk ayaklanması biçiminde somutlaşır. Daha çok kapitalizmin geliştiği, toplumun önemli bir kesiminin şehirde yaşadığı yerlerde ayaklanma, toplumun daha az ve dağınık olarak bulunduğu kırsal yerlerde ise gerilla yöntemi devreye konulmuştur. Kuşkusuz ki gerilla yöntemi içerisinde de ayaklanma vardır. Gerilla kırsalda büyüyerek şehre doğru gelirken, şehirde halk ayaklanması ile bütünleşip sonuç alma stratejisini esas almıştır. Bu savaş stratejisi 20. yüzyılın ortaya çıkardığı bir savaş stratejisidir. Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da egemen güçlü ordulara karşı zayıf halkların bir savaş stratejisi olarak şekillenmiştir. Böylece güçlü, çağın en gelişkin tekniğini kullanan ordulara karşı, zayıf, teknik imkanları pek olmayan sınırlı bir örgütsel oluşuma sahip bir halkın direniş biçimi olan gerilla, başarı stratejisine kavuşmuştur. Zayıf bir halkın büyük bir orduya karşı sadece direnme düzeyiyle sınırlı olmaktan öte, nasıl zafer kazanılabilir sorusuna da gerilla cevap olmuştur. Bunun çarpıcı örneği Vietnam’da yaşanmıştır. İlk başta Kuzey Vietnam’da Fransız ordusu 1954’te yenilgiye uğratılmıştır. Daha sonra sürdürülen uzun mücadele sonucunda 1974 yılında Amerikan ordularına karşı bu kez de Güney Vietnam aynı zaferi kazanmıştır. Yine Angola’da, Kamboçya’da, Laos’ta, Eritre’de, Afrika’nın farklı ülkelerinde, Latin Amerika’da Küba’da, sonradan Nikaragua’da başarı kazanmış tarzlar olarak özgürlüğe koşan halklara ilham kaynağı olmuştur. Artık bu tarzın, zayıf halkları güçlü ordulara karşı başarıya götüren bir savaş tarzı olduğu anlaşılmış ve kazanılan zaferlerle pratikte kanıtlanmıştır. Uzun süreli halk savaşı stratejisi esas olarak üç aşamadan oluşur: Birinci aşama, stratejik savunma dönemidir. Diğer bir tabirle hareketli gerilla dönemidir. Sabit mevzilenmeye asla geçmeyen,sürekli hareketliliği esas alan, yeri-yurdu belli olmayan grupların eylemleri geliştirdiği ve halkı örgütlemeye, kendini büyütmeye çalıştığı dönemdir. İkinci aşama,stratejik denge dönemidir. Artık gerillanın kendisini giderek büyüttüğü, eylemleriyle düşmana etkili darbeler indirdiği dönemdir. Bazı kurtarılmış alanları yarattığı, kurtarılmış noktaların, üs alanlarının bulunduğu, düşman tarafından sürekli dikkate alınan bir düzeye ulaşan aşamadır. Bu dönem genellikle denge dönemi olarak isimlendirilir ve hareketli savaş taktiği temel savaş biçimi olarak pratikleştirilir. Bu dönem ne düşman güçlerin kurtarılmış alanları alabildiği, ne de gerillanın beyaz alanları alabildiği bir dönemdir. Daha çok iki güç arasında dengenin sağlandığı bir dönem olmaktadır. Üçüncü aşama, stratejik saldırı dönemidir. Gerillanın denge dönemini pekiştirdiği, kurtarılmış alanlar ilan ettiği, denge döneminin olanaklarından yararlanarak teknik araç gereç bakımından kendini donattığı, sayı bakımından güçlendirdiği bir aşamadır. Böylece kendisini bir gerilla ordusu haline getirip, aynı zamanda şehir merkezlerinde de halkı ayaklanma düzeyinde hazırlayarak topyekun mücadele yöntemiyle stratejik saldırılar geliştirerek sonuç aldığı dönemdir. Gerilla savaş stratejisinin uygulandığı ülkeler genel olarak bu üç aşamadan geçerek sonuca doğru gitmiştir. MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL) (15.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER