AHLAKİ-POLİTİK TOPLUMA DOĞRU; RIZA ŞEHRİ VE ALEVİLER (1.BÖLÜM)
“Kime göre ahlâk?”
Postmodern çağda ahlak gibi göreli bir kavram üzerine konuşmak, yazmak mayın tarlasında yürümek kadar zor.
Özünde iyilik ve kötülük, doğru ve yanlış gibi özneye göre pozisyon alma bilgisini barındıran ahlak, kimine göre ‘değer’ iken, ötekinin terazisinde kıymetsizlik arz edebilir. Sizin toplumsal kültürünüze göre etik görünen bir söz veya eylem, öteki sosyal tabakalarda etik dışı olabilir.
Günümüzde insanların üreme organlarından utanmaları, onları gizlemeleri ne kadar ahlâki ise, geçmişte de tersine sergilenen övünç kaynakları (Kibele örneği) olduğunu, yanı başımızdaki Anadolu arkeolojisinden öğrendik.
Devletin Araçsallaştırdığı Kavram…
Çocukluktan itibaren benliğinize dayatılmış olan kimi kalıpları ömrünüzün sonuna kadar taşımak zorunda kalırsınız. Ahlak da öyle… Bu sübjektif ve soyut kavram, başta dinler ve dinsel öğretiler olmak üzere, eğitimden siyasal örgüt-partilere kadar hemen her alanda hayatımızı emir kipiyle yaşamımıza biçim vermeye çalışır. Birine ‘’Ahlaklı ol!” dediğinizde, kendi siyasal, inançsal, töresel değerlerinizin cümleleşmiş kipiyle söylemiş olursunuz.
İnsanın eylem ve seçimlerine, çoğunlukla pozitif biçim veren ahlak; evrensel olmayıp beslendiği kültürel kodların izlerini de taşır. Bu kodlar aile, cemaat, aşiret nüveleri taşıyacağı gibi, sosyalistlerin sıkça kullandığı ‘’devrimci ahlak’’ kavramı örneğinde olduğu gibi, siyasal mekanizmaların davranış özelliklerini de bireye taşırlar.
Devletin yönetimindeki halkı siyasal iktidarı için, ahlâk kavramını araçsallaştırıp yeniden yapılandırdığı da sıkça görülmüştür. Devletin, halkı inanç ve ritüeller aracılığıyla, bekası için çok kez domine etmiştir. Ortadoğu’nun despotik rejimleri bu toplum mühendisliğinin örnekleriyle doludur. Nietszche, ‘’Ahlak, törelere itaat etmekten başka şey değildir’’ demekte haklı mıydı acaba?!
Kimin Ahlakı?
Devlet ve onun kurumsal aygıtlarına sahip olan egemenler, tarih boyunca heretik akımları düşmanlaştırıp her türlü şiddet pratiğini sergiledikleri hafızalarda canlılığını koruyor hala. Türkçe’ye de hakaret ve küfür yüklemleriyle geçen ‘’Gavur’’, ‘’Dürzü’’, ‘’Kavat’’, Kızılbaş’’ gibi deyim kelimeler, iktidarda bulunan yöneticilerin elinde kırbaç görevi görmüştür. İktidar elitleri, yandaşlarını domine etmek için etnik, dinsel ya da siyasi rakiplerini küfre dönüştürdükleri bu isimlerle itibarsızlaştırma operasyonları yapmışlardır.
Dersim Soykırımı’ndan önce bölgeye giden sosyal bilimci ajanlar egzotik bir coğrafya profili çizip ‘çağdaşlaştırılması’ gereken vahşi Kızılbaş kabilelerden bahsediyorlardı. Barbaros Baykara gibi kerameti kendinden menkul kişiler yazdıkları romanlarda (‘’Dersim 1937’’, ‘’Tunceli 1938’’) özgürlüğüne düşkün Dersimli kadınları erotik imaj olarak sunuyorlardı.
Aleviler, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan geniş bir zaman aralığında hep ötekileştirildiler. Osmanlı belgelerinde çoğunlukla ‘’Rafızi’’ ya da ‘’Kızılbaş’’ kelimesiyle şiddet, hatta ölümle yan yana kullanıldı.
Sünni İslam tandanslı iktidarların ontolojik sakatlık yaratan pervasızlığı günümüzde de görülmektedir. Rousseau, “Politikayı ve ahlâkı ayrıştırmamak gerekir” demekte çok haklı!
Bizanslılar, kendileri gibi yaşamayan Pavlikanları, Osmanlılar, Muhammed Peygamber’den sonra yaşanan dogmatik İslam’ın kalıplarına uymayan Alevileri inanç farklılıklarından dolayı orgia (törensel ayin) yapan ‘’ahlaksızlar’’ olarak suçlayıp katledilmelerini emretmişti.
Alevilerin kadınlı erkekli ibadet gelenekleri ile Pavlikanların dinsel ayinleri, merkezi otoritenin hışımından nasibini almıştır. Hristiyanlık dışı bir inanç sistemleri olmalarından kaynaklı Pavlikanlar, katliamlardan kurtulmak için tıpkı Aleviler gibi dağları mesken tutmuşlardı. Bu arada Bizans’ın doğu sınırında yaşayan bu topluluğun zamanla Ezîdî ve Alevilere dönüştüğü iddiası da mevcut.
İktidarın egemenlik alanında, kendi dışında varoluşları, gayrı ahlaki olmakla suçlamaktan çekinmediğini görüyoruz. Genel bir ahlak tanımı yapılsa da her topluluk bulunduğu mekan ve zamannın rengini taşır. Bu durum ahlaki edimlerin ahlak tanımını da değişken kılmasına götürür. Dolayısıyla burada ‘’Kimin ahlakı, kime göre ahlak?’’ soruları sorulabilir.
NESİMİ ADAY
YORUM GÖNDER