21.YÜZYIL CİNS ÇELİŞKİSİNİN ŞİDDETLENMESİNİN NEDENLERİ VE MÜCADELEMİZ (3.BÖLÜM)
Önce tanrıça vardı…
21.yüzyıl özgürlük arayışı ile birlikte cins çelişkisinin gün yüzüne çıktığı ve buna dair mücadelelerin yükseleceği bir süreçtir. Bu yüzyıl kadının özgürlük mücadelesinin geliştirecek, süreklileştirecek, kadın kitlesini örgütlülüğe çekebilecek, toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel, çevre vb. yaşanan birçok soruna çözüm gücü olacak bir kadın yüzyılı olacaktır. Kadın özgürlüğü geliştikçe toplumsal sorunlarda çözüme kavuşacak, insanlık layık olduğu öz yaşam biçimine kazanacaktır. İşte bu kadar önemli bir çelişki olan cins çelişkisini bu anlamıyla doğru çözümleme, ele alma, mücadelesini yürütme sorumluğumuz her zamankinden ağırdır. İçinde bulunduğumuz sorumluluk gereği yaşamı yeniden kazanacak ölçüleri gerçekleştirmek için RÊBER APO bin bir emek ve çaba ile mücadelemizin tohumlarını Kürdistan topraklarına serpti, yeşertti. Bizim görevimiz ise yeşermiş, boy vermiş tohumları başarıya ulaştırmaktır. Önderliğimize ve şehitlerimize sözümüzde bu temelde olmalıdır.
Rêber Apo, başından beri kadın özgürlüğünü tarihsel referanslara dayanarak geliştirdi. Biz kadınlar için tarihsellik kendi hakikatimizle buluşmak kadar, bugünümüzü inşa ederken de referans alacağımız zemindir. Başlangıçta ne idik, nasıl yaşadık ve bugün neden bu kadar derin bir kölelik soruları işte bu gerçeklikte gizli. Zihinlerimize yerleştirilen, bize yakıştırılan her şeyin varoluşsal, dolaysıyla katlanmamız gereken bir kader olduğuydu. Bizi köklerimizle buluşturan Önderliğimiz, başka bir yaşam seçeneğinin olduğunu gösterdi bizlere. Bu nedenle de bu broşüre başlarken köklerimizle yani, bir zamanların yeri, göğü yaratan tanrıça analarımızın izini aramak başlangıç için önemlidir.
Kadına, toplumsal cinsiyet ilişkileri açısından hep sabreden, tamamlayıcı, hizmet etmesi gereken vb. işlevler yüklenir. Üstelik kadın ve erkek ilişkisinin doğal biçiminin bu olduğuna inandırılır ve bunun karşısında da erkeğe egemen bir rol biçilir. Erkeğin bu üstün cins imgesini nasıl ve neden kazandığını tam olarak anlamak istiyorsak, tarihsel süreçlere bir yolculuğa çıkmamız gerekir. Çünkü bunun doğal bir süreç olmadığını biliyoruz. İşte bu yüzdendir ki toplumun en önemli tarihsel çelişkilerinden biri olan cinsiyetçiliği tanımlayabilmek, tarihsel gelişim seyrini kadın bakış açısıyla çok yönlü değerlendirerek güncellik içerisinde yeniden ele alıp çözümleyebilmek özgürlük, eşitlik arayışçıları açısından çok önemlidir. Çünkü hiçbir güç kendi tarihsel ve toplumsal geçmişini bilmeden kalıcı çözümler geliştiremez. Kaldı ki kadına dair, kadın adına yazılanlar ne kadar kadın rengi ile yazıldığı da tartışma götürür. Bu açıdan insanlığın en eski ve en köklü tarihsel çelişkisi olan cinsiyetçiliğin nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, toplumların biçimlenmesinde temel rolü nasıl oynadığını ve bunun giderek nasıl toplumsal bir çürümeye yol açtığını irdelememiz gerekmekte. Günümüz itibariyle toplumsallığın yaratıcısı olarak kadın ve tanrıça kültünden çok az söz edildiğini duyarız. Zira toplumdan dışlanmanın ilk yolu tarihten de dışlamak ve yok saymaktır. Bilim insanları, tarihçiler kadınların bu özelliklerinden bahsetme gereği duymazlar. Sosyal bilimlerin eril nesnelliği ideolojik bir işlev yüklenerek ataerkil tarihçiliği dolayısıyla kahramanları, devletleri ve savaşları yazmışlardır.
Toplumsallaşmanın ilk gelişim sürecinde yani doğal toplumda ‘cinsiyetçiliğin’ olmadığını bugün var olan birçok veride görebilmekteyiz. Doğal toplum, ana tanrıça kültürüyle şekillenmiştir. Ana tanrıça yeteneğiyle, öncülüğü ve yaratıcılığıyla toplumsal bir kimlik kazanmaktaydı. Kadının yaratımı olan toplum, demokratik toplum anlayışı, eşitlik, özgürlük, paylaşım, gönüllü katılım ve yaratıcılık temelinde gelişmekteydi. Birey, doğal toplum kimliğiyle kendini tanımlamakta, üretime, yaşama katıldıkça toplumun bir tamamlayanı, öznesi olabilmekteydi. İşbölümüne dayalı toplumda herkes gücüne, yeteneğine ve yaşına göre kendi rengiyle katılımı toplumun komünalitesini de açığa çıkarmaktaydı.
Ana kadın etrafında büyüttüğü çocuklarla evcil düzen yaratıyor. Bunda ürün yetiştirme ve hayvan besleme önemli bir rol oynuyor ve bu tarihi bir adımdır. Küçük kulübelerin köyleşmesi M.Ö 11.000 yılında gerçekleşiyor. Evcil ana kültürün gelişimini o dönemin heykellerinde, dil yapısının da kadın örnekleriyle dolu olduğunu görüyoruz.
Kadının çocuk doğurma ve büyütme ihtiyacı ancak yerleşik koşullarda daha rahat gerçekleşebilir. Uygun bir iklim, bitki ve hayvan varlığı bu ihtiyaçla birleşince, evcilleşmenin temel koşulları doğmaktadır. Toplayıcılık sanatı, birçok bitki ve ağaç meyvesi yiyecek ihtiyacını giderebilmektedir. Dağ koyunu ve keçisinin evcilleşmesi yün, süt ve etleriyle ihtiyaç gidermeyi daha da zenginleştirmektedir. Verimli bitki ve ağaçların tarlamsı alanda yetiştirilmesinin verimin kat be kat artmasına yol açtığı deneyle görülmektedir. Hayvanları hemen öldürmek yerine beslemek, süt ve yün ürünleriyle kıtlıklarda aç kalmamak açısından uygun düşmektedir. Ana-kadın etrafında büyüttüğü çocuklarıyla evcil düzeni geliştirmek için her iki konuda da güçlü deneyimlere sahiptir. Mağaradan çıkıp uygun ürün yetiştirmek ve hayvan besleme alanlarında ev kurmak belki basittir, ama tarihin aya çıkış gibi bir dev adımı rolünü oynayacaktır. Küçük kulübelerin köyleşmesi zor olmayacaktır. M.Ö 11.000’lere kadar gidebilen tarihlerde bugünkü Kürdistan’ın birçok yöresinde “Diyarbakır Ergani Çayönü, Batman Çemê Xalan, Urfa Nevala Çolê ve Göbeklitepe, Bradostiyan, Hakkari Mağ” bu kültürün güçlü kalıntılarına rastlanmaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde bundan daha eski bir yerleşim kültürüne rastlanmamaktadır. Buralarda evcil-ana kültürünün yoğunluğunu gösteren kanıtların başında, bulunan tüm heykelciklerin kadın figürlü olması gelmektedir. Ayrıca yöre dil yapısındaki kadın ön ekleri örnek gösterilebilir. Günümüzde bile aynı kültürün kadının tam bir ustalık alanı olması bu gerçeği doğrulamaktadır.
Kadının toplumsal kimliğinin doğal bir öncülük ve yaratıcılığa dayalı olduğu en iyi mitolojik anlatımlarda ortaya çıkıyor. Mitolojiler toplumun içinde bulunduğu sosyolojiyi gösterir. Her ne kadar pozivist bilim mitolojik anlatımları “çocuk masalları“ olarak tanımlasa da, bu hakikati gizleme çabasındandır ve bilinçlidir. Bu yönüyle de doğal toplumun başat kimliği tanrıça kimliği olduğu sosyolojik bir analiz olarak görmek gerekir. Bütün anlatılar çok güçlü tanrıça imgeleriyle ifade edilmiştir.
Önderlik mitolojileri şöyle değerlendirmektedir: “Mitolojilerde mutlaka bir hakikat gizlidir. Daha doğrusu, mitoloji hakikatin bir söylem biçimidir. Sınıflı ve devletli toplum sistemi olarak uygar toplum hem kendi içinde hem de dışında tahakküme uğradığı ve yarıldığı için, anlam ve hakikat olarak da parçalanır. Mitolojik ve dinsel anlatıma tahakküm karıştığından hakikat yabancılaşır. Yabancılaşma uygar toplumun özüne, varlığına ilişkindir; sadece söyleme dayanmaz. Toplumsal doğasında hakikatin yaşadığı yarılma ve çatışmalar uygarlığın bütün biçimlerinde izlenebilir. Mitoloji ve dinin hakikat değeri düştükçe, anlamlı ve canlı şölen havasında tapınılan tanrıça ve tanrılar yerlerini değerden düşmüş putlara bırakırlar. Görkemli, kutsal, mükâfatlandıran tanrıça çağından cezalandıran, kullaştıran tanrı çağına geçilir. Aslında toplumsal dönüşüm (komünal toplumdan sınıflı topluma) kendini hakikatte böyle ifade etmektedir. Sümer toplumunda bu dönüşüm çok canlı olarak izlenebilir. Ayrıca tanrılar arasında da savaş çıkar. Bu gelenekler çatışması bile orijinal anlamını Sümer toplumunda bulur.”
Mitolojileri hakikati ifade etme yöntemi olarak ele alırken üç döneme ayırmak gerekir. İlk dönem tanrıça çağı olarak ifade edebilir. Tanrıça gücünün doruğundadır ve tek başına öncülük konumundadır. İkinci dönem tanrıçanın yanında oğul-eş vb. erkek yardımcıların olduğunu görürüz. Erkek tanrılar ve tanrıça arasında bir denge olduğu söylenebilir. Etkinlik hala tanrıçadadır. Üçüncü dönem ise birinci cinsel kırılma olarak da tanımlayabileceğimiz erkek tanrıların toplumu etkisi altını aldığı süreçtir.
M.Ö 6000-4000 arası süreç ana-kadın eksenli dönemdir. Binlerce buluş gerçekleştirilmiştir. Bu dönemin kimliği tanrıça Ninhursag ile ön plana çıkmaktadır. Babil de Gula Bau olarak somutlaşırken, yukarı Mezopotamya’nın tanrıça anası Stardır. Ninhursag dağ bölgesinin tanrıçası olarak bir çok özelliğe sahiptir. Tanrıların annesi, üretim çağını başlatan, evrenin ritmini sağlayan, ölüyü yaşama döndüren, bereket tanrıçası vb. özellikleri ve Daha fazlası onda somutlaşmaktadır.
Neolitik dönemin uygarlığı geliştiren toplumsal kimliği olarak tanrıça ana imgesi M.Ö 4000-2000 arası dönemde farklı bir aşamaya girer. Bu dönemin tanrıçaları, kendilerinden önceki tanrıçalar kadar güçlerinin doruğunda olmasalar da belirleyici olmaya devam eden kimlikleri ifade ederler. Bu süreçlerin belirgin özelliği tanrıçaların tahtalarında artık yalnız olmadıklarıdır. Artık yanlarında oğul, eş, baba, kardeş konumunda erkekler vardır. Afrodit-Adonis, İştar-Dumuzi, Astarte-Baal, İsis-Osiris en çok bilinen örneklerdir. Erkek tanrıların ortaya çıkması kadınların yaşamın kaynağı oldukları gerçeğini perdelemeye ve yok etmeye yetmez. Hala etkili öncülük konumu devam eder. Bu dönemin sembol kimliği İnannadır. M.Ö 3000’lerde kendinden önceki dağların tanrıçası Star’ın ardılı olarak ortaya çıkar. İnanna kadının bütün birikimlerini temsil ederken Enki şahsında ise erkek egemenliği temsil edilir. Aralarındaki mücadele erkek egemenliği karşısında kadın toplumsallığının direnişidir. Enki karşısında neolitiğin icatları olan 104 Me’yi savunan ve mücadele ile geri almak esasta toplumun özünü savunmadır. Yani İnanna tekil değildir, kadın eksenli yaşamın tüm özelliklerini kendinde barındırdığı gibi savunması da tümünü içerir. Sümer toplumunda İnanna’yı Uruk şehrinin temsilcisi olarak görürler. Aynı zamanda aşk, bolluk ve bereket, cazibe, bilgelik veren tanrıçadır. Diğer yandan İnanna mitolojik örgüsünde hem çoban-erkek, hem çiftçi-erkek bir yardımcı olarak yansımaktadır. Çoban Dumuzi “bu terim tüm erkek yükselişinin ilk orijinidir” ve çiftçi Enkumdi, İnanna karşısında saygı ve bağlılıkta yarış halindeler. Baş yardımcıları olmak için yapmadıkları iş yoktur. İnanna hala bariz bir öncülük konumundadır. Erkek, çiftçi ve çoban olarak egemen olmaktan çok uzaktır.
Bu dönemin diğer bir ön plana çıkan kimliği Akad mitolojisindeki tanrıça İştar’dır. Sümer mitolojisindeki İnanna’nın Akad mitolojisindeki halidir. İştar, Sterk, Star olarak da bilinir. Savaş ve aşk tanrıçası olduğu kadar tanrıların kraliçesi, bereket tanrıçası ve cinsel gücü temsil eder. Bütün bu özellikler tanrıçanın toplumsal yaşamdaki rolünü daha çarpıcı gösterir. Mısır mitolojisinde Hathor en eski tanrıçadır. Âmâ bu dönemde Ra’nın yardımcısı konumundadır. Yine İsis mısırın en büyük tanrıçasıdır. Mısır hiyerogliflerinde Osiris’in hem yaratıcısı hem kız kardeşi hem de eşidir. İsis tıp bilgisinin güçlü olması ile bilinir.O hayat vericidir,tüm yerin ve göğün annesidir, yanında erkek tanrılar olsa da hala hükmedendir.
M.Ö 2000’lere kadar, belki İnanna, Star, İsis şahsında dile gelen fakat tüm uygarlıklarda benzer biçimde tanrıça ve tanrılar arasında geçen çok yoğun bir mücadele sürecedir. Zamanla oluşan denge durumu kadın aleyhine bozulmaya başlar. Bu dönemin sembol ismi Tiamat’dır. Kadın açısından tarihsel kırılmanın dönemeçlerinden biridir bu mitoloji. Bu mitolojik anlatım kadının konumu açısından ölümcül bir darbeyi andırmaktadır. Tanrıça kültü ölmemiştir ama zayıflamış ve sesi duyulmaz olmuştur. Babil uygarlığının ana tanrıçası TİAMAT toplumsallıkta hala etkindir. Erkek tanrılar onun alt kademesinde yer alırlar. Tiamat’ın oğlu Marduk baş kral olmak için Tiamat’a tuzak kurarak parça paça ediyor ve her parçasından dünyayı yaratıyor. Bu mitolojik anlatım bize, artık tarih sahnesinde iktidar için annesine ihanet etmiş bir oğul ve iktidarı için her şeyi yapacak zalim ve kurnaz erkek olduğunu gösterir. Zaten ataerkillik anaya ihanet etmiş erkeklik değil midir ki? Bu mitolojik anlatımda oğlun anaya ihanetini en çarpıcı bir şekilde görüyoruz. Bu yönüyle olağanüstü güç kazanan erkeği temsil eden tanrı Marduk’la güçten düşmüş anayı temsil eden Tiamat ikilemi dönemin sosyolojisini çarpıcı biçimde gösterir. Böylece tek başına öncülük konumu olan kadın çok büyük mücadeleler sonucu denge kalmayı başarsa da bu mitoloji ile tanrıça çağı sona erer. Artık bütün uygarlıklarda tanrılar tek başına tahta otururlar. Tanrıçayı artık tek başına tahta görmek çok zordur. Tanrılar panteonunda birer üyesi konumdadırlar gücü, bereketi, güzelliği zayıflatılmış, eksiltilmişidir.
Ayrıca Yunan mitolojisine farklı bir açıdan bakmak gerekir. Zira hem ataerkilliğin geldiği düzeyi gösterir hem de tanrıça çağına ait ne varsa zayıflatarak, kadın kimliğini kendi denetimine alma girişimleri vardır. Bu süreçte erkek aklı ile yaratılmış kadın kimlikleri ön plana çıkar. Bunların en belirgin olanı Zeus’un alnından yaratılan Athena’dır. Zeus bilgelik tanrıçası Metis’i hamileyken aklını ele geçirmek için yutar. Zeus daha sonra alnından Athena’yı doğurur. Athena savaş tanrıçasıdır. O zamana kadar bereketi, bolluğu, evreni temsil eden kadın figürü savaşlara yön vermeye başlar. Diğer yandan da zekayı, strateji temsil ettiği söylenen hikayelerde vardır. Egemen aklın yarattığı diğer bir kadın kimliği Zeus’un karısı Hera’dır. Bu mitolojide Hera “dırdırcı, fesat,” kadındır. Güzelliği ile bilinen Hera’ya biçilen rol Zeus’u kıskanan ve kıskançlık uğruna diğer kadınlara kötülük yaparak kendisini tecavüzcü erkeği temsil eden Zeus’a sunmayı tercih eden bir kadın rolüdür.
Mitolojik dönemin son dönemini birinci cinsel kırılma olarak tanımlamaktayız. Neden? Çünkü yaşamı yaratan kadından geriye, varlık olarak kendine ve gerçekliğine yabancılaşmış kadın olgusu kalmıştır. Yani kadın köleliğinin inşa edilmesi bu toplumsal kırılma ile başlar. Tarihsel akışta yaşanan hiçbir toplumsal hakikatin yok olmadığı gibi tanrıça kültü de yok olmamıştır, fakat derin bir darbe aldığı kesindir. Bu süreçlerde belirleyici özelliklerinden uzaklaştırılmış olsalar da toplumun özünde hala etkileri vardır. Onun izini takip eden demokratik uygarlığın toplumsallığında kendini yaşatamaya devam ederler. Yine Tanrılar çağı etkin olmasına rağmen yunan mitolojisinde Demeter, Afrodit hala bereketi ve güzelliği temsil ederler. Diğer yandan bugün bile toplumsal hafıza onları unutmaz! Yaşanan derin köleliğe rağmen Kürdistan toplumunda Ya Star nidası tanrıça ananın ruhunu yansıtır.
Mitolojiler dile gelen kadının güçten düşürülme sürecinin yarattığı etiklerde artık belirgin hale geliyor. Kadın-ana, tanrıça ana hakkında korkunç bir karalama, ayıplama kültürü işleniyor. Kadını erdemsiz, yararsız, zararlı, korkunç göstermek için mitolojik kalıplar alabildiğine zorlanmaktadır. M.Ö 2000’lerden itibaren bu kültürün yaygınlaştığını görmekteyiz. Toplumsal statüde kadın aleyhinde büyük bir değişiklik gerçekleştirilmiştir. Ataerkil toplum egemenliğini destanlaştırabilecek güçtedir. Erkekle ilgili her şey yüceltilmekte ve kahramanlaştırılmaktayken, kadınla ilgili her şey küçültülmekte, ayıplanmakta ve değersiz kılınmaktadır. Ataerkil zihniyetin gelişmesi doğal toplumda bir kırılma yaratır. Tabi ki bu iki cins arasındaki kırılma bir anda olmuyor. Hem kadının büyük bir direnişi söz konusudur hem de her yerde aynı anda gelişme göstermiyor.
Mitolojik anlatımlardan da gördüğümüz gibi kadının yaratıcı ve doğal toplumsal önderliğine erkek gölgesi düşmüştür. Artık Sümer kenti Uruk hegemon kentlerden biridir. Görüyoruz ki kadının konumu ve uygarlığa karşı direnen kesimlerin hegemonik iktidar tarafından baskı altına alınması paralel gelişiyor. Zira kadının etkisini kırdıkça ancak iktidarını yaygınlaştırabiliyor. Bir yandan direnişçi kabilelere seferler düzenlenirken aynı zamanda bu seferler kadın köleliğinin başlangıcı da olur. Neolitik dönemim görkemli tapınakları Sümer uygarlığında kadın köleliğinin merkezi olan musa kadime dönüşmüştür. Musa kadimler günümüzün genelevleridir. Zora dayalı olarak cinsel anlamda erkeğe sunulan bir metaya dönüşmesinin başlangıcını ifade eder.
Toplumda erkek egemen yapının yükselişinden sonra yaratıcılıkta ciddi bir duraklamanın ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. M.Ö 6000-4000 arasındaki dönemde –ana-kadın dönemi- binlerce buluş gerçekleşmişken, M.Ö 2000’lerden beri ciddiye alınabilecek çok az sayıda icadın gerçekleştiği görülmüştür. Bunun yanında savaşçı–iktidar kültürünün büyük yaygınlık gösterdiği, fethetmenin en yüce meslek “krallar mesleği” sayıldığı, devletlerin temel amaçlarının fetih olduğu bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Özcesi kadının dışlanması fetihçi, savaşçı erkek yapılı otoritelere büyük değer vermeyle iç içe yürümüştür. Devlet kurumu tam bir erkek icadı olarak anlam kazanırken, talan ve ganimet amaçlı savaşlar adeta bir üretim tarzı haline gelmiştir. Kadının üretime dayalı toplumsal etkinliği yerine, erkeğin savaşa ve ganimetlere dayalı toplumsal etkinliği geçmiştir. Kadının tutsaklığıyla savaşçı toplum kültürü arasında yakın bir ilişki vardır. Savaş üretmez, el koyar, talan eder. Her ne kadar zorun rolü bazı özgül koşullarda –özgürlüğün önünü açma, işgal ve istilaya, sömürgeciliğe karşı koyma- toplumsal gelişmede belirleyici olsa da, ekseriyetle yıkıcı ve olumsuzdur. Toplumda içselleşmiş şiddet kültürü de savaşlarla beslenir. Devletler arasında savaş kılıcı, aile içinde erkek eli egemenlik timsalidir. Hem alt, hem üst toplum kılıç ve elin kıskacındadır. Tahakküm kültürüne sürekli övgü düzülür. En büyük şahsiyetler döktükleri haksız kanlarla övünmeyi, gururlanmayı en güçlü erdem sayarlar. Özellikle Babil ve Asur kralları insan kellelerinden harman yapmak, kale ve duvar örmek gibi örnekleri en büyük şan ve şereften sayarlar. Bugün halen yaygın olan toplumsal şiddet kültürü ve devlet terörü kaynağını bu kültürden almaktadır.
Önderlik bu süreci şöyle değerlendirmiştir: “Toplumda öncelikle kadının yaşadığı sorunları tarihsel-toplumsal boyutları içinde değerlendirmek önem taşır. Kadın sorunu tüm sorunların kaynağındaki bir sorundur. Daha sınıflı devletli topluma geçiş olmadan kadın üzerinde sert bir erkek egemen (ataerkil) hiyerarşinin kurumlaştığını görüyoruz. Erkek egemenliğinin gerekçesi için birçok mitolojik ve dinsel söyleme başvurul-muştur. Uruk Tanrıçası İnanna Destanı bu sürecin yansımasıdır. Eski kutsal ana tanrıçaya, doğaya büyük özlem duyulmaktadır. Kadın içine kıstırıldığı ataerkil hiyerarşi ve devlet düzenindeki egemen erkekliğin hile, kurnazlık ve zorbalığı altında inlemektedir. Babil Destanı’nda bu yönlü gerçeklik (Babil’in kudretli tanrısı Marduk ve Tanrıça Tiamat’ın kavgaları) çok daha açık ve çarpıcıdır. Sümer mitolojisinde kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı söylenir. Bu, simgesel bir ifadedir. Tek tanrılı dinlerde bu yaklaşım sürdürülür. Sümer zigguratlarına tanrıça olarak giren kadın tapınak fahişesi olarak çıkar. İlk genelev Sümer kentlerinde açılır. Kadın tapınak fahişeliğinden saray cariyeliğine terfi ettirilir. Ticaret pazarlarının vazgeçilmez köle nesnesidir. Greko-Romen uygarlığında sadece ev işlerinin kölesidir. Politikada yeri yoktur. Avrupa uygarlığında erkeğe sözleşme ile bağlanmış cinsel objedir. Kapitalist uygarlıkta genelleşmiş evrensel fahişedir. Tarih erkek egemenle tam bir cinsiyetçi yapı ve anlam kazanmıştır. Tarih artık erkek olarak yürümektedir. Kadının karılaşması (Kadın köleliği anlamına gelir), ardı sıra toplumun sömürülen ve baskı altına alınan erkek nesnelere de olduğu gibi yansıtılır. Toplumun üst siyasi, askerî ve rahip kliği egemen cinsiyet konumuna taşınırken, yönetilen alt kesim gittikçe karılaştırılır. Greko-Romen toplumunda erkek, gençlikten itibaren yoğun bir cinsiyetçi yaklaşımla eğitilir. Tüm uygarlık çağları boyunca görülen cinsel çarpıklıklar kadına cinsiyetçi yaklaşımın sonucu olarak yaygınca yaşanır. Artık kadın ne kadar köle ise, erkek köle de o kadar kadın veya karıdır.
Ataerkil ilişkinin güç kazanmasına bir zorunluluk gözüyle bakılamaz. Ayrıca sanki bir kanun gereğiymiş gibi saf bir çıkış değildir. Sınıflaşma ve devletleşmeye giden yolda temel bir aşamayı teşkil etmesi üzerinde önemle durmak gerekir. Kadın-ana etrafındaki ilişkinin bir güç, otorite ilişkisinden ziyade organik dayanışma tarzında olması doğal toplumun özüne uygundur. Bir sapmayı teşkil etmez. Devlet otoritesine kapalıdır. Organik oluşumdan ötürü zor ve yalana dayanma ihtiyacı duymaz. Bu nokta Şamanizm’in neden ağırlıklı olarak bir erkek dini olduğunu da açıklar. Şamanizm’e yakından bakıldığında, yanıltma ve güç gösterisi yönü ağır basan bir meslek olduğu hemen anlaşılır. Doğal toplumun saflığı üzerine yayılacak kurnazca otorite için güç ve mitoloji özenle hazırlanır. Şaman artık rahipleşme, din adamı olma yolundadır. Yaşlı atayla ilişkiler ittifaka varır. Tam hâkimiyet için güçlü avcının adamlarına ihtiyaçları vardır. Gücü ve av yeteneklerine en çok güvenen grup ilk askeri çekirdeğe dönüşme eğilimindedir. Bu üçlünün elinde giderek değer ve yetenekler birikmektedir. Kadın-ananın etrafı kurnazlıkla yavaş yavaş boşaltılır. Evcil düzen gittikçe kontrol altına alınır. Önce kadın erkeklerin etkileyici gücü ve söz geçireni iken, yavaş yavaş yeni otoritenin hükmüne girer.
İlk güçlü otoritenin kadın üzerinde kurulması rastlantı değildir. Kadın organik toplumun gücü ve sözcüsüdür. O aşılmadan ataerkillik zafer kazanamaz; daha ötesine, devlet kurumuna geçilemez. Ana-kadın gücünün aşılması stratejik bir anlama sahiptir. Eldeki verilerden Sümer kanıtlanmasında da gözlemlendiği gibi sürecin çok çetin geçtiği anlaşılmaktadır. Tek tanrılı dinlerde yansıtılan Lilit ve Havva kadın fi-gürleri de sürecin özelliklerini oldukça çarpıcı yansıtmaktadır. Lilit boyun eğmez kadın iken, Havva teslim alınmış kadını yansıtmaktadır. Öyle ki, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı iddiası ne kadar bağımlı kılındığının da ölçüsü olmaktadır. Diğer yandan Lilit şahsında kadına edilen lanet, yapılan iftira, cadılık ve Şeytanın arkadaşı benzeri tüm küfürler büyük çekişmenin varlığını kanıtlamakta; bin yılların bu yönlü kültürünü, düşünce ve inançlarını ele vermektedir. Kadının toplum-sal alt edilişi çözümlenmeden, daha sonraki erkek egemen toplum kültüründeki temel özellikler doğru anlaşılamaz. Erkekliğin toplumsal kuruluşu akla bile getirilemez. Erkeğin toplumsal kuruluşu anlaşılmadan da devlet kurumu çözümlenemez. Devletle bağlantılı ‘savaş’ ve ‘iktidar’ kültürü doğru tanımlanamaz. Kadın-ana etrafındaki örgütlenme soy, gen, akraba ön ilişkisini geliştirirken, askeri örgütlenme bu ilişkiden kopmuş güçlü erkekleri esas alır. Bu güç karşısında artık hiçbir doğal toplum biçiminin duramayacağı açıktır. Toplumsal ilişkilere toplumsal zor (Buna medeni ilişki de denilmektedir) girmiştir. Belirleyen güç zorun sahipleridir. Böylelikle özel mülkiyetin de yolu açılmaktadır. Mülkiyetin temelinde zorun yatması anlaşılır bir husustur. Zorla ve kanla ele geçirme benlik duygusunu aşırı güçlendirir. İlişkilere hükmetme olmadan zor aracı geliştirilip uygulanamaz. Hükmetme ise sahip olmayla bağlantılıdır. Hükmetmenin içeriğinde sahip olma bir diyalektik ilişkidir. Sahiplik de tüm mülk düzenlerinin öznesidir. Artık topluluğa, kadına, çocuğa, gençlere, verimli av ve toplayıcılık alanlarına mülk gözüyle bakma dönemi açılmaktadır. Güçlü erkek bütün ihtişamıyla ilk çıkışını yapmaktadır. Tanrı-kral olmaya az kalmıştır. Şaman-rahip artık bu yeni sürecin mitolojisini oluşturmak için iş başındadır. Yapılması gereken iş, bu yeni oluşumu muhteşem bir gelişme olarak hükmedilen insanın zihnine yerleştirmektir”
ŞEHİT ZİLAN AKADEMİSİ
Devam edecek
PAJK.ORG
YORUM GÖNDER