14 TEMMUZ BÜYÜK ÖLÜM ORUCU EYLEMİNİ DOĞRU ANLAMAK!
14 Temmuz büyük ölüm orucunun 40.yılına girmiş bulunmaktayız. Kürdistan’da tarihin akışını değiştiren bu büyük tarihsel eylemin öncüleri, M. Hayri DURMUŞ ,Kemal PİR, Akif YILMAZ ve Ali ÇİÇEK yoldaşları saygı ve minnetle anıyoruz. Onların anısına verilecek karşılık ise, onları tüm gerçekliğiyle doğru, derinlikli, çok yönlü anlamak ve buna göre yaşamın her anında temsil etme gayretini en üst düzeyde sergilemektir.
PKK, Ölüm Orucunun başlangıç günü olan 14 Temmuz Gününü aynı zamanda ulusal onur günü olarak tanımlamıştır. Çünkü esaret altına alınan PKK’nin bu öncü militanları şahsında PKK, Kürdistan ve Kürdistan halkına teslimiyet ve ihanete dayatılarak, tüm değerlerin ifadesi olan onur ayaklar altına alınmak isteniyordu. Bir ülke, bir halk ve bireyler çeşitli zaman ve nedenlerle yoksul, güçsüz ve çeşitli yetersizlikler içine girebilirler. Ancak şerefsizlik veya onursuzluk içine girilemez. Onursuzluk, bir ülke, halk veya bireyin düşebileceği en kötü ve en lanetli durumdur. Bunun için de, Büyük Ölüm orucunun Öncü militanları, sömürgeci soykırımcı Türk devletinin(SSTD)faşist generallerinin Amed zindanında dayattıkları onursuzluğu kabul etmemeyi, tam bir fedai ruhla yaşamlarıyla ortaya koydular. Yaşamlarını verdiler, ancak onursuzluğu kabul etmediler. Bu nedenle de, PKK 14 Temmuz gününü ulusal onurun yeniden kazanıldığı bir gün olarak ortaya koymuştur. Düşürülmüş bir halk gerçeğinden, onurunu yaşamlarıyla kazanan bir halk gerçekliğine giriş yapılmış ve bir daha bundan geri adım atmamanın her türlü felsefi, ideolojik, ahlaki, psikolojik tedbirleri alınmıştır.
14 Temmuz’a Nasıl Gelindi?
Bundan tam kırk iki yıl önce dönemin sömürgeci soykırımcı Türk devletinin ordu komutası 12 Eylül 1980 yılında askeri bir darbe gerçekleştirdiler. Askeri faşist darbe, kapitalist modernitenin Türkiye’de içine girmiş olduğu krizi çözmek, gelişen devrimci demokratik muhalefeti bastırmak ve Kürdistan’da Önder APO’nun öncülüğünde gelişen özgürlük mücadelesini tasfiye ederek Kürt soykırımını tamamlamak ve Ortadoğu’da ABD’nin hegemonyasını yeniden tesis etmek için harekete geçmişti. Bu konuda sonuç alacaklarına büyük ve abartılı bir güvenleri vardı. Çünkü arkalarında, dünya ölçeğinde ABD-Avrupa emperyalizmi ve NATO, bölgede ise İsrail vardı.
Tam sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin Kürdün inkârı ve yok edilmesi temelinde kuruluşunun 60. yıldönümünü büyük bir zafer sevinciyle kutlarlarken, Önder APO’nun başlattığı özgürlük mücadelesi, tüm tarihsel hesaplarını alt-üst etmiş, soykırım planları ellerinde bir bomba gibi patlatmıştı. Birçok yöntemle Önder APO’yu ve Kürdistan devrimcilerini tasfiye etmek istemişler, ancak kendisini 1978 Kasımında PKK adıyla partileştiren mütevazı grup, mücadeleyi yeni bir aşamaya kavuşturmuştu. Haki Karer, Halil Çavgun, Mehmet Ece, Aydın Gül, Hasan Aydın, Mahir Can gibi öncü militanlar şahsında somutlaşan direniş, Kürdistan halkı için yeni bir özgürlük umudu olmuştu. Kuruluşuyla birlikte ivme kazanarak Hilvan-Siverek, Rıha, Batman, Dilok, Xarpêt, Maraş, Mardin, Amed vb. alanlarda halklaşan PKK’nin çağdaş bir Med hareketi olarak ortaya çıkması, ABD hegemonyasını ve sömürgeci-soykırımcı Türk devletini yeni tedbirler almaya yöneltmişti.
İşte 12 Eylül askeri faşist darbesi bu temelde önce, Türkiye ve Kürdistan’da örgütlü mücadeleyi tasfiye etmek için harekete geçmiştir. Birçok devrimci-yurtsever sokak ortasında, işkencehanelerde, ve zindanlarda alçakça yöntemlerle katledilirken, öte yandan idam sehpalarını kurarak, devrimcileri ve halklarımızı yıldırmaya çalışmışlardır. Bu süreçte tarihin destansı direnişleri Bakurê Kürdistan’ın birçok yerinde ortaya çıkmıştır. Daha partileşmenin yeni-yeni ortaya çıktığı, özgür yaşam filizlerinin yeni-yeni boy verdiği, fazla bir deneyimin olmadığı koşullarda, son mermisine kadar direnişi seçen kahramanca direnişler, başta Besê Anuş olmak üzere, kırsal kesimde Zeki Palabıyık, Battal Evsan,Abbas Yelocağı gibi yoldaşların sergilediği direniş sömürgeci soykırımcı Türk devletine karşı direnişin nasıl olması gerektiğini ortaya koydu. Fakat direniş Kürdistan ve Türkiye toprakları üzerinde uzun süreli kılınamadı.
Maraş Katliamından sonra artık Kürdistan ve Türkiye’nin birçok yerinde sıkıyönetim adı altında sömürgeci-soykırımcı faşist bir yönetim oluşturulmuş, yüzbinlerce devrimci-demokratik insan Türkiye’de ve Kürdistan’da zindanlara konulmuştu. Zindanlara doldurulan PKK militanı, sempatizan-taraftarlarını teslim almak ve ihanet ettirmek için, üzerinde iyice düşünülmüş bir politika hazırlanmıştır. Ve bu politika faşist generaller tarafından adım adım uygulanmaya konulmak istenmiştir.
Evet, faşist generaller Kürdistan ve Türkiye’yi bir zindana çevirmişlerdi. Ancak yine de her iki ülkede uyguladıkları politikada önemli farklılıklar vardı. Türkiye devrimci-demokratik sosyalist hareketini devrim-sosyalizm amaçlarından uzaklaştırarak, devletin kadrosu olmaya ve bu temelde teslim alınmaya çalışılırken, Kürdistan da bulunan zindanlara alınan devrimci ve yurtseverlere uygulanan politika ise bir halkı tarihten silmeye odaklanmıştı. Önder APO’nun çıkışıyla Kürtlerin bilinç, ruh ve örgütlülükte kazandıkları ne varsa bunlar tümden ortadan kaldırılacak herkes Türkleştirilecek, “Türklük Sözleşmesi”ne dahil edilecek, Kürtlüğe binlerce lanet okunayacaktı. Böylelikle PKK militanları şahsında ortaya çıkan, özgürleşme umudu, yerle bir edilecek ve onursuz bir yaşama-tabi adına yaşam denilirse-mahkum edilecekti.
Zindanlardan direniş, fedakarlık, birlik, cesaret, şerefli duruş, Kürt ulusal bilinci ve kurtuluş umutları değil, korku, yılgınlık, itirafçılık ve ihanet dalga dalga Kürdistan ve Türkiye’ye yayılacak, halkın son umut kırıntıları da yerle bir olacaktı.
Çünkü sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin ataları olan Selçuklular, Osmanlılar ve daha önceleri, işgal-talan ettikleri toprakları elde tutmak için, üzerinde yaşayan insanları özünden uzaklaştırıyor, asimle ediyor ve mankurtlaştırıyordu. Artık bellek yitimine uğrayan, kendine yabancılaşan halklar, inançlar ve kültürler, Osmanlıların kulu-kölesi oluyorlardı. Üzerinde doğup-büyüdükleri toprakları, Osmanlılar ve Türkler adına, işgal ediyor, kendi halkını kılıçtan geçirecek kadar, düşkünleşebiliyor ve kendilerini inkar edebiliyorlardı. Bu insanlık dışı deneyimi olduğu gibi alan sömürgeci-soykırımcı Türk devleti, kapitalist modernitenin bilim-teknik imkanlarını da eline geçirerek, halklara, inançlara, kültürlere karşı asimilasyon, soykırım ve mankurtlaştırma politikalarını acımasızca uygulamıştır.
Sömürgeci askeri faşist cuntanın bu soykırımcı politikalarına karşı zindanlarda da, Mazlum Doğan yoldaşla başlayan Ferhat, Necmi, Eşref ve Mahmut yoldaşlarla hamle yapan ve 14 Temmuz Büyük ölüm orucu eylemiyle M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve ALİ çiçek yoldaşlar şahsında zafer kazanan bir eylem süreciyle karşılık verildi. Mücadele tarihimizin en önemli olaylarından biri olarak, bu eylemle APOCU militanlığın öz-biçim ve tarz kazanmasında belirleyici olan bir bilinç, ruh ve vuruş tarzı yaratılmıştır. Koşulların zorluğuna, düşmanın çokluğuna, saldırganlığına, şiddetine aldırmadan, dışardan bir beklenti içine girmeden, kendi düşünüp, kendi sorgulayarak, tarihin, halkın, toprakların, dönemin kendisinden ne istediğini bilerek özgücüyle harekete geçmenin en somut tarzı ortaya konulmuştur. Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin en vahşi bir biçimde günün yirmi dört saatinde yaşamı dayanılması zor bir işkence halinde örgütleyerek PKK militanlarına geri adım attırmak için her türlü işkence yöntemini kullandığı o amansız daracık hücre koşullarında, büyük bir öngörü ve inançla harekete geçerek, düşüncede, örgütlenmede, eylemde ve yaşamda PKK çizgisinin ne olduğunu, ve ne olması gerektiğini net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Kürdistan topraklarına, tarihine, halkına, kültürüne, özgürlük davasına Önderlik çizgisine bağlılığın bir ifadesi olarak zaferi, düşmanın kalesinde kazanmışlardır. Düşman değil, onlar düşmana diz çöktürmüşlerdir.
Son derece eşitsiz koşullarda yürütülen bu savaşta, bir tarafta sömürgeciler-soykırımcılar, bir tarafta genç, tecrübesiz ancak büyük bir özgürlük bilinci ve ruhuna sahip en amansız esaret koşullarında, ağır işkenceler altında yaşayan bir grup APOCU militan!
Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin elinde sermaye, tank-top, uçak, her türlü silah, zincir zindan, kalas ve jop! APOCU devrimcilerin elinde yürekleri, inançları, özgür yaşama bağlılıkları
İşkenceler her gün, her saat, her dakika ve her saniyede işkencenin bin bir yöntemiyle irade ve inançları kırmaya çalışırken, APOCU devrimcilerin yüreğinde ve bilincinde daha derin, ulaşılamaz ve zapt edilemez bir özgürlük bilinci çatışmıştır.
Ve özgürlük bilinci ve iradesi tüm işkenceler karşısında kazanmıştır.
M. Hayri Durmuş yoldaş, sömürgeci, soykırımcı Türk devletinin askeri mahkemesinde,14 Temmuz 1982 yılında büyük ölüm orucu manifestosunu, haykırdıktan sonra, “başardık başardık, altı kişiyle başardık” sözleri başarmaya nasıl kendilerini hazırladıklarını, öylesine sözler söylemediklerini, bu konuda daha işin söz aşamasında bile zafer iradesini kendi şahıslarında yarattıklarını ortaya koymuştur. Hayri Durmuş yoldaş da dile gelen, Mazlumların, Kemallerin, Ferhatların, Sakinelerin, Ali ve Akif Yılmazların direniş ve zafer kararlılıklarıydı.
Bugün Kürdistan’da, elde edilen tüm kazanımların temelinde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin direnişçilerinin iradeleri, fedakarlıkları, cesaretleri, örgütlülükleri ve direnişleri vardır. Onlar, umudun tükendiği, inançların zayıfladığı, zifiri karanlıkta, uçurumlarda, balta girmemiş ormanlarda, en kızgın çöllerde ve buzullarda yol oldular, umut oldular, bir yudum su, bir nefes ve bir sıcak ekmek oldular.
ZAP, AVAŞİN, METİNA, XAKURKÊ’DE, BOTAN’DA, AMED’DE VE SERHAT’TA sergilenen direnişin temellerini oluşturdular. Bu halkaya, şehitler kervanına, Ferhat Derik ve onlarca ZAP direnişçisi eklendiler. Şehitler çizgisi tarihe, direnişe ve gelişmelere yön vermede belirleyici olmaya devam etmektedir. Bu giderek Kürdistan sınırlarını aşarak Ortadoğu ve dünya genelinde bir ölçü haline gelmişlerdir. İnsanlık tüm bu gelişmeleri kendi şahsında somutlaştırarak yaratan Önder APO’nun devrimci öğretilerinden, Kürt ve Kürdistan devrim pratiğinden, Kürt kadınından, gencinden, emekçisinden, halkından, gerillasından ve örgütlenme tarzını kendisi için bir kurtuluş ve mücadele çizgisi olarak ele almaktadır.
Bugün de Önder APO başta biz militanlar olmak üzere halkımız, kadınlar, gençler, emekçi sınıfına ve dünyaya yön vermeye, en amansız hücre koşullarında, rehine uygulamaları altında devam etmektedir.
Kürdistan devriminin ve devrimciliğinin ölçülerini belirleyen 14 Temmuz ölüm orucu şehitleri, derin Kürdistan yurtseverliğinin, enternasyonal dayanışmanın, Önderlik çizgisinde partileşmenin, askerileşmenin, direnişin, inisiyatifin, yaşam ve kazanmanın ölçüsünü ortaya koydular. Kürt halkı ve Kürdistan devrimcileri oldukça 14 Temmuz direnişçileri her zaman bir pusula gibi yönümüzü, yolumuzu belirlemeye devam edecektir.
Kim demiş ki, onlar ölüm orucunda öldüler, yok oldular? Ölen kim? Onlar Kürdistan, şeref, örgütlülük, inşa edilen her komün-mecliste, direniş, birlik ve özgürlük adına söylenen her türküde, her şiirde, yakılan her ağıtta, tutulan her halayda ve düşmana sıkılan her kurşunda yaşamaktadırlar. Ve onlar, halen yaşamımızın tüm anlarına yön veren, belirleyen ilkelerdir. Ölen ve ölmekte olan, kapitalist modernite, erkek egemenlikli zihniyet, sömürgeci ve soykırımcı Türk devletinin zihniyeti, politikası, hukuku, ekonomisi ve kültürüdür…Ölen çürüyen, faşizmin kökünü oluşturan ulus devlet, yaşama büyük bir coşku ile katılan ise demokratik ulustur. Zaten Kemal Pir, biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz, dememiş miydi? Hem de fiziki yaşamın son demlerinde, son nefeslerinde…
Bugün de PKK militanları, sempatizan, taraftarları ve halk olarak en muhtaç olduğumuz tarz, tempo üslub,14 Temmuz direnişçilerini doğru anlama, hissetme ve kendini onların tarihe yön veren düşünce, cesaret, örgütlülük, tarz ve taktikte zenginliği ifade eden eylem hattı karşısında sorgulayarak hayata geçirebiliriz.
Evet bunu yapabiliriz!
Mazlum üç kibrit çöpüyle NEWROZ ateşini yakmadı mı?
Hayri başardık, başardık, altı kişi ile başardık diyerek çocuklar gibi sevinmedi mi? Ve gerçekten de tarihi tersine çevirmedi mi? Kürdistan’da özgürlük tarihini yazmaya başlamadı mı?
O halde biz de başarabiliriz! Ama bir şartla…Onları anlayarak ve güncelde onların ne anlama geldiğini bilerek ve yaşamımızın her anında yaşatarak başarabiliriz!
ZAP, AVAŞİN, METİNA, XAKURKÊ’DE Kürdistan’ın en güzel kızları ve oğulları, kendini bu temelde sorgulayarak, yapılandırarak kazanıyor ve kazandırıyor!
SSTD’nin çeşit çeşit uçaklarına, tank ve toplarına, kimyasal bombalarına, silahlarına, istihbaratına, KDP’nin-Barzani ailesinin ihanetine, NATO’nun alçakça desteğine rağmen 14 Temmuz direnişinin ruhu, bilinci ve iradesiyle kendisini yaratanlar büyük kazanmaya ve düşmanı büyük kahretmeye devam etmektedirler
Kürdistanlı olup da Kürdistan’da veya dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan Kürt gençlerine, kızları ve oğulları da,14 Temmuz büyük Ölüm orucu direnişinin 40. yıldönümünde kendilerini bu gerçeklik karşısında ele almalı ve sorgulamalıdırlar.
Mazlum, Kemal, Ferhat, Hayri, Ali ve Akif yoldaşların hepsi de yirmili yaşlarda gençlerdi….Tarihin en karanlık çağlarında Prometheusvari çıkışla Kürdistanı özgürlük ateşiyle tutuşturdular…Çünkü onların yüreklerinde ateş vardı ve Aryendiler…
Mazlumun elinde sadece üç kibrit çöpü kalmıştı ve bir Newroz’u tutuşturdu…Zekiye, Rahşan, Ronahi ve Berivan oldu…Sonra dünyanın en direngen halkı oldular…
SSTD Önderliğimize karşı tecrit, gerillayı imha ve halkımızı soykırıma uğratmak temelinde tarihinin en kapsamlı saldırısını başlatmış bulunmaktadır. Özgürlük hareketinin, ölüm-kalım savaşı olarak nitelediği bu savaşta Hayrilerin, Kemallerin, Akif ve Ali Çiçeklerin yaktığı özgürlük ateşi bugün ZAP, Avaşin, Metina ve Xakurkê’de düşmana sıkılan her kurşunda harlanmaktadır. SSTD’nin Kürdistan’daki varlığı yerle bir edilmektedir.
Sizlerin de elinizde silah olabilir, bir küçük hareketli timi de siz köylerimizde, şehirlerimizde kurabilir, bu ateşi gürleştirebilirsiniz…
Silah bulamıyorsanız, birer çakmakta, SSTD’ni yerle bir edebilen büyük bir yangını tutuşturabilirsiniz!
Özgürlük ateşini bedeninde tutuşturan Ferhatlar eğer görevimizi yapmazsak ateşi kendimizde tutuşturmazsak sömürgecilikle baş edemeyiz, diye bir mektup yazdılar, bize talimat olarak!
Peki biz gençler elimize çakmak almazsak ne olur?
Düşünelim…Bu soruya doğru bir cevap verelim…
YASİN NAVDAR
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
YORUM GÖNDER