GÖÇEBE – PROLETERLER (3.BÖLÜM)
Arzunun Elde Edilemeyen Nesnesi, Hiçliğe Sevgi !
Hristiyanlığın “komşunu kendin gibi sev” sloganı burada tüm ağırlığını gösterir: gerçek toplumsal sevgi, sayılamayan, hiçten de azlara duyulan sevgidir. Ne var ki bu sevgi farklı biçimler alabilir ve Bolşeviklerin onları sevdiği, onlara yardım edip kurtarmak istediği kesinken Lacan’ın “üniversite söylemi” dediği modeli takip ettiler: prochie onlar için objet petit a’dır [Ç.N. Sözcük anlamı ‘nesne küçük a’. İfadedeki ‘a’ Fransızcada “öteki” anlamına gelen autre kelimesinin baş harfidir. Türkçeye kabaca “küçük öteki nesnesi” olarak çevrilebilir, ancak kavramı ileri süren Lacan, çevirilerde ifadenin Fransızca olarak korunmasında ısrar etmiştir. “Arzunun elde edilemeyen nesnesi” anlamına gelmektedir. Arzu duyulan bu nesneye ulaşmanın yolu onu yok etmektir.] ve tüm çabalarını onları aydınlatmak, modern nesnelere dönüştürmek yönünde sarf ederler. Platonov’un çalışmasının orta yerinde yatan çelişki dolayısıyla düşmanlar arasındaki bir çatışma değil, iki aşık arasındaki tartışma türündendir: Bolşevikler evsiz ötekilere yardım etmek, onları medenileştirmek istiyordu ve (Platonov’un betimlediği) ötekiler Komünist idealleri içtenlikle benimsiyor ve onlar için mücadele ediyordu. Ne var ki her şey ters gitti:
“Platonov’un romanlarında ötekiler her zaman ‘daha bilinçli’ yoldaşlar, parti liderleri ve entelektüeller tarafından manipüle edilir, ama bu manipülasyon daima başarısız olur – ötekileri kolektif işçi bütünlüğüne entegre etmek, emeğin ve endüstriyel üretiminin kolektifleştirilmesi temelinde normalleştirilmiş bir toplumsallık kurmak neredeyse imkansızdır.”
Ne var ki Platonov zarif bir biçimde bu uçurumun yalnızca öz bilince sahip devrimci güçlerle kitlelerin eylemsizliği arasındaki bir uçurum olmadığını da belirtir: Bolşevikler, toplumsal dönüşümün operasyonel yanına odaklanırken Komünist ütopyanın özü, kökten yeni bir şeyin yükselmesini bekleyen Diğerlerinin düşlerinde doğrudan mevcuttu. Komünizm, Diğerlerinin kımıldamazlığında, somut operatif tedbirlere sıkışmaya karşı direnişlerinde hiçbir yerde olmadığı kadar yakınlardaydı: “yoksul ve sınıf dışı bırakılmış öğelerin özel durumu, örgütlü işçilerden, parti temsilcilerinden ve entelektüellerden farklı olarak kökten yeni bir şey yapmak için bulundukları yerde durmaya hazır olmalarıdır. Bir bakıma onların hayatı bekleme halindeki bir hayattır ve mesele burada ne çeşit bir politikanın kurulacağıdır.” Platonov’un ünlü dilsel üslubu bu bağlamda da resmî Parti dili ile diğerlerinin “ilkel” dili arasındaki gerilime işaret eder:
“Platonov, devrimci sloganlardan, Marksçı politik ekonomi sözcüklerinden, Bolşeviklerin ve parti bürokratlarının jargonundan ve bunların okuma yazma bilmeyen köylü ve işçiler tarafından emilmesiyle oluşan yeni bir Sovyet dilinin tarihsel gelişimini yansıtmıştır. Tarihsel araştırmalar, devrim sonrası nüfusun büyük kısmı için, özellikle taşradakiler için partinin dilinin yabancı ve anlaşılmaz olduğunu gösterir. Öyle ki ‘kendileri bu yeni dili absorbe etmeye başlamışlar […] sıklıkla tanıdık olmayan, kitabî terimleri tahrif etmiş ya da daha anlaşılır ama absürt bir biçimde yeniden düzenlemişlerdir’. Böylelikle “deistvyushchaya armia” – “eylem ordusu,” “eylem” ve “bekaret” kelimeleri Rusçada benzer duyulduğundan “devstvyushchaya armia” – “bakir ordusu”; “militsioner” (“yedek er”) ise “litsimer” (“riyakâr”) haline gelmişti.
Tüm “anlamsız” ses benzerliklerinin harekete geçmesiyle oluşan bu benzersiz melez karışım, beklenmedik hakikatlere dair kıvılcımlar yaratmış olabilir mi? (Baskıcı bir rejimde polisler tam olarak riyakarken devrimcilerin bakir bir biçimde, tüm egoist saiklerden arınmış, masum bir şekilde çalışma yürütmeleri beklenir.) Bu, Lacan’ın lalangue diye adlandırdığı, dilin tüm toplumsal ve cinsel karşıtlıklarca çaprazlandığı ve dilbilimsel yapısının ötesine doğru saptırıldığı durum için iyi bir örnek değilse de söz konusu lalangue, Platonov’un iki (neredeyse) simetrik karşıtlık arz eden aracı kullanımında ortaya çıkıyordu: Öncelikle “kendisi soyut ideolojik bir tanımı, sıradan insanların kullanımı üzerinden yorumluyor, kişiden halka gidiyordu. İkinci olarak ise en basit ve en açık gündelik sözcük ve ifadelerin sırtına aşırı yük bindirerek […] bir dizi ideolojik çağrışımla baş aşağı çeviriyordu.’ O denli ki bu sözcükler ‘son derece beklenmedik ve kafa karıştırıcı hale geliyor, birincil anlamlarını kaybediyordu’.”
Bu anlam yitiminin politik çıkarımı nedir? Birbiri içine geçiyor olsa da bu iki düzlem –resmî Bolşevik konuşmaları ve Diğerlerinin gündelik dili – sonsuza dek bir zıtlık arz eder: Devrimci faaliyet bunları ne kadar çok birleştirmeye çalışırsa aralarındaki çelişki o denli somutlaşır. Bu başarısızlık ampirik ve şartlara bağlı değildir, bu iki düzey basitçe kökten heterojen alanlara aittir. Bu nedenle Sovyet Marksizmi’nin “dip akıntısını” kutlama tuzağına düşmememiz gerekir.
“Resmî Sovyet Marksizm-Leninizm tarafından baskılanan diğer hat, Partinin “yukarıdan aşağı” kontrol rolünü reddeden bu hat, (Bogdanov’un durumunda olduğu gibi) işçilerin doğrudan, “aşağıdan yukarı” öz örgütlülüğüne dayanır; farklı, daha az baskıcı bir Sovyetler Birliği umudunu işaret eder. Bunun karşısında ise Lenin’in yaklaşımı, Stalinizm’in temellerini atan tutumu bulunur. Bu diğer hattın resmî Leninist Marksizm’in bir “semptomu” olduğu doğrudur, resmî Sovyet ideolojisinin “bastırdıklarını” işaret etmiştir, ancak tam da bu şekilde resmî Marksizm üzerinde parazit gibi kalmış, kendi başına ayakta duramamıştır. Kısacası burada kaçınılması gereken tuzak, Diğerlerinin sürdürdüğü “yoksul yaşamı” yücelterek bunu bir tür otantik, komünal yaşam olarak, başarısızlığa mahkûm kapitalist moderniteye alternatif çıkarabilecek bir kaynak olarak ele almaktır. Diğerlerinin yoksul yaşamlarında “otantik” bir şey yoktur, işlevi sadece olumsuzdur, Komünizm dahil olmak üzere, toplumsal projelerin başarısızlığını işaret eder, hatta bu başarısızlığa neden olur.
Ne yazık ki yapısal nedenlerle zaruri olan aynı başarısızlık, günümüzde işçi sınıfı ile “proleterden de az” olanları (mültecileri, göçmenleri) birleştirmeye yönelik benzer bir projenin, “göçebe proletaryanın” devrimci dönüşüm için potansiyel bir kaynak olduğu fikrinin de temel niteliğidir. Burada, Platonov’un çıkardığı dersi de tamamen üstlenmek gereklidir: Gerilim yalnızca yerel muhafazakâr, ırkçı alt sınıflar ile göçmenler arasında değildir. Tüm “yaşam biçimi” farkı o denli güçlüdür ki, tüm sömürülenlerin basit bir güç birliğine güvenmek mümkün olamaz. Belki de bir anlamda, proletarya ile proleterden de azı olan “diğerleri” arasındaki çelişki, aynı etnik topluluk içerisindeki sınıf çelişkisinden daha da aşılamazdır. Tam da bu noktada Diğerlerinin, “bizim” proletaryamız içerisinde “kapsanması” en bariz yol olarak görülse de, tüm ezilenlerin evrensel birliğine çok yakınız gibi görünse de elimizden kayıp gitmektedir. Yani “proleterden daha az” olanlar, Diğerleri, altımızda kapsanamaz, bize entegre edilemez. Bunun nedeni bizim yaşam dünyamıza göre onların çok farklı, çok heterojen olmaları değil, tam da bu dünyaya içkin olmaları, bu dünyanın kendi gerilimlerinin bir sonucu olmalarıdır.
Bu şekilde Platonov soyut bir düzlemde, Diğerlerinin proletarya içerisinde kapsanması meselesini su yüzüne çıkarır. Günümüzde yalnızca mültecilerin ve diğer göçmenlerin (acaba bunlar küresel kapitalist düzen tarafından kapsanabilir mi?) durumuyla ilgili olarak değil, aynı zamanda daha formel bir düzlemde, Balibar’ın tabiriyle günümüz kapitalizminin temel eğilimi olarak “topyekûn kapsama” düzleminde de aynı sorunla karşı karşıyayız.[2] Bu tabir yalnızca sözde “kültürel kapitalizm” (kültürel alanın artan metalaştırılması) fenomenini değil, her şeyden önce işçilerin sermaye mantığı altında tamamen kapsanmasını ve bunun yeniden üretim sürecini işaret eder:
“Marx, ‘sermayenin’ nihayetinde (üretken) emeğe indirgenebileceğini söylerken ya da emeğin farklı bir sınıf tarafından gasp edilmiş başka bir biçiminden farklı bir şey olmadığını açıklarken insan sermayesi kuramı ise emeğin – daha doğrusu ‘emek kapasitesinin’ (Arbeits vermögen) – sermayeye indirgenebileceğini ya da kapitalist kredi, yatırım ve kârlılık operasyonları temelinde analiz edilebileceğini öne sürer. Bu, elbette bireyin ‘kendi başına bir girişimci’ ya da ‘kendinin girişimcisi’ olarak ele alındığı ideolojinin temelidir.”[3]
SLAVOJ ZİZEK
YORUM GÖNDER